Elzevir baskısı kitap sayfaları arasında bit gibi uyudu
başka insanlar; aralarında
tartışıyorlardı bu yeni çıkmış kitapları
futbol tartışır gibi, bazı goller atar gibi.
Fakat o zaman çağıldamıştık şarkıyla ortasında ilkbaharın
And dağlarının taşlarını kendiyle sürükleyen ırmaklar boyunca
ve kucaklamıştık kadınlarımızı, yutmuştuk
bir çırpıda onca peteği, ve açgözlüydük daha
toprağın kükürdü için.
Sadece bu değil fakat dahası da var: hayatı
bölüştük sevdiğimiz ve bize şarabın yaşıyla
kumun dürüst alfabesini öğreten mütevazi arkadaşlarımızla,
onlardaki sakinlik şakıyarak koparttı kendini
zor zamanlarda. Ey birlikte mağarayı
ve çoban kulübesini aradığımız günler,
parçalayan örümcek ağını ve gece boyunca
yayılıp duran Güney’in kıyılarına
ve karılmış harcına:
her şey çiçekti ve geçip giden sıla,
her şey yağmurdu ve özdeksi pis koku.
Hangi geniş yolu izlediysek, mola verdik
birahanelerde, bakışlarımız
yönelmiş inanılmaz bir şafağa, bir taşa,
kömürle betimlenmiş bir duvara, hepimize hemen
kışın bütün şarkılarını öğreten
bir grup ateşçiye. Fakat yalnızca
camlarımıza tırmanan tırtıl değildi sürünerek
değişik renklerle pırıldayan, selülozda yıkanan,
her seferinde daha da yüksekte o özenli yazısında,
bu demir katısı, bu acımasız kovboy da pırıldıyordu
göğsümüze dayadığı iki tabancayla korkutarak bizi,
analarımızı becermekle tehdit ederken bizleri
ve rehin alırken sahip olduklarımızı
(bütün bunlara kahramanlık benzeri bir ad takmıştı) .
Bıraktık geçsinler diye, dik dik bakarken onlara,
bizimle hiç bir yere gidemediler, kıvrılmadık haçlarda,
ve her biri ilerledi Avrupa gazetelerinden ya da
Bolivya pesolarından oluşan kendi mezarına doğru.
Fakat bizim lambalarımız yanıyor hâlâ, ışıltılı
daha da berrak yazıdan ve eşkıyadan.
başka insanlar; aralarında
tartışıyorlardı bu yeni çıkmış kitapları
futbol tartışır gibi, bazı goller atar gibi.
Fakat o zaman çağıldamıştık şarkıyla ortasında ilkbaharın
And dağlarının taşlarını kendiyle sürükleyen ırmaklar boyunca
ve kucaklamıştık kadınlarımızı, yutmuştuk
bir çırpıda onca peteği, ve açgözlüydük daha
toprağın kükürdü için.
Sadece bu değil fakat dahası da var: hayatı
bölüştük sevdiğimiz ve bize şarabın yaşıyla
kumun dürüst alfabesini öğreten mütevazi arkadaşlarımızla,
onlardaki sakinlik şakıyarak koparttı kendini
zor zamanlarda. Ey birlikte mağarayı
ve çoban kulübesini aradığımız günler,
parçalayan örümcek ağını ve gece boyunca
yayılıp duran Güney’in kıyılarına
ve karılmış harcına:
her şey çiçekti ve geçip giden sıla,
her şey yağmurdu ve özdeksi pis koku.
Hangi geniş yolu izlediysek, mola verdik
birahanelerde, bakışlarımız
yönelmiş inanılmaz bir şafağa, bir taşa,
kömürle betimlenmiş bir duvara, hepimize hemen
kışın bütün şarkılarını öğreten
bir grup ateşçiye. Fakat yalnızca
camlarımıza tırmanan tırtıl değildi sürünerek
değişik renklerle pırıldayan, selülozda yıkanan,
her seferinde daha da yüksekte o özenli yazısında,
bu demir katısı, bu acımasız kovboy da pırıldıyordu
göğsümüze dayadığı iki tabancayla korkutarak bizi,
analarımızı becermekle tehdit ederken bizleri
ve rehin alırken sahip olduklarımızı
(bütün bunlara kahramanlık benzeri bir ad takmıştı) .
Bıraktık geçsinler diye, dik dik bakarken onlara,
bizimle hiç bir yere gidemediler, kıvrılmadık haçlarda,
ve her biri ilerledi Avrupa gazetelerinden ya da
Bolivya pesolarından oluşan kendi mezarına doğru.
Fakat bizim lambalarımız yanıyor hâlâ, ışıltılı
daha da berrak yazıdan ve eşkıyadan.
Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"dan
"Evrensel Şarkı"dan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder