Sayfalar

4 Eylül 2010 Cumartesi

Yolda Esirler

Şimdi melûn bir gecedir.
Bir nöbetçi kürkü gibi simsiyah ortalık,
ve görünmez, garba giden yollar.
O görünmeyen yollara,
dokunaklı bir yağmur yağıyormuş gibi,
yorgun ayak sesleri dökülmektedir.

Hepsini tanıyorum onların.
Aynı topraktan buğday yediler.
Aynı topraktan taşıdılar saadeti harmanlara
kucak kucak

Ve söylediler aynı türküyü;
güneşin karşısında gerinirken,
bir zerresine bile
en harikulâde bir tebessümden fazla
kıymeti olan toprak.

Hepsini tanıyorum onların.
Yıldızlı bir gece altında otlara uzanıp,
onlardan dinlemiştim bir zamanlar
anadan doğma hikâyelerini yeryüzünün.
Hepsi memnun, hepsi genç, hepsi güzeldi.
Dudaklarında damlası yoktu hüznün.
Hiçbiri bıkmamıştı yaşamaktan.

Şimdi melûn bir gecedir.
Ne gökte bir tek yıldız,
ne yerde bir tutam ot var.
Yalnız, o mavi gözleri,
ve sarışın yüzleriyle
gençleri ve ihtiyarlarıyle insanlar,
girmişler içine sıcacık düşüncelerinin,
garba gidiyorlar,
garba giden yolda ...



A. KADİR

Yol

Tekmil haklar alınır.
Tekmil hürriyetler kısılır.
Tekmil köşe başları, tekmil kapılar tutulur.
Gökyüzü tıkılır dört duvar içine.

Bütün bunlara karşı,
dümdüz, apaydınlık kalır
seni bana getiren yol.



A. KADİR

Uşaklı İzzet

Mısır ekmeğini, yoğurdunu yedi
elma ağaçları altında
Hacı Mercan köyünün.
Suyunda yıkadı çamaşırlarını
pazar günleri.
Ve göl gibi gözlü insanlarıyla ahbap oldu.
On iki nöbetini bekledi çok gece
yol ağzında.

Eh artık, yol göründü,
gitmek düştü gayrı.
Çok görmeyin acele ettiğini, çocuklar,
terhis olmuş,
cebinde teskeresi var.



A. KADİR

Terhis

Tezkere var,
emir gelmiş, dediler.
Hafikli Zeynel' le Zileli Saim
bizden müjde istediler.

Traş olduk.
Giyindik gri, lacivert
renk renk esvaplarımızı.
Sonra haber geldi,
hazır olun, diye,
yolculuk akşama.
Ve Maksut çavuş,
son cigarasını ikram etti ayrılırken,
bir senedir kavgalı olduğu adama.



A. KADİR

Siperde

"Cephedekilere ithaf ederim."



Şimdi sen;
yolda yolcu,
denizde rüzgâr,
gökte ay yürürken,
kimbilir neler düşünürsün:
Elinde ağ,
başında kasket,
--- bir tasavvur et
ufuklarda hürsün.

Anan;
değneğine dayanmış,
kolunda bir bağ sepeti,
kilise yolundadır.

Baban;
dudaklarında gemici türküsü,
saçlarında rüzgâr,
birşeyle meşgul.

Bakarak başı üstünde uçan martılara,
hiç kimsenin düşünmediğini söyler
mavi göklere doğru bağıra bağıra,
yuvarlak yüzlü bir çocuk.

Ve karın;
deniz suyu ile taranmış başı,
rüyalı bir gecenin sabahında
siler evinin camlarını
güneşe karşı.



A. KADİR

Nöbette

Bir kurtuluş savaşını anarak



Gece saat on.
Nöbetteyim.
Toprağın üstünde geceyi
kara bir kabuk gibi hissetmedeyim.
Ve kuşlar kadar hafif vücudum,
içerim rahat.
Yorgun bir asker gibi serildi uykuya hayat.

Gece saat on.
Nöbetteyim.
Ne olur uzatsalar nöbetimi aylarca!
Böyle ta barışa kadar,
ihtiyar anacığımı düşünmeden,
memleketimin türkülerini söylesem
içimden!



A. KADİR

Koru Kendini

Kaldırınca tabancasını
Nişan almak için sarı saçlıya
Parıldayıverdi gözleri
Koru kendini
Kırlangıçlar uçuştular
Korkudan çığrışıp
Kanat çırparak koru kendini.

Hadi söyle bana müziği seversin sen
Nasıl çalar insan hapishanede
Ağrılardan, sızılardan sonra
Romatizmanın zincirlerin kemirdiği elleriyle.

İşte nişan aldı tam
Kemanının üstüne
Iskalamaz iyi nişancıdır
Koru kendini
Ama teller gene şakıdılar
Doldular havayı titrek titrek hiç umursamadan.

Hadi söyle bana müziği seversin sen
Nasıl çalar insan hapishanede
Ağrılardan, sızılardan sonra
Romatizmanın zincirlerin kemirdiği elleriyle.

"Havasız bir delikte
Gıcırdayan somya üstünde yatakta
Yakalanmışsın berbat bir öksürüğe
Gel de şarkı söyle.
Ama yine de sarı saçlı adam
Devam etti kemanı çalmaya
Dirildi içimizde ölü düşler."



A. KADİR

Koğuş

Tekmil koğuş uyudu şimdi.
On bir nöbetçisi,
belki dört defa saydı uyuyanları.
Sonra kendi kendine bile görünmeden,
o kadar yorgun ve bitkin
yere çöktü.

Artık herkes başka uykuda.
Hüseyin onbaşı,
çıplak yolunda yürür Avanos' un.
Beyşehir' li Ahmet,
bir tas ayranla çıkarır yorgunluğunu
talim yerinin.

Nalbant İsa,
bir dağ ortasında oturmuş,
ev ekmeği yer.

Maksut çavuş çarşıdadır.
Merzifonlu tarlada.
Çorumlu türkü söyler Karacaoğlan' dan.

Biride bizim Darendeli,
gerine gerine bir şeyler oluyor,
hiç utanmadan.



A. KADİR

İnsan

İnsan kuş kanadında gelen yazı.
İnsan arı su, insan ak süt.
İnsan yemyeşil uzanan bahçe.
İnsan kum, insan çakıl taşı.
İnsan yiğit, insan dost, insan sevdalı.
İnsan kancık, insan ödlek, insan hergele.
İnsan kocaman, dağ gibi.
İnsan parmak kadar, küçücük.
İnsan alın teri, insan lokma, insan kan.
İnsan solucan, insan sülük.

İnsan kuş kanadında gelen yazı.
İnsan gül fidanında yanan konca.
İnsan umutların kapısı.



A. KADİR

Dön, Geri Bak

Kaç bu kokudan, kaç bu pislikten, bu sürüden kaç,
insan mısın, bu pazarda mısın, iki pula mısın,
kaç bu kokudan, kaç bu pislikten, bu sürüden kaç.
At denize kendini, git boğul.
Düş bir kör kuyuya, ordan çıkama.

Bir kere dön ama, bir geri bak,
şu kolu gör bir kere, şu kolu,
pisliğin, sürünün içinden uzanan şu kolu,
durur dimdik, bembeyaz havada,
budaklı bir ağaç gibi güzel.



A. KADİR

Dağ Başında

Beni bir dağ başında böyle yapayalnız kodular,

rüzgarlara, kuşlara, bulutlara yakın,
senin etinden, tırnağından ayrı,
senin kokundan uzak.

Benim güzelim,
benim ceylan bakışlım,
benim kafamın ateşi,
ve yüreğimdeki.
Mümkün mü şu anda rüzgar olmak, kuş olmak,
şu anda üç dört portakal almak, getirmek sana,
sana tuzlu badem,
kabakçekirdeği.

Şu anda hiç bir şey mümkün değil.
Şu anda her şeyden ayrı, her şeyden uzak
ve her şeyden mahrumum ben.
Şu anda sadece yalnızlık ve kahır.

Hayır, güzelim.
hayır, ceylan bakışlım,
hayır, kafamın ateşi, hayır,
hayır, yüreğimdeki.
Şu anda mümkün ve güzel olan tek şey vardır:

Yanarak sevmek seni.



A. KADİR

Çile

Bizim hiç bir hürriyetimiz yok,

Hiç bir hürriyetimiz,
Ne çalışmak, ne konuşmak, ne sevişmek,
Sen orda bağrına bas dur en büyük çileyi,
Ben burda en büyük çileyi doldurayım,
Ekmeğe muhtaç, hürriyete muhtaç, sana muhtaç.
Sen orda dalından koparılmış bir zerdali gibi dur,
Ben burda zerdalisiz bir dal gibi durayım.



A. KADİR

Çiçekleri Umudumuzun

Çok olun, çocuklar, çok olun,

yüzlerce olun, binlerce olun, onbinlerce.
Daha çok olun, daha çok olun,
yapraklar kadar, balıklar kadar çok olun.

Bu dünya ne tek tek yaşamakta,
bu dünya ne rakının, ne şarabın içinde,
bu dünya ne parada, ne pulda,
ne kalleşlikte, ne zulümde.
Bu dünya aşkın içinde, alın terinde.

Çok olun, çocuklar, çok olun,
el ele verin, çocuklar, el ele,
yaşayın dünyayı doya doya,
açın kapıları, camları güneşe,
ne yeise kapılın, ne korkuya,
çok olun, çocuklar, çok olun,
el ele verin, çocuklar, el ele.

Mutlu olmak varken bu dünyada,
geceler geldi dayandı kapımıza,
olduk acımızla sarmaş dolaş,
bekledik düşümüzle koyun koyuna.

Çok olun, çocuklar, çok olun,
yapraklar kadar, balıklar kadar çok olun,
el ele verin, çocuklar, el ele,
bütün gündüzler sizin olsun,
yaşayın dünyayı doya doya.

Çocuklar, çiçekleri umudumuzun.
 
 
 
A. KADİR

Cibali

Cibali dendi mi

aklıma siz gelirsiniz, kadınlar,
kiminizin beş çocuğu,
kiminizin nar gibi yanakları var,
kiminiz kocasız kalmış,
kiminiz ihtiyar,
kiminiz daha körpe henüz.
Bana umulmadık,
eskimiş türküler düşündürür
siyah başörtüsü altında yüzünüz.

Parmaklarda tütün kokusu.
Tütün kokusu pazen entarilerde.
Biriniz ekmek alır fırından,
biriniz durmuş öksürüyor ilerde,
geçiyor bizim mahalleden biriniz.

Cibali dendi mi
aklıma siz gelirsiniz, kadınlar.
Çarpık ayakkaplarınız gelir
ve kahraman elleriniz.



A. KADİR

Bu Su Çoğala Çoğala

Yaşlılara saksılar dizdim, bahçeler yaydım.

Yorgunlara diri beden verdim, taze yürek.
Döşekler serdim hastalara, rahat, yumuşacık.
Nerde yalan dolan gördüysem kızardım.
Yiğit yüreklere, dedim, canım armağan.
Ardına kadar açtım çocuklara kapıları.
Dostluklar boy attı yeryüzünde,
dostluklar orman orman.
Ebemkuşakları gökyüzünde fır dolandı.
Yürüdü dağlardan ovalara doğru
gümbür gümbür bir deli su,
yıktı bu su önüne geleni,
bu su, çoğala çoğala.
İnsanlar insanları aldı götürdü.

Ne kavga kaldı, ne zulüm, ne korku.



A. KADİR

Bir İnsan

Seni bir gün

çekip aldılar topraktan,
benzedin köksüz bir ağaca.
Önce öğrettiler sana uygun adımı,
sonra büyük şehirlerini gösterdiler Avrupa'nın.
En muazzam saraylar karşısında bile sen
evini unutmadın.

Varşova'da kaputun kaldı,
Dunkerk'te arka çantan.
Düştü bütün fotoğrafların Sivastopol'da.
Bir şafak vakti Paris'te bıraktın zavallı yüreğini,
kurşuna dizilenler karşısında.

Lanet okusunlar sana bırak,
iyi bir asker olamadın diye.
Ölmesini bildin ya sen arkadaş kurşunuyle,
iki çürük patatesi
ekmek torbanda unutarak!



A. KADİR

Açılır Kapılar

Alır seni korum damla damla

suyuma, ekmeğime, aşıma,
kaygıma, sevincime, acıma,
umuduma, sabrıma, gücüme.

Alır seni bölerim parça parça,
dağıtırım topraklara, denizlere, geceye.
Açılır her sabah kapılar gözlerinde,
girerim ışıltılı, yemyeşil bir bahçeye.



A. KADİR

Zeyl

Soluğu rüzgârlardan derlendi
Yollar o çingeneden bulaştı bana
Tek gerçek düşlerimdi belki de
Bir masaldan aldım rengimi

Tutku yaşından büyük gösteriyorsa
Sağır ve dilsiz geceler sorumludur
Gözlerin
Ve şer iklimi



A. Hicri İZGÖREN

Yorgun

Ne zaman dağılsa sesim
Şakağıma dayardın gözlerini

Oysa adınla başlamak istedim bu akşama
İstedim ki bir ayrılıkta bitmesin buruk
Günlerdir bir tek dize düşüremedim
Bu kaçıncı sürgünüm bütün renklerimi götürdün

Kanayan bir öyküdür içimizdeki bozgun
Hergün yeni bir hüznü takıp koluna
Bütün saatleri acıya kuruyor sanki
Şarkıların hüzzam makamındayız
Kanıyoruz göçebe yollarda yılkı atlar
Bir acı kahve hatrını unuttuk
Her köşe başında bir maskara

Tuzun ve şarabın tadı değişti
Nasılsa eskidi yüzün -değişmedi gözlerin-
Alevler yakmıyor artık inceltmiyor buzları
Üstümüzde sağır ve dilsiz bir gökyüzü
Her şey ayrıksı sanki bulutlar paslanacak
İşte solan bozkır akşam ve zaman
Sessizlik -sensizlik daha ne kadar
-Aşksa aşk işte nabzım-
Bütün sağnaklarını yağdır haydi yağdır
İster bir cehennem aç ister bir mayıs getir
Her vurguna hazırım nasılsa her şey pusuda gibi

Bu bungun akşama yazdırarak adını
Dal gibi serin yine gözlerin



A. Hicri İZGÖREN

Uzak

Herkesin bir yağmuru vardır ve bir rüzgârı
Aşk biraz ıslanmaktır
Al götür beni o uzak yağmurlara

Herkesin bir şiiri vardır ve bir şarkısı
Aşk biraz çoğalmaktır
Al götür beni o uzak şarkılara

Herkesin bir akşamı vardır ve bir masalı
Aşk biraz yorulmaktır
Al götür beni o uzak akşamlara



A. Hicri İZGÖREN

Suskun

Susardın ve kar yağardı

Gözlerinde başlardı gece
Yarım kalmış kitaplarda biterdi.
Alnımızda bilenen kör bir bıçaktı zaman
Kırılmış aynalardı

Susardın, durmadan susardın
Ve kar yağardı

Ocak ağaran saçlarımdı
Şubat hayırsız bir evlattı, kaçaktı
Ve uzaktı yaz bir anaydı
Mart'ın izlerini taşırım bedenimde
Aynı masalın ikizleri gibiydi günler
Nisan saçlarımda ıslanırdı hep

Susardın, durmadan susardın
Ve yağmurlar başlardı

Çok bekletti bizi,
Hiç vaktinde gelmedi mayıs
Haziran Aram'dı ya da öyle biriydi
Temmuz bir düştü belki

Yaraları sarar gibiydi
Ağustos yıldızlarla basardı gecemizi
Bir gül suçüstü yakalanırdı
Eylül bir çocuğun çığlıklarıydı

Susardın, durmadan susardın
Ve rüzgârlar başlardı

Yolunu yitirmiş bir gezgin gibiydi ekim
Sürgünlere uğurlardık kendimizi
Kalan mı bizdik, giden mi
Bilinmezdi
Kasım rüzgârda bir yapraktı
Ve biraz ıtri
Kendi sesiyle irkilirdi
Aralık günlerin son neferi

Soluk bir düş geçse de
Hiçbir mevsim gözlerin kadar
Acımasız kullanmadı neşteri

Susardın ve kar yağardı



A. Hicri İZGÖREN

Orda Bir Köy Yok Uzakta

Düşlerimi kanatıyor her gece
Dudaklarında donmuş gülümsemesi
O muhacir evde asılı duruyor hâlâ
Yitirilmiş bir arkadaş sureti

Anılar mı yakın bana acı mıdır en eski
Bir sağnak yıkasa yaralarımı belki
Yumuşayacak gecenin mimikleri ağrılarım dinecek
Ya da korunak olacak karanlığın kendisi

Hava su ve toprak kirlendi artık
Tuz ve ekmeğe karışıyor yüksek gerilim
Yeryüzünün bütün koordinatları
Barınacak bir yer arıyor
Haritadan silindi yüreğimin meskûn yerleri
Her gün kütüklerden aşklar düşüyor hayat
Artık "ölü sayısı..." belirliyor gündemi



A. Hicri İZGÖREN

Kod Adı Aşk

Bir istisnayım artık kuralı bozuyorum

Mışlı geçmiş bir şark çıbanıyım
Şimdi yaşamın yüzünde sızlıyor izim

Gündemde ilave tedbirler var, infaz bildirileri
Ecelimi bir hamaylı gibi boynumda taşıyorum
Potansiyel suçluyum, yasa da ceza da benim

Lanetlidir artık gözlerine mil çekmiş
Kurşun damlaları akıtmış kulaklarına
Kösnül kasıklarında yalaz, üstü başı kan
Şimdi isterik bir orospuyu oynuyor zaman

Bütün kapılara ayrılığın suretini astılar
Derme-çatma aşklar onarmaktan bitkinim
Dün erkendi, yarın gecikmiş sayılırım
Bir parça uçurum alıyorum terkime
Kutsuyorum yolları bir iklim bulmak için

Bozdum tüm oyunları şimdi satırbaşıyım
Sıcak uzun yazlardan, kış uykulardan
Sustukça derinleşen büyüyü bozdum
Karlar içinde yorgun bir selam gibi
Vakitsiz ve davetsiz giriyorum gecene
Gözlerinin sıcağına konuk et beni

Sonunda öğrendim konuşmayı, yürümeyi öğrendim
Geçtiğim tüm köprüleri yaktım, dönüş yok
Yollarla artık uğraklarla anlatırım kendimi
İçime akmıyor kanım, yaramı sevdim
Tazeleyin çoban ateşlerini ey ateş ustaları
Kavallarınıza yeni delikler açın
Emzirin sığınaklarımı uyak bulsun koyaklar

Yeni bir sayfa açtım işte ömrümü çiziyorum
Sensiz hiçbir şeyin hükmü yok benim için
Ölüm durmadan tazelese de hünerini
Yeni bir sayfa açtım kanımla yazıyorum artık
Kod adım aşk'tır
Ömrüm bu uzun hecenin ömrüne kayıtlıdır
Çünkü miladı yoktur kod adı aşk olanın
Ateşten gömlek giymiş bir şiirdir ülkesi



A. Hicri İZGÖREN

Kılıç Artığı Poe-Tik-Ler

I
Masallarımız aynı düşlerimiz bir
Aynı ateşin yaktığı ağıtlardan geliyoruz
Kentin en uzak köşeleri
Hüznün ele verecek seni
Öyle mahzun bakma çocuk
"Devletin ve milletin bekası" zedelenir

Orda aşka yardım ve yataklıktan
Sabıkalıdır şiir

II
Acı ata yadigârıdır
Bin yıllık bir tarihi var
Beni bana kırdırır
Kehribar bir tespih gibi
Çek çek bitmez
Kimi zaman yaşayıp yaşamamak
Birbirine eşittir

Orda zembereksiz bir saat
Kırık bir keman gibidir şiir

III
Hüznü bir bohça gibi vurup sırtına
Söyle hangi acısıydın viran evlerin
Kanlı bir mendil kaldı geride
Serin bir su yavru bir kuş gibiydi
Meçhulümüzdür nasıl bir ölüme gelin gittiği

O mendilin kokusunda
Kanın dördüncü halidir şiir

IV
Maskeler atılmış roller ve replikler
Derin bir uykuya dalmıştır
Bir şarkıda ağlarken
Bir çiçeği sularken
Onlarla konuşur görürsem seni

Demektir
Şiir yeni çığlıklara hazırlıyor kendini


V
Hepsi de yaralı bir cerenin resmidir
Açılırsa bir sayfası unutulmuş defterin
Orda herkes kendi payına düşen
Bir yangınla karşılaşacak
Ve görülecek
Kaç kadın ezilmiş ayak altında
O canavar evlerin

De ki
O defterin dipnotlarıdır düşünde düş görür şiir

VI
Piyasa şartları nedir
İstatistik yasaları ne söyler bilmem ama
Bir avuntu bulunur her zaman
Peşin fiyatına taksitle
Biraz etik estetik
Biraz kolesterol biraz turnusol
Vazife ulufe biraz felsefe
Bunca havar hiç rayting yapmıyor demek
Vatanperver bir münevver olarak
Sizin bu konuda bakışınız kaç amper

Belki de
Turnusolün sudaki rengidir şiir

VII
Daha yirmi dört saat
Hayati tehlikesi var diyor doktor
Durmadan morfin yapıyorlar
Kurtulsa da izi kalırmış
Yüreğini ezmiş aklının paletleri

Bir saatin tik-taklarıdır orda
Beşinci mevsimin adıdır şiir

VIII
Biz mi taşırız aşkları
Aşklar mı bizi
Şimdi hangi kentte
Yağdığını unuttuğum bir yağmur
Ertelenmiş bir aşkın saçlarını yıkıyor

O günden beri
Öznesi yaralıdır şiirin



IX
Orda yıldızlar daha parlaktır
Aynalar daha ayna
Yaşamaya başladığın an
Biraz daha koyulaşır ağaçların yeşili

Orası
Şiirin kendini göndere çektiği yerdir


X
Sensiz paslı bir çivi gibi duruyorum
Bir duvarın yüzünde
Ateşe ve rüzgâra dair bir dize kuşan
Bu geceyi teslim al
Bir selam uçur bana
Hâlâ bir sabah serinliği ise adresim

İnsana dair her çığlık
De ki şiirdir biraz



A. Hicri İZGÖREN

Hüsran Sokağı

Sonunda ketum bir tarihe göçebe oldum
Adressiz kaldım bu yüzden bir rüzgâr gibi
Takıldım hiç büyümemiş bir çocuğun ardına
Vizem yok kimliğim sahte yollar mayın döşeli

Bir ömürde kaç sokak izi kalır geriye
Saçlarımın ıslaklığından anlıyorum
Orda bir çocukluğun yağmuruna varılır
Yarpuz kokusu uğurlar sizi görmezsiniz
Her sokak aslında bir patikadır

Yüzümde bir yama gibi duruyor zaman
Bütün aşkların kan grubu aynı olsa da
Ayrıdır çıkmazları son sözleri farklı
Gözlerinin rengine uymaz intiharları

Zaten hep gönüllüydü yanlışı yazgısına bulaştı
Küçük sevinçlerin büyük kederlerin sahibi
Güneşsiz bir gölge kansız bir yara oldu
Hüsran sokağında bir aşk daha vurdu kendini



A. Hicri İZGÖREN

Çığlık

Bana kanlı mühürler kaldı
O tarih tacirinden
Uçurumlar çığlıklar ve ölüm tarifleri

Bildiğim tüm masallardan topladım acıları
Yakama iliştirdim
Yaşamak dedim adına sığınaklar emzirdim
Bütün sözcükleri yüzleştirdim ateşle
Anlatamadım günlerin cehennemini

Ajans haberlerinde kirleniyor insanlık
Bütün sevinçler çarmıhta hızla yaşlanıyor
Çocuklar
Bozguna uğramış aşk düşürmüş bayrağını
Geceler unutmuş sevişmeleri

Tanrılara bulaştırmak için bu cinneti
Deliyorum aşkın ambargosunu
Yeniden yollara vuruyorum kendimi

Teninden soyunsun artık çığlıklar
Şimdiki zaman'a çekiyorum bütün fiilleri
Bakışlarında köprüledim uçurumları
Uyak olup düşüyorum dünyanın gözlerine
Taze bir çığlığım artık bu kontra mevsiminde
Herkesin biraz "faili" olduğu
"Meçhul" bir cinayetim şimdi

Bana katliamlar kaldı
O tarih tacirinden
Ağıtlar sürgünler ve muhbir suretleri

Bütün yenilgilerimi temize çektim
Ölüm boy veriyor artık
Düşlerimle suladığım topraklarımda
Gözlerine ayarladım tüm imgeleri



A. Hicri İZGÖREN

Bir Ömür Yetmez

Bahtı teninden yanık bir serencamdı
Bir ömrün bana giydirdikleri
Kaçamadım şerrinden şamarından feleğin
Daha tüysüz bir çocukken dilim dağlandı
Yasaklarla korumaya alındı bütün düşlerim

Ardımsıra kurallar devriyeler gezerdi
Başım üç numara traş trahomlu gözlerim
Babamın ters-yüz ceketi gibiydi hayat
Acısı bol bir ağıt gibi dururdu bedenimde
Ya da sokaklarıma dar gelirdi.

Parçalanmış bir aynada büyüttüm kendi kendimi
Kurşun eritilirdi başımda okunmuş sular içerdim
Boynumdaki muskaya havaleydi bütün hâllerim

Hem takdir hem tekdirlik bir mektepliydim on beşimde
Yağmurlar ve şarkılar kardeş gibiydi
Şarapla tanıştığım rüzgâra bulaştığım bir takvimdi
Hepsi bir şiirin eskizleriydi belki
Sonraki yaralarıma sargı bezleri

Ten çıra olmamıştı yazgım henüz bakirdi
Giz yüzle tanıştı sonra boynunu sıktı muska
Bir tren yolculuğunda bozdum bekâretini

Sonrası âhir zaman kahır mevsimi
Yenildiğim yıllardı kapılar kilitliydi
Rüzgârsız kaldım dilim paslandı otuzumda
Tezgahlarda boylu boyunca ertelendim yarına
Gözlerinin düsturuyla kırdım gecenin çemberini
Kaç arkadaş daha silindi kütüğünden
Notalara söz oldular şiirlerle kutsandı isimleri

Kırk kere bozmuştum tövbemi kırkıma geldiğimde
Sığınacak bir dergâhım da yoktu üstelik
Biraz daha büyütmüştüm yaramı
Bende gözlerin kaldı o şarkının sözleri
Bu biraz da kendimi seninle tanımlamak gibidir
Orda saklıdır dünyanın bütün hazineleri
Kutlu bir mirastır elbet
Bir ömür yetmez anladım
Yazmak için bütün sen'leri



A. Hicri İZGÖREN

3 Eylül 2010 Cuma

Zaman

Akışı olmayan bir göl sanıp
Her sabah serin dokunuşlarına uyandığım
Z a m a n
Sana dur demeyeceğim

Parça parça değiştirdin
Yollara
Yıllara böldün beni
Seni sesleniyorum
E e y z a m a n
Belleğimde biriken anıları
Tarihle kirletmeyeceğim

Gövdemde
Paslı hançerlerin açtığı yaralarla
Beni bu yolayrımına bıraktın diye
Yüreğime sapladığın dikenden
Kanımı emerek
Sahte bir cennet yarattın diye
Hançeremi yırtan çığlığa sarılarak
Ölmeyeceğim



A. Galip

Yakarış

Çağlar boyunca acıya ve sevince
Şahitlik eden bu nehir
Enki'nin bereketiyle döllediği Dicle
Bana bir yankı olsun diye
Destanımı sunsun diye kendi dilince
Adının yazıldığı bütün tapınaklara kurbanlar adadım
İnkara gelinmez atalarıma layık olabilmek için
Dağlara mecbur ayaklarımla
Söz yorgunu dillerimle geldim sana
Diz çöküp günlerce yakardım
Sordum ve bekledim
Sen ki
Yeşertensin çoğaltansın çöle can katansın
Koruyansın saklayansın
Tarihsin
Tarihim kadar eskisin
Yoksayılmam Marduk'un da reddi değil mi
Ma'yı vebale İştar'ı günaha koymak reva mı
Boğulmasın sesim duy
Zerdüşt'e Yezdan'a ulaştır çığlığımı
Emeği berhava nasibi kıtlardan eyleme
Al beni eriştir sırrına bahtlı kıl
Mazi sende biriksin
Sende yunsun gölgesi köleliğin
Bedele razı göreve hazırım
Yetsin sukutuna esir olduğum
Ölme beni
Zincire vur çekicini
Zulme vur



A. Galip

Öfke

I

Damla damla eridim
Hüzne biriktim
Karardı aydınlık sözler
Aydınlık yüzler
Yığılıyor
Öfke kin kaygı
Ne gelecek günler bir müjde saklıyor
Ne bir ilerleme halindeyiz
Hep bir kılıç üzerinde
Hep çapraz ateşlerdeyiz

II

Kardeşlik denilen bir oyunda
Yaprak yaprak soyuldum
Pay edildim
Parçanın bütüne üstünlüğü gibi
Taş katılığında bir yalana döndüm
Dalga dalga yayıldım
Söylendim dilden dile
Bulut oldum
Yağdım
Bir toz kalmadı benden sanıldı
Yalnız bir giz sakladım kendime
Gözde ışık
Dizde fer
Patladı patlayacak bir öfkenin
Hem ilk hem son haliyim

III

Öfke patladı
Cam kırıldı
Kesildi arter
Yufka bir yüreğin sonudur bu denildi
Ne çabuk unutuldu oysa
Kesile biçile insanlaştığım
Normal birey kimliğim
Yalıtılmış hicran
Ve nevroz
Yani kuşku götürmez varlığım
O ince
O uygar halim

IV

Bağıra çağıra
Bir çağ daha devriliyor
Çığ gibi büyüttüğü suçunu bana yükleyerek
Silinerek anılardan
Bir enkaza dönüşen bana
Hayatla ölümün
Düşle ideailin
Bir intiharla paylaştığı bana
Yani parça parça
Öfkeye sürüklenen bana

V

Sıyrıldım bütün kozmik düşlerden
Tabiatıma döndüm
Hiç bir korkum kalmadı
Tabii afetlerden
Yalnızca kendim için
Şiire sakladım intihar lüksünü
Asıl burjuva dayatmalar
Ve cinayet fikri çıldırtıyor beni



A. Galip

Hüzün

YANKI

I

Silemediğim bir sırrı tarihin
Avuçlarımda bir damla civa
Anı ve yankı olarak kaldı bende

II

Anıların yankılanmayacağı
Sığınaklar aradım
Issızlıklar
Unutuluş
Göç ettiğim her mekana
Geç ulaştım
Tüten ocaklar
İzi belli çadır yerleri
Kurtulamadığım aynı döngü
Biriken ürperti
Cahhıraş çığlıklar

III

Bütün sırlarımı
Görünmez bir mürekkeple
Boynumdaki hamaylıya yazdım
Sanki yalnızca dilsizler
Bir sırrı saklarmış gibi
Dilimin ucunda biriken ürpertiyi kestim
Kül bastım yarama
Ve yeniden bir göçe dönüştüm

IV

Bana çöl sessizliğinin dilini
Sabrın alfabesini öğreten
Rüzgar tanrıçası
Boynumda koparıp hamaylımı
Kırık bir ok olarak veda etti

V

Gözlerinden dokunamıyorum sana
Göçmen kuşlar uçuyor gözlerinde
Gözlerinde ayrılıklar yankılanıyor
Ayrılık hüznü
Hüzün aşkı örtüyor

VI

Giden birinin ardından
Kırık bır ok atılmaz
Direndin
Vakit doldu ey kalbim

VII

Aah...



A. Galip

Bir Gize Uyanış

Beyninde dolaşan sorulara
Yanıt
Kalbinde çarpan aşklara
Kanıt
Değilse yaşadıkların
Hükmü tarihtir artık
Kanla yazacakların

UYANIŞ

I

Biliyorum
Üzerimde yükselen bu gökyüzü
Asırlardır bulutu ve yağmuru
Bağrında taşıyan bu gökyüzü
Sabırsız

Biliyorum
Üzerinde dolaşıtığım bu yeryüzü
Beni bağrına basacak olan bu toprak
Sessiz ve telaşsız yürüyüşümden
Rahatsız

Yer ve gök
Hava ve toprak
Nicedir bir insan kılığında yaşayan
Emsalsiz kayğısızlığıma
Misli görülmemiş bir ceza
Biçecek

Kendimi
Gece ile gündüzün bitiştiği çizgiden
Gece ile gündüzün ayrıştığı çizgiye
Mahkum edişim
-umarım sanmıştım-
Yanılsamaydı
Şimdi apaçık bilinen günahım
Bütün mazeretlerimi unuttum
Zehrini emerek beslendiğim yalnızlıklar
Güneşten sakınarak gizlediğim gövdem adına
Bir yalın hakikat olarak
Yeniden doğuyorum sabır taşından

Aşklar ve acılar ağırlasın beni
Umutlar ve düşler
Döktüm gizimi
Tarihim kalmadı
Geri döndüm ve seçtim
Bu serüvende ben de varım
Yazgıma razıyım
Yatağını şaşıran ırmaktım belki
Gölgesini yitiren gezgin olmadım

II

-Kuyuya atılan bir taşın
Geri dönmeyecek yankısını bekleyerek
Harcanan ömür
Irmağın ve rüzğarın yabancısı
Dağların tedirginidir
Ki ancak
Vadilerin ezberlenmiş kıvrımlarında
Ve asırlık sukunetlerde teselli bulur-

Dağların
Irmakların sırrına eriştim
Sustum ve rüzğarın dilini öğrendim
Yanıtı gizlenmiş sorular sorandım hep
-Varolmak var kılmaksa eğer
Neden kanla sulanıyor toprak-
Neden diyordum
Neden
Neden
Lanetlendim bu yüzden
Münkir sayıldım

Acılar ve çığlıklar çekti beni
Kanın izini sürdüm
Bir Karmat Dai'sinin
Şahmaran zehriyle efsunladığı yüreğime
Geceyi ve zulmü boğacak
Ateşten ve sudan
Bir gövde yarattım
Ve artık
Çeliği eriten direncim
Aşkı yeşerten inancımla
Tanınmak isterim

Çünkü ben
Gözbebeklerimdeki karanlığı yıkadım
Avuçlarımdaki çakıl taşlarına
Birer birer
Yeryüzünün bütün lanetlilerine
Nöker bildiklerime pay ettim
Tükenen sabrım
Dinen öfkemle
Yaşamak ve yaşatmak hakkı için
Haykırdım
Erdem isyanda saklıdır
Erdem isyanda saklıdır

III

Yoksul ve yoksun bırakılan da bendim
Bu yüzden lanetlenen de
Çünkü konuşmamak koşuluyla dilime
Görmemek kaydıyla gözlerime bağışlanmıştım
Çünkü sağduyumun ve sessizliğimin emrine uyup
Buyuranından başka dost
Görevimden başka iş edinmediğim için
Yaşamakla ödüllendirilmiştim

Acının hüznün ve yanlızlığın
Rengine boyanmış dört mevsimi
Kum tanelerinin telaşıyla yaşıyordum
Boynumda imal tarihim ve seri numaram
Elimde güneşten yararlanma iznim
Cebimde metal çadırlara manyetik kahırlara
Piramit desenli
Giriş-çıkış kartlarımla
Kentin dokusuna uygun düşmeyeceğim
Semtlerden uzak durarak
Suratıma her bakanın
Normal bir antropoz olduğumdan kuşku duymayacağı
Sıradan sönük bir bakışı ısrarla taşıyarak
Bir sukunet halinde yaşıyordum

Yasakları çiğnemeden
Dengemi bozmayıp sıramı aksatmadan
Mazi hal ve istikbalde
Sukute davet makamlarla
Daralmış mekanlara resmedilecek gövdemi
Talimatlar eşliğinde
Tatbikat alanlarına taşıyordum

Zamanın
Parçalanan bünye
Dağılıp savrulan organlar
İnsanlığın
Çöküşe doğru kasri meyil devinimi
Kendine son arayan bir hikaye
Olduğuna şaşıyordum

İstilacı yanıtlardan müzdarip
Tahripkar beynimle
Yürekte sıkışan aşklar adına
Betonların örtemediği topraktan
Ve saçlarımı tarayan rüzgardan
Aldığım cesaretle
Nerede insan orada isyan çığlığıyla
Hükmedeni hükümsüz kılacak
Sorular çoğaltıyordum
-Bu beden ve bu ömür kime zimmetli
Kim için ve neden yaşamalıyım
Lutüf diye dayatılan bu zulmü-

IV

Gezgin oldum bir zaman
Çıplak ayak elde asa
Durdu duracak bir yürekle
Yollara vurdum kendimi
Dünyaya sırtımı dönüp
Araladım gecenin zifiri karanlığına açılan kapıyı
Yıldızları gözledim
Rüzgarı dinledim
Issızlığa gömülmüş ayışığıyla söyleştim
Son kez baktığım ceylanın
Gözlerinden şavkıyan lanetin
Hakettiğim günah olduğunu bilerek
Gölgemi dağlarda
Sesimi çağlayanlarda bıraktım
Her gece kendi okumla yaralanan yüreğime
Melhem olsun diye
Bulutlardan günışığı dilendim

Kuluk sıfatını haketmek için
Sırat belleyip
Yere serdim insanlığımı
Sürdüm azap diyarlarına kendimi
Kölelere karıştım
Kendimle yarıştım
Cefa çektim
Sefil oldum
Yargıç ben suçlu ben
Bir sırdaş gibi sarılıp hicrana
Gönüllü sürgün oldum
Ruhumu arındıracak nehir
Gövdemi gizleyecek bir şehir aradım

Hıçkırıklarımı çığlığa dönüştürecek
Sur diplerinde biriken ahaliyi umursamayıp
Suratıma kapanan kapıların sırrını anlamadan
Tapınaklar aradım
Putlar
İkonolar
Ayinler
Beynimde uğuldayan karanlık sözler
Sırtımda kabaran kırbaç izleriyle
Bir sığınak bulmak için harcadığım ömrümü
Mahşerin gizi sandığım
Vebalimle teselli ederdim

Zaman tükendi
Sura üflendi nefes
Yay gerildi
Hevesle donandı ok
Ricat hallerim müstesna
Tepeden tırnağa isyan menzilindeyim

V

Işığa yabancı
Renklere düşmandım
Varlığımdan tereddüt eder
Ruhumdan hicap duyardım
Bana kuçak açan bu dünyaya
Kapardım da gözlerimi
Kabirde çürüyecek bedenime
Lamekan cennetler bulabilmek için
Dara durur
Çile çekerdim

Aah...
Benim takatsiz bahtım
Aah...
Mecalsiz kalbim
Sığındığım bütün tekkelerden
Edindiğim sabır taşları
Mürşid bildiğim şehlerden
Kuşandığım karanlık ayetler
Ne tesselli oldu
Azap dolu ömrüme
Ne sızılarımı dindirdi
Perde düştü
Gün vurdu
Kendimden bile sakladığım
Kabuk bağlamış yaralarım
Yeniden soyuldu



A. Galip

1 Eylül 2010 Çarşamba

Walt Whitman

Walter Whitman (d. 1819 - ö. 1892) ABD'li şair. Daha çok Walt Whitman olarak bilinir.

Hayatı

1819-1892 yılları arasında yaşamış olan, Amerikan edebiyatının gerçek manada uluslararası bir üne kavuşmuş ilk şairi.
Resmi olarak eğitimine çok az devam etmiş, on bir yaşından sonra, matbaacılık, gezici okul öğretmenliği ve gazete ve dergi editörlüğü gibi işlerle uğraşmış, daha sonra da, politikaya atılmıştır.
Whitman'ın ilham kaynağı, büyük bir hayranı olduğu transandantalist akımın öncüsü ABD'li şair ve yazar Emerson'dur.

Özel Hayatı

Up uzun ak sakalıyla Walt Wihtman bugün sevimli,babacan bir şahsiyet -ak sakallı muteber şair- olarak algılanıyor.Ancak şair kendi zamanı içinde son derece ayıkırı biriydi.Bir eleştirmen onu 'çağının en adi görgüsüzü' diye tanımlamıştı.Boston gazetesi Intellıgencer ,Whitman'ın baş yapıtı Çimen Yaprakları'nın eleştirisinde şaire hayli şahsi bir saldırıda bulunmuştu:'Yazarın kabalığı kendi kendini tanımlama şeklinde de açıkca görünüyor ve biz böylesi bir ahlak ihlaline karşılık kırbaçtan iyi bir ödül düşünemiyoruz. En kaba varlıktan da düzeysiz olan yazar,tüm nezih toplumlardan kovulmalı.Kendisi acınası bir delilik içinde saçmalayan bir tımarhane kaçkını olmalı.' Konu elbette ki seksti.Whitman şiirlerinde seksi,Amerika'da o güne dek görülmemiş bir açık sözlülükle yüceltiyordu.Şairin erkek 'kardeşliği' ni müdafaası ,insan bedenine ilişkin canlı tasvirleri ve kendini elleme erdemlerine sıkça yaptığı göndermeler onu neredeyse 1855 te ‘barbar çığlığını’ ilk attığı andan itibaren sansür gazabının hedefi haline getirdi. Whitman aynı zamanda arsız bir Amerikan popülistiydi. ‘I hear American singing/Duyuyorum Şarkı Söylüyor Amerika ‘ gibi şiirlerinde yer alan vatanseverlik çığırtkanlığı yüzlerce salak saçma araba reklamının yanı sıra, Ronald Reagan’ın ‘Amerika sabah’ sloganlı yeniden seçim kampanyasının da yolunu açtı. Olur da Woody Guthrie veya Bob Dylan’ın Amerika’nın Birleşik Devletleri’ne özgü erdem ve günahları sıraladığı duyarsanız,bilin ki Whitman’ı örnek alıyorlardır. Whitman, eserleriyle kendisinin bir olduğunu, Çimen Yaprakları’nın kendi hayat öyküsünü yansıttığını söylerdi.Bu bir ölçüde doğruydu ama onun şiirden uzak bir yaşamı da vardı.Kendisi dokuz çocuktan biriydi ve kardeşlerinin ikisinde,ileri derecede akıl hastalığı vardı.Whitman, bedensel ve zihinsel olarak sapasağlamdı.Yalnızca kapalı alanda,sıkışık gazete ofislerinde çalıştığı ya da Long Island’da öğretmenlik yaptığı zamanlarda kendini hapsedilmiş gibi hissederdi.Whitman sonunda 1849 yılında,yaratıcı enerjisini aktarabileceği bir kanal buldu ve yaşamı boyunca yeniden gözden geçirip yeniden basacağı şiir derlemesi Çimen Yaprakları’nın ilk nüshası üzerinde çalışmaya başladı. Bundan altı yıl sonra basılan derleme,basında ağır biçimde yerildiyse de,Amerikan edebiyat camiasının ileri gelenleri tarafından övgü yağmuruna tutuldu.Ralp Waldo Emerson.Whitman’a yazdığı ve alçak gönüllülükten uzak şairin de kitabın bir sonraki basımında yer verdiği mektupta ‘Müthiş kariyerinin başlangıcında sana selam gönderiyorum,’diyordu.Whitman2ın artık takip edenleri ardı ama bir yandan da hedef haline gelmişti. 1865’te İç işleri bakanı James Harlan, bakanlığın ‘ahlaki karakterini’ geliştirme çerçevesinde Whitman’ı. Kızıldereli İlişkileri Bürosu’ndaki görevinden kovdu.Whitman’ın masasının etrafında dolanan Harlan’ın eline Çimen Yaprakları’nın son baskısı geçmişti.Bu olay H. L. Mencken’i yıllar sonra şu sözleri söylemeye itti:’1865 yılının günlerinden biri,Amerika’nın ürettiği en büyük şairle dünyanın en büyük ahmağını bir araya getirdi.’ Whitman Sivil Savaş yıllarının büyük bölümünü Washington’da gönüllü hastabakıcılık yaparak,hasta ve yaralı askerlerle ilgilenerek geçirdi.Bu arada kardeşi Jesse’yi bir akıl hastanesine yatırmaya da vakit buldu.1863’te diğer sorunlu kardeş Andrew, otuz altı yaşında tüberkülozdan öldü.Andrew geride iki çocuk ile, hamile,alkolik bir eş bıraktı.Andrew’un eşi daha sonra hayat kadını oldu.Tüm bunlara bakınca Whitman’ın sakatlara yarenlik etmek istemesine şaşmamalı. Whitman savaştan sonra Çimen Yaprakları’nı gözden geçirmeyi ve yeniden bastırmayı sürdürdü.Beyzbol maçlarına gitti, demokrasi üstüne makaleler yazdı ve uzun süreli tek ilişkisi olan,İrlanda kökenli Amerika’lı tramvay kondüktörü Peter Doyle ile ilişkisini sürdürdü.Whitman’a 1873’te inme indi ve sol tarafı felçli kaldı.Şair, kardeşinin Camden,New Jersey’deki evine taşındı ve bir daha başka bir yerde yaşamadı.Vaktinin büyük bölümünü banyo küvetinde,etrafına sular sıçratarak ve ABD milli marşı,Sivil Savaş şarkıları ve çeşitli İtalyan aryaları söyleyerek geçirdi.Son yıllarda sohbet etmek ve ihtiyardan feyz almak isteyen –Oscar Wilde’de dahil- pek çok ünlü ziyaretçisi oldu. 1888’de gelen ikici inmeyle iyice takatten düşen Whitman,bundan dört yıl sonra,o zamanlar ileri bir yaş olarak adedilen yetmiş iki yaşında hayata gözlerini yumdu.