Şiir, Sadece: 2011-12-04

10 Aralık 2011 Cumartesi

Gecenin Ortasında

Gördüğüm düşü anlatmak için uyandırdım onu:
masa yok, hiçbir şey destek olmuyor onlara -
ak bungalovlar, karanlıktan kopmuş.
Işıma yok, koku yok ya da arılık yok,
yalnızca ak dallar, bol ak akış.
Karanlık odada, bir canlanış: alışılmamış devinimin
görünüşü.
Yol bir koku anımsatıyor sana, ne dediklerini
duyumsuyorum -
"Bir yeniden diriliş hazırlığı örülmekte, çanları çalacak
neşenin kökleri."
Acı veren hoşnutluk.
Uyuyamadığımı gördü ve "Kadınlar
çok karmaşık, erkeklerse çok basit.
Ben basitim. Sen de öyle olmalıydın." dedi bana.
İsterim basit olmayı, haklı şimdi -
basit, basit, yinelemeye başladım içimden - basit, diye.
Birden bu sözcük dikildi karşıma. Çarptı geçti üzerimden.
"Nedir yanlış olan?" diye sordu bu kez.
- Bungalovlar -
Hiç o kadar uzaklara gitmedik ki biz,
Aklım başıma geldi bu soruyla, hıçkıra hıçkıra,
yeterince basit oluncaya dek yumuldum uyumaya.
 


Adélia PRADO 

Çeviri: Tuğrul Asi BALKAR

Dörtlükler XII

Dostum, gel yarına kanmayalım biz; 
Günümüzü gün edelim ikimiz. 
Yarın çekip gettik mi şu konaktan 
Yedi bin yıl önce gidenlerleyiz. 

 
Ömrümüzden bir gün daha geldi geçti; 
Derede akan su, ovada esen yel gibi. 
İki gün var ki dünyada, bence ha var ha yok: 
Daha gelmemiş gün bir, geçmiş gün iki. 

 
Tanrı, her an sevdiğinin kapısında ol; 
Bu dünyadan o dünyadan bana ne! 
Gönlüm ter gibi çıkıp bedenimden 
Karıştı varlığın denizlerine. 

 
Gönül, her an sevdiğinin kapısında ol; 
Her istediğini onda ara, onda bul. 
Aşk tavlasında hileye kaçma kalleşçe: 
Koy canını ortaya, soyulursan soyul. 

 
Sarhoş oldum mu aklım azalır; 
Ayıldım mı sevincim dağılır. 
Ne sarhoş, ne ayık bir hal var ya? 
En güzeli öyle yaşamaktır. 

 
Sevgili, sırlarına eren gönül nerde? 
Sözlerinin tekini duyan kulak nerde? 
Gece gündüz serilirsin de karşımıza: 
Yüzünü bir kez gören mutlu göz nerde? 

 
Dert içinde  sevinci bul da yaşa; 
Haksız düzende haklı ol da yaşa; 
Sonu nasıl olsa yokluk dünyanın, 
Varından yoğundan kurtul da yaşa. 

 
Açılmaz kapıları açmanız mı gerek? 
Dünyada insanca yaşamanız mı gerek? 
Bırak öyleyse iki dünyayı birden: 
Ey ölü canlılar, canlar uyanık gerek! 

 
Dün özledim de seni coştum birden bire; 
Çıktım senin yerin dedikleri göklere. 
Bir ses yükseldi ta yukarıda, yıldızlardan: 
Gafil, dedi; bizde sandığın Tanrı sende! 


Ömer HAYYAM

Dörtlükler XI

Felek, delik deşik ediyorsun yüreğimi; 
Yırtıyorsun ikide bir sevinç gömleğimi, 
Esen yelleri ateş ediyorsun bana; 
Çamura çeviriyorsun içeceğimi. 

 
Haram, acı, kötü derler canım şaraba: 
Oysa ne hoş şey, hele bir güzel sunarsa; 
İçin bakın; hem doğrusunu isterseniz, 
Haram dedikleri her şey hoş galiba! 

 
Dedim ben artık kızıl şarabı içmem; 
Üzümün kanıymış bu, ben kan dökmek istemem. 
Gün görmüş aklım şaşırdı: Sahi mi? dedi; 
Yok canım, şaka, ben nasıl içmem! 

 
Sen bu dünyanın sırlarına eremezsin; 
Erenlerin dilini de söktüremezsin; 
İyisi mi iç şarabı, cennet et bu dünyayı: 
Öbür cennete ya girer, ya giremezsin. 

 
Bulut geldi; lalede bir renk bir renk! 
Şimdi kızıl şarap içmemiz gerek. 
Şu seyrettiğin serin yeşillikler 
Yarın senin toprağında bitecek. 

 
İki batman şarap, bir buğday ekmeği; 
Bir koyun budu, bir de ay yüzlü sevgili; 
Daha ne istenir bilmem şu dünyada: 
Padişah daha iyisini bulabilir mi? 


Dünyaları değişmem kızıl şaraba; 
Ay da ondan sönük; çoban yıldızı da. 
Şarap satanların aklına şaşarım: 
Ondan iyi ne var alınacak dünyada? 


İnsan son nefese hazır gerekmiş: 
Nasıl ölürse öyle dirilecekmiş. 
Biz her an şarap ve sevgiliyleyiz: 
Böylece dirilirsek işimiz iş. 

 
Biz de çocuktuk, bir şeyler öğrendik; 
Bildiklerimizle övündük, eğlendik. 
Şu oldu, bu oldu da ne oldu sonra? 
Bir bulut gibi geldik, yel gibi geçtik. 

 
Hayyam bilgelik çadırları dokudu; 
Sonra dert potasında yandı kül oldu. 
Bir pula satıldı kader çarşısında, 
Ölüm celladı geldi, boynunu vurdu. 


Ömer HAYYAM

9 Aralık 2011 Cuma

Eidolons

       I met a seer,
  Passing the hues and objects of the world,
  The fields of art and learning, pleasure, sense,
       To glean eidolons.

       Put in thy chants said he,
  No more the puzzling hour nor day, nor segments, parts, put in,
  Put first before the rest as light for all and entrance-song of all,
       That of eidolons.

       Ever the dim beginning,
  Ever the growth, the rounding of the circle,
  Ever the summit and the merge at last, (to surely start again,)
       Eidolons! eidolons!

       Ever the mutable,
  Ever materials, changing, crumbling, re-cohering,
  Ever the ateliers, the factories divine,
       Issuing eidolons.

       Lo, I or you,
  Or woman, man, or state, known or unknown,
  We seeming solid wealth, strength, beauty build,
       But really build eidolons.

       The ostent evanescent,
  The substance of an artist's mood or savan's studies long,
  Or warrior's, martyr's, hero's toils,
       To fashion his eidolon.

       Of every human life,
  (The units gather'd, posted, not a thought, emotion, deed, left out,)
  The whole or large or small summ'd, added up,
       In its eidolon.

       The old, old urge,
  Based on the ancient pinnacles, lo, newer, higher pinnacles,
  From science and the modern still impell'd,
       The old, old urge, eidolons.

       The present now and here,
  America's busy, teeming, intricate whirl,
  Of aggregate and segregate for only thence releasing,
       To-day's eidolons.

       These with the past,
  Of vanish'd lands, of all the reigns of kings across the sea,
  Old conquerors, old campaigns, old sailors' voyages,
       Joining eidolons.

       Densities, growth, facades,
  Strata of mountains, soils, rocks, giant trees,
  Far-born, far-dying, living long, to leave,
       Eidolons everlasting.

       Exalte, rapt, ecstatic,
  The visible but their womb of birth,
  Of orbic tendencies to shape and shape and shape,
       The mighty earth-eidolon.

       All space, all time,
  (The stars, the terrible perturbations of the suns,
  Swelling, collapsing, ending, serving their longer, shorter use,)
       Fill'd with eidolons only.

       The noiseless myriads,
  The infinite oceans where the rivers empty,
  The separate countless free identities, like eyesight,
       The true realities, eidolons.

       Not this the world,
  Nor these the universes, they the universes,
  Purport and end, ever the permanent life of life,
       Eidolons, eidolons.

       Beyond thy lectures learn'd professor,
  Beyond thy telescope or spectroscope observer keen, beyond all mathematics,
  Beyond the doctor's surgery, anatomy, beyond the chemist with his chemistry,
       The entities of entities, eidolons.

       Unfix'd yet fix'd,
  Ever shall be, ever have been and are,
  Sweeping the present to the infinite future,
       Eidolons, eidolons, eidolons.

       The prophet and the bard,
  Shall yet maintain themselves, in higher stages yet,
  Shall mediate to the Modern, to Democracy, interpret yet to them,
       God and eidolons.

       And thee my soul,
  Joys, ceaseless exercises, exaltations,
  Thy yearning amply fed at last, prepared to meet,
       Thy mates, eidolons.

       Thy body permanent,
  The body lurking there within thy body,
  The only purport of the form thou art, the real I myself,
       An image, an eidolon.

       Thy very songs not in thy songs,
  No special strains to sing, none for itself,
  But from the whole resulting, rising at last and floating,
       A round full-orb'd eidolon. 
 
 
Walt Whitman 

Benediction

Lorsque, par un décret des puissances suprêmes,
Le Poète apparaît en ce monde ennuyé,
Sa mère épouvantée et pleine de blasphèmes
Crispe ses poings vers Dieu, qui la prend en pitié:

« Ah! que n'ai-je mis bas tout un noeud de vipères,
Plutôt que de nourrir cette dérision!
Maudite soit la nuit aux plaisirs éphémères
Où mon ventre a conçu mon expiation!

« Puisque tu m'as choisie entre toutes les femmes
Pour être le dégoût de mon triste mari,
Et que je ne puis pas rejeter dans les flammes,
Comme un billet d'amour, ce monstre rabougri,

« Je ferai rejaillir la haine qui m'accable
Sur l'instrument maudit de tes méchancetés,
Et je tordrai si bien cet arbre misérable,
Qu'il ne pourra poussa ses boutons empestés! »

Elle ravale ainsi l'écume de sa haine,
Et, ne comprenant pas les desseins éternels,
Elle-même prépare au fond de la Géhenne
Les bûchers consacrés aux crimes maternels.

Pourtant, sous la tutelle invisible d'un Ange,
L'Enfant déshérité s'enivre de soleil,
Et dans tout ce qu'il boit et dans tout ce qu'il mange
Retrouve l'ambroisie et le nectar vermeil.

Il joue avec le vent, cause avec le nuage
Et s'enivre en chantant du chemin de la croix;
Et l'Esprit qui le suit dans son pèlerinage
Pleure de le voir gai comme un oiseau des bois.

Tous ceux qu'il veut aimer l'observent avec crainte,
Ou bien, s'enhardissant de sa tranquillité,
Cherchent à qui saura lui tirer une plainte,
Et font sur lui l'essai de leur férocité.

Dans le pain et le vin destinés à sa bouche
Ils mêlent de la cendre avec d'impurs crachats;
Avec hypocrisie ils jettent ce qu'il touche,
Et s'accusent d'avoir mis leurs pieds dans ses pas.

Sa femme va criant sur les places publiques:
« Puisqu'il me trouve assez belle pour m'adorer,
Je ferai le métier des idoles antiques,
Et comme elles je veux me faire redorer;

« Et je me soûlerai de nard, d'encens, de myrrhe,
De génuflexions, de viandes et de vins,
Pour savoir si je puis dans un coeur qui m'admire
Usurper en riant les hommages divins!

« Et, quand je m'ennuîrai de ces farces impies,
Je poserai sur lui ma frêle et forte main;
Et mes ongles, pareils aux ongles des harpies,
Sauront jusqu'à son coeur se frayer un chemin.

« Comme un tout jeune oiseau qui tremble et qui palpite,
J'arracherai ce coeur tout rouge de son sein,
Et, pour rassasier ma bête favorite,
Je le lui jetterai par terre avec dédain! »

Vers le Ciel, où son oeil voit un trône splendide,
Le Poète serein lève ses bras pieux,
Et les vastes éclairs de son esprit lucide
Lui dérobent l'aspect des peuples furieux:

« Soyez béni, mon Dieu, qui donnez la souffrance
Comme un divin remède à nos impuretés,
Et comme la meilleure et la plus pure essence
Qui prépare les forts aux saintes voluptés!

« Je sais que vous gardez une place au Poète
Dans les rangs bienheureux des saintes Légions,
Et que vous l'invitez à l'éternelle fête
Des Trônes, des Vertus, des Dominations.

« Je sais que la douleur est la noblesse unique
Où ne mordront jamais la terre et les enfers,
Et qu'il faut pour tresser ma couronne mystique
Imposer tous les temps et tous les univers.

« Mais les bijoux perdus de l'antique Palmyre,
Les métaux inconnus, les perles de la mer,
Par votre main montés, ne pourraient pas suffire
A ce beau diadème éblouissant et clair;

« Car il ne sera fait que de pure lumière,
Puisée au foyer saint des rayons primitifs,
Et dont les yeux mortels, dans leur splendeur entière,
Ne sont que des miroirs obscurcis et plaintifs! »
 
 
Charles Baudelaire

Dörtlükler X

Bilgisizliğimi sundum durdum aleme; 
Bir yoksulluk karanlığı çöktü gönlüme; 
Utandım günahımdam, müslümanlığımdan: 
Bundan böyle zünnar takacağım belime. 

  
Bir su, bir damla suymuşuz, bele düşmüşüz; 
Şehvet ateşiyle dışarı savrulmuşuz; 
Yarın yel savuracak toprağımızı: 
İçelim, hoş geçsin üç nefeslik ömrümüz. 

 
Bahtımın kökü yeşerip dal budak da verse 
Eğretidir bu ömür diye giydiğin elbise; 
Mıhlar gevşek bir gölgeliktir beden çadır, 
Pek dayanma sakın ne kadar sağlam da görünse. 

 
Ben de geçtim gittim bu zulüm yurdundan, 
Elimde yelden başka bir şey kalmadan; 
Ama var mı, ölümüme sevinip de 
Ecelin şaşmaz tuzağından kurtulan? 

 
Orucumu yiyorsam ramazanda 
Mübarek aydan habersizim sanma: 
Çileden gece oluyor da gündüzüm 
Sahura kalıkıyorum gün ortasında. 

 
Yılan gibi taşa girsen de, Saki, 
Sızar ecelin suyu bulur seni; 
Bu dünya toprak, Saki, türkü söyle; 
Bu soluk bir yel, şarap ver, Saki. 

 
Gönül Bijen' i kuyu gibi gam zindanında; 
Akıl Sührab'ı ölmüş derdinin sayvanında; 
Dünya Siyavuş'unun öcünü almak için 
Gam, Rüstem'in Turan gibi gönlünü talanda. 

 
Ey yanağı ağustos gülünü bastıran; 
Ey yüzü Çin güzellerini kıskandıran; 
Bakışı Babilşahını büyüde yenip 
Elinde at, fil, ruh, ferz, baydak bırakmayan. 

 
Elimde olsa dünyayı küçümserdim; 
İyisine de kötüsüne de yuf çekerdim; 
Daha doğrusu bu aşağılık yere 
Ne gelirdim, ne yaşardım, ne ölürdüm. 

 
Şarap iç, bire birdir derde tasaya; 
Ne bu dünya kalır, ne öteki dünya. 
Ne serin ateştir o, ne can dolu su: 
Çabuk ol, bulup içemezsin mezarda.


Ömer HAYYAM

Dörtlükler IX

Ramazan ayı bu yıl da geldi yine; 
Vurdu bukağıyı aklın bileğine; 
Tanrım bu halka bir gaflet ver de bari 
Ramazanı Şevval sansınlar bu sene. 

 
Ey doğru yolun yolcusu, çaresiz kalma; 
Çıkma kendinden dışarı, serseri olma; 
Kendi içine sefer et erenler gibi: 
Sen görenlerdensin, dünya  seyrine dalma. 

 
Duru sudan daha temizdir benim sevgim; 
Sevgiyle bu oynayış da hakkımdır benim; 
Halden hale girer başkalarında sevgi: 
Neyse hep odur benim sevgim ve sevgilim. 

 
Dünya padişahın, kayserin, hakanın olsun; 
Cehennem kötünün, cennet iyinin olsun; 
Tesbih meleklerin olsun, temizlik Rızvan' ın: 
Sevgili bizim olsun, canı canımız olsun. 

 
Ey güzel, sen ki bana derdi derman edensin; 
Şimdi: Çekil önümden, diye ferman edersin; 
Senin yüzün canımın kıblesi olmuş bir kez; 
Ne yapsın, kıble mi değiştirsin bu can dersin? 

 
Şarap iç adın silinip gitmeden dünyadan; 
Şarap kasveti, karanlığı giderir candan; 
Güzellerin saçını çözüp dağıtmaya bak 
Neylesin, netsin bu can, kıble mi değiştirsin? 

 
Bizim şarap içmemiz ne keyfimizden, 
Ne dine, edebe aykırı gitmemizden; 
Bir an geçmek istiyoruz kendimizden: 
İçip içip sarhoş olmamız bu yüzden. 

 
Biliyorum varlığın, yokluğun dış yüzünü; 
Yükselmenin de alçalmanın da içyüzünü; 
Ne çıkar öte yanını da bilsem feleğin: 
Bezmişim bilgiden, atmışım her türlüsünü 

 
Baharlar yazlar gider, kara kış gelir; 
Varlığın yaprakları dürülür bir bir; 
Şarap iç, gam yeme; bak ne demiş bilge: 
Dünya dertleri zehir, şarap panzehir. 

 
Gülün yüzünde çiy tanesi nevruzun ne hoş; 
Yeşillikte canı aydınlatan yüzün ne hoş; 
Geçmiş gitmiş gün üstüne ne söylesen boş: 
Bırak dünü, hoş et gönlünü, bak bugün ne hoş. 


Ömer HAYYAM

Dörtlükler VIII

Nerde yüreği tertemiz uyanık insan? 
Nerde güzel düşünceler ardında koşan? 
Herkes kendi kafasının kulu kölesi: 
Hangi Tanrının kulu, nerde o kahraman? 

 
Kim için bu yerler gökler? Bizim için. 
Biz görüş cevheriyiz akıl gözünün 
Evren bir yüzük gibiyse çepeçevre 
İnsan, taşında bir nakış o yüzüğün. 

 
Yüce varlık bize bir beden verince 
Sevmesini öğretti her şeyden önce 
Sonra şu delik deşik yüreğimize 
Mana incileri sakladı binlerce. 

 
Niceleri geldi, neler istediler; 
Sonunda dünyayı bırakıp gittiler; 
Sen hiç gitmeyecek gibisin, değil mi? 
O gidenler de hep senin gibiydiler. 

 
Vakit geldi, dünya yeşiller giyecek; 
Ağaçlara Musa'nın eli değecek, 
Kuru tohumlara İsa'nın nefesi; 
Gözler açıp buluta çevrilecek. 

 
Gerçek eren içinde kir tutmayandır; 
Varlığını korkusuzca hiçe sayandır; 
Bu topraklar üstünde en temiz kişi 
Sağlığında toprak kesilmiş olandır. 

 
Ey can, sana aklı niçin vermiş veren? 
Kendini bil, yolunu bul yitip gitmeden. 
Baykuş gibi ne gezersin viranelikte, 
Yerin akdoğan gibi sultanın emrindeyken? 

 
Onlar ki kurtulamaz ikiyüzlülükten 
Canı ayırmaya kalkarlar bedenden; 
Horoz gibi tepemde testere olsa 
Aklımın kafasını keser atarım ben. 

 
Bir yanarım Tanrı özlemiyle Musa gibi; 
Bir ölürüm murada ermeden Yahya gibi; 
Yarı gökte kalırım hep bir iğne yüzünden 
Hep bir başka derdin terzisiyim İsa gibi. 

 
Dert çekme boşuna, hep gül de yaşa; 
Zulüm yolunda hakkı bul da yaşa; 
Sonu yokluk madem bu dünyamızın 
Yok bil kendini, özgür ol da yaşa. 


Ömer HAYYAM

Dörtlükler VII

Ben kadehten çekmem artık elimi; 
Tutmam senin senin kitabını, minberini. 
Sen kuru bir sofrasın, ben yaş bir sapık: 
Cehennemde sen mi iyi yanarsın, ben mi? 

  
Eşi dostu verdik birer birer toprağa; 
Kiminden bir taş bile kalmadı ortada. 
Sen, yorgun katır, hala bu kalleş çöldesin: 
Sırtında bunca yük, yürü bakalım hala. 

 
Gözüm, kör değilsen, bunca mezarı gör; 
Dünyayı saran yalan dolanları gör; 
Kırallar, padişahlar çürüyüp gitmiş: 
Ela gözlerine kurt dolanları gör! 

 
Felek doğruyu eğriyi tartaydı, 
Her işine güzel demek kolaydı. 
Böyle özü doğruluk olaydı? 

 
Duman değil mi dünya mutfağında payın? 
Öyleyse ha olmuşsun ha olmamışsın. 
Senin zorunsa sermayeden yememek: 
Bekle, bekle de başkası yesin yarın. 

 
Bayram geldi; işimiz iştir bu aralık; 
Horoz kanı gibi şarap bollaşır artık. 
Gel gelelim eşekler de boş gezer şimdi: 
Oruç gemi ağızlarından çıkar, yazık! 


Hep  arar dururdum, dünyaya geleli, 
Alın yazısı, cenneti, cehennemi. 
Hocam kesti attı, sağlam bilgisiyle: 
Alın yazısı, cennet cehennem sende, dedi. 

 
Yarım somunun var mı? Bir ufak da evin? 
Kimselerin kulu kölesi değil misin? 
Kimsenin sırtından geçindiğin de yok ya? 
Keyfine bak: en hoş dünyası olan sensin. 

 
Bahar geldi; başka şey istemem kafamda; 
Hele akla hiç yer vermem bahar soframda; 
Şarap, seninleyim bu mevsim, koru beni: 
Söğüt ağacı, sen de ser gölgeni altıma. 

 
Tanrı, cennette şarap içeceksin, der; 
Aynı tanrı nasıl şarabı haram eder? 
Hamza bir Arab' ın devesini öldürmüş: 
Şarabı yalnız ona haram etmiş peygamber. 


Ömer HAYYAM