Mevsimin rüzgârı, o yeşil rüzgâr,
uzayla ve suyla doldurulmuş, aşina kazaya
ve sadaka parası gibi uçucu bir maddeye,
katlıyor bayrağının hüzünlü meşinini:
böyle, gümüş grisi ve soğuk, korunak aradı bir gün,
bir devin kristal kılıcı gibi kırılgan,
bütün bu güçlerin arasında koruyan ürkünç iç çekişi onun,
düşen gözyaşları, yararsız kumu,
birbirlerine teğet geçen ve gıcırdayan güçlerle çevrilmiş,
kavganın ortasında beyaz dalını, şaşkın kesinliğini
kaldıran çıplak bir adam gibi,
o düşmansı saldırıda düşen titreyen tuzdan damlası.
Hangi dinlenişi denemeliyim, hangi yoksul umudu sevmeliyim,
onca zayıf bir alazda, onca uçucu bir ateşte?
Neye doğru kaldırayım o aç baltayı?
Hangi maddeyi terk edeyim, hangi yıldırımdan kaçayım?
Onun ışığı, uzunluktan ve titreyişten yaratılmış tam olarak,
sürüklüyor toprakta hüzünlü bir gelinlik gibi
soluklukla ve ölümlü uykuyla süslenmiş.
Gölgenin dokunduğu ve şaşkınlığın arzuladığı ne varsa
asılıyor bir sıvı gibi, sallanarak, yoksun barıştan,
uzayların arasında aciz, ölüme mağlup.
Ah, ve bu kader haylidir beklenen bir gün aldı,
mektuplar, gemiler ve dükkanlar gibi acele ettiler:
ölmek, kendi göğü olmaksızın, sakin durarak ve ıslak.
Nerede onun rayihalı güneş yelkeni, derin yaprakları,
örtülü hızlı bulutlarının ateşi, onun yaşayan nefesi?
Kımıltısız, giyinmiş ölen parıltıyla ve kasvetli pulla
görecek nasıl yağmurun yardığını iki parçasını
ve sularla beslenen rüzgârın nasıl da kendilerine saldırdığını.
uzayla ve suyla doldurulmuş, aşina kazaya
ve sadaka parası gibi uçucu bir maddeye,
katlıyor bayrağının hüzünlü meşinini:
böyle, gümüş grisi ve soğuk, korunak aradı bir gün,
bir devin kristal kılıcı gibi kırılgan,
bütün bu güçlerin arasında koruyan ürkünç iç çekişi onun,
düşen gözyaşları, yararsız kumu,
birbirlerine teğet geçen ve gıcırdayan güçlerle çevrilmiş,
kavganın ortasında beyaz dalını, şaşkın kesinliğini
kaldıran çıplak bir adam gibi,
o düşmansı saldırıda düşen titreyen tuzdan damlası.
Hangi dinlenişi denemeliyim, hangi yoksul umudu sevmeliyim,
onca zayıf bir alazda, onca uçucu bir ateşte?
Neye doğru kaldırayım o aç baltayı?
Hangi maddeyi terk edeyim, hangi yıldırımdan kaçayım?
Onun ışığı, uzunluktan ve titreyişten yaratılmış tam olarak,
sürüklüyor toprakta hüzünlü bir gelinlik gibi
soluklukla ve ölümlü uykuyla süslenmiş.
Gölgenin dokunduğu ve şaşkınlığın arzuladığı ne varsa
asılıyor bir sıvı gibi, sallanarak, yoksun barıştan,
uzayların arasında aciz, ölüme mağlup.
Ah, ve bu kader haylidir beklenen bir gün aldı,
mektuplar, gemiler ve dükkanlar gibi acele ettiler:
ölmek, kendi göğü olmaksızın, sakin durarak ve ıslak.
Nerede onun rayihalı güneş yelkeni, derin yaprakları,
örtülü hızlı bulutlarının ateşi, onun yaşayan nefesi?
Kımıltısız, giyinmiş ölen parıltıyla ve kasvetli pulla
görecek nasıl yağmurun yardığını iki parçasını
ve sularla beslenen rüzgârın nasıl da kendilerine saldırdığını.
Pablo Neruda
"Yeryüzünde Birinci Konaklama"dan
"Yeryüzünde Birinci Konaklama"dan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder