Şiir nedir? Sorusu bilgisayara " Ne var , ne yok? " sorusunu sormaya benzer. Bu soruyla karşılaşanlar patlayabilir. Çünkü ; şiir her şeydir, hem de hiçbir şey. Yeryüzündeki insan sayisinca şiir tanimi vardır.
Tanimi olmayan şiir ne zaman nasıl başladı? Bu sorunun yanıtı da çok. Kimilerine göre ; şiiri ilk çaglarda büyücülerin başlattığı, kimilerine göre yazinin bulunuşu ile başladığı söyleniyor. Bana göre şiir başlamadı.. Hep vardı.
Cevher, önce Fahr-i Alem'i ve onun için kainatı yaratmış. Sonra Akl-i küll sonra Nefs-i Küll meydana gelmiş. Ve bu ikisinden gökler oluşmuş. Göklerden, cansız varlıklar sonra bitkiler ve hayvanlar varolmus.
Bana göre ; doğanın varolmasiyla şiir de varoldu. O zamanlar şiir yazılmıyor, yasanıyordu. Alem, bitkileri, hayvanları ile bir bütündü , hepsi birbirinin parçasıydı ve şiiri yasıyorlardı..
Sonra Cennetten insan indi yeryüzüne. En gelişmiş beyne sahip, düşünebilen canlı, insanoğlu. Bir süre kendini aradı durdu yeryüzünde. Ariya, kelebeğe, çiçeklere, akarsuya, agaçlara, gökyüzüne, geceye, gündüze, ilkbahara, hazanlara, kuslara, yağmura, fırtınaya, her birinin sesine, sessizliğine ve uyum içinde olmalarına hayran kaldi. Ser hos dolaştı, dolaştı.
Şiir, insani etkilemişti. İçinin kıpırdanmasına, iç dünyasının haritasını çıkarmasına neden olmuştu.Ve zaman akarken insanlar çoğaldı, çoğaldı. Asik oldu sevdi, sevildi. Gördüğü şiirlerden esinlenerek sesler çıkardı. Türlü türlü davranışlar sergilediler, anlaştılar, aralarında konuştular. Derken; toplumsal sorunlara başladı. Şiirleri göremez, yasayamaz oldular. Unutulmuştu, görülmüyordu şiir. Karmaşanın içinde kendini yasıyordu heyecanla. İste, şiirin unutulmuşluk devrinde gelişmiş bir beyin yazıyı buldu.
Bir gün, biri orta bir yerde, şiire rastladı.. Kimsenin görmediğini fark etti. Yüksek sesle şiiri okudu. Duyan olmadı. Gördüğü güzelliğin kaybolacağı endişesine kapildi. Telaşlandı. Yazma ihtiyacı hissetti. Ve yazdı. Bakar körler okusun diye. Bakar körler şiiri göremedikleri için okumaya başladı. Bir süre sonra; gelişmiş beyinli canlılar öyle karmaşık, sıkıntılı bir dünya yaşamı oluşturdular ki; bakar körler,sagir-kör de oldular. Bu durumda şiir kösesine çekildi. ; yine fena oldu ,kendini yasamaya başladı . Şiir mi insani çarptı , insan mi şiir oldu , artık bunun önemi yok. Gerçek olan şiir var ve ezelden beridir aramızda yasamakta...
Belki içimizden bazilari ona rastlamistir. Bir bahçenin yakinindan geçerken mis gibi bir koku hisseder ya da içinize isleyen bir ses duyarsiniz. Bu size yetmez. Kokuyu içinize çeke çeke izini sürer, kaynagina ulasirsiniz. Dokunursunuz, koklarsiniz.. Farkina vardiginiz güzelliğin seher yeli gibi esip hücrelerinizi doldurmasini, damarlarinizda gezinmesini istersiniz ya. Bu nedir ? Siz bir şiire rastladiniz ve fark ettiniz demektir. Yazarsaniz duygularinizi kagida dökmüs olursunuz. Yazdiklariniz zamana meydan okuyup, dilden dile dolasmayi, ayakta kalmayi basarirsa; şiir olmus demektir. Ve siz de sair.
Sair olmak sabir ister. Insan ömrü çogu zaman buna yetmez. Olsun, bunun önemi yoktur artık. Sair olanlar ölümsüzlügü yakalamis ruhlar alemine emin olarak göçmüslerdir. Bu göç sadece bir kopustur. Kusaklarin ondan ve siirlerinden söz ettiklerini duyar, görürler. Inaniyorum ki; ruhlari her zaman siirlerin yakinindadir.
Bana göre; zaman zaman duygulara haksizlik ediliyor. Yazilan dizeler şiir mi degil mi tartisiliyor. Dizeler, duygular yaralaniyor. Hangi tanima göre şiir yargilaniyor. Elestirmenler, gelecek zamandan mi gelmisler. Siirin okulu yok. Duygular ögretilir mi? Birakin yazanlar duygularini özgürce sergilesinler. Birakin rastladiklari siirleri herkese anlatsinlar. Sair olmus mu, olmamis mi hemen belli olmaya bilir.. Neden bazilarimiz dizelerden rahatsiz oluruz ? Bir ata binme imkâni yakalayanlar kendilerini bey mi saniyor ! Bizi gözetleyen biri var. En iyi hakem gelecektir. Yeter ki; güzel Türkçe'mizi yaralamayalim.
Şiir, yakinimizda uzagimizda, içimizde , her yerde yasamakta. Onu görebilenler, hissedenler vardır ve her zaman varolacaktir.
Tanimi olmayan şiir ne zaman nasıl başladı? Bu sorunun yanıtı da çok. Kimilerine göre ; şiiri ilk çaglarda büyücülerin başlattığı, kimilerine göre yazinin bulunuşu ile başladığı söyleniyor. Bana göre şiir başlamadı.. Hep vardı.
Cevher, önce Fahr-i Alem'i ve onun için kainatı yaratmış. Sonra Akl-i küll sonra Nefs-i Küll meydana gelmiş. Ve bu ikisinden gökler oluşmuş. Göklerden, cansız varlıklar sonra bitkiler ve hayvanlar varolmus.
Bana göre ; doğanın varolmasiyla şiir de varoldu. O zamanlar şiir yazılmıyor, yasanıyordu. Alem, bitkileri, hayvanları ile bir bütündü , hepsi birbirinin parçasıydı ve şiiri yasıyorlardı..
Sonra Cennetten insan indi yeryüzüne. En gelişmiş beyne sahip, düşünebilen canlı, insanoğlu. Bir süre kendini aradı durdu yeryüzünde. Ariya, kelebeğe, çiçeklere, akarsuya, agaçlara, gökyüzüne, geceye, gündüze, ilkbahara, hazanlara, kuslara, yağmura, fırtınaya, her birinin sesine, sessizliğine ve uyum içinde olmalarına hayran kaldi. Ser hos dolaştı, dolaştı.
Şiir, insani etkilemişti. İçinin kıpırdanmasına, iç dünyasının haritasını çıkarmasına neden olmuştu.Ve zaman akarken insanlar çoğaldı, çoğaldı. Asik oldu sevdi, sevildi. Gördüğü şiirlerden esinlenerek sesler çıkardı. Türlü türlü davranışlar sergilediler, anlaştılar, aralarında konuştular. Derken; toplumsal sorunlara başladı. Şiirleri göremez, yasayamaz oldular. Unutulmuştu, görülmüyordu şiir. Karmaşanın içinde kendini yasıyordu heyecanla. İste, şiirin unutulmuşluk devrinde gelişmiş bir beyin yazıyı buldu.
Bir gün, biri orta bir yerde, şiire rastladı.. Kimsenin görmediğini fark etti. Yüksek sesle şiiri okudu. Duyan olmadı. Gördüğü güzelliğin kaybolacağı endişesine kapildi. Telaşlandı. Yazma ihtiyacı hissetti. Ve yazdı. Bakar körler okusun diye. Bakar körler şiiri göremedikleri için okumaya başladı. Bir süre sonra; gelişmiş beyinli canlılar öyle karmaşık, sıkıntılı bir dünya yaşamı oluşturdular ki; bakar körler,sagir-kör de oldular. Bu durumda şiir kösesine çekildi. ; yine fena oldu ,kendini yasamaya başladı . Şiir mi insani çarptı , insan mi şiir oldu , artık bunun önemi yok. Gerçek olan şiir var ve ezelden beridir aramızda yasamakta...
Belki içimizden bazilari ona rastlamistir. Bir bahçenin yakinindan geçerken mis gibi bir koku hisseder ya da içinize isleyen bir ses duyarsiniz. Bu size yetmez. Kokuyu içinize çeke çeke izini sürer, kaynagina ulasirsiniz. Dokunursunuz, koklarsiniz.. Farkina vardiginiz güzelliğin seher yeli gibi esip hücrelerinizi doldurmasini, damarlarinizda gezinmesini istersiniz ya. Bu nedir ? Siz bir şiire rastladiniz ve fark ettiniz demektir. Yazarsaniz duygularinizi kagida dökmüs olursunuz. Yazdiklariniz zamana meydan okuyup, dilden dile dolasmayi, ayakta kalmayi basarirsa; şiir olmus demektir. Ve siz de sair.
Sair olmak sabir ister. Insan ömrü çogu zaman buna yetmez. Olsun, bunun önemi yoktur artık. Sair olanlar ölümsüzlügü yakalamis ruhlar alemine emin olarak göçmüslerdir. Bu göç sadece bir kopustur. Kusaklarin ondan ve siirlerinden söz ettiklerini duyar, görürler. Inaniyorum ki; ruhlari her zaman siirlerin yakinindadir.
Bana göre; zaman zaman duygulara haksizlik ediliyor. Yazilan dizeler şiir mi degil mi tartisiliyor. Dizeler, duygular yaralaniyor. Hangi tanima göre şiir yargilaniyor. Elestirmenler, gelecek zamandan mi gelmisler. Siirin okulu yok. Duygular ögretilir mi? Birakin yazanlar duygularini özgürce sergilesinler. Birakin rastladiklari siirleri herkese anlatsinlar. Sair olmus mu, olmamis mi hemen belli olmaya bilir.. Neden bazilarimiz dizelerden rahatsiz oluruz ? Bir ata binme imkâni yakalayanlar kendilerini bey mi saniyor ! Bizi gözetleyen biri var. En iyi hakem gelecektir. Yeter ki; güzel Türkçe'mizi yaralamayalim.
Şiir, yakinimizda uzagimizda, içimizde , her yerde yasamakta. Onu görebilenler, hissedenler vardır ve her zaman varolacaktir.
Seher Keçe Türker
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder