Şiir, Sadece: Bir Kadının Portresi

25 Kasım 2012 Pazar

Bir Kadının Portresi

Thou hast committed-
Fornication: but that was in another country
And besides, the wench is dead.
The Jew of Malta.
(*)

I

Bir Aralık ikindisinin sisi ve dumanı arasında
Kendisini oluşturduğu -görünen- sahne senindir
“Bu ikindiyi sana sakladım”la;
Ve şamdanda dört mum o loş odada,
Işığın dört halkası tavan başlığında,
Juliet’in kabrinden bir atmosfer
Söylenecek ya da söylenmeyecek her şeye hazır.
Diyelim ki, saçları ve parmak uçları arasından
İlettiği prelüdlerini dinledik o son Polonyalı’nın.
“Öyle içten ki, bu Chopin, sanıyorum konser odasında
Ovuşturulmuş ve soruşturulmuş o çiçeğe dokunmamış
Belki iki yahut üç dostu arasında
Dirilecektir ruhu yalnızca”.
- Ve kayıp gider sohbet böylece
İstemsemeler ve dikkatle yakalanmış pişmanlıklar içinde
Karışıp ücra kornetlerle
Kemanların cılız tonları içinde
Ve başlar.

“Bilmezsin, ne kadar anlamlıdır benim için, dostlarım,
Ve nasıl, nasıl da nadir ve tuhaftır bu, bir hayatta
Bunca küsurdan ve sonlardan bunca şey oluşturmak.
(Gerçekte sevmiyorum bunu... biliyorsun? Kör değilsin!
Nasıl da zekisin!)
Bu niteliklere sahip, ve üstünde
Bir dostluğun yaşayacağı sahip olduğu
Bu tür nitelikleri veren bir dost bulmak.
Bunu sana söylemem nasıl da anlamlı –
Böylesi dostluklar olmadan – hayat, ne cauchemar! ” (**)

Kemanların sarmalları
Ve çatlak kornetlerin
Küçük ezgileri içinde
Başlar ağır bir tamtam beynimde,
Fena halde vurur kendisinin bir prelüdünü,
Kaprisli tek sesli
En azından kesin bir “yanlış nota”.
- Biraz hava alalım, bir tütün sarhoşluğunda,
Hayran kalalım anıtlara,
Konuşalım son olaylar hakkında,
Kamu saatlerine göre saatlerimizi ayarlayalım.
Sonra oturalım yarım saat ve biralarımızı yudumlayalım.

II 

Şimdi çiçeklenen leylaklarla
Dolu bir vazo vardır kadının odasında
Ve konuşurken burar onlardan birini parmaklarında.
“Ah, dostum, bilmezsin, bilmezsin
Hayat nasıldır, hayatı ellerinde tutansın sen”;
(Büker leylak saplarını yavaşça)
“Bırakıyorsun akıp gitsin senden, akıp gitsin diye,
Ve gençlik zalimdir, ve yoktur pişmanlığı
Ve göremediği durumlara gülümser”.
Gülümserim ben, elbette,
Ve sürer çay içme.
“Gene de bu Nisan günbatımları, ki nasılsa çağrıştırır
Defnedilmiş hayatı, ve İlkbahar’da Paris’i,
Tarifsiz huzurlu hissediyorum kendimi, ve dünyayı
Harika ve genç buluyorum, her şeye rağmen”.

Bir Ağustos ikindisinde kırık bir kemanın
Israrlı akortsuzluğu gibi geri dönüyor ses:
“Her zaman eminim anladığından
Duygularımı, her zaman eminim duygularından,
Eminim ki körfezin karşısına ulaşır elin.

Gayet sağlamsın, Aşil topuğun yok.
Devam edeceksin yoluna, ve başardığında
Diyebilirsin: bu noktada çoklarının iflahı kesildi.

Fakat neyim var, fakat neyim var ki, dostum,
Sana verecek, ne alabilirsin ki benden?
Sadece dostluk ve anlayış
Yolculuğun sonuna ulaşmak üzere olan birinden.

Burada oturacağım, dostlarıma çay ikram ederek…”

Şapkamı alırım: nasıl korkakça özür dileyebilirim ki
Bana söylediklerinden ötürü?
Görürsün beni herhangi bir sabah parkta
Okurken mizah ve spor sayfasını.
Özellikle fark ettim bir İngiliz kontesinin sahneye fırladığını.
Bir Polonya dansında öldürülmüş bir Yunanlı,
İtiraf etmiş suçunu başka bir banka dolandırıcısı.
Desteğimi esirgemem, hâkim olurum kendime
Mekanik ve yorgun bir sokak piyanosu,
Diğer insanların arzuladığı şeyleri çağrıştıran
Bahçe boyunca yayılan sümbüllerin kokularıyla,
Bazı eski bildik şarkıları tekrarlamadıkça.
Bu fikirler haklı mı haksız mı?

III 

Ekim gecesi yıkılıp düşer; dönerek daha önceki gibi
Kolayca hasta olmanın ufak bir duyarlığı haricinde
Tırmanırım merdivenleri ve çeviririm kapının tutamacını
Ve hissederim sanki emekleyerek tırmandığımı.

“Ve demek gidiyorsun yurtdışına; ve ne zaman dönersin?
Fakat bu yararsız bir soru.
Handiyse bilmiyorsun geri gelip gelmeyeceğini,
Öğrenecek çok şey bulacaksın”.
Düşer gülüşüm ağırca ufak süs eşyaları arasına.

“Belki yazarsın bana”.
Bir an için parıldar kendime hâkim oluşum;
Hesaba kattığım gibi tıpkı.

“Son günlerde meraklanıyorum sık sık
(Fakat başlangıçlarımız asla bilmez sonumuzu!)
Niçin pekiştirmedik dostluğumuzu? ”
Kendimi gülümseyen, ve aniden dönüp
Yüz ifadesine aynada bakan biri gibi hissediyorum.
Kendime hâkim oluşum eriyip akar; gerçekten de karanlıktayız.

“Çünkü herkes böyle diyor, bütün dostlarımız,
Onların hepsi emindi duygularımızın çok yakından
Bağlantı kurduğuna! Ben kendim handiyse anlamıyorum.
Terk etmeliyiz şimdi onu kadere.
Yazarsın, en azından.
Belki çok geç de değildir.
Burada oturacağım, dostlarıma çay ikram ederek”.

Ve ödünç almak zorundayım her değişen biçimi
Bulmak için ifadeyi … dans et, dans et
Dans eden bir ayı gibi,
Bağır bir papağan gibi, gevezelik et bir maymun gibi.
Biraz hava alalım, bir tütün sarhoşluğunda –
Pekâlâ! ve ölürse kadın bir ikindi vakti,
Boz ve dumanlı ikindi, sarı ve açık pembe akşam vakti;
Ölmeli ve bırakmalı beni otururken kalem elde
Evlerin tepelerine yığılıp kalan dumanla;
Şüphelidir, çünkü haylidir
Bilmedim ne hissettiğimi yahut anladığımı
Yahut ya bilge ya da ahmak olduğumu, geç ya da çok yakında…
Bu müzik başarılı bir “ölen düşüş” ile
Şimdi bahsederiz ölmekten –
Ve hakkım olabilir mi gülümsemeye?


T. S. Eliot (1888-1965)
(1948 yılı Nobel Edebiyat Ödülü sahibi)
Çeviren: İsmail Haydar Aksoy


(*) Christopher Marlowe’un ilk kez 1592 yılında sahnelenmiş “Maltalı Yahudi” adlı piyesinden. Alıntıdaki ilk dizeyi Friar Barnadine söylüyor, geri kalanı da kızı hakkında konuşmasının kendisine ıstırap verdiğini söyleyen Barabas tamamlıyor: “-Çünkü sen / Zina yaptın. Fakat başka bir ülkedeydi bu / Ve üstelik o kadın da ölmüş şimdi”.

(**) “cauchemar”, kâbus anlamına gelen Fransızca sözcük.

Hiç yorum yok: