T.S. Eliot’un ‘Dört Kuartet’inden Üçüncüsü
- I -
- III -
Bazen merak ederim Krişna’nın kastettiği bu muydu diye –
Başka şeyler arasında – ya da aynı şeyi başka şekilde izah edeyim:
Solgun bir şarkıdır gelecek, hasret dolu pişmanlığın lavanta spreyi
Ya da bir Saray Gülü’dür pişmanlık duymak için henüz burada olmayanlarca,
Hiç açılmamış bir kitabın sarı yaprakları arasında ezilmiş.
Ve yukarı giden yol aşağı giden yolun aynısıdır, ileri giden yol geri giden yoldur.
İnatla yüzleşemezsin onunla, fakat kesindir bir şey,
Ki bir hekim değildir zaman: o hasta burada değildir artık.
Tren yola koyulduğunda, ve yolcular oturduğunda
Önlerinde meyve, dergiler ve iş yazışmaları
(Ve onları giderken görenler ayrılmıştır platformdan)
Yüzleri gevşer kederden avuntuya doğru,
Yüzlerce saatin uykulu ritimlerine.
İleri gidin, yolcular! Kaçmayarak geçmişten
Değişik hayatlarda, ya da herhangi bir geleceğe;
O istasyondan yola çıkmış
Ya da herhangi bir varışa ulaşacak olan aynı kişiler değilsiniz,
Giderek darlaşan demiryolları kayıp giderken ardınızda;
Ve gümbür gümbür bir yolcu gemisinin güvertesinde
İzlerken ardınızda genişleyen pervane izini,
“Geçmiş bitti” ya da “gelecek önümüzde”
Diye düşünmeyeceksiniz.
Gece inerken, gemi donamında ya da antende,
(Kulağına olmasa bile, zamanın mırıltılı kabuğuna,
Ve hiçbir dilde olmayan) bir ses vaaz verir
“İleri gidin, ey sefere çıktığını düşünen kişiler;
Sizler değildiniz geri çekilerek
Limanı görenler, ya da karaya çıkanlar.
Burada yakındaki ve uzaktaki kıyıların arasında
İçine kapanıkken zaman, gelecekle geçmişi
Aynı addedin.
Eylem ya da eylemsizlik anında
Şunu düşünebilirsiniz: “varlığın hangi yarıküresinde olursa olsun
Bir insanın zihni kararlı olmalı
Ölüm zamanı” – bu bir eylemdir
(Ve ölüm zamanı her andır)
Başka insanların hayatında meyve verecek:
Ve düşünmeyin eylemin meyvesini.
İleri gidin.
Ey yolcular, Ey denizciler,
Limana ulaşan sizler, ve bedenleri
Denizin duruşmasıyla ve yargısıyla ıstırap çekecekler,
Ya da her ne olursa olsun, budur sizin varış yeriniz”.
Böyledir Krişna savaş meydanında
Kulağını çektiğinde Arjuna’nın.
İyi yolculuklar değil,
Fakat ileri gidin, yolcular.
- IV –
Tapınağı bir kayalıkta bulunan, Azize,
Dua et gemide bulunanlar için, işi
Balıkçılık olanlar için, ve
Her türden yasal ticaretle ilgili olanlar
Ve onları yönetenler için.
Bir duayı da tekrar et
Geri dönmeyen oğullarıyla kocalarının
Yola çıktığını gören kadınlar adına:
Figlia del tuo figlio,
Cennetin Ecesi.
Gemidekiler için de bir dua et, ve
Yolculuklarını kumda bitirenler için, denizin dudaklarında
Ya da onları reddetmeyecek karanlık gırtlağında
Ya da deniz çanının ölümsüz yakarışının
Onlara erişemeyeceği her yerde.
- V –
Mars’la iletişim kurmak, konuşmak ruhlarla,
O deniz canavarının davranışlarını bildirmek,
Betimlemek yıldız falını, işareti yorumlamak ve bakmak küreye,
Gözlemlemek hastalığı imzalarda, okumak
Hayat hikâyesini ayanın buruşukluklarında
Ve trajediyi parmaklarda; salıvermek alametleri
Kura çekerek, ya da çay yapraklarıyla, kaçınılmaz bilmeceyi
Çözümlemek iskambil kağıtlarıyla, oyalanmak beş köşeli yıldızlarla
Ya da barbiturik asitlerle, ya da paramparça etmek
O yinelenen imgeyi bilinç öncesi dehşetlerde –
İncelemek rahmi, ya da kabri, ya da düşleri; bütün bunlar olağan
Eğlenceler ve uyuşturuculardır, ve gazetedeki uzun makaledir;
Ve bunlar hep olacaktır, bunlardan bazıları özellikle
Milletlerin endişeleri ve şaşkınlığı olduğunda
İster Asya kıyılarında, isterse Edgware Road’da.
İnsanların merakı araştırır geçmişi ve geleceği
Ve yapışır bu boyuta. Fakat zamansızlığın
Zamanla kesişme noktasını
Anlamak, azizlere özgü bir uğraştır –
Uğraş da değil, fakat verilen
Ve alınan bir şeydir, aşk içinde bir ömür boyu ölüm,
Gayret ve özgecilik ve kendini bırakış.
Çoğumuz için, sadece başıboş
An vardır, zamanın içindeki ve dışındaki o an,
Dikkatin dağılmasının doruğu, güneşin şuasında yitmiş,
O saklı yaban kekiği, ya da kış şimşekleri
Ya da o çağlayan, ya da öyle derinden duyulan müzik
Ki asla duyulmaz, fakat müzik sensin
Sürerken müzik. Sadece imalar ve tahminlerdir bunlar,
Tahminlerin takip ettiği imalar; ve gerisi
Dua, örf, disiplin, düşünce ve eylemdir.
Yarısı tahmin edilmiş o ima, yarısı anlaşılmış o yetenek, Vücutlaşma’dır.
Varlığın yarı kürelerinin olanaksız birliği
Buradadır gerçekte,
Burada geçmiş ve gelecek
Zaptedilmiş ve uzlaştırılmıştır,
İblissi ve yer altı güçlerle
İşleyen, kendisinde devinimin kaynağı bulunmayan
Ve sadece devinen bir şeyin devinimiydi
Eylem önceden. Ve gerçek eylem özgürlüktür
Geçmişten ve gelecekten de.
Çoğumuz için, burada hiç gerçekleşmeyecek
Bir amaçtır bu;
Denemeyi sürdürdüğümüzden
Bozguna uğramamışlarız sadece;
Bizler, memnunuz nihayet
Eğer dünyevi alışkanlığımıza dönüş beslenirse
(Çok uzağında değil o porsukağacından)
Anlamlı toprağın o hayatından.
- I -
Tanrılar hakkında fazla şey bilmem; fakat sanırım ki o ırmak
Kudretli kahverengi bir tanrıdır – asık yüzlü, yabanıl ve serkeş,
Bir ölçüde sabırlı, ilk karşılaşmada bir hudut sanıldı;
Yararlı, güvenilmez, bir ticaret yolu misali;
Sonra tek sorunu olarak köprü inşa edenlerin karşısındaydı.
Bir kez bu sorun çözüldükten sonra, neredeyse unutuldu kent sakinlerince
O kahverengi Tanrı –gene de, uzlaşmasız büsbütün.
Kollayarak mevsimlerini ve öfkelerini, yıkar ve anımsatır
İnsanların unutmayı istediği şeyleri. Makinelere tapanlarca
Onurlandırılmamış, gönlü alınmamış, fakat bekler, gözler ve bekler.
Onun ritmi mevcut olurdu kreş uykuluklarında,
Nisan avlusunda sıra sıra aylandız ağaçlarında,
Ve kış akşamı halkalanışında gaz lambasında.
İçimizdedir ırmak, büsbütün kuşatır bizi deniz;
Toprağın kenarıdır da deniz, içine ulaştığı
O graniti, deniz savurur kıyılara
İlk ve diğer yaratıklarının imalarını:
Denizyıldızı, nal biçimli pavurya, balina omurgası:
Gölcükler takdim eder hevesimize
Kırılgan yosunları ve denizşakayıklarını.
Savurur deniz yitirdiklerimizi, o lime lime ağı,
Paramparça ıstakoz kaplarını, o kırık küreği
Ve ecnebi ölülerin eşyasını. Birçok tınısı var denizin,
Bir çok tanrısı ve bir çok tınısı.
Yabangülü üstündedir tuz,
Köknarlar üstünde sis.
Deniz böğürtüsü
Ve deniz inleyişi farklı sesler olsa da
Çoklukla birlikte duyulur: gemi donanımındaki ıslık,
Suyu yaran dalganın tehdidi ve okşayışı,
O granit dişlerdeki uzak ezberleyiş,
Ve yaklaşılan burundan feryat figan bir ikaz
Bunların hepsi denizin sesidir, ve eve doğru giderken
Dönenen o bıktırıcı maruzatçı, ve o martı:
Ve sessiz sisin zulmü altında
Ağır ağır çalan çan
Ölçer zamanı, bizim olmayan zamanı, yerin soluğanıyla
Telaşsız çalar, kronometrelerin zamanından daha yaşlı
Bir zaman, daha yaşlı
O kaygıyla kederli kadınların ölçtüğü zamandan,
Uzanırlar uyumadan, hesaplayarak geleceği,
Sökmeye, açmaya, çözmeye çalışarak
Ve birleştirmeye çalışarak geçmişle geleceği,
Gece yarısı ile şafak arası, geçmiş bütünüyle aldanış iken,
Gelecek geleceksiz, sabah saati önünde
Zaman dururken ve asla bitmezken zaman;
Ve başlangıçtan gelmiş ve gelen yerin soluğanları,
Çınlatır
Çanları.
Kudretli kahverengi bir tanrıdır – asık yüzlü, yabanıl ve serkeş,
Bir ölçüde sabırlı, ilk karşılaşmada bir hudut sanıldı;
Yararlı, güvenilmez, bir ticaret yolu misali;
Sonra tek sorunu olarak köprü inşa edenlerin karşısındaydı.
Bir kez bu sorun çözüldükten sonra, neredeyse unutuldu kent sakinlerince
O kahverengi Tanrı –gene de, uzlaşmasız büsbütün.
Kollayarak mevsimlerini ve öfkelerini, yıkar ve anımsatır
İnsanların unutmayı istediği şeyleri. Makinelere tapanlarca
Onurlandırılmamış, gönlü alınmamış, fakat bekler, gözler ve bekler.
Onun ritmi mevcut olurdu kreş uykuluklarında,
Nisan avlusunda sıra sıra aylandız ağaçlarında,
Ve kış akşamı halkalanışında gaz lambasında.
İçimizdedir ırmak, büsbütün kuşatır bizi deniz;
Toprağın kenarıdır da deniz, içine ulaştığı
O graniti, deniz savurur kıyılara
İlk ve diğer yaratıklarının imalarını:
Denizyıldızı, nal biçimli pavurya, balina omurgası:
Gölcükler takdim eder hevesimize
Kırılgan yosunları ve denizşakayıklarını.
Savurur deniz yitirdiklerimizi, o lime lime ağı,
Paramparça ıstakoz kaplarını, o kırık küreği
Ve ecnebi ölülerin eşyasını. Birçok tınısı var denizin,
Bir çok tanrısı ve bir çok tınısı.
Yabangülü üstündedir tuz,
Köknarlar üstünde sis.
Deniz böğürtüsü
Ve deniz inleyişi farklı sesler olsa da
Çoklukla birlikte duyulur: gemi donanımındaki ıslık,
Suyu yaran dalganın tehdidi ve okşayışı,
O granit dişlerdeki uzak ezberleyiş,
Ve yaklaşılan burundan feryat figan bir ikaz
Bunların hepsi denizin sesidir, ve eve doğru giderken
Dönenen o bıktırıcı maruzatçı, ve o martı:
Ve sessiz sisin zulmü altında
Ağır ağır çalan çan
Ölçer zamanı, bizim olmayan zamanı, yerin soluğanıyla
Telaşsız çalar, kronometrelerin zamanından daha yaşlı
Bir zaman, daha yaşlı
O kaygıyla kederli kadınların ölçtüğü zamandan,
Uzanırlar uyumadan, hesaplayarak geleceği,
Sökmeye, açmaya, çözmeye çalışarak
Ve birleştirmeye çalışarak geçmişle geleceği,
Gece yarısı ile şafak arası, geçmiş bütünüyle aldanış iken,
Gelecek geleceksiz, sabah saati önünde
Zaman dururken ve asla bitmezken zaman;
Ve başlangıçtan gelmiş ve gelen yerin soluğanları,
Çınlatır
Çanları.
- II -
Nerede biter o sessiz inilti,
Yapraklarını döken ve kaskatı kesilen
Güz çiçeklerinin suskun soluşu;
Sürüklenen enkaz, sahilde kemiğin yakarısı,
Felaketli haber ulaşınca dile getirilmez yakarı
Nerededir ve nerede biter?
Bitim yoktur, ekleme vardır sadece: sürükleyen
Neticenin günleri ve saatleri,
Hissizliğe götürürken kendini his
Hayat yılları arasında kırılması
En güvenilir olduğuna inanılan şeylerin –
Ve bu yüzden reddediş için en uygunudur.
Son bir ekleme bulunur, beceriksiz
Gurur ya da başarısız yetilere içerleme,
Bağımsız sadakat sadakatsizlik sayılabilir,
Yavaş yavaş su sızdıran sürüklenen bir teknede,
Son çağrının su götürmez çan haykırışını
Suskunca dinleyiş.
Sisin sindiği rüzgârın kuyruğunda yelken açmış
Balıkçıların bitimi nerededir?
Okyanussuz olan bir zamanı tasavvur edemeyiz
Ya da döküntülerle darmadağın olmamış bir okyanusu
Ya da geçmiş gibi sorumlu olmayan
Hedefi olmayan bir geleceği.
Sürekli su boşaltırken, ağ atarken ve çekerken
Düşünmek durumundayız onları, poyraz inerken
Sığ kıyılar üstüne değişimsiz ve erozyonsuz
Ya da paralarını çekerken onlar, kuruturken yelkenleri doklarda;
Ödenemeyecek bir yolculuğa çıkmak gibi değil
Çünkü denetlenmeyi taşıyamayacaktır yakalanan balıklar.
Sonu yoktur bunun, o sessiz inilti,
Solmuş çiçeklerin solmasının sonu yoktur,
Acısızlığa ve devinimsizliğe doğru acının devinimine,
Denizin işleyişine ve sürüklenen enkaza,
Kemiğin Ölüm’e yakarışı Tanrısı’dır onun. Sadece o sert,
Çağrı’nın yakarışı güçbela yakarabilir.
Öyle sanılır, insan yaşlandıkça,
Geçmişin düzeni başkalaşır, ve önemsiz bir ardışıklık olmayı bırakır –
Ya da gelişmişliği de: evrimin üstünkörü fikirleriyle özendirilmiş,
Kısmen bir safsata ikisinden sonuncusu
Herkesin gözünde, geçmişi yadsıma gereçlerine dönüşür.
Mutluluğun anları – refah hissi değil,
Gerçekleşme, tamamlanma, güvenlik ya da şefkat,
Ya da güzel bir akşam yemeği bile değil, fakat apansız aydınlanma –
O deneyimin sahibiydik fakat yitirdik anlamını,
Ve yaklaştık deneyimi başka bir biçimde
Oluşturan o deneyime, mutluluğa ayırabileceğimiz
Her anlamın ötesinde. Anlamda diriltilen
O geçmiş deneyimin sadece bir hayatın değil
Fakat birçok neslin deneyimi olduğunu
Önceden söylemiştim – unutmadan
Muhtemelen büsbütün anlaşılmaz bir şeyi:
Kaydedilmiş tarihin güvencesi ardında
Arkaya bakış, arkaya yarı-bakış
Omuz üstünden, ilkel dehşete doğru.
Şimdi, gelip keşfedeceğimiz ıstırap anlarıdır
(Bir anlaşmazlık yüzünden olsun ya da olmasın
Yanlış şeyler için umutlanma ya da yanlış şeylerden endişelenme
Meselesi değildir) aynı şekilde daimidir
Zamanın sahip olduğu böylesi bir kalıcılıkla. Daha iyi takdir ederiz bunu
Başkalarının ıstıraplarında, nerdeyse biz yaşamışızdır,
Katarak işin içine kendimizi, kendimizinkine oranla.
Çünkü kendi geçmişimiz kaplanmıştır eylem akışlarıyla,
Fakat başkalarının azabı bir deneyim olarak kalır
Vasıfsız, yıpranmamış sonraki aşınmalardan.
Değişir insanlar, ve gülümser: fakat o ıstırap dayanır,
Yok edici zaman esirgeyen zamandır,
Bütün yükü ölü zenciler, inekler ve tavuk kafesleri,
Acı elma, ve elmadaki ısırık olan o ırmak gibi.
Ve lime lime kaya o vesveseli sularda,
Yunar dalgalar onu, sisler saklar onu;
Berrak bir günde bir anıttır sadece,
Seyrüsefer havasında her daim bir deniz işareti
Rotayı saptamak için: fakat kasvetli mevsimde
Ya da apansız gazapta, hep ne idiyse odur.
Nerede biter o sessiz inilti,
Yapraklarını döken ve kaskatı kesilen
Güz çiçeklerinin suskun soluşu;
Sürüklenen enkaz, sahilde kemiğin yakarısı,
Felaketli haber ulaşınca dile getirilmez yakarı
Nerededir ve nerede biter?
Bitim yoktur, ekleme vardır sadece: sürükleyen
Neticenin günleri ve saatleri,
Hissizliğe götürürken kendini his
Hayat yılları arasında kırılması
En güvenilir olduğuna inanılan şeylerin –
Ve bu yüzden reddediş için en uygunudur.
Son bir ekleme bulunur, beceriksiz
Gurur ya da başarısız yetilere içerleme,
Bağımsız sadakat sadakatsizlik sayılabilir,
Yavaş yavaş su sızdıran sürüklenen bir teknede,
Son çağrının su götürmez çan haykırışını
Suskunca dinleyiş.
Sisin sindiği rüzgârın kuyruğunda yelken açmış
Balıkçıların bitimi nerededir?
Okyanussuz olan bir zamanı tasavvur edemeyiz
Ya da döküntülerle darmadağın olmamış bir okyanusu
Ya da geçmiş gibi sorumlu olmayan
Hedefi olmayan bir geleceği.
Sürekli su boşaltırken, ağ atarken ve çekerken
Düşünmek durumundayız onları, poyraz inerken
Sığ kıyılar üstüne değişimsiz ve erozyonsuz
Ya da paralarını çekerken onlar, kuruturken yelkenleri doklarda;
Ödenemeyecek bir yolculuğa çıkmak gibi değil
Çünkü denetlenmeyi taşıyamayacaktır yakalanan balıklar.
Sonu yoktur bunun, o sessiz inilti,
Solmuş çiçeklerin solmasının sonu yoktur,
Acısızlığa ve devinimsizliğe doğru acının devinimine,
Denizin işleyişine ve sürüklenen enkaza,
Kemiğin Ölüm’e yakarışı Tanrısı’dır onun. Sadece o sert,
Çağrı’nın yakarışı güçbela yakarabilir.
Öyle sanılır, insan yaşlandıkça,
Geçmişin düzeni başkalaşır, ve önemsiz bir ardışıklık olmayı bırakır –
Ya da gelişmişliği de: evrimin üstünkörü fikirleriyle özendirilmiş,
Kısmen bir safsata ikisinden sonuncusu
Herkesin gözünde, geçmişi yadsıma gereçlerine dönüşür.
Mutluluğun anları – refah hissi değil,
Gerçekleşme, tamamlanma, güvenlik ya da şefkat,
Ya da güzel bir akşam yemeği bile değil, fakat apansız aydınlanma –
O deneyimin sahibiydik fakat yitirdik anlamını,
Ve yaklaştık deneyimi başka bir biçimde
Oluşturan o deneyime, mutluluğa ayırabileceğimiz
Her anlamın ötesinde. Anlamda diriltilen
O geçmiş deneyimin sadece bir hayatın değil
Fakat birçok neslin deneyimi olduğunu
Önceden söylemiştim – unutmadan
Muhtemelen büsbütün anlaşılmaz bir şeyi:
Kaydedilmiş tarihin güvencesi ardında
Arkaya bakış, arkaya yarı-bakış
Omuz üstünden, ilkel dehşete doğru.
Şimdi, gelip keşfedeceğimiz ıstırap anlarıdır
(Bir anlaşmazlık yüzünden olsun ya da olmasın
Yanlış şeyler için umutlanma ya da yanlış şeylerden endişelenme
Meselesi değildir) aynı şekilde daimidir
Zamanın sahip olduğu böylesi bir kalıcılıkla. Daha iyi takdir ederiz bunu
Başkalarının ıstıraplarında, nerdeyse biz yaşamışızdır,
Katarak işin içine kendimizi, kendimizinkine oranla.
Çünkü kendi geçmişimiz kaplanmıştır eylem akışlarıyla,
Fakat başkalarının azabı bir deneyim olarak kalır
Vasıfsız, yıpranmamış sonraki aşınmalardan.
Değişir insanlar, ve gülümser: fakat o ıstırap dayanır,
Yok edici zaman esirgeyen zamandır,
Bütün yükü ölü zenciler, inekler ve tavuk kafesleri,
Acı elma, ve elmadaki ısırık olan o ırmak gibi.
Ve lime lime kaya o vesveseli sularda,
Yunar dalgalar onu, sisler saklar onu;
Berrak bir günde bir anıttır sadece,
Seyrüsefer havasında her daim bir deniz işareti
Rotayı saptamak için: fakat kasvetli mevsimde
Ya da apansız gazapta, hep ne idiyse odur.
- III -
Bazen merak ederim Krişna’nın kastettiği bu muydu diye –
Başka şeyler arasında – ya da aynı şeyi başka şekilde izah edeyim:
Solgun bir şarkıdır gelecek, hasret dolu pişmanlığın lavanta spreyi
Ya da bir Saray Gülü’dür pişmanlık duymak için henüz burada olmayanlarca,
Hiç açılmamış bir kitabın sarı yaprakları arasında ezilmiş.
Ve yukarı giden yol aşağı giden yolun aynısıdır, ileri giden yol geri giden yoldur.
İnatla yüzleşemezsin onunla, fakat kesindir bir şey,
Ki bir hekim değildir zaman: o hasta burada değildir artık.
Tren yola koyulduğunda, ve yolcular oturduğunda
Önlerinde meyve, dergiler ve iş yazışmaları
(Ve onları giderken görenler ayrılmıştır platformdan)
Yüzleri gevşer kederden avuntuya doğru,
Yüzlerce saatin uykulu ritimlerine.
İleri gidin, yolcular! Kaçmayarak geçmişten
Değişik hayatlarda, ya da herhangi bir geleceğe;
O istasyondan yola çıkmış
Ya da herhangi bir varışa ulaşacak olan aynı kişiler değilsiniz,
Giderek darlaşan demiryolları kayıp giderken ardınızda;
Ve gümbür gümbür bir yolcu gemisinin güvertesinde
İzlerken ardınızda genişleyen pervane izini,
“Geçmiş bitti” ya da “gelecek önümüzde”
Diye düşünmeyeceksiniz.
Gece inerken, gemi donamında ya da antende,
(Kulağına olmasa bile, zamanın mırıltılı kabuğuna,
Ve hiçbir dilde olmayan) bir ses vaaz verir
“İleri gidin, ey sefere çıktığını düşünen kişiler;
Sizler değildiniz geri çekilerek
Limanı görenler, ya da karaya çıkanlar.
Burada yakındaki ve uzaktaki kıyıların arasında
İçine kapanıkken zaman, gelecekle geçmişi
Aynı addedin.
Eylem ya da eylemsizlik anında
Şunu düşünebilirsiniz: “varlığın hangi yarıküresinde olursa olsun
Bir insanın zihni kararlı olmalı
Ölüm zamanı” – bu bir eylemdir
(Ve ölüm zamanı her andır)
Başka insanların hayatında meyve verecek:
Ve düşünmeyin eylemin meyvesini.
İleri gidin.
Ey yolcular, Ey denizciler,
Limana ulaşan sizler, ve bedenleri
Denizin duruşmasıyla ve yargısıyla ıstırap çekecekler,
Ya da her ne olursa olsun, budur sizin varış yeriniz”.
Böyledir Krişna savaş meydanında
Kulağını çektiğinde Arjuna’nın.
İyi yolculuklar değil,
Fakat ileri gidin, yolcular.
- IV –
Tapınağı bir kayalıkta bulunan, Azize,
Dua et gemide bulunanlar için, işi
Balıkçılık olanlar için, ve
Her türden yasal ticaretle ilgili olanlar
Ve onları yönetenler için.
Bir duayı da tekrar et
Geri dönmeyen oğullarıyla kocalarının
Yola çıktığını gören kadınlar adına:
Figlia del tuo figlio,
Cennetin Ecesi.
Gemidekiler için de bir dua et, ve
Yolculuklarını kumda bitirenler için, denizin dudaklarında
Ya da onları reddetmeyecek karanlık gırtlağında
Ya da deniz çanının ölümsüz yakarışının
Onlara erişemeyeceği her yerde.
- V –
Mars’la iletişim kurmak, konuşmak ruhlarla,
O deniz canavarının davranışlarını bildirmek,
Betimlemek yıldız falını, işareti yorumlamak ve bakmak küreye,
Gözlemlemek hastalığı imzalarda, okumak
Hayat hikâyesini ayanın buruşukluklarında
Ve trajediyi parmaklarda; salıvermek alametleri
Kura çekerek, ya da çay yapraklarıyla, kaçınılmaz bilmeceyi
Çözümlemek iskambil kağıtlarıyla, oyalanmak beş köşeli yıldızlarla
Ya da barbiturik asitlerle, ya da paramparça etmek
O yinelenen imgeyi bilinç öncesi dehşetlerde –
İncelemek rahmi, ya da kabri, ya da düşleri; bütün bunlar olağan
Eğlenceler ve uyuşturuculardır, ve gazetedeki uzun makaledir;
Ve bunlar hep olacaktır, bunlardan bazıları özellikle
Milletlerin endişeleri ve şaşkınlığı olduğunda
İster Asya kıyılarında, isterse Edgware Road’da.
İnsanların merakı araştırır geçmişi ve geleceği
Ve yapışır bu boyuta. Fakat zamansızlığın
Zamanla kesişme noktasını
Anlamak, azizlere özgü bir uğraştır –
Uğraş da değil, fakat verilen
Ve alınan bir şeydir, aşk içinde bir ömür boyu ölüm,
Gayret ve özgecilik ve kendini bırakış.
Çoğumuz için, sadece başıboş
An vardır, zamanın içindeki ve dışındaki o an,
Dikkatin dağılmasının doruğu, güneşin şuasında yitmiş,
O saklı yaban kekiği, ya da kış şimşekleri
Ya da o çağlayan, ya da öyle derinden duyulan müzik
Ki asla duyulmaz, fakat müzik sensin
Sürerken müzik. Sadece imalar ve tahminlerdir bunlar,
Tahminlerin takip ettiği imalar; ve gerisi
Dua, örf, disiplin, düşünce ve eylemdir.
Yarısı tahmin edilmiş o ima, yarısı anlaşılmış o yetenek, Vücutlaşma’dır.
Varlığın yarı kürelerinin olanaksız birliği
Buradadır gerçekte,
Burada geçmiş ve gelecek
Zaptedilmiş ve uzlaştırılmıştır,
İblissi ve yer altı güçlerle
İşleyen, kendisinde devinimin kaynağı bulunmayan
Ve sadece devinen bir şeyin devinimiydi
Eylem önceden. Ve gerçek eylem özgürlüktür
Geçmişten ve gelecekten de.
Çoğumuz için, burada hiç gerçekleşmeyecek
Bir amaçtır bu;
Denemeyi sürdürdüğümüzden
Bozguna uğramamışlarız sadece;
Bizler, memnunuz nihayet
Eğer dünyevi alışkanlığımıza dönüş beslenirse
(Çok uzağında değil o porsukağacından)
Anlamlı toprağın o hayatından.
T. S. Eliot
(1888-1965)
(1948 yılı Nobel Edebiyat Ödülü sahibi) .
Çeviren: İsmail Haydar Aksoy
(1948 yılı Nobel Edebiyat Ödülü sahibi) .
Çeviren: İsmail Haydar Aksoy
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder