Buranın yazıcıları üçe bölünmüş TARANTA - BABU.
Bir çeşitleri var: yalnız iç gömleğine değil, ipekli bir mendile benziyen
yüreğinin kenarına da altı dişli taç
işleten Danunçio gibi; zıpır Marinetti ve dinamitçi Nobel'in mükâfatıyla İl
Duçe'nin yumruğundan gayrı her
şeyden kuşkulanan Pirandello gibi.
Bunlar, faşist edebiyatının dâhileri soyundan TARANTA - BABU.
Bunlar, allahlar gibi konuşur, anlaşılmıyacak kadar karanlıklarla dolu,
ulaşılamıyacak kadar yüksek ve
dibi bulunamıyacak kadar derin yazarlar. Fakat yine bunların senin gibi
karınları ağrır. Benim gibi karınları
acıkır. Yaşayışları, ya Milanolu bir yünlü kumaşlar fabrikatörününki gibidir, ya
geniş topraklarında traktör
işleten eski bir prens hanedanının reisi gibi.
Bunlar, faşist edebiyatının dâhileri soyundandırlar TARANTA - BABU.
Ve bunlar, bizim oralardaki altın külçelerinin kara toprağın altından güneş
parçalar gibi çıkartılıp Banka
Komerçiale'nin çelik depolarına getirilmesi için; harbin yaratıcı dinamik bir
kuvvet; sapsarı bir çölde
boynunun damarı kesilerek ölmenin, İtalya'nın Akdeniz suyu gibi masmavi göğünün
altında ebediyen yaşamak
demek olduğunu edebiyatlaştırmışlardır.
Ben, üç nehirle ayrılmış üç toprak parçası gibi üçe bölünen İtalyan
yazıcılarının bu dâhiler soyuyla yalnız
kitaplarının satırlarında konuştum ve yüzlerini, yalnız gazetelere basılan
rötuşlu fotoğraflarından tanırım.
İtalyan yazıcılar dünyasının ikinci çesidine gelince, bunlardan bir iki örnekle
karşılıklı oturup
konuşmuşumdur. Ve benim Afrika gecesinin ılıklığını taşıyan ellerim, onların,
pırıltısı yaldızlı Meryem Ana
tasvirleri önüne dikilen ince mumlar gibi sarı ve soğuk parmaklarına dokundu.
Hele içlerinde bir tanesi vardı
ki, TARANTA - BABU, gözleri, bir yaz günü güneşin ışığına ve sıcaklığına
dayanamayıp kudurduktan sonra,
sıra dağlardaki küçük mağaranın ıslak karanlığında ölen köpeğin, gözlerine
benzerdi.
Bu, bir şairdi, bir romancıydı, bir mütefekkirdi Taranta - Babu. Fakat her
şeyden önce, zavallı bir
kokainomandı. Onunla arkadaşlarına yarı lokanta ve yarı meyhanemsi bir yerde
rastlıyordum. Bağıra çağıra
konuşurlardı. Kavga ederlerdi. Hattâ bir gece, "İSA mı daha mistiktir? Konfüçyus
mu daha mistik?" diye
aralarında çıkan bir yüksek, bir derin, bir ilmî münakaşada, bir genç,
benimkinin kafasında bir şarap şişesi
kırdıydı.
Faşist miydi? Tam değil. Demokrat mıydı? Tam değil. Tam değil. Kafası da,
kokainle harap olmuş
uzviyeti gibi yarımdı. Onda tam olan bir şey vardı TARANTA - BABU, şaşkın
zavallı ve kökü kurumuş bir
ağaç gibi, mütereddî bir insan soyunun örneği olması. Faşizme düşman geçinmiş.
Sonra günün birinde el
altından mahalle faşyosuna istida vermek istediği duyuldu.
Bunun doğru olup olmadığını bilmiyorum. Fakat kendini dünyanın mihveri sanan bir
deli her şey yapabilir.
Ve o böyle bir deliydi.
İtalyan faşizminin bu ikinci çeşit yazıcılarının ne yazdıklarını sana
anlatabilmek için, onun bir şiirini
buraya geçiriyorum.
Bu şiir, o yarı lokanta yarı meyhanemsi yerdeki toplantılardan birinde okundu. O
gece hepsi ordaydılar.
Yaşlı bir romancının şerefine bir ziyafet veriliyordu. Benimki birdenbire ayağa
kalktı. Sarhoştu. Ağzının açılıp
kapanışlarını bile kullanamıyordu. Ortaya doğru bir iki adım attı:
Size, dedi, son kitabımdan, aklıma şöyle geliveren bir yazımı okuyacağım.
Ve elleriyle havada geniş çizgiler çizerek su şiiri okumağa başladı:
Bir çeşitleri var: yalnız iç gömleğine değil, ipekli bir mendile benziyen
yüreğinin kenarına da altı dişli taç
işleten Danunçio gibi; zıpır Marinetti ve dinamitçi Nobel'in mükâfatıyla İl
Duçe'nin yumruğundan gayrı her
şeyden kuşkulanan Pirandello gibi.
Bunlar, faşist edebiyatının dâhileri soyundan TARANTA - BABU.
Bunlar, allahlar gibi konuşur, anlaşılmıyacak kadar karanlıklarla dolu,
ulaşılamıyacak kadar yüksek ve
dibi bulunamıyacak kadar derin yazarlar. Fakat yine bunların senin gibi
karınları ağrır. Benim gibi karınları
acıkır. Yaşayışları, ya Milanolu bir yünlü kumaşlar fabrikatörününki gibidir, ya
geniş topraklarında traktör
işleten eski bir prens hanedanının reisi gibi.
Bunlar, faşist edebiyatının dâhileri soyundandırlar TARANTA - BABU.
Ve bunlar, bizim oralardaki altın külçelerinin kara toprağın altından güneş
parçalar gibi çıkartılıp Banka
Komerçiale'nin çelik depolarına getirilmesi için; harbin yaratıcı dinamik bir
kuvvet; sapsarı bir çölde
boynunun damarı kesilerek ölmenin, İtalya'nın Akdeniz suyu gibi masmavi göğünün
altında ebediyen yaşamak
demek olduğunu edebiyatlaştırmışlardır.
Ben, üç nehirle ayrılmış üç toprak parçası gibi üçe bölünen İtalyan
yazıcılarının bu dâhiler soyuyla yalnız
kitaplarının satırlarında konuştum ve yüzlerini, yalnız gazetelere basılan
rötuşlu fotoğraflarından tanırım.
İtalyan yazıcılar dünyasının ikinci çesidine gelince, bunlardan bir iki örnekle
karşılıklı oturup
konuşmuşumdur. Ve benim Afrika gecesinin ılıklığını taşıyan ellerim, onların,
pırıltısı yaldızlı Meryem Ana
tasvirleri önüne dikilen ince mumlar gibi sarı ve soğuk parmaklarına dokundu.
Hele içlerinde bir tanesi vardı
ki, TARANTA - BABU, gözleri, bir yaz günü güneşin ışığına ve sıcaklığına
dayanamayıp kudurduktan sonra,
sıra dağlardaki küçük mağaranın ıslak karanlığında ölen köpeğin, gözlerine
benzerdi.
Bu, bir şairdi, bir romancıydı, bir mütefekkirdi Taranta - Babu. Fakat her
şeyden önce, zavallı bir
kokainomandı. Onunla arkadaşlarına yarı lokanta ve yarı meyhanemsi bir yerde
rastlıyordum. Bağıra çağıra
konuşurlardı. Kavga ederlerdi. Hattâ bir gece, "İSA mı daha mistiktir? Konfüçyus
mu daha mistik?" diye
aralarında çıkan bir yüksek, bir derin, bir ilmî münakaşada, bir genç,
benimkinin kafasında bir şarap şişesi
kırdıydı.
Faşist miydi? Tam değil. Demokrat mıydı? Tam değil. Tam değil. Kafası da,
kokainle harap olmuş
uzviyeti gibi yarımdı. Onda tam olan bir şey vardı TARANTA - BABU, şaşkın
zavallı ve kökü kurumuş bir
ağaç gibi, mütereddî bir insan soyunun örneği olması. Faşizme düşman geçinmiş.
Sonra günün birinde el
altından mahalle faşyosuna istida vermek istediği duyuldu.
Bunun doğru olup olmadığını bilmiyorum. Fakat kendini dünyanın mihveri sanan bir
deli her şey yapabilir.
Ve o böyle bir deliydi.
İtalyan faşizminin bu ikinci çeşit yazıcılarının ne yazdıklarını sana
anlatabilmek için, onun bir şiirini
buraya geçiriyorum.
Bu şiir, o yarı lokanta yarı meyhanemsi yerdeki toplantılardan birinde okundu. O
gece hepsi ordaydılar.
Yaşlı bir romancının şerefine bir ziyafet veriliyordu. Benimki birdenbire ayağa
kalktı. Sarhoştu. Ağzının açılıp
kapanışlarını bile kullanamıyordu. Ortaya doğru bir iki adım attı:
Size, dedi, son kitabımdan, aklıma şöyle geliveren bir yazımı okuyacağım.
Ve elleriyle havada geniş çizgiler çizerek su şiiri okumağa başladı:
....
Kör Olmak
...
Şiir bitti. Alkışladılar. O, saatlerce çalışıp beyaz bir duvarı renkli
resimlerle doldurmuş bir nakkaş
yorgunluğuyla, sallanarak yerine döndü. Tam benim yanımdaki masada, şerefine
ziyafet verilen yaşlı
romancıyla modellerini baştan çıkarmaktan resim yapmağa vakit bulamıyan bir
ressam oturuyordu. Ressam,
şiir biter bitmez, romancının kulağına eğildi, alaycı bir sesle:
Nasıl buldunuz? dedi. Onun, bu şiiri bir Fransız şairinden aşırdığını
söylüyorlar.
Romancı birdenbire cevap vermedi, düsündü. Sonra:
Bu şiiri okuyan delikanlı sizin en yakın dostunuzmuş, diye duydum, dedi.
Ressam güldü:
Dostluk, diye cevap verdi, kabzasına birbirine düşman iki elin yapıştığı bir
bıçağa benzer.
Ne yalan söyliyeyim, Taranta - Babu, ben, bu dostluk tarifini anlamadım. Bu,
yalnız Faşist İtalya'da mı
böyledir, yoksa bütün Avrupa...
Kör Olmak
...
Şiir bitti. Alkışladılar. O, saatlerce çalışıp beyaz bir duvarı renkli
resimlerle doldurmuş bir nakkaş
yorgunluğuyla, sallanarak yerine döndü. Tam benim yanımdaki masada, şerefine
ziyafet verilen yaşlı
romancıyla modellerini baştan çıkarmaktan resim yapmağa vakit bulamıyan bir
ressam oturuyordu. Ressam,
şiir biter bitmez, romancının kulağına eğildi, alaycı bir sesle:
Nasıl buldunuz? dedi. Onun, bu şiiri bir Fransız şairinden aşırdığını
söylüyorlar.
Romancı birdenbire cevap vermedi, düsündü. Sonra:
Bu şiiri okuyan delikanlı sizin en yakın dostunuzmuş, diye duydum, dedi.
Ressam güldü:
Dostluk, diye cevap verdi, kabzasına birbirine düşman iki elin yapıştığı bir
bıçağa benzer.
Ne yalan söyliyeyim, Taranta - Babu, ben, bu dostluk tarifini anlamadım. Bu,
yalnız Faşist İtalya'da mı
böyledir, yoksa bütün Avrupa...
NOT:
Altıncı mektuptan elime geçen
karalamalar burada bitiyor.
Mektubun yarım kaldığı belli.
Habeş delikanlının, üçüncü
çesit İtalyan yazıcılarını nasıl
tarif ettiğini anlamak için
İtalyancayı baştan başa unutup
yeniden öğrenmeğe razıydım.
Altıncı mektuptan elime geçen
karalamalar burada bitiyor.
Mektubun yarım kaldığı belli.
Habeş delikanlının, üçüncü
çesit İtalyan yazıcılarını nasıl
tarif ettiğini anlamak için
İtalyancayı baştan başa unutup
yeniden öğrenmeğe razıydım.
Nazım Hikmet
Taranta - Babu'ya Mektuplar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder