Sayfalar

11 Eylül 2013 Çarşamba

Recabarren İçin

Recabarren İçin
I

Dünya, dünyanın metali, o yoğun
güzellik, mızrak, lamba ya da yüzük
olacak demir dolu barış,
saf irin, zamanın
satınalma gücü, çıplak toprak için
hekimlik sanatı.

Mineral batmış ve gömülmüş
bir yıldız gibiydi.
Gezegenin nabızatışları altına saklandı
ışık gram gram.
Kalın harmani, balçık ve kum
örttü senin yarıküreni.

Ne ki sevdim senin tuzunu, yüzeyini.
Senin ağır yağmurunu, gözkapağını senin, görünümünü.

Katı arılığın ayarında
türkü söyledi elim: zümrüdün
gelinsi çoban-şiirinde alıntı yapıldı benden,
ve demirin boşluğunda koydum bir gün yüzümü
uçuruma dek, direnç ve çoğalım aktı gitti benden.

Ama bir şey bilmiyordum ben.

Demir, bakır, tuz biliyordu bunu.

Altın her çiçek koparıldı kanla.
Her metalin bir askeri var.


Bakır
II 

Bakıra geldim, Chuquicamata'ya.

Akşamdı sıradağlarda.
Hava buzsoğuğu bir cam gibiydi
kuru berraklıktan yapılmış.
Daha önce bir çok gemide yaşamıştım,
ama çölün gecesinde
parıldadı bu muhteşem maden
göz-kamaştıran bir gemi gibi
bu gecesel tepelerin
parıldayan çiyi altında.

Kapattım gözlerimi: Uyku ve gölge
gerdi güçlü tüyünü
üzerime dev bir kuş gibi.
Sallanırken elemli araba
bir bu yana bir öbür yana, fırladı
yakındaki yıldız, bir mızrak gibi
delip geçen gezegen
buzsoğuğu bir ateşten donmuş bir şimşek
ve bana yöneltilmiş bir tehdit.

Chuquicamata'da Gece
III 

Gece zaten koyuydu, uçurum derinliğince bir gece
bir çanın içindeki boşluk gibi.
Ve gördüm gözlerimin önünde amansız duvarları,
kırıyordu bakırı bir piramitte.
Yeşildi buraların kanı.

Ta ışığa boğulmuş gezegenlere dek ulaştı
bu yeşil, bu gecesel ihtişam.
Damla damla yarattı insan
turkuvaz bir sütü,
sonsuzlukta parıldayan
taştan bir şafağı,
ötesinde kumgecesinin
yıldız kuşanmış, açık toprağını.

Adım adım sürükledi beni Sendika'ya
o zaman
kendi eliyle karanlık.
Şili'de olmuştu bu,
Temmuz ayında, o soğuk mevsimde.

Adımlarımın hemen yanından geçiyordu günler
(ya da yüzyıllar) (ya da sadece aylar
bakırdan yapılmış, taştan yapılmış ve taştan ve taştan,
yani: zamanla cehennemden yapılmış:
bitimsiz olandan yapılmış, kükürt-sarısı bir elin
desteğiyle yapılmış)
yalnızca bakırın tanıdığı
başka adımlar ve ayaklardan.

Kirli bir kalabalıktı,
açlık ve paçavralar, yeraltında
geçitler açan yalnızlıklar.
O geceyi görmedim
sayısız yaralarının resmi törenle geçişini
madenin merhametsiz sahilinde.

Ne ki durdum baktım bu acıların tarafında.

Bakırın omurgakemikleri ıslaktı,
Terli darbelerle çıkarılmış
And-dağı havasının bitimsiz ışığında.
Kazıp çıkarmak için bu mineralsi kemiklerini
yüzyıllarca gömülü kalmış heykelin
inşa etti insan
bu boş tiyatronun galerilerini.
Ne ki bu katı öz,
gelişmesindeki taş, bakırın
utkusu kayboldu ve bıraktı arkasında volkanın emrettiği
bir krateri, tepelerde soluk bir delik bırakan
bu yeşil yıldızı
demircil bir tanrının göğsünden sökülmüş.


Şilililer
IV 

Bunların hepsini yaratan senin elindir.

Senin elindi, bu mineralsi köylünün
tırnakları, savaşılmış
'tantanacı halk yığını', insandan malzeme
serildi ayaklar altına, paçavralar içindeki küçük insan.
Senin elin bu coğrafya gibiydi:
gömdü bu kraterlerin yeşil karanlığını,
okyanussu taştan bir gezegeninin temelini attı.

Cephanelikler arasında dolaştı,
bükülmüş kükürdü toparladı
ve barut koydu her yana
baygın bir tavuğun
yumurtlaması gibi.

İnanılmaz bir krater hakkında bu anlatılanlar:
ta dolunaydan
görünür dibi
ki gömülmüş el ele
Rodriguez diye biriyle, Carrasco diye biriyle,
Diaz İturrieta diye biriyle,
Abarca diye biriyle, Gumersindo diye biriyle,
Şili'li biriyle, binlercedir adı O'nun.

Bu sınırsızlık sürükledi
paçavralar içindeki Şili'liyi, adım adım, birlikte
kazılıp açılmış topluluktan, bir gün
ve bir gün daha, bir kış daha,
çıplak yumruklarla, hızlı, tepelerin
sürükleyen atmosferi,
ve kümeledi toprağın bölgeleri arasında.


Kahraman

Yalnızca bir çok parmağın gürültücü
hızı değildi bu, yalnızca kürek değildi bu,
yalnızca kol değil, kalça, insanın bütün
ağırlığı ve enerjisi:
ağrıydı, belirsizlik ve hiddetti
kazan her bir santimetresini
kireçli tepeyi ararken
yıldızın yeşil damarlarını,
gömdülerdi kuyruklu-yıldızların
fosforışıklı kuyruklarını.

Kansı tuz doğdu insanın
eridiği kuyudan.

Çünkü hırçın Reinaldo'ydu O,
taş-arayıcısı, yorulmaz
Sepelveda, oğlun senin, teyzen
Eduviges Rojas'ın yeğeni,
mineralsi sıradağları havaya uçuran
ateşli kahraman.

İnsan hayatına ve toprağa,
en içteki dölyatağının taşkınlığına
sızmasını bilen biri gibi
bozguna uğrattım kendi kendimi:
batıncaya dek sarkıtlar gibi
gözyaşının sellerinde insana,
zavallı, düşmüş kandan,
toza bulanmış terden.


Görevler
VI 

Başka bir keresinde Lafertte'yle gittik çok uzaklara
mavi, el etek çektiren İquique'den
Tarapaca'dan
kumun sınırları boyunca.

Elias gösterdi bana güherçile-işçisinin
küreğini. Her bir adamın parmakları
gömülmüş duruyordu
tahtadan sapına küreğin:
her bir parmak ucundan ötürü
aşınıp gitmişti kürek.
Kürekteki bu ellerin damgası
ezdi çakmaktaşını,
ve böylece açtılar topraktan ve taştan,
metalden ve asitten mahzenleri,
bu acılı tırnaklar, gezegenleri
havaya uçuran
ellerin bu simsiyah zinciri,
madenleri gökyüzüne doğru kaldırıyor
ve diyor ki kutsal kitaptaki
öyküye benzeyen bir masalda olduğu gibi:
'İlk günü bu yeryüzünün.'

İşte, kimsenin daha önce görmediği
(başlangıç gününe kadar) ,
ayağa kalktı küreğin ilk örneği
cehennemin kırıntıları üzerinden: baş etti onlara
kaba, ateşli elleriyle,
açtı toprağın yaprağını,
ve mavi gömlek içinde atıldı ileriye,
beyaz dişli rehber,
güherçilenin kâşifi.


Çöl
VII

Büyük kumçöllerinin katı yemek-yeme zamanı
geldi çattı:
dünya çıplaktı,
sereserpeydi, yalıtılmış ve ak-paktı en uçtaki
sınırına dek kumun:
yaşayan tuzun, yalnız tuz-kuyularının çıkardığı
hışırtıya kulak ver:
güneş dinamitliyor pencererini o boş sonsuzlukta,
ve toprak savaşıyor ölümle, tuzun inildeyen
kuru, yarı boğulmuş sesinin altında.


Noktürn
VIII

Çölün çevresine gel,
bozkırın koyu, havalı gecesine,
gecenin yıldızdan ve uzaydan oluşmuş çevresine gel,
Tamarugal bölgesinin zamanda yitmiş
bütün sessizliği topladığı yere.

Uzaklıktan ve aydan yapılma bir kubbede
kireçmavisi bin yılların sessizliği,
oluşturmakta gecenin çıplak coğrafyasını.
Seviyorum seni, eldeğmemiş toprak, sevdiğim gibi
o kadar zıt şeyi:
çiçeği, sokağı, ırmak yüzeyini, dinsel töreni.

Seviyorum seni, ey okyanusun temiz bacısı.
İnsansız, duvarsız ya da bitkisiz,
kimseler beni desteklemeden
başarmak zordu benim için bu boşluğun okulunu.

Yalnızdım bir başıma.
Hayat ovalar ve yalnızlıktı.

Bu dünyanın erkeksi bağrıydı.

Ve sevdim senin sarp biçiminin düzenini,
boşluğunun kesin sonsuzluğunu.


Çorak Toprak
IX

Yutulmuş çorak toprakta insan
yaşadı kemirerek çıplak toprağı.
Önüne geldim tam mağaranın,
daldırdım elimi bitlerin arasından,
dolaştırdım raylar boyunca
avutulmaz şafağa dek,
uyudum katı talaşlar üzerinde,
işten çıktım akşama doğru,
buhar ve iyod kasıp kavurmuştu beni,
tokalaştım o adamla,
konuştum genç karısıyla O'nun
eşikte arasında tavukların,
arasında paçavraların, sefil yoksulluğun
bütün kokuları arasında.

Ve birleştirdiğimden bir çok
acıyı, topladığımdan
ruhun çanağında onca kanı,
gördüm temiz odaların birinden,
akıl ermez bozkırdan,
bir insanın geldiğini, aynı çeşit kumdan yapılma,
bir kımıldamaz, her şeyi barındıran çehre,
muhteşem bir gövde için biraz giysi,
inatçı lambalar gibi
bir çift yarı kısılmış göz.

Recabarren'di adı O'nun.


Pablo Neruda
"Los libertadores"den - "Canto General"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder