Şiir, Sadece: 2011-12-11

14 Aralık 2011 Çarşamba

Yelin Kazdığı Yerde

I
Denir ki bir tanrı aramıştır
Kapalı sular üstünde
Yırtıcı kuşun istemesi gibi
Uzak avını

Ve yinelenen bir bağırışla,
Ki boğuk, ıssız,
Yaratmıştır parlayan zamanı
Orda dalga kazınır.

Gece örter gündüzü
Çekilir sonra,
Köpüğü yayılır
Buranın taşları üstünde.

Nedir Tanrı,
Bir tek zamansa yapıtı,
Yok olmak mı istedi
Doğamadığı için?

Boşunaydı savaşı
Yokluğa karşı.
Attığı ağı.
O tuttu kılıcı.

II
Ama kalır şimşek
Dünyanın üstünde
Bir ırmak geçitindeymiş gibi, arayarak
Taştan taşa.

Acaba güzellik
Yalnızca bir düş müydü,
Gözleri kapalı yüzü mü
Işığın?

Hayır, çünkü yansıması var
Bizde, ve yalazdır
Ölü odunun suyunda
Yıkanan çıplak.

Coşturduğu gövdedir
Bir aynanın
Yanan bir ateş gibi, ansızın,
Taşlar çemberinde.

Ve anlamlıdır sevinç sözcüğü
Ölüme karşın
Kazdığı yerde yelin
Bu parlak korları.

III
Yeterliği günlerin
Ki giderler şafağa
Göz kamaşmalarıyla
Gece göğünde.

Kılıç, ağ
Artık yalnızca bir
Eldir, usulca sarılan
Kısa enseye.

Ruh, aydınlanmış,
Bir yüzücü gibidir
Atlayan, ansızın,
Işığın altına.

Ve gözleri kapalıdır,
Bedeni çıplak,
Ağzı tuzu ister,
Sözü değil.
 
 
Yves Bonnefoy 

Tüze

Ama sen, ama sen, çöl! İndir daha bir
Karanlık örtülerini o senin.
İşle şu yüreğe, ki durmasın
Bir masalsı neden gibi sessizliğini.

Gel. Kopar bir düşünce, kalır burada.
Yolu yok artık burada güzel bir ülkenin.
İlerle kıyısında şu buz kesmiş tanın,
Pay olarak aldığın düşman bir güneşten.

Ve şakı. Ağladığın iki kez ağlamaktır senin.
Şakımağa kalkınca büyük yadsımayla bir.
Gülümse, ve şakı. Sensin ona gereken,
Karanlık ışık, suları üzre onun eskiden olduğunun. 
 
 
Yves Bonnefoy 

Ölümlü Yüz

Eğiliyor gün geçmişin ırmağına
Yeniden ele geçirmeye çalışıyor
Erken yitmiş silahları
Mücevherlerini o derin çocuksu ölümün

Göze alamıyor öğrenmeyi
Gerçekten gün müdür
Ve sevebilir mi bu tan sözünü
Onun için günün duvarlarını delen

Bir meşale taşındı külrengi günde
Ateş parçalıyor günü.
Bir saydamlığı var ki alevin
Acı acı yadsıyor günü
 
 
Yves Bonnefoy 

Işık, Değişmiş

Görmüyoruz artık birbirimizi aynı ışıkta,
Artık gözlerimiz aynı değil, aynı değil ellerimiz.
Ağaç daha yakın ve kaynakların sesi daha canlı,
Adımlarımız daha derin, ölüler arasında.

Olmayan tanrı, koy elini omzumuza,
Geri dönüşünün ağırlığıyla tasarla bedenlerimizi,
Bu günleri ve gölgeleri, bu kuş çığlıklarını, bu koruları,
Bu yıldızları ruhlarımıza katmayı bırak.

Bir meyve yarılırcasına vazgeç kendinden bizde,
Erit bizi kendinde. Göster bize
Aşksız sözcükler arasında ateş saçmadan düşmüş, ve sadece
Ama sadece yalın olanın esrarlı anlamını. 
 
 
Yves Bonnefoy 

Gerçek Ad

Sen olan bu şatoya çöl diyeceğim, 
Bu sese gece,yüzüne yokluk, 
Ve sen bu kısır yeryüzüne düştüğünde 
Hiçlik diyeceğim seni taşıyan şimşeğe. 

Sevdiğin bir ülkedir ölmek. Geliyorum, 
Ama hep karanlık yolların boyunca. 
Yok ediyorum biçimini, istediğini ve belleğini, 
Acıma bilmeyen düşmanınım ben senin. 

Savaş diyeceğim sana ve savaşın 
Gözüpekliğiyle davranacağım 
Ve ellerime alacağım karanlık, delik deşik yüzünü, 
Kalbime, fırtınanın aydınlattığı bu ülkeyi. 

Bu koyu ışığın görünebilmesi için 
Geceyle sarsılan dövülmüş bir toprak gerek. 
Karanlık bir korudan gelir alevlerin coşkusu. 
Sözlere bile bir öz gerek, 
Bütün türkülerden öte bir kıyı. 

Yaşayabilmen için ölümü aşmak gerek, 
Akıtılmış kandır en arı varlık.


Yves Bonnefoy

Douve Konuşuyor

1
Ara sıra, derdin, tan sökerken
Dolaşıp o kararmış yollarda,
Taşın uyumuşluğunu paylaşırdım.
Kördüm onun gibi tıpkı.
İşte çıktı o yel, gülünç oyunlarımı
Ölüm perdesinde belirten pırıl pırıl.

Özlediğim yazdı,
Gözyaşımı kurutacak kızgın bir yaz,
İşte çıktı o soğuk, üyelerimde büyüyen,
Ve ben uyandım ve acı çektim.

2
Sen ey kaçınılmaz sürem,
Ey toprak, o en çıplak, bıçak gibi!
Özlediğim yazdı,
Kıran kim şu kılıcı eski kandaki?

Mutluydum gerçek,
Ölesiye hem.
Gözler yitmiş, ellerim açılmakta pisliğine
Bir bengi yağmurun.

Bağırırdım, karşı dururdum yele…
Tiksinmek niye, ağlamak niye, sağdım,
Engin yaz, güven verirdi bana gün.

3
Sönüp bitsin söz
Şu yüzünden varlığın, açık durduğumuz,
Yalnız Sonlu yelinin
Geçtiği bu çorakta.

Dinlesin o eskiden yanan
Asma örneği,
Yuvarlansın tepeden o şarkıcı, ta uçta
Işıtarak
Dile sığmaz özdeği, uçsuz bucaksız.

Sönüp gitsin söz
Şu basık odada, senin bana erdiğin,
Daralsın ocağı çığlığın, kapansın
Korlaşan sözlerimiz üzere.

Doğsun ölümümle soğuk, anlam kazansın.

Sor ıssına gecenin nemenem gecedir bu,
Sor: İstediği ne, sen ey parçalanmış ıs?
Gecende batmışım ben, gecende ararım seni,
Yaşarım sorularınla, kanında konuşurum,
Gecenin ıssıyım senin, beklerim sende gece gibi.
 
 
Yves Bonnefoy 
Çeviri: Tahsin SARAÇ

Bir Ses

İhtiyarlıyorduk, o bir dolu yaprak bense pınar, 
O az güneş bense derinlik, 
O ölüm bense yaşama bilgeliği. 

İstiyordum ki zaman alaycı olmayan gülüşüyle 
Fauna yüzünü göstere karanlıkta, 
Karanlığı taşıyan rüzgâr ese 

Ve kuytu pınarda sarmaşığın içtiği 
Derin suyu bulandırmak ola ölüm. 
Seviyordum, ayaktaydım ölümsüz düşte. 


Yves BONNEFOY
Çeviri: Oktay RİFAT

Yeniyıl Armağanı

Yarı gecede ışığını söndürme sakın
Hiç değilse perdeye düşen gölgeni izleyeyim özlemle
Ve yaz güneşlerinden kopardığım ışıl ışıl hediyeni
  Bırakıp eşiğine uzaklaşayım

Yarı gecede düşlerimin ışığını söndürme sakın


ZAHRAD
Çeviri: Ohannes ŞAŞKAL

Velet

Mahallenin velediyim
- zillerinizi çalarım
ve siz açıncaya dek kapıyı
pırr.. ben kirişi kırarım -
bakarsınız - kimse yok

Mahallenin velediyim - bilirim
öyle tak eder ki canınıza
öyle fitili almış - basarsınız ki kalayı
bir pirelenmeyegörün benden
hiç dinlemez - bozarsınız façamı

Mahallenin velediyim - yine de
çaldığımda kapınızı
görürüm ki - iyiye yorarsınız hep -
          umutlarla coşkularla hummalı
          kim bu diye
          bir hoş
          koşarsınız kapıya

o umut
     ve o düş anı
olası mutluluk anı o kısacık
ki bir an olsun renge boğar
     ışıtır
     tekdüze yaşantınızı
- mahallenin velediyim - bana borçlusunuz
     siz o hazzı


ZAHRAD
Çeviri: Ohannes ŞAŞKAL

Test

1. Eski ekâbirden kaç kişi kaldık

     a) iki kişi kaldık
     b) dört kişi kaldık
     c) sade yüz kişi kaldık
     d) ya da kalmadı kimse

2.Sahilinden geçecek olursanız Kumkapı'nın

     a) leziz bir balık yemeyi düşlersiniz
     b) deniz üstünde yürüyüp gitmek istersiniz Adalar'a
     c) yaşam ne çabuk geçti diye düşünürsünüz
     d) hatırlarsınız beş lira borcunuz olduğunu Agop'a

3.Ününüz semtten semte yayıldığında

     a) kaldırımdan gitmek varken
         sokağın tam ortasından yürürsünüz
     b) bir saat geç uyanırsınız sabahları
     c) bilirsiniz neresidir dünyanın merkezi
     d) bilmezsiniz neresidir dünyanın merkezi

                          İşte böyle
     Ününüz semtten semte yayıldığında
     Sahilinden geçecek olsanız Kumkapı'nın
                          Düşünün
     Eski ekâbirden kaç kişi kaldık


ZAHRAD
Çeviri: Ohannes ŞAŞKAL

Sözcükler Sözcükler

Sözcükler sözcükler - benim askerlerim sizsiniz - 
Ben sizi bir bir bağrıma basarım ve tümen tümen
Ellerimle dizerim - 
Ve her şeyin yoluna girdiğini gördüğümde
- Nasıl hiçbir ordu - hiçbir asker yanlış adım yürümez - 
Sizi savaş alanına sürerim -

Benim çatalyürek askerlerim sizsiniz - 
Benim adımla inersiniz siz - ölüm soluyan alana savaşmaya - 
Şair bayrağım yüce
Işıltıyla dalgalanır sizin güçlü ellerinizde - 
Savaşırsınız - kale ve burç ele geçirirsiniz utkuyla - 

Sözcükler sözcükler - benim gözüpek askerlerim - 
Ben sözcüklerin çılgın komutanı - siz olmadan yokum ben


ZAHRAD
Çeviri: Ohannes ŞAŞKAL

Mavi

Gel de maviyi anlat solucana
Ne deniz görmüş
Ne nehir
Ne gök
Ne de mavi gözlü bir solucana tutulmuş - 
Siz asıl bana sorun o maviyi


ZAHRAD
Çeviri: Ohannes ŞAŞKAL

Fosiller

Fosiller yanıtlar
         yüzyıllık soruları
Her yanıttan sonra
yeni sorular biter topraktan

Günbatımının kızıl ufkunda
         kaygan bir daire çizer zaman
Orada dolanır bellek
         başlangıç noktasına varmak için


Bir köpek toprağı eşeler
sakladığı kemiği bulmak için


ZAHRAD
Çeviri: Ohannes ŞAŞKAL

Elçi

Ben sizin en eski düşünüzüm
               bir daha göremeyeceğiniz düşünüz
Ve hepimizin içindeki gizli infilâkım ben
               bir daha hatırlayamayacağınız

Eski ölçülerinizi parçalayacaksınız
Çünkü sizin en büyük hayalinizden büyüğüm
Kozmonot pilotunuzum
Sınırsızlığınızın sınırıyım ben

Ben sonuncu elçinizim sizin
             Siz kimsiniz


ZAHRAD
Çeviri: Ohannes ŞAŞKAL

Bir Kedinin Günlüğüne

Mahallede on kedi varsa
           Biri sensin

Yüz kedi varsa
           Biri yine sen
- Ama bu kez yüzde birsin -

Oysa okşadığım - tek bir kedi -
           O kedi
           Yüzde yüz sensin


ZAHRAD
Çeviri: Ohannes ŞAŞKAL

Bir Adamın Aklı

Ağaca bakar - görmez ağacı - kendini görür
Yola bakar - görmez yolu - kendini görür

Yukarı bakar - yıldızlar var gökyüzünde - 
Görmez - kendini görür

Ve aynaya bakar - görmez kendini - 
-Selâm verir


ZAHRAD
Çeviri: Ohannes ŞAŞKAL

Dörtlükler XXIX

Canım şarap, ne güzelsin billur kasende; 
Aklı köstekleyen bir büyü var sende. 
Biraz içti mi insan açılır yüreği 
Döker ortaya nesi varsa içinde. 

 
Bu sarayın başı göklerdeydi bir zaman; 
Padişahlar girer çıkardı kapısından. 
Şimdi duvarında bir kumru: Guguk, diyor. 
Guguk, guguk, o şanlı günlerin ardından. 

 
Hayyam bu zamanda vahlanıp durmak boşuna; 
Kendi derdine düşmek utanç verir insana. 
İyisi mi şarap iç, çalgı dinleyerek 
Nerdeyse bir taş düşer senin de sofrana. 

 
Gören göze güzel, çirkin hepsi bir; 
Aşıklara cennet, cehennem, hepsi bir; 
Ermiş ha çul giymiş, ha atlas; 
Yün yastık, taş yastık, seven başa hepsi bir. 

 
Kaderin elinde boynum kıldan ince: 
Tüysüz kuşa dönerim ecel gelince, 
Yine de toprağımdan testi yapın siz: 
Dirilirim içine şarap dökünce. 

 
Yakınırım aynalar gibi felekten; 
Bıkmaz alçakları yükseltmekten. 
Gözyaşı dolu bir kadeh oldu yüzüm, 
Yüreğim kan dolu bir desdi gerçekten. 

 
Yüreğim, kimselerden ihsan dileme; 
Bu amansız felekten aman dileme; 
Bil ki, derman aradıkça artar derdin: 
Derdinle haldaş ol, derman dileme. 

 
Tanrı gülüşünle öfkeni almış senin, 
Birinden cennet yapmış, birinden cehennem. 
Sen cennetimsin benim, ben senin uslu kulun: 
Açılsın kapıları bana cennetimin! 

 
Ey canlar, şarapla buldurun bana beni; 
Yakutlara çevirin kehruba çehremi; 
Şarapla yıkayın beni öldüğüm zaman 
Asmadan bir tabut içinde gömün beni. 

 

Feleğin çarkı dönmeyecek madem muradımca, 
Gökler ha yedi kat olmuş, ha sekiz, bana ne? 
Ölüm bütün isteklerimi yok ettikten sonra 
Ha dağda kurt yemiş beni, ha mezarda karınca. 


Ömer HAYYAM

Dörtlükler XXVIII

Şarap küpü önüne serdik seccademizi; 
Şarap yakutuyla adam ettik kendimizi; 
Umudumuz, meyhanede yeniden bulmak 
Camide, medresede  yiten günlerimizi. 

 
Ben çimen Mısrının Yusufuyum, dedi gül; 
Dilimden altın, yakut saçılır, dedi gül; 
Dedim: Senin Yusuf olduğun nerden belli? 
Kana boyanmış gömleğime bak, dedi gül 

 
Ne gündüz oturduk, ne gece uyuduk; 
Dünyada Cem'in kadehini aradık durduk. 
Öğrenince dünyaları yansıttığını, 
Cem' in kadehini yüreğimizde bulduk. 

 
Rintlerin yolunda kendini unut; 
Namazın, orucun kökünü kurut; 
Öğütlerin iyisini Hayyam'dan işit: 
Şarap iç,yol kesme, yoksulları tut. 

 
Bu ucsuz bucaksız dünya içinde, bil ki, 
Mutlu yaşamak iki türlü insana vergi: 
Biri iyinin kötünün aslını bilir, 
Öteki ne dünyayı bilir ne kendini. 

 
Şarap güllere çevirsin sabahımızı; 
Çalalım yere şan şeref külahımızı; 
Nemize gerek bizim uzun dilekler, 
Uzun saçlar, çalgılar sarsın havamızı. 

 
Hayyam, şarap iç, sarhoş olmak ne hoş, 
Sevgilin de varsa, sarılmak ne hoş; 
Er geç sonu yokluk madem bu dünyanın, 
Yok say kendini, bak var olmak ne hoş! 

 
Hayyam, bak şu mavi gök nasıl durulmuş; 
Açmış çadırı, kesmiş dedikoduyu, susmuş. 
Varlığın kadehinde, çünkü, ezel sakisi 
Bin Hayyam kabarcığı belirtip yok etmiş. 

 
Bu dünya kimseye kalmaz, bilesin; 
Er geç kuyusunu kazar herkesin. 
Tut ki Nuh kadar yaşadın  zor bela 
Sonunda yok olacak değil misin? 

 

Güneşi balçıkla sıvamak elimde değil; 
Erdiğim sırları söylemek elimde değil; 
Aklım düşüncenin derin denizlerinden 
Bir inci çıkardı ki delmek elimde değil.


Ömer HAYYAM

Dörtlükler XXVII

Şarabım, kasem, sevgilim, bir de çimen; 
Bırak bana bunları, al cenneti sen. 
Cehennemmiş, kuru laf bunlar: 
Kim gitmiş cehenneme, kim dönmüş cennetten? 

 
Çekmeyiz aşağılık dünyanın gamını; 
Özleriz gül rengi şarabın canını; 
Şarap dünyanın kanı, dünya ise kanlımız: 
Niçin içmeyelim kanlımızın kanını? 

 
Seccadeye tapanlar eşek değil de nedirler? 
Küfelerle riya çamuru yüklenirler gezerler. 
İşin kötüsü, din perdesi arkasında bunlar, 
Müslüman geçinirken gavurdan beterdirler. 

 
Bu çürük temelli kubbede neyiz ki biz? 
Tasta delik arayan karıncalar gibiyiz. 
Ne korku, ne umut kapılarını bilen 
Şaşkın, gözü bağlı, avanak öküzleriz. 

 
Yıkık bir saray bu dünya dedikleri; 
Gece ve gündüz atlarının durak yeri; 
Yüz Cemşit' den arda kalmış bir dünya bu: 
Yüz Behram kendinin sanmış bu gökleri. 

 
Gelip de eskiyenler, yeni gelenler, 
Hepsi gider bugün yarın, birer birer; 
Kimselere kalmamış bu eski dünya: 
Kimi gitti gider, kimi geldi gider. 

 
Ölüp yok olma korkuların saçma 
Yoktan vara yükselen dalda oldukça; 
Sevgiye İsa gibi dirilmişsin sen; 
Ölüm yok artık sana dünya durdukça. 

 
Ben kendiliğimden var değilim bu varlığımla; 
Kendim çıkmış değilim elbet bu karanlık yola; 
Bir başka varlıktan gelmiş bendeki varlık: 
Ben dediğin  kim ola, nerde, ne zaman var ola? 

 
Haksızlık etmekten sakın, hak yoluna gir; 
Yediğin ekmeği başkasına da yedir; 
Cana kıyma, kimsenin sırtından geçinme, 
Seni cennete sokmak benden: Şarap getir! 


 
Ben hangi şarapla sarhoş olursam olurum, 
Ateşe, puta, neye taparsam taparım; 
Herkes bir türlü görmek istiyor beni 
Ben kendimi ne türlü yaparsam yaparım. 


Ömer HAYYAM

Dörtlükler XXVI

Ben şarap içiyorum, doğrudur; 
Aklı olan da beni haklı bulur: 
İçeceğimi biliyordu Tanrı, 
İçmezsem Tanrı yanılmış olur. 

 
Dünya hangi gülü bitirdiyse yerden 
Kırıp atmış, toprağa gömmüş yeniden. 
Su yerine toprağı çekseydi bulut 
Sevgili kanları yağardı göklerden. 

 
Gerçeği bilemeyiz madem, ne yapsak boş; 
Ömür boyu kuşku içinde kalmak mı hoş? 
Aklın varsa kadehi bırakma elden 
Bu karanlıkta ha ayık olmuşsun, ha sarhoş. 

 
İnsan yiyeceksiz, giyeceksiz edemez: 
Bunlar için didinmene bir şey denmez. 
Ondan ötesi ha olmuş, ha olmamış: 
Bu güzelim ömrünü satmaya değmez. 

 
Okunu attı mı ölüm, siperler boşuna; 
O şatafatlar, altınlar, gümüşler boşuna; 
Gördük bütün insan işlerinin iç yüzünü: 
Tek güzel şey iyilik, başka düşler boşuna. 

 
Saki, gökler, denizlerce dolgunum; 
İçime sığmaz oldu coşkunluğum; 
Ak saçlarımla sarhoş ettin beni, 
Kış ortasında bahar bulutuyum! 

 
Dün gece şarap arıyordum şehirde; 
Soluk bir gül gördüm bir ocak önünde; 
Dedim: Ne yaptın da yakıyorlar seni? 
Dedi: Bir kez güleyim dedim çimende. 

 
Bir yürek ki yanmaz, yürek denir mi ona? 
Sevmek haram, yüreğinde ateş olmayana. 
Bir gününü sevgisiz geçirdinse, yazık: 
En boş geçen günün o gündür, inan bana. 

 
Düşünce göklerinin baş konağı sevgidir sevgi; 
Gençlik destanının baş yaprağı sevgidir sevgi; 
Ey sevginin sırlarından habersiz yaşayanlar, 
Bilin ki tüm varlığın baş kaynağı sevgidir sevgi. 

 
Barış istemiyorsa Felek, işte savaş; 
İster serseri deyin bana, ister ayyaş; 
İşte şarap, duruyor ortada, kıpkızıl; 
İçmeyen taşa çalsın başını, işte taş! 


Ömer HAYYAM

Dörtlükler XXV

Adım kötüye çıkarsa çıksın, ben böyleyim; 
Bir kerpiçim de olsa, satar şarap içerim. 
O da gidince ne yaparsın diyecekler: 
Cübbemle sarığım ne güne duruyor, derim. 

 
Kalk, kalk, çalgılara çalgı katalım gitsin; 
Adımızı kötüye çıkartalım gitsin. 
Sofuluk şişesini çalalım taşa, 
Seccadeyi bir kadehe satalım gitsin. 

 
Şarabın adı kötüye çıkmış, kendi hoş, 
Hele bir güzelle içersen daha bir hoş; 
Harammış şarap, olsun, bana göre hava hoş: 
Hem, bana sorarsan, haram olan herşey hoş. 

 
Zaman büktü belimi, ne el tutar ne ayak; 
Oysa ne güzel işlerim var yapılacak. 
Can kalktı gitmeye; aman dur, diyorum: 
Ne yapayım diyor, evin yıkıldı yıkılacak. 

 
Yeryüzünü gül bahçesine çevirmekten 
Daha güzeldir bir insanı sevindirmen. 
Bin kulu  azat edenden daha büyüktür 
Bir hür insanı iyilikle kul edebilen. 

 
Can bir şaraptır, insan onun destisi; 
Beden bir ney gibidir, kan o neyin sesi. 
Hayyam, bilir misin nedir bu ölümlü varlık: 
Hayal fenerinde bir ışık pırıltısı. 

 
Ah, Tanrı dünyayı yeniden yarataydı, 
Yaratırken de beni yanında tutaydı; 
Derdim: Ya benim adımı sil defterinden, 
Ya da benim dilediğimce yarat dünyayı. 

 
Uyumuşum; rüyamda akıllı bir insan 
Dedi: Sevinç gülü açmaz uykuda, uyan; 
Ne işin var bu ölüme benzer ülkede? 
Kalk, şarap iç, sonsuz uykulara dalmadan. 

 
Tekkede, medresede, manastırda, kilisede, 
Bir cennet cehennem kaygısıdır sürüp gitmede. 
Oysa yüce varlığın sırlarına eren kişi 
Bunların tohumunu uğratmaz düşüncesine 

 
Zaman başımıza bir çorap örmeden, 
Gelin dostlar, içelim içebilirken. 
O ecel çavuşu dikildi mi tepene 
Bir yudum su iç bakalım, içebilirsen. 


Ömer HAYYAM

Dörtlükler XXIV

Benim yasam artık şarap,  çalgı, eğlenti; 
Dinim dinsizlik, bıraktım her ibadeti; 
Nişanlım dünyaya: Ne çeyiz istersin, dedim: 
Çeyizim,senin gamsız yüreğindir, dedi. 

 
Benden Muhammet Mustafa' ya saygı ve selam: 
Deyin ki, hoş görünürse, bir şey soracak Hayyam: 
Neden Yüce Efendimizin buyruklarında 
Ekşi ayran helal da güzelim şarap haram? 


Benden Hayyam' a selam söyleyin demiş 
                                                      peygamber; 
Sözlerimi yanlış anlamışsa çiylik eder: 
Ben şarabı herkese haram etmiş değilim ki 
Hamlara haramdır, doğru, ama olgunlar içer. 

 
Yalnız bilgili olmak değil adam olmak; 
Vefalı mı değil mi insan, ona bak. 
Yücelerin yücesine yükselirsin 
Halka verdiğin sözün eri olarak. 

 
Kim demiş haram nedir bilmez Hayyam? 
Ben haramı helalı karıştırmam: 
Seninle içilen şarap helaldir, 
Sensiz içtiğimiz su bile haram. 

 
Dünya yıldıramazsın beni ne yapsan; 
Ölümden de korkmam, er geç ölür insan. 
Ölmemek elimizde değil ki bizim: 
İyi yaşamamak beni korkutan. 

 
Yerin üstüne baktım, uykuya dalmışlar; 
Altına baktım, çürüyüp toprak olmuşlar. 
Yokluk ovasında başka ne var ki zaten: 
Daha gelmemişler var, gelip gitmişler var. 

 
Bilge, yüce varlığın seyrine dalar; 
Gafil ise onda dostluk düşmanlık arar. 
Deniz, deniz olduğu için dalgalanır, 
Çöpe sor, hep onun içindir dalgalar. 

 
Ben kendimden geçtikçe kendime gelirim; 
Yücelere çıkar, alçalmayı bilirim. 
Daha da garibi, varlığın şarabıyla 
Ne kadar  ayık da olsam, sarhoş gibiyim. 

 
Yüreğinde sıkıntı varsa esrar iç, 
Ya da birkaç kadeh gül renkli şarap iç. 
Onu içmem, bunu içmem der durursun: 
Ahmak herif, git zıkkımın pekini iç. 


Ömer HAYYAM

Dörtlükler XXIII

Gül yanaklı sevgiliyi saramaz insan 
Yüreğine diken batmadan, vurulmadan.  
Kim bir güzelin saçına dokunabilmiş 
Tarak gibi diş diş, didik didik olmadan? 

 
Kadeh bir bedendir, içinde can var can; 
Candır kadehin bedeninde camlaşan. 
Donmuş sudan ateş süzülür sanki: 
Erimiş yakut, gönül sırçasından 

 
Kul olup o güzele birden, 
Koptuk her bağdan, her tövbeden: 
Herkes koyu müslüman döner 
Biz putperest döndük Kabeden. 

 
Meyhanede kendini bilenler bulunur; 
Bilmeyeni ayırmak da kolay olur. 
Yıkılsın bilgisizlik yuvası medrese: 
Ordan kendini bilip de çıkan hiç yoktur. 

 
Uğrunda dertlere düştüğüm sevgili 
Bir başkasına tutulmuş, o da dertli; 
Derdimin dermanı kendi derdinde: 
Hekim hasta olunca kime gitmeli? 

 
Gece, gül bahçesinde, ararken seni, 
Gülden gelen kokun sarhoş etti beni; 
Seni anlatmaya başlayınca güle 
Baktım kuşlar da dinliyor hikayemi. 

 
Güçlü olduğuna inandırdın beni; 
Bol bol da verdin bana vereceklerini. 
Yüz yıl günah işleyip bilmek isterim: 
Günahlar mı sonsuz, senin rahmetin mi? 

 
Hem aklın mutluluk peşinde senin, 
Hem söylerim, söylerim dinlemezsin; 
Aldığın her nefesin kadrini bil 
Ot değilsin ki kesildikçe  bitesin. 

 
Sen içmiyorsan, içenleri kınama bari; 
Bırak aldatmacayı, iki yüzlülükleri; 
Şarap içmem diye övünüyorsun, ama, 
Yediğin haltlar yanında şarap nedir ki? 

 
Ben bugün beden kafesinde mahpusum; 
Yol olma özlemiyle sarhoş olmuşum; 
Varlığın ayıbından kurtarırsa beni 
Yoksulluğun kulu, kölesi olurum. 


Ömer HAYYAM

Dörtlükler XXII

Gönül dedi: Ben neyim ki, bir damla sadece; 
Ben nerde, görmediğim koca deniz nerde! 
Böyle diyen gönül denize kavuşunca 
Baktı kendinden başka şey yok görünürde. 

 
Can o güzel yüzüne vurgun, neyleyim; 
Gönül tatlı diline tutkun, neyleyim; 
Can da, gönül de sır incileriyle dolu: 
Ama dile kilit vurmuşsun, neyleyim. 

 
En doğrusu, dosta düşmana iyilik etmen; 
İyilik seven kötülük edemez zaten. 
Dostuna kötülük ettin mi düşmanın olur: 
Düşmanınsa dostun olur iyilik edersen. 

 
O kızıl yakutun madeni, başka maden; 
O eşsiz incinin sedefi, başka sedef; 
Aklın buldukları kuruntu, dedi kodu: 
Bizim aşk efsanemizin dili, başka dil. 

 
Meyhanede abdest şarapla alınır ancak; 
Mümkün mü kara yazıyı aka çevirmek? 
Perdemiz öyleysine yırtılmış ki bizim, 
Onarılmaz artık ne kadar yamasak. 

 
Hem sana el değdirmeğe elim varmaz, 
Hem sensiz aldığım nefes, nefes olmaz: 
Bir garip dert bu, kimseye de açılmaz: 
Bir zehir zakkum ki tadına da doyulmaz. 

 
Sır saklamasını bilirsen Hayyam söyler 
İnsanoğlu nedir, ne yapar, ne eder: 
Dert çamuruyla yuğrulup gelir  dünyaya 
Yer içer, karın doyurur ve çeker gider. 

 
Putların, Kabenin istediği: Kölelik; 
Çanların, ezanın dilediği: Kölelik; 
Mihraptı, kiliseydi, tespihti, salipti 
Nedir hepsinin özlediği? Kölelik. 

 
Benim canım hep şarabın izindedir, 
Kulağım ney ve rubap sesindedir. 
Toprağımdan desti yaparlarsa benim 
O desti şarap doldurulmak içindir. 

 
Sen nesin, varlık nedir, nerden bileceksin? 
Dünyan esen yel üstüne kurulmuş  senin. 
İki yokluk arasında bir varlık seninki: 
Hiçlik ne varsa çevrende, sen de bir hiçsin.


Ömer HAYYAM

Dörtlükler XXI

Her gün kalkıp meyhaneye gitmedeyim; 
Kalenderlerle boş sözler etmedeyim; 
Senden bir şey gizlenemez nasıl olsa: 
Hoş gör de sana gönülden sesleneyim. 

 
Gökleri yarıp darma dağın ettiğin gün, 
Pırıl pırıl yıldızları kararttığın gün, 
Sen sorguya çekmeden ben soracağım sana: 
Ey Tanrı, hangi günahım için beni öldürdün? 

 
Canların canı dost, gel etme, dinle beni. 
Küsme Feleğe, değmez, yeme kendini; 
Çekil, otur gürültüsüz bir köşeye, 
Seyret bu hengamede olan biteni. 

 
Ne güzel gün! Hava ne sıcak, ne serin; 
Bir bulut, tozunu siliyor bahçenin; 
Bülbül coşmuş, sesleniyor sarı güle: 
Şarap iç şarap da yüzüne renk gelsin! 

 
Bu yolun hoş bir yerinde durabilseydik; 
Ya da bu yolun ucunu görebilseydik: 
O umut da yok bu umut da; hiç değilse 
Otlar gibi kesilip yeniden sürebilseydik. 

 
Vefasız dünya diye yakınıp durma; 
Dünya elindeyken tadını çıkarsana! 
Herkese vefalı olsaydı dünya 
Sıra mı gelirdi senin yaşamana? 

 
Dostlar, bir gün, sözleşip bir yerde birleşin; 
Oturup sofrasına dünya cennetinin; 
Saki doldururken kadehleri cömertçe, 
İçin bir kadeh de zavallı Hayyam için! 

 
Daha nice büyük göreceksin kendini? 
Hep varlık yokluk mu düşündürecek seni? 
Şarap için şarap: Bu ölüm yolculuğunda 
Bulamazsın sarhoş uykulardan iyisini. 

 
Hayyam, günahım var diye tasalanma, 
Bunun  için dertlere düşmek boşuna. 
Günah olacak ki Tanrı bağışlasın: 
Rahmet neye yarar günah olmayınca. 
 
 
Gün doğarken sabah horozları niçin  
Acı acı bağrışırlar, bilir misin? 
Tan yerini gösterip derler ki sana: 
Bir gecen geçti gidiyor; sen nerdesin? 

 
Ay yırttı kara giysilerini; 
Kalk, tam zamanıdır, doldur şarap kaseni. 
Keyfine bak, çünkü bu ay, sonsuz yıllarca, 
Mezarda upuzun yatar görecek seni. 

 
Saki yüzün Cemşid'in kadehinden güzel; 
Uğrunda ölmek sonsuz yaşamaktan güzel; 
Işık saçıyor ayağını bastığın toprak, 
Bir zerresi yüz binlerce güneşten güzel. 

 
Tertemiz geldik yokluktan kirlendik; 
Sevinçle geldik dünyaya, dertlenik. 
Ağladık, sızladık, yandık, yakındık: 
Yele verdik ömrü, toz olup gittik. 

 
Dostunu erkekçe seven kişi 
Pervane gibi özler ateşi: 
Sevip de yanmaktan kaçanların 
Masal anlatmaktır bütün işi. 

 
Bahar geldi mi başka şey dinler miyim; 
Hele aklın defterini hemen dürerim. 
Şarap, sığınağım sensin bahar günü, 
Söğüt ağacı, senin de gölgendeyim. 

 
Seni aramaktan dünyanın başı dertte; 
Zengine de göründüğün yok, fakire de; 
Sen konuşursun da biz sağır mıyız yoksa, 
Hep kör müyüz, sen varsın da görünürde. 

 
Ey dörtle yedinin doğurduğu insan, 
Dörtle yedidir seni dertlere salan. 
Boşuna mı şarap iç diyorum sana: 
Bir gittin mi bir gelme yok, inan. 

 
Tanrım, hayır şer kaygısından kurtar beni; 
Kendimden geçir, seninle doldur içimi 
Aklım ayıramıyor iyiyi kötüden 
Sarhoş et bari ne kötü kalsın, ne iyi. 

 
Medresenin sözü vardır, tekkenin hali, 
Sözden, halden öteye gider aşkın yolu. 
Müftünün, vaizin en iyisini getirsen 
Aşkın mahkemesinde tutulur dili. 

 
Gerçek aydınlığa erince can gözüm, 
İki dünyayı birden silinmiş gördüm. 
Eriyip gittim sanki engin denizlerde: 
Ter olup çıktı, denize döndü gönlüm. 


Ömer HAYYAM
Çeviren: Sabahattin EYUBOĞLU

Dörtlükler XX

Şarabı götürüp döksen bir dağa 
Dağ sarhoş olur başlar oynamağa. 
Ben ne diye tövbe edecekmişim 
İçimi tertemiz eden şaraba? 

 
Ömür defterinden bir fal açtım gönlümce; 
Halden anlar bir dost gelip falı görünce: 
Ne mutlu sana, dedi; daha ne istersin: 
Ay gibi bir sevgili, yıl gibi bir gece. 

 
Bu gecenin son gece olması da var: 
Emret, gül rengi şarabı getirsinler. 
Gafil, bir gittin mi bir daha gelmek yok: 
Altın değilsin ki gömüp çıkarsınlar. 

 
Medreseden hayır yok, dinle beni; 
Vakıf lokması karartır içini. 
Git, bir yıkık yerde yoksulca yaşa: 
Orası bir padişah eder seni. 

 
Şarap iç, yıkansın, aydınlansın için; 
Bu dünya, öbür dünya silinip gitsin! 
Gel ömrün yele gitmeden tadına bak 
Cana can katan suyun, ıslak ateşisin. 

 
Kendiliğinden var olmuş sanma beni; 
Bu kanlı yola ben sokmadım kendimi; 
Bir gerçek varlık beni var etmiş olan; 
Yoksa kimdim ben, neredeydim, neydim ki. 

 
Dileğin Tanrı dileği değil ki senin; 
Muradına ermeyi nasıl beklersin? 
Doğru olan Tanrı' nın dilekleriyse 
Yanlış demek senin bütün dileklerin. 

 
Ehil insana canım feda olsun; 
Ayağı öpülse öperim onun. 
Bir de git ehil olmayanla konuş: 
Cehennem ne imiş görmüş olursun. 

 
Evren kırıntısı bu güzelim yıldızlar 
Gelir giderler, dünyayı bezer dururlar; 
Göklerin eteğinde, toprağın koynunda 
Doğdukça doğacak daha neler neler var. 

 
Bir nakıştır varlığımız senin çizdiğin, 
Şaşılası neler nelerle bezediğin; 
Kendimi düzeltmek benim ne haddime: 
Beni potadan böyle döken sensin. 


Ömer HAYYAM

Dörtlükler XIX

Neylesem bu benim iç kavgalarımla? 
Pişmanlığım, kendime düşmanlığımla? 
Sen  bağışlasan da ben yerim kendimi: 
Neylesem bu yüzkaram, bu utancımla? 

 
Kalk sevinç dolduralım garip gönüle 
İçelim doğan güne karşı bülbülle  
Yırtalım biz de gömleği aşık gülle 
Verelim çiçekler gibi ömrü yele. 

 
Aklı olan paraya değer vermez, 
Ama  parasız dünya da çekilmez; 
Eli boş menekşe boynunu büker, 
Gül altın kasede gülmezlik etmez. 

 
Bir damla şarap Tus saraylarına bedel, 
Keykubad' ın Keykavus'un tahtından güzel 
Sabaha karşı aşıkların iniltisi 
İki yüzlü softanın ezanından güzel. 

 
Bedenindeki et, kemik, sinir kaldıkça, 
Dünyadaki yerini bil, kendinden şaşma. 
Düşman Zaloğlu Rüstem olsa ger göğsünü, 
Dostun Karun olsa iyilik altında kalma. 

 
Yerin dibinden yıldızlara dek 
Ermediğimiz sır kalmadı pek, 
Her düğümü çözmüş insanoğlu; 
Ecel düğümünü var mı çözecek? 

 
Sevgiyle yuğrulmamışsa yüreğin 
Tekkede, manastırda eremezsin. 
Bir kez gerçekten sevdin mi dünyada 
Cennetin, cehennemin üstündesin. 

 
Bu evren her gece ne gömlekler diker! 
Kimini gelen, kimini giden giyer. 
Her gün nice sevinçlerle dolar dünya, 
Nice dertler toprağa karışır gider. 

 
Şarap benlik kaygusu bırakmaz sende 
Çözülmedik bir düğüm kalmaz beyninde 
İblis bir kadeh şarap içmiş olaydı, 
Secdeye yatardı Adem'in önünde 

 
Biz hırkadan sonra küpe gelmişiz; 
Kıpkızıl şarapla abdest almışız. 
Medresede kaybettiğimiz ömrü 
Meyhanede aramaktır işimiz. 


Ömer HAYYAM

Dörtlükler XVIII

Hep bir çember, dolanıp durduğumuz! 
Ne önümüz belli, ne sonumuz. 
Kim varsa bilen, çıksın söylesin: 
Nerden geldik? Nereye gidiyoruz? 

 
Bizi bizden alan şaraba gönül verdik; 
Coşup taştık; yerden kopup göklere erdik. 
Tenden bedenden soyunuverdik sonunda 
Topraktan gelmiştik, yine toprağa girdik. 

 
Tepemizde dönüp duran gökler 
Büyücünün fanusu gibidirler: 
Güneş bu fanus içinde lamba, 
Biz de gelip geçen görüntüler. 

 
Bir rint gördüm, binmiş dünya denen kır ata; 
Aldırmıyor dine, islama, şeriata; 
Ne hak dinliyor, ne hakikat, ne marifet: 
Gelmiş mi böylesi kahraman kainata? 

 
Kimi gizlenir, kimselere görünmezsin; 
Kimi renk renk dünyalarda görünür yüzün 
Kendi kendinle sevişmek bu seninki: 
Çünkü seyreden sen, seyredilen de sensin. 

 
Yüzümde pırıl pırıl sevinç gördüğün gün, 
Nice konakları yıkılmıştır gönlümün. 
Dalgıçsan dal gözlerimin denizine, bak: 
Dibinde mahzun bir deniz kızı görürsün. 

 
Seni kuru sofraların softası seni! 
Seni cehenneme kömür olası seni! 
Sen mi Hak' tan rahmet dileyeceksin bana? 
Hakka akıl öğretmek senin haddine mi? 

 
Önce kendine gel, sonra meyhaneye; 
Kalender ol da gir kalenderhaneye. 
Bu yol kendini yenmişlerin yoludur: 
Çiğsen başka bir yere git eğlenmeye. 

 
Şarap içip güzel sevmek mi daha iyi, 
İki yüzlü softaları dinlemek mi? 
Sarhoşla aşık cehenneme gidecekse, 
Kimselerin göreceği yoktur cenneti. 

 
En büyük söz Kuran bile 
Arada bir okunur besmeleyle. 
Kadehteyse öyle bir ayet var ki 
Okur insan her zaman, her yerde. 


Ömer HAYYAM

Dörtlükler XVII

Bir put demiş ki kendine tapana: 
Bilir misin niçin taparsın bana? 
Sen kendi güzelliğine vurgunsun: 
Ben ayna tutar gibiyim sana. 


Biz aşka tapanlarız, müslüman değil; 
Cılız karıncalarız, Süleyman değil; 
Biz eskiler giyen benzi soluklarız: 
Pazarda sırma satan bezirgan değil. 

 
Nerdesin? Sana baş kaldırmışım işte; 
Karanlık içindeyim, ışığın nerde? 
Cenneti ibadetle kazanacaksam 
Senin ne cömertliğin kalır bu işde? 

 
Gerçek erenlere güzel çirkin, hepsi bir; 
Sevenler için cennet, cehennem, hepsi bir; 
Kendini veren ha ipekli giymiş, ha çul; 
Yastığı ha pamuk olmuş ha diken, hepsi bir. 

 
Yıllar günler gibi geçti gider; 
Nerde o eski dertler, sevinçler? 
Belaya aldırmaz aklı olan: 
Bu da her şey gibi geçer, der. 

 
Dünyayı allar pullar boyarlar gözünü; 
Aklı olan hor görür süsünü püsünü. 
Kimler geldi gitti, kimler gelip gidecek: 
Al gitmeden alacağını, doyur gönlünü. 

 
Şarap mimarıdır yıkık gönüllerin 
Süzülmüş, tertemiz canı üzümlerin. 
Neden şer demişler bu hayırlı suya? 
Siz bana bu şerden üç dört kase verin. 

 
Aşk bir beladır, ama Tanrıdan gelme; 
Halk neden karşı kor Tanrı emrine? 
Bize herşeyi yaptıran kendi madem, 
Kulu sorguya çekmenin alemi ne? 

 
Dert de neymiş? O mu bizi ağlatacak? 
O mu sevinç bayrağımızı yırtacak? 
Gelin, atalım şunu gönül yurdundan: 
Yoksa içimizde fitne çıkartacak. 

 
Sensiz camide, namazda işim ne? 
Seninle buluşma yerim meyhane. 
Benim sevmem de böyle, yüce Tanrı: 
İstersen kaldır at cehennemine. 


Ömer HAYYAM

13 Aralık 2011 Salı

Gerontion

Thou hast nor youth nor age
But as it were an after dinner sleep
Dreaming of both.

Here I am, an old man in a dry month,
Being read to by a boy, waiting for rain.
I was neither at the hot gates
Nor fought in the warm rain
Nor knee deep in the salt marsh, heaving a cutlass,
Bitten by flies, fought.
My house is a decayed house,
And the jew squats on the window sill, the owner,
Spawned in some estaminet of Antwerp,
Blistered in Brussels, patched and peeled in London.
The goat coughs at night in the field overhead;
Rocks, moss, stonecrop, iron, merds.
The woman keeps the kitchen, makes tea,
Sneezes at evening, poking the peevish gutter.

                  I an old man,
A dull head among windy spaces.

Signs are taken for wonders. "We would see a sign":
The word within a word, unable to speak a word,
Swaddled with darkness. In the juvescence of the year
Came Christ the tiger

In depraved May, dogwood and chestnut, flowering Judas,
To be eaten, to be divided, to be drunk
Among whispers; by Mr. Silvero
With caressing hands, at Limoges
Who walked all night in the next room;
By Hakagawa, bowing among the Titians;
By Madame de Tornquist, in the dark room
Shifting the candles; Fraulein von Kulp
Who turned in the hall, one hand on the door. Vacant shuttles
Weave the wind. I have no ghosts,
An old man in a draughty house
Under a windy knob.

After such knowledge, what forgiveness? Think now
History has many cunning passages, contrived corridors
And issues, deceives with whispering ambitions,
Guides us by vanities. Think now
She gives when our attention is distracted
And what she gives, gives with such supple confusions
That the giving famishes the craving. Gives too late
What's not believed in, or if still believed,
In memory only, reconsidered passion. Gives too soon
Into weak hands, what's thought can be dispensed with
Till the refusal propagates a fear. Think
Neither fear nor courage saves us. Unnatural vices
Are fathered by our heroism. Virtues
Are forced upon us by our impudent crimes.
These tears are shaken from the wrath-bearing tree.

The tiger springs in the new year. Us he devours. Think at last
We have not reached conclusion, when I
Stiffen in a rented house. Think at last
I have not made this show purposelessly
And it is not by any concitation
Of the backward devils.
I would meet you upon this honestly.
I that was near your heart was removed therefrom
To lose beauty in terror, terror in inquisition.
I have lost my passion: why should I need to keep it
Since what is kept must be adulterated?
I have lost my sight, smell, hearing, taste and touch:
How should I use it for your closer contact?

These with a thousand small deliberations
Protract the profit of their chilled delirium,
Excite the membrane, when the sense has cooled,
With pungent sauces, multiply variety
In a wilderness of mirrors. What will the spider do,
Suspend its operations, will the weevil
Delay? De Bailhache, Fresca, Mrs. Cammel, whirled
Beyond the circuit of the shuddering Bear
In fractured atoms. Gull against the wind, in the windy straits
Of Belle Isle, or running on the Horn,
White feathers in the snow, the Gulf claims,
And an old man driven by the Trades
To a sleepy corner.

                   Tenants of the house,
Thoughts of a dry brain in a dry season.
 
 
Thomas Stearns Eliot

Dörtlükler XVI

Kim görmüş o cenneti, cehennemi? 
Kim gitmiş de getirmiş haberini? 
Kimselerin bilmediği bir dünya 
Özlenmeye, korkulmaya değer mi? 

 
Ne mutlu adı sanı bilinmeyene; 
İpeklere, kürklere bürünmeyene; 
Anka gibi iki dünyadan da geçip 
Bu viranede baykuşa dönmeyene. 

 
Yok olmamış varlık var mı bir tek? 
Herşey bir gün, dağılıp gidecek. 
Öyleyse vara yoğa ne bakarsın? 
En iyisi yoku var, varı yok bilmek. 

 
Sevgili, bir başka güzelsin bugün; 
Ay gibisin, pırıl pırıl gülüşün. 
Güzeller bayram günleri süslenir: 
Seninse bayramları süsler yüzün. 

 
Öldük, dünyayı şaşkın bırakıp gittik; 
Yüzlerce incimiz vardı delinmedik. 
Sersemliği yüzünden bilgisizlerin 
Renk renk düşünceler kaldı söylenmedik. 

 
Kendimden geçtikçe gelirim kendime, 
Alçalırım çıktıkça yüksek yerlere. 
En garibi, içmeden sarhoşum da ben, 
Ayılırım her kadehi devirdikçe. 

 
Ben içerim, ama sarhoşluk etmem: 
Kadehten başka şeye el uzatmam. 
Şaraba taparmışım, evet, taparım: 
Ama senin gibi kendime tapmam. 

 
Şeyh fahişeye demiş ki: - Utanmaz kadın; 
Her gün sarhoşsun, onun bunun kucağındasın. 
Doğru, demiş fahişe, ben öyleyim; ya sen? 
Sen bakalım şu göründüğün adam mısın? 

 
Dün gece usul boylu sevgilim ve ben, 
Bir kıyıda gül rengi şarap içerken; 
Sedefli bir kabuk açıldı karşımızda; 
Sabah müjdecisi çıkıverdi içinden. 

 
Dinle dinsizliğin arası bir tek soluk; 
Düşle gerçeğin arası bir tek soluk. 
Aldığın her soluğun değerini bil 
Bütün yaşamak macerası bir tek soluk.


Ömer HAYYAM

Dörtlükler XV

İnsan çeker çeker de sonra hür olur; 
İnci sedef zindanlarda yuğrulur. 
Paran pulun yoksa bugün, sağlık olsun: 
Bugün boş duran kadeh yarın doludur. 

 
Gençlik bir kitaptı, okuduk bitti; 
Canım bahar geçti çoktan, kış şimdi. 
Hani sevincin, o cıvıl cıvıl kuş? 
Nasıl, ne zaman geldi, nasıl gitti? 

 
Her gün biri çıkar, başlar ben, ben demeğe, 
Altınları gümüşleriyle övünmeğe. 
Tam işleri dilediği düzene girer: 
Ecel çıkıverir pusudan: Benim ben, diye. 

 
Can verinceyedek bu çorak yerde 
Dertten başka ne geçer ki eline? 
Ne mutlu çabuk gidene dünyadan; 
Hele bu dünyaya hiç gelmeyene! 

 
Yerleri yapmış, gökleri kurmuşsun ama, 
Sensin bunca gönülleri yakıp yıkan da. 
Ne kızıl dudakları, ne altın saçları 
Almışın süprüntüler gibi kara toprağa. 

 
Dostum, olan olmuş, vahlanma boşuna; 
Dünyayı kara zindan etme başına. 
Yaşamana bak, elinden tek gelen bu: 
Olacakları danışan var mı sana? 

 
Sevgilim, ömrü derdim gibi bitmeyesi, 
Bu sabah bütün cömertliği üstündeydi. 
Bir göz atıverdi bana geçip giderken: 
İyilik et  denize at mı demek istedi? 

 
Gül de şarab da bilene güzel gelir; 
Sarhoş olmayan için sarhoşluk nedir? 
Cebi boş gönlü dolu olmayan kişi 
Her şeyden geçmenin tadını ne bilir? 

 
Yapma diyorsun; yapmamak elimde mi? 
Sen al demişin; nasıl çekerim elimi? 
Hem yap hem yapma demek seninki bana 
İnsaf: Kadeh devrilir de dolu kalır mı? 

 
Bu dünya iki kapılı bir han, 
Girdi mi dertlere düşer insan. 
Tanınmadan yaşamak en iyisi: 
Elinde olsa da hiç doğmasan. 


Ömer HAYYAM

12 Aralık 2011 Pazartesi

Dörtlükler XIV

Toprakla karışıp bulanmamış bir can  
Sana konuk geldi bir temiz dünyadan. 
Otur, bir kadeh şarap iç kendisiyle, 
Sana iyi geceler deyip kaçmadan. 

 
Ne yazık, pişmiş ekmek çiğlerin elinde; 
Ne yazık, çeşmeler cimrilerin elinde. 
O canım Türk güzeli kömür gözleriyle, 
Çaylakların, uğruların, eğrilerin elinde. 

 
Dünyaya geldiler, coşup taştılar; 
Güldüler, eğlendiler, anlaştılar; 
Bir kadehte sızıverdiler bir gün 
Ölüm uykusunda kucaklaştılar. 

 
Bilir misin, yüceler yücesi Tanrı, 
Şarap ne zaman çoşturur içenleri? 
Pazar, pazartesi, salı, çarşamba, perşembe, 
bir de cuma, cumartesi günleri. 

 
Yaşamak elindeyken bugüne bugün, 
Ne diye bırakır, yarını düşünürsün? 
Geçmiş, gelecek, kuru sevda bütün bunlar; 
Kadrini bilmeğe bak avucundaki ömrün. 

 
Toprak olup gitmişlere sorarsan 
Ha gavur olmuşsun ha müslüman. 
Kimler bu dünyada eğlenmemişse 
Ötekinde yalnız onlar pişman.

 
Ey garip kuş! Bu yıldızlar darı sana; 
Elest günü canı sen verdin insana. 
Dünyayı gören büyülü bir kadeh varmış: 
O kadeh sende, başka yerde arama. 

 
Bu zamanda az dostun olsun, daha iyi. 
Herkesle uzaktan hoş beş edip geçmeli. 
Can gözünü açınca görüyor ki insan 
En büyük düşmanıymış en çok güvendiği. 

 
Feleği döndürebilir misin muradınca? 
Ne çıkar gök yedi kat değil sekiz katsa? 
Er geç toprağa karışıp gidecek gövdeni 
Ha ovada kurt yemiş, ha mezarda karınca. 

 
Bak, gül yeşiller, sevinçler içinde; 
Arar bulamazsın gelecek perşembe. 
İç şarabını, gül kokla, yeşil topla: 
Toprak oluvermeden gül de yeşil de. 


Ömer HAYYAM

Dörtlükler XIII

Bir testici gördüm, çamur içindeydi: 
Ayağı çarkında, elinde bir testi; 
Testinin başında bir yoksulun ayağı 
Kulpunda bir padişahın kellesi. 

 
Bir testi aldım çarşıdan ucuza; 
Gizli gizli neler  anlattı bana; 
Bir şahdım, dedi; altın kupam vardı; 
Şimdi neyim? Testi oldum şaraba. 

 
Bilmem, ne sayar durursun bir, iki; 
Ha bir olmuş, ha yüz bin fark etmez ki 
Çal sazını, sonun bir avuç toprak, 
Şarap ver, bir esip gitmedir bizimki. 

 
Kambur Felek, sen ne konaklar yıka geldin; 
Kin beslersin bize, zulüm eski adetin. 
Şu kara toprağın göğsünü bir yarsalar, 
Ne inciler yatar içinde bilir misin? 

 
Yoksul, dertli gönlüm arar sevgilisini; 
Aklı gelmez başına, yer kendi kendini. 
Bana sevgi şarabını sundukları gün 
Kana boyamışlar varlık kadehimi. 

 
Ha Belh' te ölmüşsün, ha Bağdat' ta hepsi bir; 
Kadeh doldu mu, acı da olsa içilir. 
Keyfine bak; çok aylar doğmuş batmış sensiz; 
Sensiz daha çok ayların ondördü gelir. 

 
Gönlümün dilediği gül yüzüne bakmak; 
Elimin özlediği kadehi kavramak. 
Her zerrem nasibini almalı dünyadan 
Yarın güle kavuşturmadan beni toprak. 

 
Behram' ın şarap içtiği orman köşkünde 
Bir tilki yavrulamış, bir ceylan keyfinde. 
Ömrünce yaban eşeği avlamış Behram: 
Mezar da Behram' ı avlamış günün birinde. 

 
Ben bıyıkları süpürge etmişim meyhanede: 
Hayırmış, şermiş bırakmışım ikisini de. 
İki dünyayı karpuz gibi önüme koysalar 
Ne birine metelik veririm, ne ötekine. 

 
Padişah ol, yokluk halkasına gir de; 
Yıkan, kirin pasın kalmasın gönülde. 
Meyhaneye ermeğe gelince biri 
Kendini bil de ne yaparsan yap de. 


Ömer HAYYAM