Sayfalar

19 Mart 2011 Cumartesi

Gazel LXX

Mefâ'îlün/Mefâ'îlün/Mefâ'îlün/Mefâ'îlün 


1. Gönül yetdi ecel zevk-i ruh-ı dil-dâr yetmez mi 
    Ağardı mûy-ı ser sevdâ-yı zülf-i yâr yetmez mi

2. Yetürdi başımı gerdûn ayağa bârı mihnetden 
    Hayâl-i halka-i gîsû-yı anber-bâr yetmez mi

3. Sana yetdi ecel peymânesin nûş itmeğe nevbet 
    Hevâ-yı çeşm-i mest ü gamze-i hun-hâr yetmez mi

4. Yeter oldı kulağa bang-i rıhlet dehr bağından 
    Ne durmışsen temâşâ-yı gül-i ruhsâr yetmez mi

5. Yeter cem' eyle bâr-ı ma'siyet tağyir-i etvâr it 
    Haya kıl yoh mıdur insaftın ol kim var yetmez mi

6. Hidâyet menziline yetdiler sa'y ile akranım 
    Dalâlet içre sen kaldım sana ol âr yetmez mi

7. Fuzûlî dime yetmek menzil-i maksûda müşkildür 
    Dutan dâmâm-ı şer'-i Ahmed-i Muhtar yetmez mi


Fuzuli

1. Ey gönül! Ecel geldi yaklaştı, sevgilinin yanağının zevki artık yetişmez mi? Saç ağardı, yârin saçının sevdasını çekmen kâfi değil mi?

2. Felek, mihnet yükünden başını ayağına erdirip seni iki bük­lüm etti. Sevgilinin anber gibi koku saçan saçının halkasını daha ne kadar hayal edip duracaksın?

Sırtında ağır yük taşıyan kimsenin başı nerdeyse ayağına yakla­şır, vücudu bir halka biçimini alır. Felek Fuzûlî'ye öyle çok mihnet yük­lemiştir kt onu taşımaktan beli bükülmüş, vücudu âdeta bir halkaya benzemiştir. Böyle olduğu halde hâlâ güzellerin saçının halkasının ha­yâli ile vakit geçirmektedir.

3. Ecel kadehini içme nöbeti sana geldi. Sevgilinin sarhoş gözü­nün ve kan içen süzgün yan bakışının arzusu yetişmez mi?

Sevgilinin gözüne mest (sarhoş) sıfatının verilmesi baygın bakışı dolayısıyledir. Divan şiirinin güzellik anlayışına göre de baygın bakış beğenilir. Peymâne, nûş etmek, mest kelimelerinde tenasüp vardır.

4. Dünya bağından kulağına göç davulunun sesi geldi. Daha ne duruyorsun, gül gibi yanağı seyrettiğin» yetişmez mi?

Eskiden kervanlar belli bir süre yolculuktan sonra dinlenmek için konaklarlar, yola çıkılacağı zaman herkesin hazırlanıp toplanması için davul çalınarak duyurulurmuş.

5. Günah yükünü topladığın yetişir, tavrını değiştir. Utan, insa­fın yok mu, mevcut günahın sana kâfi değil mi?

6. Yakınların çalışarak doğruluk yerine eriştiler. Yanılgı içinde sen kaldın, bu utanç, sana yetişmez mi?

7. Fuzûlî! istenilen yere ulaşmak güçtür deme. Ahmed-i Muhtar (Hz. Muhammedi in şeriatının eteğine yapışan istediği yere ulaşmaz ma? (Elbette ulaşır).

Gazel LXIX

Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün, Fâ'ilün 


1. Hayret ey büt sûretün gördükde lâl eyler meni 
    Sûret-i hâlüm gören suret hayâl eyler meni

2. Mihr salmazsım mana rahın eylemezsin munca kim 
    Saye tek sevdâ-yı zülfün pây-mâl eyler meni

3. Za'f-ı tâlih mâni'-i tevfîk olur her nice kim 
    İltifatım ârzûmend-i visal eyler meni

4. Men gedâ sen saha yâr olmak yo h amma n'eyleyem 
    Ârzû ser-geşte-i fikr-i muhal eyler meni

5. Tîr-i gamzen atma kim bağrum deler kanum töker 
    Akd-ı zülfün açma kim âşüfte-hâl eyler meni

6. Dehr vakf itmiş meni nev-res cevanlar ışkına 
    Her yeten mehveş esîr-i hatt u hâl eyler meni

7. Ey Fuzûlî kılmazam terk-i tarîk-i ışk kim 
    Bu fazilet dâhil-i ehl-i kemâl eyler meni


Fuzuli

1. Ey put gibi güzel sevgili! Senin yüzünü gördüğüm zaman hayretten dilim tutulur. Halimi o şekilde gören beni resim sanır (resim gibi cansız donup kalırım).

Büt, put demektir. Put resimleri ve heykelleri güzel yapıldığı için bu beyitte olduğu gibi istiare yoluyla güzel anlamında kullanılmıştır.

2. Saçının sevdası beni bunca zamandır gölge gibi ayak altında süründürür de sevgi göstermez, merhamet etmezsin.

Mihr güneş ve sevgi anlamlarıyla tevriyell kullanılmıştır. Mihr (güneş), saye (gölge), pâymâl (ayak altında sürünme, çiğnenme) keli­melerinde ihamı tenasüp vardır. Sevdanın bir anlamı da siyahlık de­mektir. Saçın siyahlığı ile gölge renk bakımından ilgili olup burada da iham-ı tenasüp sanatı vardır.

3. İltifat etmen, bana visali (sana kavuşmayı) arzu ettirir ise de talihsizliğim bu yardıma engel olur.

4. Ben yoksul, sen padişaha arkadaş olamaz ama arzu olmayacak düşüncelerle başımı döndürüyor.

5. Yan bakış okunu aıtma ki, bağrımı deler, kanımı döker. Saçı­ma düğümünü açma ki, beni perişan eyler.

Gamze (süzgün yan bakış) oka benzetilmiştir. Tir (ok), delmek, kan dökmek kelimelerinde tenasüp vardır. Akd (düğüm) ile aşüfte - hal (hâli perişan, dağınık olan) arasında tezat, saçın düğümünün çözülmesi ile aşüfte - hal arasında tenasüp sanatı vardır.

6. Felek beni yeni yetişmiş güzellerin aşkına vakfetmiş. Bu yüz­den her yeni yetişen ay yüzlü güzel, beni yüzündeki ayva tüylerine ve benine esir eyler.

Yeten kelimesi tevriyelidir. Hem yeni yetişen hem de gelen anlamlarındadır. Yüz aya benzetilmiştir. Güzellik unsurlarından olan ben ile ayva tüylerinin siyahlıkları bakımından birbirleriyle ilgili olduğu gibi ayın parlaklığı jle de tezatlıdır.

7. Ey Fuzûli! Aşk yolunu bırakmam. Çünkü bu erdemlilik, beni olgun kişilere dahil eder, onların arasına koyar.

Gazel LXVIII

Fe'ilâtiin/Fe'ilâttin/Fe'ilâtün/Fe'ilün


1. Hâsılum yoh sert kuyunda belâdan gayrı 
    Garazum yoh refci ışkunda fenadan gayrı

2. Ney-i bezm-i gaiyem ey âh ne bulsan yile vir 
    Oda yanmış kure cismümde hevâdan gayrı

3. Perde çek çihreme hicran güni ey kanlu sirişk 
    Ki gözüm görmeye ol mâhlikâdan gayrı

4. Yetdi bî-kesligüm ol gayete kim çevremde 
    Kimse yoh çizgime gird-âb-ı belâdan gayrı

5. Ne yanar kimse manana âteş-i dilden özge 
    Ne açar kimse tapum bâdı sabâdan gayrı

6. Bozma ey mevc gözüm yaşı habâbın ki bu seyl 
    Koymadı hîç imaret bu binadan gayrı

7. Bezm-i ışk içre fuzûlî nice âh eylemeyem 
    Ne temettü' bulmuşum neyde sadâdan gayrı


Fuzuli


1. Senin mahallende (köyünde) belâdan başka bir şey elde etti­ğim yok. Aşkının yolunda yok olmaktan başka bir maksadım yok.

2. Gam meclisinin neyiyim. Ey ah! Kuru cismimde heva ve he­vesten başka ne bulursan yele ver, yok et

Fuzûlî, zayıflamış vücudunu neye benzetmiştir. Heva kelimesi tev-riyelidir. Kuru bir kamış olan neyin içinde nasıl sadece hava, yani ney­zenin nefesi varsa, Fuzûlî'nin de ney gibi kuru vücudunda aşk ve arzu­dan başka bir şey yoktur. Âh, hava, yel kelimeleriyle ihamı tenasüp sa­natı yapılmıştır.

3. Ey kanlı gözyaşını! Ayrılık günü yüzüme perde çek de gözüm o ay yüzlüden başka kimseyi görmesin.

4. Kimsesizliğim o dereceye vardı ki, etrafımda belâ burgacın­dan başka dönen kimse yok.

Birinin çevresinde dönmek (çizginmek) bir deyim olup o kimse­nin etrafında kendisiyle ilgilenenlerin bulunmasıdır. Fuzûlî'nin etrafında dönen burgaca (girdab) benzettiği belâlardır. İnsan suda burgaca yakalanırsa boğulur. Fuzûlî hem yalnızlığını, hem de belânın içinde bo­ğulup kaldığını söylüyor. Burgaç ile dönen kelimeleri ilgilidir.

5. Bana gönül ateşinden başka kimse yanmaz. Sabah rüzgârın­dan başka kapımı açan kimse yoktur.

8. Ey dalga! Gözümün yaşı üzerindeki kabarcığı bozma. Çünkü gözyaşı seli bu binadan başka hiçbir imaret bırakmadı.

İmaret, yapı, bina demektir, özellikle yoksullara yemek dağıtılan aş evine denir ki, genellikle üzeri kubbeli olur. Fuzûli, gözyaşı selinin üzerindeki kabarcığı şekli yuvarlak olduğu için imarete benzetmiştir. Beyitte gözyaşı seli, bayındır bir yer bırakmadı, her yeri yıktı anlamı ile birlikte yoksulara yemek dağıtılan imaret kelimesini de kastederek tevriye yapılmıştır.

7. Fuzûli! Aşk meclisinde nasıl ah etmeyeyim. Neyde sesten baş­ka ne fayda bulunur.

Bu beyitte de Fuzûlî kendisini neye benzetir. Neyin insana sağla­dığı yarar yalnızca sadasıdır. Ney gibi Fuzûlî'nin de aşk meclisinde et­tiği ahdan başka kimseye bir yararı yoktur. Meclis, ney, şada kelimele­riyle tenasüp sanatı yapılmıştır.

Gazel LXVII

Fe'ilâtüiı/Fe'ilâtün/Fe'ilâtün re'ilün


1. Yâr kılmazsa mana oevr ü cefâdan gayrı
    Men ana eylemezem mihr ü vefadan gayrı

2. Ey diyen gayre gönül virme ham mende gönül 
    Ser-i zülfünde olan bahtı karadan gayrı

3. Kıldı Mecnun kimi çohlar heves-i ışk velî 
    Döymedi derde men-i bî-ser ü pâdan gayrı

4. Müşg-i Çin zülfün ile eylese da'vî ne aceb 
    Ne olur yüzi kara kulda hatâdan gayrı

5. Lebine çeşme-i hayvan dimezem kim lebimin 
    Var min cana değer feyzi bekadan gayrı

6. Hîç kim bilmedi tahkik ile ağzım sırrın 
    Sırr-ı gaybı ne bilür kimse Huda'dan gayrı

7. Ey Fuzûlî bize takdir gam itmiş rûzî 
    Kılalum sabr nedür çâre rızâdan gayrı,


Fuzuli

1. Sevgili, bana cevr ve cefadan başka bir şey yapmazsa, ben de ona sevgi ve vefadan başka bir şey eylemem.

Cevr ü cefa ile mihr ü vefa arasında tezat yapılmıştır.

2. Ey başkasına gönül verme diyen sevgili! Senin saçlarında olan bahtı karadan başka hani bende gönül?

Aşığın gönlü dalma sevgilinin saçlarında olup kendi yanında de­ğildir. Gönüle bahtı kara demesi talihsizliğinden dolayıdır. Saç ile kara arasında renk dolayısıyle ilgi kurulmuştur.

3. Mecnun gibi, çok kimseler aşka heves etti. Fakat ben yok­suldan başka kimse aşk derdine dayanamadı.

«Bî-ser ü pâ» başsız ayaksız demek olup hiçbir şeyi olmayan sefil kimse anlamında kullanılır.

4. Çin miski senin saçın ile iddiaya girse buna şaşılır mı? Yüzükara kulda hatadan başka ne bulunur?

«Yüzü kara» suçlu kimse demek olup, kusur, yanlış anlamında hata kelimesiyle ilgilidir. Hata kelimesi de tevriyelidir. Hatanın yanlış anlamından başka, miski ile tanınmış olan Çin'in batısındaki Hıtay ve­ya Hata denen ülkedir. Miskin rengi siyah olması dolayısıyla yüzü kara kul. denerek kinaye sanatı yapılmıştır. Türk, Çin, Hata kelimelerinde iham-ı tenasüp sanatı vardır.

5. Sevgilinin dudağına âb-ı hayat çeşmesi demem, çünkü senin dudağının ölümsüzlük bağışlamaktan başka, bin derde deva feyzi var­dır.

Çeşme-i hayvan veya âb-ı hayat çeşmesi: Suyunu içen kimsenin ölümsüzlüğe kavuştuğuna inanılan bengisu çeşmesidir. Feyz, bereket, bolluk demektir.

6. Hiç kimse ağzının sırrını araştırmakla bilemedi Gayb sırrını Allah'tan başka kimse bilmez.

Sırr-ı gayb: Bilinmeyen âlemler demektir. Gayb kelimesi tevri­yelidir. Ağız, sır, gayb kelimeleri birlikte kullanılarak iham-ı tenasüp sanatı yapılmıştır. Tahkik, sırr-ı gayb, Huda kelimeleri de birbiri ile ilgili olup tenasüp sanatı vardır.

7. Ey Fuzûlî, kader bize gamı kısmet etmiş. Sabredelim, kadere razı olmaktan başka çare yoktur.

Gazel LXVI

Mefâ'îlün/Mefâ'îlün/Mefâ'îlün/Mefâ'îlün 


1. Meni candan usandurdı cefâdan yâr usanmaz mı
    Felekler yandı ahumdan murâdum şem'i yanmaz mı

2. Kamu bimârına canan devâ-yı derd ider ihsan 
    Niçün kılmaz mana derman meni bîmâr sanmaz mı

3. Gamum pinhan dutardum men didiler yâra kıl rûşen 
    Disem ol bî-vefâ bilmen inanur mı inanmaz mı

4. Şeb-i hicran yanar cânum töker kan çeşm-i giryânum 
    Uyadur halkı efgânum kara bahtum uyanmaz mı

5. Gül-i ruhsâruna karşu gözümden kanlu ahar su 
    Habîbüm fasl-ı güldür bu ahar sular bulanmaz mı

6. Degüldüm men sana mâ'il sen itdün aklumı zâ'il 
    Mana ta'n eyleyen gafil seni görgeç utanmaz mı

7. Fuzûlî rind-i şeydâdur hemîşe halka rüsvâdur 
    Sorun kim bu ne sevdâdur bu sevdadan usanmaz mı


Fuzuli


1. Sevgili, cefası ile beni canımdan usandırdı, cefa etmekten ken­disi usanmaz mı? Ânımın ateşinden gökler yandı-, muradımın mumu ha­lâ yanmaz mı?

2. Sevgili, bütün aşk hastalarının derdine deva ihsan ettiği hal­de bana niçin derman etmiyor, beni hasta sanmaz mı?

3. Gamımı gizli tutardım, yâre açıkla dediler. Bilmiyorum söylesem, o vefasız inanır mı, inanmaz mı?

4. Ayrılık gecesinde canım yanar, ağlayan gözüm kanlı yaş dö­ker. Feryâd ve figanım halkı uyandırır. Kara bahtım niçin uyanmaz, bilmiyorum.

Canın yanması ve gözün yaş dökmesi acık istiare yoluyla muma benzetilmiştir. Yukarıda da geçtiği üzere Fuzûlî, canı ipliğe, canın yan­masını da mumun içindeki fitilin yanmasına benzetir. Talihsiz kişi için kara bahtlı, talihli kişi için de bahtı uyanık, deyimleri vardır. Fuzûlî'nin bütün şiirlerinde olduğu gibi burada da Türkçe deyimlerle nasıl canlı bir şiir dili yaratmış olduğunu görmekteyiz.

5. Gül gibi yanağına karşı gözümden kanlı yaş akar. Sevgilim! Gül mevsimidir, akar sular bulanmaz olur mu?

Sevgilinin güle benzeyen yanağı, güllerin açtığı bahar mevsimi ile, gözünden akan kanlı yaşlar da baharda suların bulanık akması ile ilgili olup leff ü neşr sanata yapılmıştır. Ayrıca gül ile kan arasında renk dolayısıyle tenasüp sanatı vardır. Gramerde geniş zaman olan «akar» ile bundan yapılmış olan «akarsu» arasındaki anlam değişikliğinden ya­rarlanarak cinas sanatı yapılmıştır.

6. Ben sana gönül vermemiştim. Aklımı sen çeldin. Beni ayıpla­yan gafil kişi seni görünce, beni ayıpladığından dolayı utanmaz mı?

7. Fuzulî, daima halka rezil rüsva olan çılgın, bir rinttir. Bunun nasıl bir sevda olduğunu kendisine sorun, bu sevdadan usanmaz mı?

18 Mart 2011 Cuma

Gazel LXV

Müstef'ilün/Fa'ûlün/Müstefilün/Fa'ûlün (Mefulü/Fâ'ilâtün/Mef'ûlü/Fâ'ilâtün)


1. Merhem koyup onarma sinemde kanlu dağı 
    Söndürme öz elimle yandurduğun çerâğı

2. Uymış cünûna gönlüm ebruna dir meh-i nev 
    Ne l'tibâr ana kim seçmez karadan ağı

3. Kaddün gamında servün sormağa za'f-ı hâlin 
    Gülzârdan kesilmez ırmağlarun ayağı 

4. Dür tek dişün sözmi her dem eşitmek ister 
    Bahrun müdâm anunçün sâhildedür kulağı

5. Zülfi siyeh sanemler olmış senün esîrün 
    Işkunda her birimin öz zülfi boynı bağı

6. Ger müşg dirse âşık ol bûy-ı zülfe saki 
    Tünd olma bir kadeh vir ter eylesün dimağı

7. Devran havadisinden yoh bâkümüz Fuzûlî 
    Dârü'l-emânumuzdur mey-hâneler bucağı 


Fuzuli

1. Göğsümdeki yarayı merhem koyup iyileştirme. Kendi elinle tığın meşaleyi söndürme.

Aşk ateşiyle dağlanmış kırmızı yara aleve benzetilmiştir. «Ö-s elinle» sözünde sihr-i helâl vardır: «Söndürme öz elinle» ve «öz elinle yandurduğun çerağı» diye iki şekilde de anlam verilebilir.

2. Gönlüm deliliğe uymuş senin, kaşına yeni ay diyor. Karadan akı ayıramayan kimsenin sözüne itibar edilir mi?

«Karadan akı seçememek» deyimini kullanarak ak ile yeni ay, kara ile de kaş kasdedilmiştir. Böylece leff ü neşr sanatı yapılmıştır.

3. Senin boyunun gamıyla servi (kıskançlıktan) öyle zayıfla­tmış ki, halini sormak için ırmakların ayağı gül bahçesinden kesilmez.

Serv ince ve uzun olduğu için zayıftır. Irmaklar da devamlı ola-3 rak gül bahçesinde akar. Bu yüzden «bir yerden ayağı kesilmek veya kesilmemek» deyimini kullanan Fuzûlî gerek bu gazelde, gerekse diğer örneklerde görüldüğü üzere Türkçedeki zengin deyimlerden yararlana­rak çeşitli zekâ oyunları yapan bir dil ustasıdır. Hüsn-i ta'lil sanatı var, 4. İnci gibi dişinin sözünü işitmek için denizin kulağı daima sa­hildedir.

Sevgilinin dişi denizden çıkarılan inciden daha güzeldir. Dişi hak­kında söylenenleri duymak için denizin kulağının sahilde olmasında teş­his ve hüsn-i talil sanatı vardır. Sahil genellikle koy biçiminde olduğu için kulak şeklindedir. İçinde inci bulunan istiridyenin sahile çıkması­nın denizin kulağı olarak da düşünülebilir.

5. Siyah saçlı güzeller senin saçının esiri olmuşlar. Senin aşkın­da her birinin saçı kendi boynuna bir bağ olmuş yani kendi saçlarıyla senin aşkına bağlanmışlardır.

6. Ey saki! Âşık eğer sevgilinin saçının kokusuna misk derse, öf­kelenme. Şarap ver de dimağını tazelesin.

Ter kelimesi taze ve yaş demektir. Yaş ve ıslak olan şey tazedir. Dimağın ıslanması, tazelenmesi zihnin açılması anlamındadır. Bunun ak­si huşk-dimâğ (kuru dimağlıl veya füsürde - dimağ (kurumuş dimağlı)dır.

7. Fuzûli, zamanın olaylarından korkumuz yok. Meyhanelerin kö­şesi emniyet yerimiz, sığınağımızdır.

Gazel LXIV

Fâllâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtiin/Fâ'ilün


1. Bülbül-i dil gülşen-i ruhsârun eyler ârzû 
    Tûtî-i can lal-i şekker-bârun eyler ârzû

2. Nâme-i kâsıd peyâmiyle hoş olmaz hâtıram 
    Öz lebünden lehce-i güftârun eyler ârzû

3. Serv ü gül nezzâresin n'eyler sana hayran olan 
    Ârzunlan kadd-i hoş-reftârun eyler ârzû

4. Ârzû eyler ki men tek muttasıl bîmâr ola 
    Kim ki vasl-ı nerkis-i bîmârun eyler ârzû

5. Hecr bîmân tenüm bâd-ı sabâdan dem-be-dem 
    Sıhhat içim sıhhat-i ahbârun eyler ârzû

6. Zulmet-i hecründe bahmaz şem'e çeşmüm merdümi 
    Pertev-i ruhsâr-ı pür-envârun eyler ârzû

7. Ârzûmend-i visâlündür Fuzûlî haste-dil 
    Vaslun ister devlet-i didârun eyler ârzû


Fuzuli

l. Gönül bülbülü yanağının gül bahçesini arzu eder. Can papa­lara şeker saçan la'l gibi kırmızı dudağını ister.

La'l açık istiare yapılarak dudak yerinde kullanılmıştır. Dudağın şeker saçması (şeker-bâr), tatlılığı aynı zamanda tatlı sözler söylemesi dolayısıyledir. Papağan şeker yedirilerek komışturulduğu için şeker ile ilgilidir. Beyitte gönül bülbüle, sevgilinin yanağı gül bahçesine, can pa­pağana benzetilmiş; gülsen, bülbül; papağan, şeker kelimeleriyle tena-L süp yapılmıştır.

2. Postacının getirdiği mektubun haberiyle gönlüm hoş olmaz. Sözü söyleyiş tarzını gönül senin kendi dudağından (duymak) ister.

3. Sana hayran olan serviyi ve gülü seyretmeyi ne yapsın? Isınla güzel yürüyüşlü boyunu arzu eder.

Servi ile kad (boy), gül ile arız (yüz) ilgisi dolayısıyle düzensiz leff ü neşr yapılmıştır.

4. Senin hasta gözüne kavuşmak isteyen kimse, benim gibi daima hasta olmayı ister.

Nergis, açık istiare ile göz yerinde kullanılmıştır. Hasta göz, bay­gın bakan gözdür. Nergis daima süzgün, baygın bakan, bazen de tatlı şehlâ göze benzetir.

5. Ayrılıktan dolayı hasta olan tenim sıhhat için daima sabah yelinden, senin hakkında doğru haber getirmesini ister.

Sıhhat, sağbk ve doğruluk anlamlarıyla kullanılarak cinas yapılmıştır. Sıhhati ahbâr, haberlerin şahinliği, doğruluğu demektir.

6. Gözümün bebeği ayrıbk gecesinin karanlığında muma bakmaz. Senin nurlu yüzünün ışığını (aydınlığını) arzu eder.

7. Hasta gönüllü Fuzûlî, vuslatım istemektedir. Sana kavuşmayı ister, yüzünü görmek mutluluğunu arzu eder.

Gazel LXIII

Fâ'ilâtiitı/Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilün


1. Bâr-ı mihnetden nihâl-i kametim ham olmastm 
    Başumuzdan sâye-i serv-i kadün kem olmasını

2. Görmesem ruhsâr ü kadd ü çeşm ü lalün dem-be-dem 
    Ömr bir an bir zeman bir lahza bir dem ohnasun

3. Gerd-i fâhun azmi gerdûnitdl kim bu kadr ile 
    Şöhre-i âlem hemin îsî-i Meryem ohnasun

4. İltimas itdüm sabâdan tûtiyâ çekdürmege 
    Ağlama ey göz gubâr-ı dergehi nem ohnasun

5. Sen tek âfet geldügin bilmişdi kim Hak'dan melek 
    İltimas eylerdi kim âlemde âdem ohnasun

6. Dir imiş zâhid ki olmak aybdur rüsvâ-yı ışk 
    Bu sözi f âş itmesün rüsvâ-yı âlem ohnasun

7. Ey Fuzûlî zevk-i derd-i ıska noksan hayfdur
    İhtiyât it penbe-i dâğunda merhem ohnasun


Fuzuli


1. Fidan gibi boyun mihnet yükünden bükülmesin. Servi gibi boyunun gölgesi başımızdan eksik olmasın.

Bâr, yük ve meyva anlamlarındadır. Meyvası olan ağacın dalları yere eğilir. Beyitte «bâr»ın meyva anlamı, nihai (fidan, ham) eğri, bü­külmüş kelimeleri arasında ihamı tenasüp vardır. Saye, gölgenin mecazî anlamı yardım demektir. Saye her iki anlamıyle de tevriyeli kullanıl­mıştır.

2. Senin yüzünü, boyunu, gözünü ve dudağım her zaman gör­mezsem ömür, bir an, bir zaman, bir lahza ve bir nefes dahi olmasın. Fuzûlî, sevgiliyi görmeden bir an bile yaşamak istemediğini an­latıyor. An, tevriyeli olup, bir saniyelik kısa zaman ve cazibe anlamla­rında kullanılmıştır. Cazibe anlamı, ruhsar (yüz) ile ilgilidir. Boy uzun­luğu dolayısıyle zamanla ilgilidir. Lâhza, göz açıp kapayacak kadar kısa süre olup çeşm (göz) ile ilgilidir. Dem, zaman ve nefes anlamında tev-riyelidir. Nefes anlamı laıl (dudak) ile ilgilidir. Beyitte karşılıklı dört kelimeden oluşan zengin, düzenli bir leff ü neşr sanatı yapılmıştır. Ayrı­ca, an, zaman, lâhza, dem kelimelerinde iham-ı tenasüp sanatı vardır.

3. Göğe yükselme değeri ile âlemde sadece Meryem'in İsa'sı meşhur olmasın diye senin yolunun tozu göğe çıktı.

4. Gözüme sürme olarak çekmek için rüzgârdan sevgilinin ka­pısının toprağını getirmesini istedim. Ey göz! Ağlama da o toz ıslanma­sın.

5. Melek, senin gibi âfetin geleceğini bilmiş olmalı ki, Tanrı­dan insanın yaratılmasını istememişti.

Kur'an'da, Bakara suresinin 30. âyetine işaret edilmiştir. Âyetin meali şudur •. Senin Rabbin meleklere «ben yer yüzünde bir halife var edeceğim» demişti. Melekler, «orada bozgunculuk yapacak, kanlar akı­tacak birini mi var edeceksin? Oysa biz seni överek yüceltiyor ve seni takdis etmekte bulunuyoruz» dediler. Allah «ben şüphesiz sizin bilme­diklerinizi bilirim» dedi.

6. Sofu, aşktan dolayı âleme rezil rüsva olmak ayıptır demiş. Bu sözü yaymasın, kendisi âleme rezil rüsva olmasın.

7. Ey Fuzûli! Aşk derdinin zevkine noksanlık yakışmaz. Sakın aşk yarasının pamuğunda merhem bulunmasın (hakiki âşık aşk yarası­nın acısına katlanır, onu iyileştirmez).

Gazel LXII

Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilün


1. Dost bî-pervâ felek bî-rahm devran bî-sükûn 
    Derd çoh hem-derd yoh düşmen kavî tâli' zebûn

2. Sâye-i ümmîd zâ'il âfitâb-ı şevk germ 
    Rütbe-i idbâr âlî pâye-i tedbîr dûn

3. Akl dun-himmet sadâ-yı ta'ne yir yirden bülend 
    Baht kem-şefkat belâ-yı ışk gün günden füzûn

4. Men garib ü râh-ı mülk-i vasi pür teşviş ü mekr 
    Men harif-i sâde-levh ü dehr pür nakş-ı füsun

5. Her sehî-kad cilvesi bir seyl-i tûfân-ı belâ 
    Her hilâl-ebrû kaşı bir ser-hat-ı meşk-i cünûn

6. Yilde berg-i lâle tek temkîn-i dâniş bî-sebât 
    Suda aks-i serv tek te'sîr-i devlet vâj-gûn

7. Ser-had-i matlûb pür mihnet tarîk-i imtihan 
    Menzil-i maksûd pür âsîb râh-ı âzmûn

8. Şâhid-i maksad nevâ-yı çeng tek perde-nişîn 
    Sâgar-ı işret habâb-ı sâf-ı sahbâ tek nigûn

9. Tefrika hâsıl tarîk-i mülk-i cem'iyyet mahûf
    Âh bilmen n'eyleyem yok bir muvafık reh-nümûn

10. Çihre-i zerdin Fuzûlî'nün dutupdur eşk-i âl 
      Gör ana ne rengler geçmiş sipihr-i nîl-gûn


Fuzuli

1. Dost alâkasız, felek merhametsiz, devirde sükûnet yok, karı­şık. Dert çok, dert ortağı yok, düşman güçlü, talih güçsüz.

2. Umut gölgesi yok olmuş, arzu güneşi yakıcı, düşkünlüğün meretebesi yüksek, tedbirin mevkii alçak.

Gölge insanı sıcaktan koruduğu için mecazi olarak yardım anla­mına gelir. Beyitte bu anlam da vardır. Güneş ile gölge rütbe ve paye kelimelerinde tenasüp sanatı, âlî (yüksek) ile dûn (alçak) kelimesinde tezat sanatı yapılmıştır.

3. Akü yardımcı değil, her yerden kınama sesi yükselmekte. Ta­lih şefkatsiz, aşk belası gün geçtikçe artmakta.

Dûn (alçak), bülend (yüksek) ve kem (az), füzûn (ziyade, fazla) kelimeleriyle tezatlar yapılmıştır. Dûn-himmet (alçak himmetti), kem-şefkat (az şefkatli) Farsça birleşik sıfatlardır.

4. Gurbette garibim. Kavuşma ülkesinin yolu hile ve karışıklıkla dolu. Ben içi temiz bir insanım. Dünya ise gönlü çeken nakışlarla dolu.

5. Her düzgün boylunun cilvesi bir belâ tufanının selidir. Her hilâl kaşlı (güzelin) kaşı delilik öğreten sayfanın baş yazısıdır.

Meşk yazı, resim, musiki vb. öğrenirken yapılan alıştırma (yaban­cı dilde i Exercise). Delilik alıştırmasında yani deliliğin başlangıcında ilk yazılan yazı sevgilinin hilâl gibi kaşı oluyor. Âşık aşk deliliğini ilk önce sevgilinin hilâl kaşını çizerek öğreniyor.

6. Bilginin sağlamlığı rüzgârda uçan lâle yaprağı gibi hafif. Dev­letin, saadetin tesiri suda servinin gölgesi gibi ters, baş aşağı.

7. İstek sınırına ulaşmak için mihnetle dolu her imtihan yolun­dan geçmek gerek. Maksat yerine varmak için tehlikelerle dolu bir yolu denemek lazım.

8. Maksat güzeli, çengin sesi gibi perde arkasında oturmakta (gö­rünmemekte). İşret kadehi saf içki üzerindeki kabarcık gibi baş aşağı dönmüş (yani kadehin içi boş).

Çengin nağmesinin perde arkasında bulunması her perdesinde nağmenin gizili olmasıdır. Çeng, neva (aheng), perde kelimelerinde iham-ı tenasüp var.

9. Ortaklıkta bozgunculuk var. Huzur ülkesinin yolu korkunç. Ah ne yapayım bilmem? Bana yardım edecek uygun bir yol gösterici yok.

10. Fuzûlî'nin sarı yüzünü al (kanlı) gözyaşı kaplamış. Bak gör, mavi renkli felek ona ine hileler yapmış, ne oyunlar oynamış.

Renk kelimesi tevriyelidir. Hile, oyun anlamıyla da kullanılmış-olup zerd (san), al, renk, nil-gûn (nü renkli, mavi) kelimeleriyle iham-ı tenasüp sanatı yapılmıştır.

Gazel LXI

Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilün


1. Yahma cânum nâle-i bî-ihtiyârumdan sahm 
    Tökme kamım âb-ı çeşm-i eşk-bârumdan sahm

2. Su virür her subh-dem göz yaşı tîğ-i ahuma 
    Çoh meni incitme tîğ-i âb-dârumdan sahm

3. Cevr odı yahdı meni yanumda durma ey gönül 
    Bir dutuşmış âteşem kurb u civanımdan sahm

4. Ten evinden rahtum cehd eyle ey can daşra çek 
    Âfet-i seyl-i sirişk-i bî-karârumdan sahm

5. Gerçi bir hâk-i rehem kimse meni almaz göze 
    Çoh hakaretle nazar kılma gubârumdan sahın

6. Gelme kabrüm üzre ey ışk içre men tek 
    Ölmeyen Ta'ne daşıdur sana seng-i mezârumdan sahm

7. Şâh-ı mülk-i mihnetem hayl ü sipâhum derd ü gam 
    Hayl-i bî-hadd ü sipâh-ı bî-şumârumdan sahın

8. Ey Fuzûlî hansı mahbûbı ki sevsen rahmi var 
    Kıl hazer ancak menüm bî-rahm yânımdan sahm


Fuzuli

1. Canımı yakma, elimde olmadan ettiğim anımdan sakın. Kanı­mı dökme, gözyaşı yağdıran gözümün suyundan sakın (yani, ahım seni tutar, gözümden akan yaşlar da seni sele verir).

2. Gözyaşı, her sabah ah kılıcıma su verniktedir. Beni çok incit­me, parlak, keskin kılıcımdan, sakın.

Kılıç yapılırken çeliğe su verildiğinden âb-dâr (su tutan) kelimesi tevriyeii olup su verilmiş ve parlak anlamlarındadır. Şair ahini parlak, sağlam ve keskin bir kıkca benzetmiştir.

3. Cevr ve cefa ateşi beni yaktı, ey gönül yanımda durma. Ben tutuşmuş bir ateşim; yakınımda ve çevremde bulunmaktan sakın (sonra sen de tutuşur, yanarsın).

4. Ey can! Eşyanı toplayıp ten evinden çıkmana bak. Durmadan, akan gözyaşı selinin âfetinden sakın.

5. Gerçi ben, bir yol toprağıyım, kimse bana değer vermez. (Fa­kat) Öyle çok hakaretle bakıp beni küçük görme, tozumdan sakın.

«Göze almaz» deyimi, değer vermez, önemsemez anlamındadır. «Nazar kılmak» yani bakmak kelimesi ile tenasüp yapılmıştır. Hâk-i reh (yol toprağı) ile gübar (toz) arasında da tenasüp vardır. Tozun göze kaçması gözü rahatsız eder, çok kaçarsa kör de edebilir.

6. Ey benim gibi aşktan ölmeyen kimse! Mezarımın üzerine gel­me. Mezar taşım sana atmak için bir ayıplama taşıdır; ondan sakın.

Ta'n ayıplama demektir. Eskiden halk, suçlu kimseyi ayıplamak için taşlarmış. Suçu ağır olan kimsenin beline kadar toprağa gömülerek gelip geçen herkes tarafından taşlanmak suretiyle öldürülmesine «recm» denir ki, bir çeşit idam cezasıdır.

7. Mihnet ülkesinin padişahıyım. Dert ile gam ordum, askerimdir. Sınırsız ordumdan ve sayısız askerimden sakın.

Hayl sürü, topluluk demektir. Burada padişahın ordusu anlamın­dadır. Padişahın ordusu ve maiyeti anlamında «hayl ü haşem» sözünde de geçer.

8. Ey Fuzûlî! Hangi güzeli sevsen onun bir merhameti vardır, ancak benim merhametsiz yârimden çekinip sakın.

17 Mart 2011 Perşembe

Gazel LVI

Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilün


1. Işkdan camımda bir pinhan maraz var ey hakim 
    Halka pinhan derdüm izhâr itme zinhar ey hakim

2. Var bir derdüm ki çoh dermandan artuhdur mana 
    Koy meni derdümle derman eyleme var ey hakim

3. Ger basup el nabzuma teşhis kılsan derdümi 
    El-emânet kılma her bî-derde izhâr ey hakim

4. Gel menüm tedbîr-i bih-bûdumda sen bir sa'y kıl 
    Kim olanı bu derde artukrak giriftar ey hakim

5. Gör ten-i uryân ile ahvâlümi hicran güni 
    Var imiş rûz-ı kıyamet kılma inkâr ey hakim

6. Çekmeyince çâre-i derdümde zahmet bilmedim 
    Kim olur dermân-ı derd-i ışk düşvâr ey hakim

7. Rene çekme sıhhat ümmîdin Fuzûlî'den götür 
    Kim kabûl-i sıhhat itmez beyle bîmâr ey hakim


Fuzuli
1. Ey doktor! Aşktan canımda gizli bir hastalık var. Sakın bu giz­li derdimi halka açıklama.

2. Bir derdim var ki, bana çok dermandan daha üstündür. Ey doktor! Derman eyleme var git, beni kendi derdimle bırak.

3. Ey doktor! Eğer elini nabzıma koyup derdimi teşhis edersen onu her dertsize açıklama. Bu sır sana emanettir.

4. Ey doktor! Gel benim iyileşmem için öyle bir gayret göster ki, bu derde daha çok tutulayım.

5. Ey doktor! Ayrılık günü çıplak vücutla halimi gör de kıyamet gününün var olduğunu inkâr etme.

6. Ey doktor! Derdimin çaresi için zahmet çekmeyince aşk der­dinin dermanının güç olduğunu bilmedin.
7. Ey doktor! Fuzûlî'den iyileşme ümidini kes-, boşuna eziyet çekme. Çünkü böyle bir hasta sağlığa kavuşamaz.

Gazle LX


Mefâ'îlün/Mefâ'îlün/Mefâ'îlün/Mefâ'îlün



1. Kerem kıl kesme sâkî iltifatım bî-nevâlardan 
    Elünden geldügi hayrı dirîğ itme gedâlardan

2. Esîr-i gurbetüz biz senden özge âşinâmuz yoh 
    Ayağım kesme başunçün bizüm mihnet-serâlardan

3. Sabâ kûymda dil-dârun nedür üftâdeler hâli 
    Bizüm yirden gelürsen hir haber vir âşinâlardan

4. Dime zâhid ki terk it sîm-ber bütler temaşasın 
    Meni kim kurtarın- Tanrı sataşdurmış belâlardan

5. Girüp mescidlere her muktedâlar pey-revi olman 
    Budur veehi ki hergiz görmedüm yüz muktedâlardan

6. Tabîbâ hâk-i kûy-ı yârdandur eşk teskini 
    Bize arturma zahmet göz yaşarur tûtiyâlardan

7. Felekde mihr zâ'il yâr gafil ömr müsta'cil 
    Nedür tedbîr bilmen cana yetdüm bî-vefâlardan

8. Vücûdum ney kimi sûrâh sûrâh olsa âh itmen 
    Mahabbetden dem urdum incimek olmaz cefâlardan

9. Fuzûlî nazeninler görsen izhâr-ı niyaz eyle 
    Terahhum umsa ayb olmaz gedâlar pâdişâlardan


Fuzuli

1. Saki! Kerem et yardımını (biz) yoksullardan iltifatımı kesme. Elinden gelen hayrı, (bu) dilencilerden esirgeme.

Burada bî-nevâ (kısmetsiz) ve gedâ (fakir, dilenci) lardan mak­sat aşıklardır. Sakinin elinden gelen hayır kadeh sunmasıdır.

2. Biz gurbetin esiriyiz, senden başka tanıdığımız yok. Başının ağlığı için mihnet evimizden ayağım kesme.

Mihnet-sera: Mihnet yeri, yani mihnet (sıkıntı, üzüntü) bulunan yerdir. Fuzûli «bir yerden ayağını kesmek» yani oraya artık gitmemek ve «başın için» deyimlerini kullanarak tezat sanatı yapmıştır.

3. Ey bahar rüzgârı! Sevgilinin köyünde düşkünlerin (aşıkların) hali nasıldır? Bizim yerden geliyorsan, tanıdıklardan bir haber ver.

4. Sofu, bana gümüş gibi beyaz göğüslü güzelleri seyretmeyi bırak deme. Tanrı'mn karşılaştırdığı belâlardan beni kim kurtarır?

5. Eğer mescidlere girip imamlara uyarak, onların arkasında durmuyorsam sebebi, onlardan asla yüz görmediğim içindir.

Muktedâ, kendisine uyulan kimse demektir. «Yüz görmedim» de­yimi tevriyelidir. Beyitteki ilk anlamı, onlardan iyilik görmedim de­mektir. İkinci anlam, arkasında durulan kimsenin yüzünün görünme-mesidir. Kinaye sanatı yapılmıştır.

6. Ey doktor! Bize zahmet verme, yaptığın ilâçlardan gözümüz yaşarmaktadır. Bizim gözümüzün yaşım, yârin köyünün toprağı teskin eder, yatıştırır.

Tutiya, çinko demektir; göz ilâçlarında kullanılır. Çinko, görme gü­cünü artırdığından göze çekilen sürmenin içine de katüırmış. Bundan dolayı Divan şiirinde tutiya sürme anlamında kuUamlmıştır. Sürme gö­ze çekilirken göz sulanır. Şair doktora «senin ilâcın gözümü yaşartıyor, yarin bulunduğu yerin toprağı gözümü teskin eder» diyerek tezat yapı­yor.

7. Felekte sevgi yok, yâr bize aldırmıyor, ömür ise çabuk geçiyor. Bu vefasızlardan canıma yetti. Ne yapmalıyım, tedbir nedir, bilmiyorum.

8. Vücudum ney gibi delik delik olsa âh etmem. Sevgiden dem vurdum. Aşktan söz ettim. Bu yüzden aşkın cefalarından incinip üzül­mek olmaz.

9. Fuzûlî, nazh güzeller görürsen onlara dileğini arzedip yalvar. Kullar padişahlardan merhamet umsa ayıp olmaz.

Gazel LIX

Fe'ilâtün/Fe'ilâtün/Fe'ilâtün/Fe'ilün


1. Fâş kıldım gamuın ey dîde-i hûn-bâr menüm 
    Eyledün merdüme nem olduğm izhâr menüm

2. Dehenin isterem ey ışk yoğ it varlığum
    Ki yoğ olmakda bu gün bir garazum var menüm

3. Çıhmış ağyar ile seyr itmeğe ol merdüm-i çeşm 
    Bu aceb merdümi çıhmış gözüm ağlar menüm

4. Bu temennada kim ol şem' ile hem-sohbet olam 
    Dûd-ı âh itdi dünüm tek günümi târ menüm

5. Mevc ile gönlünü ey eşk kopar yamandan 
    Nâle ile başum ağntdı bu bîmâr menüm

6. Çıhmış ol şûh bu gün tökmeğe kanın görenün 
    Girme ey göz kerem it kanuma zinhar menüm

7. Ey Fuzûlî der ü dîvâra gamum yazmakdan 
    Şâhid-i hâl-i dilümdür der ü dîvâr menüm 


Fuzuli
1. Ey kan saçan gözüm! Gamımı herkese yaydın, insanlara be­nim nem (neyim) olduğunu açıkladın.

Nem kelimesi neyim ve nem (ıslak, yaş) anlamlarıyla tevriyeli kullanılmıştır. Nem (yaş), dide-i hun-bâr (kan yağdıran göz) ve mer-düm (göz bebeği) arasında ihamı tenasüp sanatı vardır.

2. Sevgilinin ağzını istiyorum. Ey aşk! Varlığımı yok et, çünkü bu gün yok olmaktan benim bir maksadım vardır.

Yok denecek kadar küçük oıan ağızla yok kelimesi birlikte kul­lanılmış olup sevgilinin ağzı gibi yok et, yani aşkta mahvet, öldür den­mektedir. Yok ile var arasında tezat bulunmaktadır. Gözümün bebeği aynı zamanda sevgi ifadesi olduğundan cinas sanatı yapılmıştır. Çıkmış kelimesinde de cinas vardır.

3, O gözbebeği (sevgili) başkalarıyla gezmeye çıkmış. Bu şaşı­lacak şey, bebeği çıkmış gözüm ağlıyor (çünkü gözbebeği çıkınca göz kör olacağı için ağlayamaz).

4. Onun (sevgili) ile beraber olup sohbet etmek arzusuyla ahi­min dumanı gündüzümü gecem gibi karanlık etti.

Gece karanlıkta mum yakıldığı gibi, ahin dumanı gündüzünü ge­ce gibi karartarak yüzü mum gibi parlak sevgilinin ışığında onunla bir­likte olmayı istemektedir.

5. Ey gözyaşı (seli)! Dalganla gönlümü koparıp yanımdan uzak­laştır. Bu hasta (gönül) inleyerek benim başımı ağrıttı.

6. O şuh (sevgili) bu gün her gördüğünün kanını dökmeye çık­mış. Ey göz! Kerem et sakın benim kanıma girme (onu göreyim demf seni de öldürür).

Öldürmek anlamında «(birisinin) kanını dökmek», «(birisinin) kanma girmek» deyimleri kullanılmıştır.

7. Ey Fuzûlî! Gamımı kapıya, duvara (her yere) yazdığım için kapı ve duvar gönlümün haline şahittir.

Gazel LVIII

Fe'ilâtün/Fe'ilâtün/Fe'ilâtün/Fe'ilün


1. Penbe-i merhem-i dâğ içre nihandur bedenüm 
    Diri oldukça libâsum budur ölsem kefenüm

2. Cam canan dilemiş virmemek olmaz ey dil 
    Ne niza' eyleyelüm ol ne senündür ne benüm

3. Daş deler ahum om şehd-i lebün şevkinden 
    N'ola zenbûr evine benzese beytül-hazenüm

4. Tavk-ı zencîr-i cünun dâ'ire-i devletdür 
    Ne reva kim meni andan cihara za'f-i tenüm

5. Işk ser-geştesiyem seyl-i sirişk içre yiriim 
    Bir habâbem ki hevâdan doludur pîrehenüm

6. Bülbül-i gam-zedeem bâğ u bahârum sensin 
    Dehen ü kadd ü ruhun gönce vü serv ü semenüm

7. İdemen terk Fuzûli ser-i kuyun yânın
    Ne kadar zulm yiri ise mana hoşdur vatanum


Fuzuli
1. Bedenim, vücudumdaki aşk yaralarının üzerine konan mer-hemli pamuklar içinde gizlidir. Vücudumu kaplayan bu pamuklar, diri oldukça elbisem, ölürsem kefenimdir.

2. Ey gönül! Canı, cânân istemiş, vermemek olmaz. Ne için kavga edelim. O, ne senindir ne de benim.

3. Bal gibi tatlı dudağının arzusuyla ettiğim ahimin oku taşı deler. Bu yüzden hüzünlerle dolu evim arı peteği gibi delik delik olsa bu­na şaşılmaz.

Beytü'l-hazen: Hüzünler evi demektir. Yukarıda külbe-i ahzan, hüzünler kulübesi şeklinde de geçti. Yakup Peygamberin, oğlu Yusuf'un hasretiyle kederler içinde yaşadığı evine denir. Fuzûli'nin taşı delen âh okları, hüzünler içerisinde yaşadığı evin duvarlarını, tavanını arı peteği gibi delik deşik etmiştir. Şehd (bal) ile, zenbur (arı) arasında tenasüp vardır.

4. Boğazıma geçirilen delilik zinciri, benim için bir mutluluk hal­kasıdır. Vücudumun zayıflığı beni o halkadan çıkarsın istemem.

Eskiden delileri boyunlarından veya ayaklarından zincir ile bağ­larlardı. Şair, vücudunun zayıflayıp inceierek zincirin halkasından çıkıp kurtulacağından korkmaktadır. Çünkü o aşkla zincire vurulmuş bir deli olmaktan memnundur. Daire-i devlet tamlaması tevriyelidir. Daire, hal­ka anlamıyla şair için bir mutluluk halkası olduğu gibi, devlet dairesi an­lamında da kull anılmıştır. Çünkü o zaman devlet dairesinde bulunmadı rahatlık ve mutluluk içerisinde yaşamak demekti.

5. Aşktan avare dolanıp duruyorum. Yerim, gözyaşları seli için­de olup gömleğim aşk havasıyle dolu bir su kabarcığıyım.

Habab, içinde hava bulunan, su üzerindeki kabarcıktır. Beyitte hava kelimesi tevriyeli kullanılmıştır. Hem su kabarcığının içindeki hava, hem de aşk arzusu ve hevesi demektir. Şair, kendisini, gömleği aşk arzusuyla dolmuş olarak gözyaşı seli üzerinde bir kabarcığa benzet­miştir.

6. Gamlı bir bülbülüm, bahçem ve baharım sensin. Goncam, ağ­an; servim, boyun; yaseminim de yanağındır.

7. Fuzûli, yarin köyünü terkedemem. Orası her ne kadar zulüm yeri ise devatanım bana güzeldir.

Gazel LVII

Müstef'ilün/Fa'ûlün/Müstef'ilün/Fa'ûlün (Mef'ûlü/Fâ'ilâtün/Mef'ûlü/Fâ'ilâtün)


1. Zülfi kimi ayağın koymaz öpem nigârum 
    Yohdur anun yanmda bir kılca i'tibârum

2. İnsaf hoşdur ey ışk ancak meni zebûn it 
    Ha beyle mihnet ile geçsün mi rûzgârum

3. Bildi temâm-ı âlem kim derdmend-i ıskam 
    Yâ Rab henüz hâlüm bilmez mi ola yânım

4. Vaslundan ayru n ola kamım tökilse gül gül 
    Men gülbün-i belâyem bu fasldur bahârum

5. Tasvir iden vücûdum yazmış elümde sâgar 
    Ref olmağa bu suret yoh elde ihtiyârum

6. Dûr istemen zemânî mey neş'esin başumdan 
    Toprağ olanda yâ Rab dürd-i mey it gubârum

7. Rüsvâlarmdan ol meh saymaz meni Fuzûli 
    Dîvâne olmayam mı dünyâda yoh mı ârum


Fuzuli
1. Sevgilim, saçı gibi ayağını öpmeme beni bırakmaz. Onun yar-mnda kıl kadar değerim yoktur.

Fuzûlî, «kıl kadar itibarım yok» deyimiyle sevgilisinin yanın­da değersizliğini söylerken aynı zamanda sevgilinin ayaklarına kadar inen uzun saçı kastederek kinaye sanatı yapmıştır.

2. Ey aşk! İnsaflı olmak güzel şeydir. Ancak, beni güçsüz bırak da dünya ile ilgimi keseyim. Zamanım böyle mihnetle mi geçsin?

3. Aşk ile dertli olduğumu bütün âlem bildi. Ya Rabbi! Sevgilim hâlâ bilmiyor mu?

4. Senden ayrı iken kanım yere gül gül dökülüp saçılsa ne olur. Ben belâ gül fidanıyım, benim baharım bu mevsimidir.

Sevgilinin ayrılığında onun döktüğü kanlı gözyaşlarının yerdeki parça parça izleri, şeklinden ve renginden dolayı güle benzetilmiştir.

5. Vücuduma şekil veren (Tanrı) beni elimde kadehle tasvir etmiş. Bu şeklin yok olması benim elimde değildir.

Şair, el kelimesini «(birinin.) ihtiyarı elinde olmamak» yani bir şeyi elinde olmadan yapmak deyiminin mecaz anlamı ile birlikte kulla­narak iştikak sanata yapmıştır.

6. Başımdan şarap neşesinin uzak olmasını hiçbir zaman iste­mem. Ya Rabbi! ölüp toprak olduğumda tozumu şarap tortusu yap.

7. Fuzûli! O ay yüzlü güzel beni âşıklarından saymaz. Delirip di­vane olmayayım mı, benim arım, şerefim yok mu?

16 Mart 2011 Çarşamba

Gazel LV

Mefulü/Fâ'ilâtü/Mefâ'îlü/Fâ'ilün


1. Canlar virüp senin kimi cânâna yetmişem 
    Rahm eyle kim yetince sana cana yetmişem

2. Şükrâne-i visâlüne can virdügüm bu kim 
    Çoh derd çekmişem ki bu dermana yetmişem

3. Hâlüm diyüp murâduma yetsem aceb degül 
    Bir bendeem ki dergeh-i sultâna yetmişem

4. Mûr-ı muhakkaram ki serâsîme çoh gezüp 
    Nâ-gâh bârgâh-ı Süleyman'a yetmişem

5. Bir bülbülem ki gülsen olupdur neşîmenüm 
    Yâ tûtiyem ki bir şekeristâna yetmLşem

6. Devr-i felek müyesser idüpdür murâdumı 
    Gûyâ ki tâlib-i güherem kâna yetmişem

7. Miskin Fuzûlî yem ki sana dutmışam yüzüm 
    Yâ bir kemine katre ki ummana yetmişem


Fuzuli
1. Canlar verip senin gibi bir sevgiliye eriştim. Merhamet eyle, sana erişinceye kadar canıma yetti (canım çıkacak halle geldim).

2. Sana kavuşabilmek için, çok dert çektim. Kavuşma şükrânesi olarak sana canımı vermenin sebebi budur.

3. Halimi anlatıp muradıma erişsem buna şaşılmaz. Çünkü ben sultanın sarayına erişmiş bir kulum.

4. Zavalı hakir bir karıncayım. Sersem ve âvâre çok dolaşıp bir­den Süleyman'ın huzuruna eriştim.

5. Bulunduğu yer gül bahçesi olan bir bülbülüm, yahut bir şeker diyarına erişmiş papağanım.

Tutî (papağan), şekerle beslendiği için şekeristan (şeker bulunan yer) ile, bülbülün gül bahçesiyle ilgisinde tenasüp vardır.

6. Feleğin devri muradımı vermiştir. Sanki maden ocağına eriş­miş bir mücevher talibiyim.

Devr kelimesi tevriyelidir. Dönme ve zaman anlamlarındadır. Mü­cevher talibi, mücevher arayıcısı, mücevher elde etmek istiyendir.

7. Yüzünü sana çevirmiş (yardım isteyen) zavallı Fuzûlî'yim; ya­hut da denize erişmiş değersiz bir noktayım.

«Yüzü tutmak» bir deyim olup, bir şey istemeye cesaret etmek demektir. Olumsuz olarak «yüzü tutmamak» deyimi de vardır. 3. ve 4. beyitlerden anlaşıldığına göre gazel Kanuni için yazılmış olmalıdır.

Gazel LIV

Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilün


1. Ney kimi her dem ki bezm-i vasluıu yâd eylerem 
    Tâ nefes vardur kuru cismümde feryâd eylerem

2. Rûz-ı hicrandur sevin ey mürg-i ruhum kim bu gün 
    Bu kafesden men seni elbette âzâd eylerem

3. Vehm idüp tâ salmaya sen mâha mihrin hîç kim 
    Kime yetsem cevr ü zulmünden ana dâd eylerem

4. Kan yaşum kılmaz vefa giryân gözüm israfına 
    Munca kim her dem ciğer kanından imdâd eylerem

5. İncimen her nice kim ağyar bî-dâd eylese 
    Yâr cevriyçün gönül bî-dâda mu'tâd eylerem

6. Bilmişem bulman visalin lîk bu ümmîd ile 
    Gâh gâh öz hâtır-ı nâ-şâdumı şâd eylerem

7. Levh-i âlemden yudum eşk ile Mecnûn adını 
    Ey Fuzûlî men dahi âlemde bir ad eylerem 


Fuzuli
1. Kuru cismimde nefes var oldukça (yani yaşadığım sürece) senin kavuşma meclisini anarak her an ney gibi feryat eylerim.

Fuzûli aşk ıstırabıyla zayıflamaktan kurumuş olan vücudunu neye benzetiyor, ney de kuru kamıştan yapılır ve içi boş olan neye nefes üflenerek ses çıkar. Fuzûlî'nin de zayıf kuru vücudunda sadece nefes (can) vardır ve bu nefes bulundukça (sağ oldukça) ney gibi feryat edecektir.

2. Ey ruhumun kuşu! Sevin, ayrılık günüdür. Çünkü bugün bu kafesten (vücut) seni elbette âzâd eder, salıveririm. (Fuzûlî ayrılığa da­yanamayıp ruh kuşunu salıvereceğini yani öleceğini söylüyor).

3. Sen ayı (sevgili) hiç kimse sevmesin diye kimin yanına var­sam senin çevrinden ve zulmünden ona şikâyet eylerim,

4. Ciğer kanından her an bunca yardım ettiğim halde yine de kanlı gözyaşı ağlayan gözümün israfına kâfi gelmiyor.

Şair o kadar çok ağlıyor ki, ciğerden gedip gözden akan kanlı yaş kâfi gelmiyor.

5. Başkaları bana ne kadar zulmetse incinmem. Çünkü yarin çevri ve cefası için gönlü zulme alıştırıyorum.

6. Sevgiliye kavuşmayacağımı biliyorum. Fakat bu umut ile ara-sıra kendi üzgün gönlümü neşelendiriyorum.

7. Mecnun'un adını âlemin levhasından gözyaşı ile yıkayıp sil­dim. Fuzûli! Böylece bu dünyada ben de meşhur olurum.

Gazel LIII

Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtüj Fâ'ilün


1. Ey kemân-ebrû şehîd-i nâvek-i müjgânunam
    Bulmışaım feyz-i nazar senden senin kurbânunam

2. Kâkülün tânna peyvend itmişem can riştesin
    Başun içün bir terahhum kıl ki ser-gerdânunam

3. N'ola kılsam terk-i mey minnet kılup zâhidlere
    N'eylerem mey neş'esin men kim senün hayrânunam

4. Şâne veş yüz nâvek-i gam sancılupdur cânuma 
    Tâ esîr-i halka-i gîsû-yı müşg-efşânunam

5. El çeküp kat'-ı nazar kılmış ilâcumdan tabib 
    Bildi güya kim harâb-ı nerkis-i fettânunam

6. Cana meylün var ise hükm eyle teslim eyleyem 
    Pâdişâhum men senün bir bende-i fernıânunam

7. Gönce kılmaz şâd gül açmaz dutılmış gönlümi 
    Ârzûmend-i ruh-ı âl ü leb-i handânunam

8. Kan idüp bağrum işüm âh itme her dem ey felek 
    Hürmettim dut bir iki gün kim senün mihmânunam

9. Ey Fuzûlî âteş-i âh ile yandurdun meni 
    Gâlibâ sandun ki şem'-i külbe-i ahzânunam


Fuzuli
1. Ey yay kaşlı! Kirpiklerinin okunun şehidiyim. Senden bakış feyzi (bolluğu) bulduğum için senin kurbanınım (okların benim için feyz kaynağıdır).

Kurban: 1) Yakınlık, bu anlamıyla Tanrı'ya yakın olmak, O'nun rızasını yerine getirmek için kesilen hayvan; 2) «kurbanın ola­yım» deyiminde olduğu gibi, birisine canım feda etmektir. Beyitte kur­banın her iki anlamı da kullanılmıştır. Aşktan ölenlerin şehit olduklara inancına işarettir. Şehit ile kurban arasında tenasüp varda*.

2. Can ipliğini kakülünün teline bağlamışım. Başı dönmüş ava­re âşığınım. Başın için bir merhamet eyle.

Can, incelip zayıflamış olduğu için ipliğe benzetilmiştir. Kâkül, târ (tel), rişte (iplik), ser (baş) kelimeleriyle müraat-ı nazir sanatı yapıl­mıştır.

3. Sofulara minnet duyup şarabı terketsem ne olur? Şarap neşesini ne yapayım, ben senin hayranınım.

Hayran kelimesinde tevriye vardır s 1) Sevgilinin güzelliğine tu­tulmuş; 2) afyon sarhoşu. Bu ikinci anlamı mey (şarap) ile ilgilidir.

4. Misk gibi koku saçan saçının halkasının esiri olduğumdan, tarak gibi yüzlerce gam oku canıma saplanmıştır.

Halka, hem saç halkası, hem de esirlerin bağlandığı halka anlam­dadır.

5. Doktor ilâcından el çekip bana bakmaktan vazgeçmiş. Heralde senin fettan gözün yüzünden harap olduğumu bildi.

Nergis baygın bakan göze benzetilir. Fitne çıkarmak gözle ilgili bir sıfat olduğu için nergis-i fettan kapalı istiare yoluyla fitne koparan göz yerinde kullanılmıştır.

6. Padişahım, ben senin fermanının kuluyum. Canımı istiyorsan emreyle teslim edeyim.

7. (Aşka) tutulmuş gönlümü gonca neşelendirmez, gül de ferah­latmaz. Ben senin gülen dudağını kırmızı yanağım arzulamaktayım.

Gonca, şekli içinde kırmızı yaprakları bulunması dolayısıyle içi kan dolu gönle benzetilir. Gonca da üzüntüden sıkılmış ve daralmış gön­le benzer. Gonca gülünce yani açılınca sıkıntıdan kurtulur, ferahlar. Burada gülen ağız goncaya, kırmızı yanak da güle benzemesi dolayısıyle düzensiz leff ü neşr sanatı yapılmıştır. Dutulmuş ve açmaz kelimelerin­de tevriye ve tezat vardır.

8. Ey felek! Her an bağrımı kan edip işimi ah etme. Saygı göster, bir iki gün senin misafirinim.

9. Ey Fuzûli! Ah ateşiyle beni yaktın. Galiba beni hüzünler dolu kulübenin mumu sandın.

Gazel LII

Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilün


1. Hîç sünbül sünbül-i zülfün kimi müşgin degül 
    Nâfe-i Çin'i saçım tek dirler amma çin degül

2. Var gül berginde hem el-hak nezâket birle reng 
    Lîk can-perver leb-i la'lün kimi şirin degül

3. Mihrban dirler seni ağyara likin men ana 
    Bâver itmen kim sana mihr eylemek âyin degül

4. Hûblar mihrâb-ı ebrûsma kılmazsan sücûd 
    Dînüni döndergil ey zâhid ki yahşi din degül

5. Tâ Fuzûli kamet ü ruhsâruna virmiş gönül 
    Mâil-i serv ü hevâ-hâh-ı gül ü nesrin degül


Fuzuli
1. Hiçbir sünbül senin saçının sünbülü gibi misk kokulu değil­dir. Çin miskini senin saçına benzer derler ama seninki gibi kıvrım kıv­rım değildir.

Sünbül kokusu, rengi ve şekli dolayısıyle saça benzetilir, Misk de kokusu, rengi ve şekli dolayısıyle saça ve bene benzetilir. Eskiden koku maddesi olarak kullanılan misk, ahunun göbeğinden çıkardan kuruyup siyahlaşmış kandır. Şekli yuvarlak ve kıvrıktır. Nafe göbek demektir. ! Misk göbekten çıkarıldığı için mecaz-ı mürsel yoluyla göbek denerek içinden çıkarılan misk kastedilmiştir. Çin «ülke» ile çin «kıvrım» cinas­lıdır. Çin kelimesi Türkçedeki doğru anlamı da kastedilerek tevriyeli v kullanılmıştır.

2. Doğrusu gül yaprağında da incelik ile renk vardır. Lâkin se­nin cana can katan la'l renkli dudağın gibi tatlı değildir.

Can-perver, can besleyen, can besleyici anlamında birleşik sofat (vasf-ı terkibi) tır. Türkçede canı besleyen, cana can katan demektir. 3. Senin hakkında başkalarına karşı şefkatlidir, derler; Lâkin ben buna inanmam. Çünkü muhabbet göstermek senin âdetin değildir.

Mihriban (şefkatli), mihr (sevgi ve güneş) kelimelerinde iştikak sanatı vardır.

4. Ey zahit! Güzellerin kaşının mihrabına secde etmiyorsun. Bu güzel! bir din değil, gel dinini değiştir.

Kaş kavisli olması dolayısıyle mihraba benzetilmiştir. Sofu, gü­zellerin Tanrının Cemal sıfatının bir tecellîsi olduğunu kabul etmediği için Fuzûli ona dinin güzel değil, değiştir diyor.

5. Fuzûlî, boyuna ve yüzüne gönül verdiğinden beri, serviyi is­temez, gülü ve nesrini arzu etmez.
Kamet (boy) ile servi, ruhsar (yüz) ile gül ve nesrin arasında ben­zetme ilgisi kurularak leff ü neşr sanatı yapılmıştır.

Gazel LI

Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilün


1. Kıldı zülfün tek perişan hâlümi hâlün senün
    Bir gün ey bî-derd sormazsın nediir hâlün senün

2. Gitdi başımdan gönül ol serv-kaddün sayesi
    Ağla kim idbâra tebdil oldı ikbâlün senün

3. Zînet içün cism dîvârında itmezdüm yirün
    Çekmeseydi ışk levh-i cana timsâlün senün

4. Tîz çekmezsin cefâ tîğin meni öldürmeğe 
    Öldürür âhir meni bir gün bu ihmâlün senün

5. Gark-ı hûn-âb-ı ciğer kılmış gözüm merdütnlerin 
    Ârzû-yı hâl-i müşgîn ü ruh-ı âlün senün

6. Dâmgâh-ı ışkdan dut bir kenar ey mürg-i dil 
    Sınmadın seng-i melâmetden per ü bâlün senün

7. Saye veş çohdan Fuzûlî hâk-i kuyun yasdanur 
    Ol ümîd ile ki bir gün ola pâ-mâlün senün


Fuzuli
l. Benin, hâlimi saçın gibi perişan etti. Ey dertsiz! Hâlin nedir diye bir gün sormazsın. Hâl (ben) ile hâl (durum) cinaslıdır. Eski yazıda ben noktalı ha, hal noktasız ha ile yazdır. Ben ile zülf siyah renkte ve güzellik unsuru olmaları dolayısıyle ilgilidir. Benin toplu halde olması ile zülfün dağınık olmasmda tezat vardır.

2. Gönül! O servi boylunun gölgesi başının üstünden gitti. Mut­luluğun mutsuzluğa döndüğü için ağlamalısın.

Saye kelimesinin gölge ve mecazî olarak koruma, yardım anlam­ları tevriyeli kullanılmıştır. Sayenin mecazi anlamı idbar ve ikbal ile I ilgili olup iham-ı tenasüp sanatı yapılmıştır. Servi boylu güzelin yanın­dan gitmesiyle onun gölgesinden yani himayesinden mahrum olduğu için mutluluğu mutsuzluğa dönmüştür. 3. Aşk, can levhasına senin resmini yapmasaydı vücudumun du­varında sana süs için yer vermezdim (yani aşk senin resmini ezelde can levhasına yazmış olup âşıklığım ezeldendir.) 4. Beni öldürmek için cefa kılıcını tez çekmezsin. Bu ihmalin so­nunda bir gün beni öldürür.

5. Misk kokulu beninin ve kırmızı yanağının arzusu gözümün be­beklerini ciğer kânına garketmiştir.

Yüzdeki ben, kokusu, rengi ve şekli bakımından miske benzetilir. Merdüm insan demektir. Gözle birlikte kullanılırsa, gözbebeği anla­mına gelir. Gözbebeği ile ben arasındaki renk ve şekil benzerliği ile kırmızı yüz ile gönül kam arasındaki renk benzerliği dolayısıyle düzen­siz (gayr-i müretteb) leff ü neşr sanata vardır.

6. Ey gönül kuşu! Ayıplama taşıyla kanadın kırılmadan aşk tu­zağından bir kenara çekil.

7. Ola ki, bir gün üzerine basıp çiğnersin ümidiyle Fuzûli çok­tandır köyünün toprağına gölge gibi uzanmıştır.

15 Mart 2011 Salı

Gazel L

Mefâ'îlün/Mefâ'îlün/Mefâ'îlün/Mefâ'îlün


1. Sabâ lutf itdün ehl-i derde dermandan haber virdim 
    Ten-i mecruha candan cana canandan haber virdün

2. Hazân-ı gamda gördün ıztırâbın bülbül-i zârun 
    Bahar eyyamı tek gül-berg-i handandan haber virdün

3. Sözüni vahy-i nazil ger disem men hiç küfr olmaz. 
    Cihanı dutmuş iken küfr îmandan haber virdün

4. Süleyman mesnedinden dîv-i güm-reh rağbetin kesdün 
    Denizde hâtem-i hükm-i Süleyman'dan haber virdün

5. Didiler yâr uşşâkun gelür cem' itmeğe gönlin 
    Meğer kim yâra uşşâk-ı perişandan haber virdün

6. Fuzûlî rüzgârın tîre gördün şâm-ı hicranda 
    Nesîm-i subh tek hurşîd-i rahşandan haber virdün


Fuzuli
1. Ey sabah rüzgârı! Lütf ettin, dertlilere dermandan haber ver­din. Yaralı vücuda candan, cana canandan (sevgiliden) haber verdin.

2. Gam sonbaharında inleyen bülbülün ıstırabını gördün. Bahar günleri gibi gülen gül (açılmış gül) yaprağından haber verdin.

Bülbülün güle aşık olduğu, daima onun aşkıyla inlediği hususun­daki sembolik aşk hikayesine telmih yapılmıştır. Hazan ile bahar, zar (ağlayan, inleyen) ile handan (gülen) arasında tezat vardır.

3. Eğer sözüne gökten inmiş vahiy dersem hiç küfür sayılmaz. Küfür cihanı tutmuşken sen imandan haber verdin.

Vahy ile iman arasında tenasüp, iman ile küfr arasında tezat var. dır. Aşağıdaki notta yazıldığı üzere Fuzull'nin vahye benzettiği Kanuni'nin sözüdür.

4. Süleyman peygamberin mevkiinden yolunu şaşırmış devin rağbetim kestin. Denizde Süleyman hükmünün mühründen haber ver­din.

Süleyman peygamberin kıssasına telmih yapılmıştır. Hz. Süley­man yüzüğü (mühür) ile bütün canlılara (insan, cin, peri hatta hayvan­lara) hükmedermiş. Bir ara bir dev Hz. Süleyman'ın yüzüğünü çalıp denize atmış. Hz. Süleyman yüzüğü bir balığın karnında bulup tekrar tahtına oturmuş. Bu beyitteki Süleyman adının tevriyeli olarak kulla­nıldığı ve gazelin öteki beyitlerinden de anlaşıldığı üzere Kattunî'nin Bağdat'ı alması üzerine yazıldığı kanaatmdayım. Nitekim Kanunî'ye yazdığı kasidelerinde bulunduğu yeri (Irak-ı Arab) küfrün sardığı güçlü ve adil Osmanlı padişahının gelmesi ile küfrün son bulduğunu söylemiştir.

5. Yar âşıkların gönlünü toplamaya (huzura kavuşturmaya) ge­liyor dediler. Meğer sevgiliye perişan âşıklardan haber verdin.

6. Ayrılık akşamında Fuzull'nin günlerini karanlık gördün. Sa­bah rüzgarı gibi parlayan güneşten haber verdin

Rüzgar kelimesi tevriyeli olup zaman ve yel anlamında kullanıl­mıştır. Yel anlamıyla nesini arasında iham-ı tenasüp sanatı vardır. Subh (sabah) ile sam (akşam), tire (karanlık) ile rahşan (parlak) ara­sında tezat vardır.

Gazel XLIX

Fâ'ilâtün/Fâ'Uâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilün


1. Ey musavvir yâr timsâline suret virmedün 
    Zülf ü ruh çekdün velî tâb u taravet virmedün

2. Işk sevdasından ey nâsih meni men' eyledün 
    Yoh imiş aklun mana yahşi nasihat virmedün

3. Dün ki fursat düşdi hâk-i dergehünden kâm alam 
    N'oldı ey göz yaşı göz açmağa fursat virmedün

4. Göz yumup âlemden isterdüm laçam ruhsâruna 
    Camım aldım göz yumup açınca mühlet virmedün

5. Bu mıdur rahmün ki hâlün eyler iken kasd-ı cân 
    Çıhdı hattun kim anı men' ide ruhsat virmedün

6. Virme hüsn ehline yâ Rab kudreti resmi cefâ 
    Çün cefâ çekmekde ışk ehline takat virmedün

7. Ey Fuzûlî öldün efgân itmedün rahmet sana 
    Rahm kıldun halka ef gamınla zahmet virmedün


Fuzuli
1. Ey ressam! Yârin resmine (gerçekteki) şekli veremedin. Saç ve yanak yaptın fakat parlaklık ve tazelik veremedin.

Tâb ve taravet, parlaklık ve tazelik demektir. Yüz için kullanıl­mıştır. Ayrıca tâb zülf ile taravet ruh (yüz) ile ilgilidir. Çünkü tabın bir anlamı da kıvrım, büklümdür. Piç ü tâb, kıvrım kıvrım demektir.

2. Ey nasihatçi! Beni aşk sevdasından men ettin. Akim yokmuş bana iyi nasihat vermedin.

3. Dün senin bulunduğun yerin toprağında muradıma ermem için fırsat düştü. Ey gözyaşı! Ne oldu da bana göz açmaya fursat ver­medin.

Göz açmaya fırsat vermemek (veya bulamamak) bir deyimdir. Sevgilinin bulunduğu yerin toprağım âşığın gözüne sürme diye çekmesi Fuzûlî'nin çok kullandığı bir temadır. Ağlarken sürme, yani toprak göz­de kalmayacağı için muradına eremeyecektir.

4. Âlemden gözümü kapayıp senin yüzüne açayım isterdim. Ca­nımı aldın, bir göz yumup açmcaya kadar fırsat vermedin.

«Göz yummak» ve «göz açmak» deyimleri mecazi anlamlarıyla kullanılmışta-. Yummak yani kapamak ile açmakta tezat vardır.

5. Yüzündeki ben, cana kastederken ayva tüylerinin çıkıp onu men etmesine izin vermedin. Merhametin bu mu?

Ben ve ayva tüyleri kişileştiirlerek teşhis sanatı yapılmıştır. Tev-riyeli olup karşı çıkmak ve yüzdeki tüylerin çıkması anlamlarındadır.

6. Ya Rabbi! Madem ki, âşıklara cefa çekmek için takat verme­din, güzellere de cefa etme gücünü verme.

7. Ey Fuzûli! Sana rahmet olsun, öldün feryat etmedin. Halka acıdın da feryat ve figanınla zahmet vermedin.

«Rahmet sana» sözü iki anlamda kulanılmıştır: Ölmüş insan için «rahmet olsun» dendiği gibi, birisi iyi bir şey yapınca «babana rahmet» denir. Burada da Fuzûli, halkı feryadıyla rahatsız etmediği için «sana rahmet» sözünü kullanmıştır. Rahmet ve rahm kelimelerinde iştikak, rahmet ve zahmet kelimelerinde cinas sanatı vardır. Tevriyeden yarar­lanarak ölmek, zahmet, efgan kelimeleriyle iham-ı tenasüp sanatı yapıl­mıştır.

Gazel XLVIII

Mefûlü/Fâ'ilâtü/Mefâ'îlü/Fâ'ilün


1. Ey meh menümle döstlarum düşmen eyledün 
    Düşmen hem eylemez bu işi kim sen eyledün

2. Peykânlarunla doldı tenüm aferin sana 
    Bî-dâd çekmeğe temimi âhen eyledün

3. Tahsin sana ki gönlüm evin tire koymadun 
    Her zahm-ı nâvekün ana bir revzen eyledün

4. Olsun ziyâde rif'atün ey âh-ı âteşin 
    Mihnet serâmuzı bu gice rûşen eyledün

5. Eksilmesün tarâvetün ey eşk-i lâle-gûn
    Gül gül tamup makamumuzı gülsen eyledün

6. Can çıhsa menzil itmeğe ev dut habâbdan 
    Ey göz yaşı ki kasd-ı binâ-yı ten eyledün

7. Mümkin degül cihanda Fuzûli ikâmetün 
    Bî-hûde sen bu merhalede mesken eyledün 


Fuzuli

1. Ey ay (sevgili)! Dosttanım benimle düşman eyledin. Senin ey­lediğin bu işi düşman bile eylemez.

Ay, açık istiare ile yüzü ay gibi parlak olan sevgili yerinde kulla­nılmıştır. Dost ile düşman arasında tezat yapılmıştır.

2. Vücudum (aşk) okunun temrenleriyle doldu. Aferin bana, zulme dayanmak için vücudumu demirden yaptın.

Şairin vücudunu zulüm çekmekte demir gibi dayanıklı yapan sev­gilinin attığı aşk veya bakış oklarının temrenleridir. Çünkü temren de­mirden yapılır.

3. Aferin sana, gönlümün evini karanlık bırakmadın, okunun her yarasından ona bir pencere açtın. Gönül eve, aşk oklarının delik delik açtığı yaralar pencereye ben­zetilmiştir.

4. Ey ateşli ah! Yüksekliğin ziyade olsun. Bu gece mihnet evimi­zi aydınlattın (bizi karanlıkta bırakmadın).

Rif'at: 1) Yükseklik, yücelik 2) mevki, rütbe anlamlarıyla tevri-yelidir. Şair anına mevkiin yüksek olsun temennisinde bulunduğu gibi, ahinin göklere kadar yükselmesini istemektedir.

5. Ey lâle renkli (kanlı) gözyaşı! Tazeliğin eksilmesin. Gül gül damlayıp yerimizi gül bahçesi (gibi) eyledin.

6. Ey gözyaşı! Vücut binasını yıkmak istedin. Vücudun yıkılıp canım çıkarsa, kendine oturmak için su kabarcığından bir ev tut.

İçinde hava bulunan su kabarcığı eve benzetilmiştir. Gözyaşı dam­lası da su kabarcığı gibidir. Şair akıttığı gözyaşları ile vücut binası yı­kılınca gözyaşının da oturması için kendisine su kabarcığından ev tut­masını söylemekle pek çok ağladığını anlatmak istiyor.

7. Fuzûli! Dünyada oturman mümkün değil. Sen bu konak yerini (dünyayı) boş yere kendine mesken eyledin.

Gazel XLVII

Fe'ilâtün/Fe'ilâtün/Fe'ilâtün/Fe'ilün


1. Dehenin derdüme derman dldiler cânânun
    Bildiler derdiimi yohdur didiler dermânun

2. Olsa mahbûblarun ışkı cehennem sebebi 
    Hûr u gılmâm kalur kendüsine Rıdvânun

3. Geçdi mey-hâneden il mest-i mey-i ışkun olup 
    Ne meleksen ki harâb itdün evin şeytânun

4. Urmazam sıhhat içün merhem ohun yaraşma 
    İsterem çıhmaya zevk-i elem-i peykânun

5. Ne bilür ohımayan Mushaf-ı hüsnün şerhin 
    Yire gökden ne içün indügini Kur'ânun

6. Yirden ey dil göğe kavmışdı sirişküm meleği 
    Anda hem koymayacakdur olan efgânum

7. Ey Fuzûlî olubam garka-ı gird-âb-ı cüııûn 
    Gör ne kahrm çekerem döne döne devrânun 


Fuzuli

1. Sevgilinin ağanı derdime derman dediler. Derdimi bildiler, senin dermanın yok dediler.

Yok kelimesi tevriyeli olup ikinci anlamı, yok denecek kadar küçük olan ağızdır.

2. Sevgililerin aşkı Cehenneme girme sebebi olsa, Rıdvanın (Cen­netin bekçisi) hurisi ve gılmanı kendisine kalır (yani herkes cehenne­me girmeyi ister).

3. El, senin aşkının şarabıyla sarhoş olup meyhaneden vazgeçti. Sen nasıl bir meleksin ki şeytanın evini harap ettin.

Meyhaneye şeytanın evi denmesi, Müslümanlıkta şarabın haram olması dolayısıyledir.

4. (Aşk) okunun açtığı yaraya iyileşmesi için merhem vurmam. Temrenin verdiği elemin zevki çıkmasın isterim.

5. Güzelliğinin Mushafı'nın şerhini okumayan Kur'an'ın gökten yere niçin indiğini ne bilir?

Mushaf (yani Kur'an) sayfa haline getirilmiş demektir. Kur'an sayfası gibi olan güzelliğinin inceliklerini okumayan onun İlâhî güzel­liğin bir tecellisi olduğunu bilmez demektir. Mushaf, şerh, Kur'an, in­mek kelimeleriyle müraat-ı nazir sanatı yapılmıştır.

6. Ey gönül! Gözyaşım meleği yerden göğe kovmuştu. Feryat ve figanım onları orada da bırakmayacaktır.

7. Ey Fuzûlî! Delilik burgacında boğuldum. Bak, feleğin kahrım döne döne nasıl çekiyorum.

Girdap, burgaç demektir. Denizde veya nehirde suyun huni gibi çukurlaşarak dönmesidir. Burgaca yakalanan döne döne suyun dibine çakılarak boğulur. Devran kelimesi tevriyeli olup biri felek, devir an­lamında, diğeri dönme anlamındadır. Bu ikinci anlam ile girdab, döne döne, devran kelimeleriyle iham-ı tenasüp sanatı yapılmıştır. Mumun aha dayanamaması üflenince sönmesinden kinayedir.

Gazel XLVI

Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilün

1. Dâğ-ı hicran İle yanmakdan ciğer kan olsa yeğ 
    Mülk-i dil gam menzili olınca vîrân olsa yeğ

2. Yârı ağyar ile görmek âşıka düşvâr olur 
    Beyle görmekden esîr-i derd-i hicran olsa yeğ

3. Sineme peykânutu gönder gönül define kim 
    Sinede sûzan gönül olınca peykân olsa yeğ

4. Surunu rüsvâluğum fâş itmedin âlemlere 
    Zâr cismüm eşk gird-âbmda pinhân olsa yeğ

5. Dağıdursa n'ola akd-i zülfüni her dem sabâ 
    Fitne ehli olanun cem'i perişan olsa yeğ

6. Dün Fuzûlî sehv idüp geçmiş mey ü mahbûbdan 
    Tevbe idüp bu yaman işden peşimân olsa yeğ 


Fuzuli

1. Ayrılık ateşi ile yanmaktansa ciğer kan olsun daha iyi. Gönül ülkesi gam yeri oluncaya kadar viran olsun daha iyi.

Ciğerin kan oiması, aşırı üzüntüden eriyip kan haline gelmesidir. «(Birinin) içine kan inmek» deyimi de vardır. Ciğerde zaten kan bulun­duğundan kinaye vardır. Ateş yaktığı, su (kan) ise ateşi söndürdüğü için şair ciğerin kan olmasını tercih ediyor.

2. Sevgiliyi başkalarıyla görmek, âşıka zor gelir. Âşık sevgiliyi böyle görmektense ayrılık derdine esir olsun daha iyi.

3. Gönülü dışarı atması için göğsüme okunun temrenini gönder. Çünkü göğüste gönül olmaktansa temren olsun daha iyi.

4. Rezil rüsvaylığım âlemlere aşk sırrımı yaymadan zayıf vücu­dum gözyaşı burgacında gizlense (boğulup yok olsa) daha iyi.

5. Bahar rüzgârı her an saçının düğümünü dağıtırsa ne olur? Fitnecilerin topluluğu dağılıp perişan olsa daha iyi.

Âşıklar arasında karışıklık, kavga çıkardığı için saça fitneci vas­fı verilmiştir. Perişanlık da saçın sıfatıdır. Zülf, fitne, saba, dağıtmak, perişan kelimeleri arasında müraat-ı nazir sanatı vardır. Cem ile pe­rişan tezatlıdır.

6. Dün Fuzûli yanılıp şaraptan ve sevgiliden vazgeçmiş. Bu kötü işten tövbe edip pişman olsa daha iyi. Ciğer ıstıraptan eriyerek âşığın gözünden kanlı yaş halin­de akar.

Gazel XLV

Mefâ'îlün/Mefâ'îlün/Mefâ'îlün/Mefâ'îlün


1. Olur ruhsâruna gün la'Iüne gül-berg-i ter âşık
    Sana eksük degül gökden iner yirden biter âşık

2. Mana maksûd terk-i ışk idi veh kim meni hüsnün 
    Olup gün günden efzûn kıldı gün günden beter âşık

3. Temâşâ-yı cemâlünden nazar ehlini men' itme 
    Ne sûd ol hûb yüzden kim ana kılmaz nazar âşık

4. Çemende pây-bûsundan olupdur sebzeler hurrem 
    Hemân bir sebzece olmağa âlemde yeter âşık

5. Kılursın bin ciğer kan her yana bahdukca ey zâlim
    Ne bahmakdur bu her dem handan alsun bir ciğer âşık

6. Kırarsın ehl-i ışkı dutalum kimse elün dutmaz 
    Ne işdür bu gerekmez mi sana ey sîm-ber âşık

7. Ne pervane döyer bir şuleye ne şem' bir âha 
    Fuzûlî sanma kim benzer sana âlemde her âşık


Fuzuli

1. Güneş yanağına, taze gül yaprağı da la'l gibi kırmızı dudağı­na âşık olur. Sana âşık eksik değildir, gökten iner, yerden biter.

«Gökten iner yerden biter» deyiminin mecaz anlamı senin âşığın hiç eksik olmaz demektir. Gökte bulunan güneşin ışığı yere indiği ve gül de yerde yetiştiği için kinaye sanatı yapılmıştır. Güneşin gökte olması, gülün yerden bitmesi dolayısıyle leff ü neşr sanatı vardır.

2. Maksadım aşkı terketmefcti. Ah! Güzelliğin günden güne ar­tıp beni günden güne beter âşık etti.

3. Yüzünün güzelliğini seyredenleri engelleme. Âşığın bakmadığı üzel yüzden ne fayda gelir.

4. Çimenlikte otlar senin ayağını öpmekten sevinçlidir. Âşık (se-in ayağını öpmek için) dünyada öyle bir ot parçası kadar olmaya bile izidir.

5. Ey zalim! Her yana baktıkça bin ciğeri kan edersin. Bu nasıl bakmaktır? Âşık her an nereden bir ciğer alsın?

Ciğeri kan etmek bir deyim olup mecaz anlamı âşığa çok ıstırap vermekdir. Ciğer ıstıraptan eriyerek âşığın gözünden kanlı yaş halin­de akar.

6. Âşıkları kırıp geçiliyorsun. Hiç kimsenin elini tutup seni en­gellemediğini farzedelim. Ey gümüş gibi beyaz göğüslü (güzel)! Bu na-su iştir, sana âşık gerekmez mi?

7. Ne pervane bir aleve, ne de mum bir aha dayanabilir. Fuzûli! Dünyadaki her âşık sana benzer sanma.

Pervane: Mum, lamba vb. yanarken ışığın etrafında uçan ufak kelebektir. Pervanenin muma âşık olduğu, sonunda mumun aşkıyla onun alevinde kendisini yakıp sevgilisi için canını verdiği Doğu edebiyatla­rında bulunan allegorik bir aşk hikâyesidir. Mumun aha dayanamaması üflenince sönmesinden kinayedir.

Gazel XLIV

Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilün


1. Kıl sabâ gönlüm perişan olduğın canana arz 
    Sûret-i hâlin bu viran mülkün it sultâna arz

2. Derhem olmış sünbülün gûyâ ki kılmışdür ana 
    Mû-be-mû hâl-i dilüm diller uzadup şâne arz

3. Tende cânum bir perinündür emânet sahlaram 
    Ol zemândan kim emânet kıldılar insana arz

4. Halk küfr ehline îmân arz ider men dem-be-dem 
    Küfr-i zülfün eylerem göğsümdeki îmâna arz

5. Sûret-i bî-cân ile cennet dolar büt-hâne tek 
    Kılsalar cennetde tasvîrün çeküp gılmâna arz

6. Mün'imün arz-ı tecemmüldür işi fakr ehline 
    Nola ger dil kılsa her dem derd-i ışkun cana arz

7. Ey Fuzûlî beyle pinhan dutma eşk-i âlüni 
    Eyle her reng ile kim var ol gül-i handana arz


Fuzuli

1. Ey bahar rüzgârı! Gönlümün perişan, olduğunu sevgiliye arz et. Bu viran mülkün (gönlüm) halini sultana bildir.

2. Saçın (üzüntüden) darmadağın olmuş. Sanki tarak dillerin; uzatıp gönlümün halini birer birer, inceden inceye ona arz etmiş.

Tarağın dil uzatması dile benzeyen dişlerinden kinayedir. Sünbûl açık istiare yoluyla saç yerinde kullanılmıştır.

3. Can insana emanet edildiğinden beri tendeki canım peri gibi bir güzelindir. Onu tenimde emanet olarak saklıyorum,

4. Halk kâfirlere iman arzedip onları imana getirmek ister. Ben ise saçının küfürünü (siyahlığını) göğsümdeki imana arzederim.

Başım göğsüme yaslarım anlamına da gelir . Küfr ile iman ara­sında tezat sanatı yapılmıştır.

5. Eğer senin resmini yapıp Cennette gılmana gösterseler Cennet, puthane gibi cansız resimlerle dolar (Cennetteki güzeller şaşkınlıktan put gibi donup kalırlar).

6. Zenginin işi süsünü, zinetini fakire göstermektir. Gönül de aş­kının derdini her an cana arzetse ne olur?

7. Ey Fuzûlî! Kanlı gözyaşını böyle gizli tutma. Her ne şekilde olursa olsun git o gülen güle arzeyle.

Renk kelimesi renk, hile, tarz ve şekil olmak üzere üç anlamıyla da tevriyeli olarak kullanılmıştır. Al, renk, gül kelimeleriyle iham-ı te nasüp yapılmıştır.

Gazel XLIII

Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilün


1. Halka hûblardan visâl-i râhat-efzâdur garaz 
    Âşıka ancak tasarruf suz temâşâdur garaz

2. Zâhidâ terk itme şâhidler visali râhatin 
    Ger ibâdetden hemin gılmân u havrâdur garaz

3. Hûr u kevserden ki dirler Ravza-i Rıdvânda var 
    Sâkî-i gül-çihre vü câm-ı musaffâdur garaz

4. Zevksüz lâzım çıha dünyâdan ol dünyâ-perest 
    Kim ana dünyâdan ancak zevk-i dünyâdur garaz

5. Rahat olsaydı garaz dünyâda fakr isterdi halk 
    Gâlibâ kim halka bir bî-hûde gavgâdur garaz

6. Arif ol sevdâ-yı ışk inkârın itme ey hakim 
    Kim vücûd-ı halkdan ancak bu sevdâdur garaz

7. Kıl Fuzûlî terk-i ibrâm-ı tekellüm kim yeter 
    Sûret-i hâlün ger izhâr-ı temennâdur garaz


Fuzuli

1. Halkın güzellerden istediği onlara kavuşup rahata ermektir. Âşığın istediği ise, onları elde etmemek, sadece seyretmektir.

2. Ey. sofu! (Bu dünyada) azaba katlanmaktan maksadın Cen­netin gılmanı ve hurisi ise, (bu dünyadaki} güzellere kavuşma rahatım bırakma.

3. Rıdvamn bahçesinde (Cennet) var dedikleri huri ve kesver-den maksat gül yüzlü saki ile saf şarap kadehidir.

4. Dünyaya tapan o kimsenin dünyadan zevksiz çıkması gerekir (dünyayı bıraktığına üzülür). Çünkü ona dünyadan maksat dünyanın zevkidir.

5. Halk dünyada rahat istenseydi, fakirlik isterdi. Galiba halkın isteği boş yere kavgadır (sonu ölüm olan hayat mücadelesidir).

6. Ey bilgin! Arif ol (gerçeği bil), aşk sevdasını inkâr etme, çün­kü yaratılışın varlığından maksat bu sevdadır.

Yaratılışın sebebinin sevgi olduğu kudsî hadisine işarettir. 

7. Fuzûli, söz söylemekte ısrar etmeyi bırak. Eğer maksadım açıklamak istiyorsan halin, görünüşün bunu anlatmaya yeter.

Gazel XLII

Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilün


1. Bilmez idüm bilmek agzun sırrım düşvâr imiş 
    Ağzunı dirlerdi yoh didüklerince var imiş

2. Âciz olmış yanmağa âhıyla kûhı Kûh-ken 
    N'eylesün miskin amin ışkı hem ol nükdâr imiş

3. Daşa çekmiş halk içün Ferhâd Şîrîn suretin 
    Arz kılmış halka mahbûbm aceb bî-âr imiş

4. Ka'be ihramına zâhid didiler bel bağladı 
    Eyledüm tahkik anun bağlanduğı zünnâr imiş

5. Ömrlerdür eylerem ahvâl-i dünyâ imtihan 
    Nakd-i ömr ü hâsıl-ı dünyâ hemân bir yâr imiş

6. Zevk-i dîdârıyla dil-dârun yoğ itdüm varumı 
    Devlet-i bakî ki dirler devleM dîdâr imiş

7. Dün Fuzûlî ârızun görgeç revân tapşurdı cân 
    Lâf idüp dirdi ki cânum var emânet-dâr imiş


Fuzuli

1. Ağzının, sırrını bilmenin güç olduğunu bilmezdim. Ağzını yok derlerdi, dedikleri kadar varmış.

Divan şiirinin güzellik anlayışında ağız çok küçüktür. Bundan do­layı ağzın nokta, sır, mevhum, yok gibi kelimelerle birlikte kullanıldığı yukarıda geçti. Beyitte ağız, sır, yok kelimeleriyle tenasüp sanatı ya­pılmıştır. Var ve yok kelimelerinde tezat vardır.

2. Dağ kazan Ferhad ahıyla dağı yakmaktan aciz kalmış. Ne yap­sın o miskinin aşkı o kadar imiş.

3. Ferhad halkın görmesi için Şirin'in resmini taşa yapmış. Sev­gilisini halka göstermiş, ne kadar utanmaz (adammış).

4. Sofu Kabe ihramına bel bağladı dediler (yani ihram giymekle günahtan kurtulacağını sandı). Araştırdım, onun bağladığı papazın ku­şağı imiş (yani sadece ihram giymek günahtan kurtulmaya yetmez).

Zünnar •. Papazların bellerine bağladıkları uzun, siyah kuşak. Bel ağlamak bir deyimdir. Mecaz anlamı ile güvenmek anlamındadır. Bel ağlamak zünnar ile ilgilidir. Kabe'de ihrama girip hacı olmakla günah-arından bağışlanacağına ve cennete gideceğine güvenen sofu, hicvedilmiştir.

5. Ömür boyunca dünyanın ahvalini denerim. Ömrün değeri ve dünyanın kazancı sadece bir sevgili imiş.

6. Sevgilinin yüzünün zevkiyle varımı yok ettim. Kalıcı olan mutluluk sevgilinin yüzünü mutluluğu imiş. Yok ile var arasında tezat, dîdâr ile dildâr arasında cinas vardır.

7. Fuzûli, dün senin yüzünü görünce hemen canını çıkarıp verdi. Canım var diye lâf edip dururdu (meğer) emanetçi imiş (yani cam ken­disinin değilmiş, ona emanetmiş).

Gazel XLI

Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'üâtün/Fâ'ilün


1. Nice yıllardur ser-i kûy-ı melâmet beklerüz 
    Leşker-i sultân-ı irfânuz vilâyet beklerüz

2. Sâkin-i hâk-i der-i mey-hâneyüz şâm ü seher 
    İrtifâ'-ı kadr içün bâb-ı sa'âdet beklerüz

3. Cîfe-i dünyâ degül kerkes kimi matlûbumuz 
    Bir bölük ankâlaruz Kâf-ı kana'at beklerüz

4. Hâb görmez çeşmümüz endîşe-i ağyardan 
    Pâsbânuz genc-i esrâr-ı mahabbet beklerüz

5. Sûret-i dîvâr idüpdür hayret-i ışkun bizi
    Gayr seyr-i bâğ ider biz künc-i mihnet beklerüz

6. Kârbân-ı râh-ı tecrîdüz hatar havfm çeküp 
    Gâh Mecnûn gâh men devr ile nevbet beklerüz

7. Sanmanuz kim giceler bî-hûdedür efgânumuz 
    Mülk-i ışk içre hisâr-ı istikâmet beklerüz

8. Yatdılar Ferhâd ü Mecnûn mest-i câm-ı ışk olup 
    Ey Fuzûli biz olar yatdukça sohbet beklerüz


Fuzuli

1. Nice yıllardır melâmet (halkın, ayıplaması) köyünü bekliyoruz-trfan (manevi bilgi) sultanının askeriyiz, vilâyeti bekliyoruz.

İrfan: Kalp yoluyla kazanılan ve insanı hakikate eriştiren ma­nevi bilgidir. Vilâyet kelimesinde tevriye yapılarak velilik anlamında da kullanılmış olup irfan, melâmet ve vilâyet kelimelerinde iham-ı te­nasüp vardır. Ayrıca köy (burada ülke), sultan, asker, vilâyet, bekle­mek (korumak anlamıyla) kelimeleri ile müracaat-ı nazir sanatı yapıl­mıştır.

2. Akşam sabah meyhane kapısının toprağında oturuyoruz. Değerimizi yüceltmek için mutluluk kapışım bekliyoruz.

Bu beyitte de tasavvuf vardır. Meyhane, tekke yerinde kullanıl­mıştır. İnsan tekkede çile çıkarmak, nefsanî arzulardan kurtulmak, ri­yazet ve ibadetle uğraşıp Tann'ya lâyık olmaya çalışmak suretiyle de­ğerini yüceltir. İrtifa-i kadr ve bâb-ı saadet arasında tenasüp vardır. 3. İsteğimiz akbaba gibi dünyanın leşi, pisliği değildir. Biz kanaat Kaf dağını bekleyen bir bölük ankalarız.

Anka, dünyayı çevreleyen Kaf dağında yaşıdığına inanılan efsanevi bir kuş. Akbaba gibi ölmüş hayvanların leşini yemeye tenezzül etmez bulduğu bir iki parça kemiği Kaf dağına götürüp yer, onunla kanaat edermiş. Anka edebiyatta kanaatkârlığın sembolüdür.

4. Yabancıların endişesinden gözümüz uyku görmez. Sevgi sır­larının hazinesini bekleyen bekçiyiz.

5. Senin aşkının hayreti bizi duvardaki resim gibi cansız yap­mıştır. Başkası bağı bahçeyi gezer, biz mihnet köşesini bekleriz.

6. Tecrid (dünya nimetlerinden ilgiyi kesme) yolunun kervanı­yız, tehlike korkusundan bazan Mecnun bazan ben sırayla nöbet bek­leriz.

7. Geceleri feryadımızı boşuna sanmayınız. Aşk ülkesinde doğ­ruluk binasını bekliyoruz. Gece sesin daha iyi duyulması dolayısıyle eskiden kale bekçileri yüksek sesle bağırarak haberleşirlermiş.

8. Ferhad ve Mecnun aşk kadehinden sarhoş olup yattılar. Ey Fuzûli! Onlar yattığı sürece aşk sohbetini biz bekleriz.

Gazel XL

Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilün


1. Âlem oldı şâd senden men esîr-i gam henüz 
    Âlem itdi terk-i gam mende gam-ı âlem henüz

2. Can bağışlardı lebün izhâr-ı güf târ eyleyüp 
    Urmadm îsî lebi cân-bahşlıkdan dem henüz

3. Secdegâh itmişdi ışk ehli kaşun mihrabını 
    Kılmadın hayl-i melâ'ik secde-i Âdem henüz

4. Cana derdün cisme peykânun revân itmişdi hükm 
    Cism ile cân irtibatı olmadm muhkem henüz

5. Eşk sarf eyler felekden kâm hâsıl kılmağa 
    Bu güher kadrini bilmez dîde-i pür-nem henüz

6. Perde-i çeşmüm makam itmişdi bir tersâ-beçe 
    Olmadın mehd-i Mesîhâ dâmen-i Meryem henüz

7. Ey Fuzûlî eyledi her derde derman ol tabîb 
    Bir menüm zahmumdur ancak bulmayan merhem henüz


Fuzuli

1. Sen bütün âlemi sevindirdin. Ben ise henüz senin gamının esiriyim. Herkes gamdan kurtuldu, bende hâlâ dünyanın gamı var.

2. İsa'nın dudağı henüz can bağışlayıcıliktan dem vurmadan se­nin dudağın konuşup can bağışlardı.

İsa'nın nefesi ile ölüleri diriltmesine telmih vardır. Dem vurmak deyimindeki dem kelimesi nefes anlamına da geldiğinden tevriyeli kul­lanılmıştır. Burada sevgili Tann'dır.

3. Melekler henüz Âdem'e secde etmeden aşıklar senin kaşının mihrabına secde etmişlerdi.

Tanrı ilk insan Âdem'i topraktan yarattığında bütün melekler Âdem'e secde etmiş, yalnız âteşten yaratılmış olan şeytan secde etme­miştir. Beyitte açıklardaki aşkın ezelî olduğu anlatılıyor.

4. Can ile beden henüz birbirine iyice bağlanmadan cana derdin, vücuda da oklarının temreni gelip hükmetti.

5. Yaşla dolu göz, (döktüğü) gözyaşı incisinin değerini henüz bilmez, onu felekten murat almak için harcar.

6. Meryem'in eteği henüz Mesiha'ya beşik olmadan bir Hıristiyan çocuğu gözümün perdesinde yer edinmişti.

Müslümanlıkta şarap haram olduğu için eskiden meyhaneler Hı­ristiyan (tersa) veya ateşe tapan (mecusî, muğ) kimseler işletirlerdi Meyhanede şarap dağıtan çocuğa tersa-beççe veya muğ-beççe denir. Tasavvufta ilâhî ilham demektir. Beyitte Meryem, İsa, tersa kelimeie riyle müraat-ı nazir sanatı yapılmıştır. Bu beyitte de Fuzûlî, aşkının ezeli olduğunu söylüyor.

7. Ey Fuzûlî! O doktor her derde derman buldu. Ancak bir be­nim yaram hâlâ merhem bulmadı.

Gazel XXXIX

Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilün


1. Halka ağzun sırrını her dem kılur izhâr söz
    Bu ne surdur kim olur her lahza yohdan var söz

2. Arturan söz kadrini sıdk ile kadrin arturur 
    Kim ne mikdâr olsa ehlin eyler ol mikdâr söz

3. Vir söze ihya ki dutdukça seni hâb-ı ecel 
    İde her sâ'at seni ol yuhudan bîdâr söz

4. Bir nigâr-ı anberîn-hatdur gönüller almağa 
    Gösterür her dem mikâb-ı gaybdan ruhsâr söz

5. Hâzin-i gencîne-i esrârdur her dem çeker 
    Rişte-i izhâra min min gevher-i esrar söz

6. Olmayan gavvâs-ı bahr-i ma'rifet arif degül 
    Kim sadef terkîb-i tendür lü'lü'-i şehvâr söz

7. Ger çoğ istersen Fuzûlî izzetim az it sözi 
    Kim çoğ ohnakdan kılupdur çoh azizi bâr söz


Fuzuli

1. Söz, senin ağzının sırrını halka her zaman açıklar. Bu nasıl bir sırdır ki, söz her an yoktan var olur.

Dem kelimesi, zaman ve nefes anlamlarında tevriyeli kullanılmış­tır. Çünkü söz söylenirken ağızdan nefes çıkar. Söz, ağız, dem (nefes) kelimeleriyle ihamı tenasüp yapılmıştır. Ayrıca ağız, sır, yok kelimeleri arasında müraat-ı nazir sanatı, var ile yok arasında da tezat vardır.

2. Sözün değerini doğrulukla (doğru söyleyerek) artıran kimse, kendi değerini artırır. Çünkü söz ne değerde ise söyleyeni de o değerde olur.

3. Söze canlılık ver ki, seni ecel uykusu tuttukça (ölü olduğun sürece) her saat seni o uykudan uyandırsın (yani öldükten sonra sözün seni yaşatsın).

4. Söz, gönüller almak için gayb peçesinin altından her an anber kokulu ayva tüyleriyle yüzünü gösteren bir güzeldir.

5. Söz sırlar hazinesinin bekçisidir. Her an binlerce kıymetli in­ciyi izhar (gösterme) ipliğine dizer.

6. Marifet denizin dalgıcı olmayan arif değildir. Çünkü bede­nin yapısı sadef, söz ise İçendeki değerli incidir.

Marifet ve irfan kalp yoluyla, duygu ve sezişle kazanılan bilgi olup insanı hakikate ulaştırır. Bu bilgiye sahip olan kişiye arif denir. Beyitte ma'rifet ve arif kelimeleriyle iştikak sanatı yapılmıştır.

7. Fuzûli eğer değerinin artmasını çok istiyorsan sözü az söyle. Çünkü söz çok söyleyediği için bir çok aziz kişiyi hor ve hakir yapmıştır.

Gazel XXXVIII

Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilün


1. Ham kad ile ağlaram ol turra-i tarrârsuz 
    Gerçi dirler çengden çıhmaz terennüm târsuz

2. Sîne-i çâkümden eksük itme tir-i gamzeni 
    Ey gül-i ra'nâ bilürsen kim gül olmaz hârsuz

3. Sahlamazdum nâvekün gözde belâsın çekmesem 
    Su virüp ol nahli beslerdüm mi olsa bârsuz

4. Yol azarsan zulmet-i hayretde ey dil vâkıf ol 
    Zinhar ol kûya varma âh-ı âteş-bârsuz

5. Girye-i zar ile hoş-hâlem ki bahr-i ışkda 
    Eşksüz göz bir sadefdür lü'Iü'-i şehvârsuz

6. Cana âzâr-ı hadengün hoş gelür ey kaşı yay 
    Bir sifâriş kıl ki bizden ütmesün âzârsuz

7. Zühdden geçmez Fuzûlî eylemez terk-i rîyâ 
    Pend çoh virdüm eşitmez ârsuzdur ârsuz


Fuzuli

1. Alnındaki o gönül aldatıcı saçlar yanımda olmayınca bükül­müş boyumla ağlarım. Gerçi çengden (çalgı) tel olmadan terennüm çık­maz derlerse de işte ben ağlayıp inliyorum.

Çeng, gövdesi eğri olup harp gibi dik tutularak çalman bir çalgı. Fuzûlî'nin bükülmüş boyu çengin gövdesi, sevgilinin saçı da telleridir. Leffü neşr sanatı yapılmıştır. Gözünden sicim gibi devamlı akan göz-yaşlarnın çengin tellerine benzetildiği de düşünülmelidir.

2. Parçalanmış göğsümden gamze (süzgün yan bakış) okunu eksik etme. Ey güzel gül bilirsin ki, dikensiz gül olmaz.

Parçalanmış göğüs güle, sevgilinin gamze oku da dikene benzetil­miştir. İkinci mısrada ata sözünün verilmesi irâd-ı meseldir.

3. Okunun belasını çekmesem onu gözde saklamazdım. O fidanı (bakış oku) meyve vermese su verip besler miydim?

Sevgilinin attığı oku gözden saklayarak gözyaşı suyu ile bir fidan gibi büyütür. Çünkü bu fidan şaire belâ meyvesi verdiği için memnun­dur.

4. Ey gönül! Gafil olma, hayret karanlığında yolunu şaşırırsın. Ateş saçan anın olmadan sakın o köye gitme, ateşli ahin yolunu aydın­latsın.

5. İnleyip ağlamaktan memnunum. Çünkü aşkta gözyaşı dökme­yen göz, içinde iri, kıymetli inci bulunmayan bir sadef gibidir.

6. Ey kaşı yay gibi olan sevgili! Okunun acısı cana hoş geliyor (hoşumuza gidiyor). Tenbüı et de bizi incitmeden geçip gitmesin. 

7. Fuzûlî sofuluktan vazgeçmez, iki yüzlülüğü bırakmaz Çok na­sihat verdim dinlemiyor arsızdır, arsız (utanması yok).

Gazel XXXVII

Mefâ'îlün/Mefâ'îlün/Mefâ'îiün/Mefâ'îlün


1. Mana bâd-ı sabâ ol serv-i gül-ruhdan haber virmez 
    Açılmaz gonce-i bahtum ümîdüm nahli ber virmez

2. Töküp göz yaşım sensüz helâkiim isterem amma
    Ecel peykine seyl-i eşk gird-âbı güzer virmez

3. Gözümde mesken it hâr-ı müjemden ihtiraz itme 
    Gül-İ handana her dem hara yâr olmak zarar virmez

4. Eğer cân almak istersen tenümden tîgüni kesme 
    Ki pejmürde nihale virmeyince su semer virmez

5. Kıyâs it şem'den vehm eyle çerhün inkılâbından 
    Kim ol baş almağa kasd itmeyince tâc-ı zer virmez

6. Belâ zımnında rahat olduğın izhâr ider halka 
    Felek bî-hûde hâr-ı huşgden gül-berg-i ter virmez

7. Fuzûli dehrden kâm almak olmaz olmadın giryân 
    Sadef su almayınca ebr-1 nisandan güher virmez


Fuzuli

1. Sabah rüzgârı bana o gül yanaklı serviden (sevgili) haber vermez. Bahtımın goncası açılmaz. Umudumun fidanı meyve vermez.

Saba, baharda sabahleyin gün doğusundan esen hafif ve tatlı rüz­gârdır. Beyitte olduğu gibi rüzgârla birlikte veya yalnızca sabah rüzgarı anlamıyla kullanılır.

2. Sensiz gözyaşını döküp yok olmayı istiyorum, ama gözyaşı se­linin burgacı ecel habercisine (Azrail) geçit vermez.

3. Gözümde otur, kirpiğimin dikenlinden çekinme. Dikenin her an gülen güle (açılmış güle) arkadaş olması güle zarar vermez.

4. Eğer can almak istersen kılıcını (sevgilinin bakışı) vücudun­dan eksik etme. Gelişmemiş cılız fidana su vermeyince meyve vermez.

Kıhç yapılırken çeliği sağlamlaştırmak için su verilmesi mazmu­nu dolayısıyle ikinci mısra örnek verilmiş ki, buna irâd-ı mesel denir. Tiğ (kılıç) kelimesi açık istiare yoluyla sevgilinin bakışı yerinde kulla­nılmıştır. Can almak ile semer (meyve), kılıç ile su arasında ilgi kuru­larak leff ü neşr sanatı yapılmıştır. Aynca kesme kelimesi tevriyeli olup can almak, kıhç, kesmek kelimeleriyle ihâm-ı tenasüp sanatı yapılmış­tır.

5. Kendini mumla kıyas et de feleğin değişmesinden kork. Çünkü felek baş almaya kastedmedikçe altın taç vermez.

Baş almak, öldürmek anlamında deyim olup mecazlı bir sözdür. Mumun başının alınması yukarıda açıklandığı üzere mumun ucundaki yanmış kısmın kesilmesi tacı zer ise mumun alevidir.

6. Felek boş yere kuru dikenden taze gül yaprağı çıkarmaz. Bu­nunla halka belânın sonucunun rahatlık olduğunu açıklar.

7. Fuzûli! Gözyaşı dökmeden dünyada murat alınmaz. Sadef ni­san bulutundan su almayınca inci vermez.

İnanışa göre istiridye nisanda deniz kıyısına çıkıp sadeften kabu­ğunu açtığında içine düşen nisan yağmuru damlasından inci hasıl olur­muş.

Gazel XXXVI

Mefâ'îlün/Mefâ'îlün/Mefâ'îlün/Mefâ'îlün


1. Figân kim bağrumun ol lâle-ruh kan olduğm bilmez 
    Ciğer pergâlesinde dâğ-ı pinhân olduğm bilmez

2. Habîbüm gönlünü cem' eylemez ruhsârı devrinde 
    Meğer zülfi kimi hâlüm perişan olduğm bilmez

3. Kılur taksir idüp bir lutf her dem gönlüm almakda 
    Vefa resmin sanur düşvâr âsân olduğm bilmez

4. Güzeller devlet-i vashn bulup mağrur olan âşık 
    Neşât-ı vaslda endûh-ı hicran olduğm bilmez

5. Dil-i sad-pâreden bî-dâdı kesmez gamze-i mestün 
    Ne gafil pâdişehdür mülki vîrân olduğm bilmez

6. Sanur zâhid özin hâli hayâlinden galatdur bu
    Bu hayran olduğındandur ki hayran olduğm bilmez

7. Fuzûlî hasteye düşmen söziyle dost cevr eyler
    Zihî sâde mu'ânz kavli bühtan olduğm bilmez


Fuzuli

1. Feryat ve figan ki, o lâle yanaklı bağrımın kan olduğunu bil­mez. Gözlerimden parça parça dökülen ciğer parçasında gizli yara bu­lunduğunu bilmez.

2. Sevgilim yanağının devrinde gönlümü memnun etmez. Meğer halimin saçı gibi perişan olduğunu bilmiyor.

Devr kelimesinde tevriye vardır. Sevgilinin yanağının güzelliği zamanında anlamı ile birlikte onun yüzünün yuvarlaklığı da kastedilmiş­tir. Habib ve devr kelimeleriyle Hazret-i Mühammed'e telmih yapıl­mıştır. Her peygamberin zamanın bir seyyare devrinde geldiği kabul edilir. Hz. Muhammed'in devri ay devri (devr-i kamer) olup son devir­dir. Kıyamete kadar sürecektir. Gönlün cem olması yani gönlün top­lanması, gönlün rahatlaması demektir. Çünkü aşığın gönlü parça par­çadır. Buna perişani-i hatır, yani gönlün dağınıklığı denir. Beyitte cem ile perişan arasında tezat vardır. Ruhsar (yanak, yüz) in aya benzemesi dolayısıyle de istiare yapılmıştır.

3. Lutf edip gönlümü almakta her an kusur eyler. Vefa adeti­nin zor olduğunu sanır, kolay olduğunu bilmez.

Padişah, mülk, zulm, viran kelimeleri bir araya getirilerek müra-at-ı nazir sanatı yapılmıştır.

4. Güzellerin kavuşma mutluluğuna erişip mağrur olan âşık, ka­vuşma zevkinde ayrılık kederi bulunduğunu bilmez.

5. Sarhoş yan bakısın yüz parça olmuş gönlümden zulmü kes­mez Ne gafil padişahtır, mülkünün viran olduğunu bilmez.

6. Sofu kendisinde sevgilinin hayaJi bulunmadığını sanır. Ken­disi hayran olduğu için hayran olduğunu bilmez.

Sofi Tanrı'ya hayrandır. Kendisinde sevgilinin hayalinin bulunma­dığını zannederek hata eyler. Oysa sevgili. Tanrı güzelliğinin bir aksi­dir. Tıpkı esrarkeşlerin sarhoşluğu (hayran) gibi hayal âleminde hay­ran olup kendi hayranlığını bilmez.

7. Dost, hasta Fuzûlî'ye düşmanın sözüyle cefa eyliyor. (Dost) ne-kadar saf, düşman sözünün bühtan olduğunu bilmiyor.