Sayfalar

23 Şubat 2013 Cumartesi

Hazineler İçindesin

Mehmet 
Hazineler içindesin 
Bu toprağın altında ne var ne yok 
Kömür bakır altın demir 
Hepsi senin, hepsi senindir 
Çıkar çıkarabildiğin kadar 
Ne çıkarırsan 
Hepsi benimdir.


Melih Cevdet ANDAY

22 Şubat 2013 Cuma

Güvercin

Güvercin 
Pencerede kopan alkış


Melih Cevdet ANDAY

Çad Gölü Şiirleri'nden

Bugün her zamankinden daha çok hüzünle dolu bakışların
Dizlerini kavrarken ellerin nasıl da ince;
Dinle, uzakta, çok uzakta, kıyılarında Çad nehrinin
Narin vücuduyla bir zürafa gezinmekte.

Bilsen nasıl düzgün ve yumuşak bir uyum var bu vücutta
Ve derisini büyülü bir nakış süslemekte
Bu nakışla, ay yarışabilir ancak
Kırılıp salınırken görüntüsü geniş nehirlerde...

Renkli bir gemi yelkenine benziyor uzaktan
Koşusu, akan bir su gibi ya da bir kuşun sevinçli uçuşu gibidir
Biliyorum, gizlenirken o gün batımından mermerden mağarasına
Dünya inanılmaz güzellikte şeyler görmektedir.

Gizemli ülkeler bilirim ben, sevinçli masallar
Kara bir kızdan, sevdalı prensten söz eden;
Ama öyle uzun bir zaman ağır bir duman çektin ki içine
Yağmurdan başka bir şeye inanmak istemezsin sen ...

Tropikal ormanı nasıl anlatabilirim sana
Palmiyeleri, kokusunu akla gelmez bitkilerin ...
Ağlıyor musun?.. Dinle ... Uzakta, kıyılarında Çad nehrinin
Gezinmekte narin vücuduyla bir zürafa ...


Nikolay Gumilyov
Türkçesi: Ataol Behramoğlu

21 Şubat 2013 Perşembe

Güneşte

Çünkü saatler dardır, her şeyi almaz 
Güneşte çözülür ve kayarlar bir yana. 
Mısırlar güçlükle büyürken yağmursuzluk 
Kaygılandırır dilsiz bahçıvanı. 
Sessiz kuşlar, bir keçi, ağır iğde ağaçları. 
Bir araba geçti incelmiş yoldan 
El salladı biri, belki tanıdık, 
Belki değil, süreksizliğin eşanlamı. 
Ve denizin yorgun çağındaydı çocuklar 
Çığlıkları titretir balkondaki sarmaşığı, 
Çünkü dardır saatler, sığmaz biraraya 
Dalgınlık, deniz ve sardunya. 
Rüzgâr alıp götürdü balıkçı teknelerini 
Uzaktaki kılıçlara, ki bilemeyiz 
Hangi derinlikte dölleyerek denizi 
Gidiyorlar öyle ağırbaşlı, doğuya. 

Ve ocaktan çorbanın kokusu geldi demin 
Burun deliğine kedinin ve köpeğin. 
Rafta kitaplar, mavi bir şişe ve gül 
Donmuş kalmışlar tek başlarına. 
Duvarda bir resim, resimde kalabalık 
Köy alanı, çocuklar, çember ve zaman. 
Breughel nasıl da toplamış bunca 
Ortaklığı ve uyumu biraraya, 
Çünkü saatler dardır, sığdırılmaz. 
Güneşte her şey çözülür gider bir yana.


Melih Cevdet ANDAY

Hayvanat Bahçesi

Hey Bahçe. Bahçe!
Orada demir parmaklık, kardeşlere kardeş olduklarını
anımsatan ve kan dökücü çatışmayı durduran bir babaya benziyor.
Almanlar bira içmeye gidiyorlar orada.
Yosmalar vücutlarını satmaya.
Kartallar, henüz akşamı olmayan bugünle sonuçlanan bir sonsuzluk
gibi oturuyorlar.
Deve Budizm'in gizlerini biliyor orada, ve Çin'in nazlı
kırıtmaları gizli onda.
...........................
İnsanların giysileri göz alcı.
Almanlardan sağlık fışkırmada.
Kara bakışı tümüyle kışa, gagası ise bir sonbahar korucuğuna
benzeyen kuğu, kendisi için bir parça sakıngan
orada.
............................
Gergedan kırmızı-ak gözlerinde devrik bir çarın sönmez
öfkesini taşıyor ve tüm hayvanlar arasında sadece o
gizlemiyor insanlara duyduğu hor görüyü, tutsakların
isyanına duyduğu hor görü gibi. Ve-Korkunç İvan gizli onda.
Martılar uzun gagaları ve gözlükle çevrelenmiş gibi soğuk,
mavi gözleriyle, uluslararası işadamlarına benziyorlar
....................ve kapıyorlar foklara atılan yiyecekleri
Orada, Rus'ların usta başbuğlarını "şahin" diye adlandırarak
yücelttiklerini, ve bir Kazak'ın gözüyle bu kuşun gözünün aynı şey
olduğunu anımsayarak, Ruslara savaş işinde kimlerin öğretmenlik
yaptığını anlamaya başlıyoruz.
Orada filler boru gibi bağırışlarını unutmuşlar, bir zavallılık
yakınışı gibi bağırmaktalar. Belki de pek fazla değersiz görüp bizi,
değersiz sesler çıkarmayı iyi bir zevkin göstergesi saymaya
başlamışlardır? Kim bilir.
Orada birtakım çok güzel olanaklar ölüyor hayvanlarda...


Velimir Hlebnikov
1909
Türkçesi: Ataol Behramoğlu

20 Şubat 2013 Çarşamba

Gözlerim Mavi

Gözlerimden çıkıyorsun 
Sokağa 
Mavi mavi.


Melih Cevdet ANDAY

Die Schöne Nacht

Nun verlass’ ich diese Hütte,
Meiner Liebsten Aufenthalt,
Wandle mit verhülltem Schritte
Durch den öden, finstren Wald,
Luna bricht durch Busch und Eichen,
Zephyr meldet ihren Lauf,
Und die Birken streun mit Neigen
Ihr den süßten Weihrauch auf.

Wie ergötz’ ich mich im Kühlen
Dieser schönen Sommernacht!
O wie still ist hier fühlen,
Was die Seele glücklich macht;
Lässt sich kaum die Wonne fassen!
Und doch wollt’ ich, Himmel, dir
Tausend solcher Nächte lassen,
Gäb’ mein Mädchen eine mir.


Johann Wolfgang von Goethe

Kırlarda

Güneşin altın yuvarlağı
Portakal ve şarap renginde.
Alev alev parlıyor
Altından ırmağın üstünde.

Dili tutulmuş toprağın
Hava esrimesinden ..
Kırlar altın renginde
Ve ufuk, uzakta görünen.

Işıklarla sarmaş dolaş
İniyorum bir hendeğe.
Kara, toprak kesekler
Engel oluyor yürümeme.

Kaçıp bu altın sağanağından
Irmağa vuruyorum kendimi.
Taze soluğunu, yeşil çayırdan
Geçiriyor gece yeli.

Güneşin altın yuvarlağı
Portakal ve şarap renginde
Uyumaya gidiyor
Ufkun gerisine.

Suyu çekilmiş bir kaynak gibi
Uçuyor yaşam, zorlu zamanlara.
Yorucu bir düş sanki
Dünyaya ilişkin ne varsa.


Andre Beliy
Türkçesi: Ataol Behramoğlu

19 Şubat 2013 Salı

Gelinlik Kızın Ölümü

Salâ verilirken kalktık kahveden, 
Cumaydı, yılın en beklemiş günü, 
Yemeni gibi üstünde tabutun, 
Gölge veren ağaçsız bir gökyüzü. 
Kızın babası yanımızda, boyu uzun, 
Zayıf, ağzında mırıltılar. 
On köylü, iki subay, bir tezkereci er, 
Sıralandık ahşap mescidin avlusunda, 
Namaz kılmadı adam, ağlamıyordu da, 
Alnı bir uzun sabrın kabaran gelgiti, 
Sürgün duvarı bekleyişin, 
Dünyaya çok yakın bir gece gibi. 
Aldık cenazeyi sarsmadan, iğreti 
Ve hafif, gözlerimiz yerde, 
Kayıp bir tayın izini süreriz sanki. 
Kapılarda başları çatkılı kadınlar 
Sallanıyorlardı sisli giysilerinde 
Yüklüğe saklanmış çevreler gibi soluk, 
Bölünmüş gibi yılın en katı ekmeği 
İmece sofrasında hıçkırığın, 
Kim bilir kaç ölümden kalma saçı gibi. 
Susmuştu çekirgelerin kabuğu, 
Toprak kumruları güneşin, 
Ve köpeklerin yediği kemiksiz sabah, 
Susmuştu göğün sarnıcı, boş. 
Cemaat yürüyordu kaplumbağa gibi, 
Mezarlığa doğru yüzyıldan, 
Sarısabırların yanından, acelesiz. 
Ayrık otu yolmaya gidiyor sanırsın, 
Davul vurmaya, ay tutulmuş, 
Tarladaki yarılmış toprağı görmeye, 
Susuzluğun kirli rengini, ayıbını, 
Dağa taşa vurmuş açlığı. 
Dayanan dayanır, yağsız bulgular ve ahlat, 
Gençleri alır ölüm ilk ağızda, 
Sabah yıldızının uğrağı. 
Böğürtlensiz mezarlığa vardığımızda, 
Bir melek lale sümbül dikiyordu, 
Lalelerden birini aldı adam, 
Girdi kızının mezarına, 
Sarıldı, öptü, bıraktı laleyi sonra, 
Kefenin üstüne, uykusuz. 
Yedi çocuğu gömülüymüş, söylediler, 
Bizi aç bırakan bu toprak 
Açlıktan ölenlerle beslenir, dediler. 
Dönüşün bir kişi omuzladı tabutu, 
Toz toprak içinde vardık kahveye, 
Yaşlı adam doğru çeşmeye gitti, 
Elini yüzünü yıkadı konuşarak 
Kendi kendine, duasız, bir tanrı gibi.


Melih Cevdet ANDAY
1981

Durgun Yıllarda Gelmiş Olanlar Dünyaya

Durgun yıllarda gelmiş olanlar dünyaya
Anımsamazlar geçtikleri yolları;
Biz, Rusya'nın korkunç yıllarının çocukları
Gücümüz yok hiçbir şeyi unutmaya.

Yakıp kavuran, kül eden yıllar!
Çılgınlığın mı, umudun mu kökü gizli sizde?
Savaş günlerinden, özgürlük günlerinden
Kanlı bir parıltı kaldı yüzlerde.

Uğultusu tehlike çanlarının
Dilsiz olmaya zorladı bizi.
Uğursuz bir boşluk kapladı
Bir zaman coşkuyla dolu yüreklerimizi.

Varsın, üstünde ölüm döşeğimizin
Uçuşsun bir karga sürüsü, bağırışlarla,
Tanrım, seyretsinler alemini senin
Kimler daha layıksa!


Aleksandr Blok
1914
Türkçesi: Ataol Behramoğlu

18 Şubat 2013 Pazartesi

Fotoğraf

Dört kişi parkta çektirmişiz,
Ben, Orhan, Oktay, bir de Şinasi... 
Anlaşılan sonbahar 
Kimimiz paltolu, kimimiz ceketli 
Yapraksız arkamızdaki ağaçlar... 
Babası daha ölmemiş Oktay'ın, 
Ben bıyıksızım, Orhan, 
Süleyman efendiyi tanımamış. 

Ama ben hiç böyle mahzun olmadım; 
Ölümü hatırlatan ne var bu resimde? 
Oysa hayattayız hepimiz.


Melih Cevdet ANDAY


Storm




Inner North London, top floor flat
All white walls, white carpet, white cat,
Rice Paper partitions
Modern art and ambition
The host's a physician,
Lovely bloke, has his own practice
His girlfriend's an actress
An old mate from home
And they're always great fun.
So to dinner we've come.

The 5th guest is an unknown,
The hosts have just thrown
Us together for a favour
because this girl's just arrived from Australia
And has moved to North London
And she's the sister of someone
Or has some connection.

As we make introductions
I'm struck by her beauty
She's irrefutably fair
With dark eyes and dark hair
But as she sits
I admit I'm a little bit wary
because I notice the tip of the wing of a fairy
Tattooed on that popular area
Just above the derrière
And when she says “I'm Sagittarien”
I confess a pigeonhole starts to form
And is immediately filled with pigeon
When she says her name is Storm.

Chatter is initially bright and light hearted
But it's not long before Storm gets started:
“You can't know anything,
Knowledge is merely opinion”
She opines, over her Cabernet Sauvignon
Vis a vis
Some unhippily
Empirical comment by me

“Not a good start” I think
We're only on pre-dinner drinks
And across the room, my wife
Widens her eyes
Silently begs me, Be Nice
A matrimonial warning
Not worth ignoring
So I resist the urge to ask Storm
Whether knowledge is so loose-weave
Of a morning
When deciding whether to leave
Her apartment by the front door
Or a window on the second floor.

The food is delicious and Storm,
Whilst avoiding all meat
Happily sits and eats
While the good doctor, slightly pissedly
Holds court on some anachronistic aspect of medical history
When Storm suddenly she insists
“But the human body is a mystery!
Science just falls in a hole
When it tries to explain the the nature of the soul.”

My hostess throws me a glance
She, like my wife, knows there's a chance
That I'll be off on one of my rants
But my lips are sealed.
I just want to enjoy my meal
And although Storm is starting to get my goat
I have no intention of rocking the boat,
Although it's becoming a bit of a wrestle
Because - like her meteorological namesake -
Storm has no such concerns for our vessel:

“Pharmaceutical companies are the enemy
They promote drug dependency
At the cost of the natural remedies
That are all our bodies need
They are immoral and driven by greed.
Why take drugs
When herbs can solve it?
Why use chemicals
When homeopathic solvents
Can resolve it?
It's time we all return-to-live
With natural medical alternatives.”

And try as hard as I like,
A small crack appears
In my diplomacy-dike.
“By definition”, I begin
“Alternative Medicine”, I continue
“Has either not been proved to work,
Or been proved not to work.
You know what they call “alternative medicine”
That's been proved to work?
Medicine.”

“So you don't believe
In ANY Natural remedies?”

“On the contrary actually:
Before we came to tea,
I took a natural remedy
Derived from the bark of a willow tree
A painkiller that's virtually side-effect free
It's got a weird name,
Darling, what was it again?
Masprin?
Basprin?
Asprin!
Which I paid about a buck for
Down at my local drugstore.

The debate briefly abates
As our hosts collects plates
but as they return with desserts
Storm pertly asserts,

“Shakespeare said it first:
There are more things in heaven and earth
Than exist in your philosophy…
Science is just how we're trained to look at reality,
It can't explain love or spirituality.
How does science explain psychics?
Auras; the afterlife; the power of prayer?”

I'm becoming aware
That I'm staring,
I'm like a rabbit suddenly trapped
In the blinding headlights of vacuous crap.
Maybe it's the Hamlet she just misquothed
Or the eighth glass of wine I just quaffed
But my diplomacy dike groans
And the arsehole held back by its stones
Can be held back no more:

“Look , Storm, I don't mean to bore you
But there's no such thing as an aura!
Reading Auras is like reading minds
Or star-signs or tea-leaves or meridian lines
These people aren't plying a skill,
They are either lying or mentally ill.
Same goes for those who claim to hear God's demands
And Spiritual healers who think they have magic hands.

By the way,
Why is it OK
For people to pretend they can talk to the dead?
Is it not totally fucked in the head
Lying to some crying woman whose child has died
And telling her you're in touch with the other side?
That's just fundamentally sick
Do we need to clarify that there's no such thing as a psychic?

What, are we fucking 2?
Do we actually think that Horton Heard a Who?
Do we still think that Santa brings us gifts?
That Michael Jackson hasn't had facelifts?
Are we still so stunned by circus tricks
That we think that the dead would
Wanna talk to pricks
Like John Edwards?

Storm to her credit despite my derision
Keeps firing off clichés with startling precision
Like a sniper using bollocks for ammunition

“You're so sure of your position
But you're just closed-minded
I think you'll find
Your faith in Science and Tests
Is just as blind
As the faith of any fundamentalist”

“Hm that's a good point, let me think for a bit
Oh wait, my mistake, it's absolute bullshit.
Science adjusts it's beliefs based on what's observed
Faith is the denial of observation so that Belief can be preserved.
If you show me
That, say, homeopathy works,
Then I will change my mind
I'll spin on a fucking dime
I'll be embarrassed as hell,
But I will run through the streets yelling
It's a miracle! Take physics and bin it!
Water has memory!
And while it's memory of a long lost drop of onion juice is Infinite
It somehow forgets all the poo it's had in it!

You show me that it works and how it works
And when I've recovered from the shock
I will take a compass and carve Fancy That on the side of my cock.”

Everyones just staring at me now,
But I'm pretty pissed and I've dug this far down,
So I figure, in for penny, in for a pound:

“Life is full of mystery, yeah
But there are answers out there
And they won't be found
By people sitting around
Looking serious
And saying isn't life mysterious?
Let's sit here and hope
Let's call up the fucking Pope
Let's go watch Oprah
Interview Deepak Chopra

If you're going to watch tele, you should watch Scooby Doo.
That show was so cool
because every time there's a church with a ghoul
Or a ghost in a school
They looked beneath the mask and what was inside?
The fucking janitor or the dude who runs the waterslide.
Throughout history
Every mystery
Ever solved has turned out to be
Not Magic.

Does the idea that there might be truth
Frighten you?
Does the idea that one afternoon
On Wiki-fucking-pedia might enlighten you
Frighten you?
Does the notion that there may not be a supernatural
So blow your hippy noodle
That you would rather just stand in the fog
Of your inability to Google?

Isn't this enough?

Just this world?

Just this beautiful, complex
Wonderfully unfathomable, NATURAL world?
How does it so fail to hold our attention
That we have to diminish it with the invention
Of cheap, man-made Myths and Monsters?
If you're so into Shakespeare
Lend me your ear:
“To gild refined gold, to paint the lily,
To throw perfume on the violet… is just fucking silly”
Or something like that.
Or what about Satchmo?!
I see trees of Green,
Red roses too,
And fine, if you wish to
Glorify Krishna and Vishnu
In a post-colonial, condescending
Bottled-up and labeled kind of way
Then whatever, that's ok.
But here's what gives me a hard-on:
I am a tiny, insignificant, ignorant lump of carbon.
I have one life, and it is short
And unimportant…
But thanks to recent scientific advances
I get to live twice as long
As my great great great great uncleses and auntses.
Twice as long to live this life of mine
Twice as long to love this wife of mine
Twice as many years of friends and wine
Of sharing curries and getting shitty
With good-looking hippies
With fairies on their spines
And butterflies on their titties.

And if perchance I have offended
Think but this and all is mended:
We'd as well be 10 minutes back in time,
For all the chance you'll change your mind.


Tim Minchin

Gece, Sokak, Fener, Eczane

Gece, sokak, fener, eczane
Anlamsız, donuk bir aydınlık.
Yaşa, bir çeyrek yüzyıl daha istersen;
Çıkış yok. Değişen hiçbir şey olmayacak artık.

Öleceksin-başlayacaksın yeniden
Tekrar edecek, eskiden olduğu gibi aynı şeyler
Gece, buzdan dalgalar kanalda
Eczane, sokak, fener.


Aleksandr Blok
1912
Türkçesi: Ataol Behramoğlu