Sayfalar

7 Aralık 2013 Cumartesi

Meksika’nın Duvarları Üzerinde

Irmaklar boyunca uzanıyor ülkeler,
arıyor o yumuşak memeyi, gezegenin dudaklarını,
sen Meksika, ulaştın alıç dikeninin yuvasına,
kanlı kartalın ıssız yüceliklerine,
yabanıl savaşçı ordusunun balına.

Başkaları bülbülü aramıştı ve bulmuşlardı
dumanı, vadiyi, insan derisi gibi yöreleri:
sen Meksika, gömdün ellerini toprağın derinine,
vahşi bakışla büyüdün taşta.
Ağzın değdiği zaman çiğdemin gülüne
dönüştürdü gökyüzünün kırbacı onu sızılara.
İki denizin dalgalanmış köpükleri arasında
bıçaklardan bir rüzgâr gibiydi kökenin.

Göz kapakların açıldı hiddetli bir günün
kabaran gelinciklerinde,
ve yayıldı kar canlı ateşin sende mesken kurduğu
o müthiş eserinde senin.

Tanıyorum senin nopala-armağanlarından tacını
ve yeraltı biçimlerini biliyorum,
Meksika, biçimleniyor köklerinin dibinde
toprağın saklı suyundan
ve madenlerin kör metalinden.

Ah toprak, ah parıltısı
kalıcı ve sert coğrafyanın,
Kaliforniya denizinin dağılmış gülü,
Yucatán’ın hiddetle söylediği o yeşil şimşek,
Sinaloa’nın sarı sevdası,
Morelia’nın kızaran göz kapağı
ve kalbimi endamına zincirleyen
sonsuz çizgisi baharatlı agave ağacının.

Velvelelerden ve kılıçlardan oluşan yüksek Meksika,
gece daha büyükken dünyada,
böldün mısırın beşiğini insanlar arasında.
Yükselttin elini doluyken kutsal toprakla
ve bıraktın insanların arasına
ekmekten ve rayihadan yeni doğmuş bir yıldız gibi.
O zaman barutun ışığında görmüştü köylü
kurtarılmış toprağını
filizlenen ölülerin üzerinde parıldadığını.

Morelos için şarkım. Düştüğünde
onun delici ışıltısı,
toprağın altında bağırmak için
küçük bir damla almıştı, kendi kanıyla
dolsun diye kupa, ve kupadan fışkırdı bir ırmak
Amerika’nın sessiz kıyılarının hepsini kaplayana
ve gizemli gücünde boğana dek.

Cuauhtémoc için şarkım. Onun
ay akrabalıklarını hissediyorum
ve işkence görmüş tanrı gibi güzel gülüşünü.
Neredesin şimdi, eski zamanların kardeşi,
kaybettin mi yoksa o uysal direncini?
Neye dönüştürdün kendini?
Nerede yaşıyor ateşinin mevsimi?

Yaşıyor o bizim karanlık ellerimizin derisinde,
yaşıyor o kül grisi buğdayda:
gecesel gölgelerin ardından,
şafağın asmaları dağılırken,
açıyor Cuauhtémoc gözlerinin uzak ışığını
yaprağın yeşil hayatı üzerinden.

Cárdenas için şarkım. Oradaydım,
gördüm Kastilya’nın isyanını.
Hayatın kör hiddetli günleriydi.
Dayanılmaz acılar zalim dallar gibi
yaralamıştı taciz edilmiş anamızı.

Terk edilmiş üzünçtü, sessizliğin duvarı,
ihanet ettikçe, saldırdı ve yaraladı
şafaklardan ve defnelerden oluşan bu vatanı,
O zaman sadece Rusya’nın kızıl yıldızı parlıyordu
ve insancıl gecede
Cárdena’nın bakışı.
General, Amerika’nın Başkanı, bu şarkıyı
sana sunuyorum
İspanya’dan toparladığım parıltının
küçücük bir parçası.

Meksika, kapılarını ve ellerini açmıştın
gezgine, yaralıya,
mülteciye, kahramana.
Sadece bu şekilde anlatılabilir,
ve ben isterdim
sözcüklerim yeniden yapışsın öpücük gibi duvarlarına.
Açmışsın savaşan kapılarını ardına dek
ve ışıltılı tacın dolmuş yabancı oğullarla,
sert ellerinle kavradın
oğlunun yanaklarını,
sanki dünyanın gözü yaşlı fırtınası doğurmuş gibi seni.

Burada bitiriyorum, Meksika,
burada bırakıyorum el yazımı
şakaklarının üzerinde
silsin diye zaman bu yeni söylevi
seni, özgürlüğünü ve derinliğini seven birinin saçtığı.
Elveda diyorum, ama gözden yitmiyorum.
Gidiyorum, ama elveda
diyemiyorum.
Çünkü hayatımda yaşıyorsun ey Meksika,
yolunu şaşıran bir kartal gibi damarlarımda dolanıyorsun,
ve önce ölümün kanatlarını açması gerekiyor bir kez
uyuyan asker kalbimin üzerinde.


Pablo Neruda
"Yo soy", "Canto General"den
1943

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder