Şiir, Sadece: 2013-05-12

18 Mayıs 2013 Cumartesi

Unutmak Yok

nerelerdeydin diye sorarsan
'hep eskisi gibi' diyeceğim.
toprağı örten taşlardan söz edeceğim,
sürdükçe kendini harcayan ırmaktan;
ben yalnız kuşların yitirdiklerini bilirim,
gerilerde kalan denizi bilirim, bir de ağlayan
ablamı.

neden ayrı adlarla anılıyor ülkeler, neden
günler
yeni günleri izliyor? Neden koyu bir gece
birikiyor ağızda? Neden ölüler?

nereden geliyorsun diye sorarsan bölük pörçük
kelimelerle konuşmak zorundayım,
ağzı zehir gibi yakan araçlarla,
çoğu çürümeye yüz tutmuş hayvanlarla
ve avutamadığım yüreğimle.

andaç değil yanımızda götürdüklerimiz
unutuşta uyuklayan sarımsı kumru değil,
yaşlarla kaplı yüzler,
boğazımıza yapışan eller
ve yapraklardan sıyrılan şey:
aşınmış bir günün karanlığı
acıyı kanımızda tatmış bir günün.

işte menekşeler, işte kırlangıçlar
bize sevinç veren ne varsa,
geçici ve küçük duyarlıkların
yan yana göründüğü süslü kartpostallarda.

ama bu sınırın ötesine geçmeliyim,
dişlemeliyim sessizliğin çevresindeki kabuğu,
ne karşılık vereceğimi bilemem:

öyle çok ki ölüler,
ve öyle çok ki al güneşle yarılmış hendekler,
ve öyle çok ki gemilere vuran miğferler,
ve öyle çok ki öpüşlerle kilitli eller,
ve öyle çok ki unutmak istediklerim.


Pablo Neruda

Unuttuğum Erdemlerden Yeni Bir Giysi

Unuttuğum erdemlerden yeni bir giysi
dikebilir miyim kendime?

Niçin en güzeli ırmakların
tam da Fransa’da akıyor?

Che Guevara’nın gecesinden sonra
niçin şafak doğmuyor Bolivya’da?

Titreşip duruyor mu öldürülmüş yüreği
ve arıyor mu katillerini orada?

Önce gözyaşlarının tadına mı bürünür
sürgünlüğün siyah üzümleri?


Pablo Neruda
"Sorular Kitabı"ndan

17 Mayıs 2013 Cuma

Unutulmuş Lir

Ey güzel Portekiz,
meyve ve çiçek sepeti,
okyanusun gümüş gri kıyılarında
belirdiğinde,
Avrupa’nın deniz köpüğünün ortasında,
o altın renkli lirle
terk eder seni Camõens,
şirinlikle çağıldayarak –
Atlantik Okyanusu’nun ağızlarında dağıtırsın
meyhanelerinin dalgalı kokusunu
ve denizin portakal çiçeklerini,
bulutlarla ve felaketlerle
bölünmüş ışıltılı ayın.


Pablo Neruda
"Üzümler ve Rüzgâr"dan, 1954


Not: Camõens: Luis de Camõens, yaklaşık olarak 1525-1580 yılları arasında yaşamış Portekiz millî şairidir.

Unutursan Beni

Bilmeni istediğim
bir şey var:

Biliyorsun nasıl olduğunu:
baktığımda
kristal aya, ikircikli güzün
penceremdeki kızıl dalına,
ateşin yakınında
dokunduğumda
ince küle
ya da odunun buruşmuş bedenine,
her şey getirir beni sana,
sanki yaşayan her şey,
koku, ışık, metaller,
beni bekleyen
küçük teknelerdir,
senin adalarına doğru giden.

Pekâlâ,
eğer azar azar sevmeyi bırakırsan beni,
bırakırım seni sevmeyi azar azar.

Eğer birden
unutursan beni,
arama o an beni,
çünkü unutmuş olurum çoktan seni.

Hayatımın içinden geçen
bayrakların bu dalgalanışını
yayılmış ve çılgınca bularak,
köklerimin olduğu
yüreğinin kenarında bırakmak
istiyorsan beni,
iyi düşün,
o gün
o saat
kaldıracağım kollarımı
ve köklerim gidecek uzaklara
başka bir toprağı aramaya.

Fakat
eğer her gün,
her saat
hissedersen, benim yazgım olduğunu
bükülmez bir aşkla,
her gün beni aramak için
yükselirse bir çiçek dudaklarına,
ah, sevgilim, ah nazlım,
o eski ateşteki alazlarım coşar yeniden,
ve bendeki hiçbir şey ne söner ne de unutulur,
aşkım beslenir senle, ey sevgilim,
ve yaşadığın müddetçe, kollarında olacak
terk etmeden benimkileri.


Pablo Neruda
"Kaptanın Dizeleri"nden

16 Mayıs 2013 Perşembe

Unutuş

Yayılmış toprak gibi
bir kadehte bütün bu aşk, yıldızlı
ve dikenli sana verdiğim
aşk, fakat gittin
küçük ayaklarla, kirli topuklarla
ateşte ve söndürdün onu.

Ah, büyük aşk, küçük sevgili!

İkircikli değildim kavgada.
Hayata doğru yürümeyi bırakmadım,
barışa doğru, herkese ekmek için,
fakat kaldırdım seni kollarımda
ve mıhladım seni öpüşlerime,
ve baktım sana hiçbir insan gözünün
sana bir daha bakmayacağı gibi.

Ah, büyük aşk, küçük sevgili!

Ölçümü almamıştın o zaman,
ve senin için kanı, buğdayı,
suyu seçen adamı, karıştırdın
eteğine düşen o küçük böcekle.

Ah, büyük aşk, küçük sevgili!

Uzaklardan geriye dönüp
sana bakacağımı bekleme, iyice belle
seni terk ettiğimi, gezintiye çık
ihanet edilmiş fotoğrafımla,
yürümeyi sürdüreceğim ben,
geniş yollar açacağım karanlığa doğru,
yumuşatacağım toprağı,
gelenlere dağıtacağım yıldızları.

Yolda kal.
Gece geldi sana.
Şafakta yeniden
görüşürüz belki.

Ah, büyük aşk, küçük sevgili!


Pablo Neruda
"Kaptanın Dizeleri"nden, 1952

Unutuş Yok Sonatı

Nerdeydin diye sorarsanız
“olabilir” demeliyim.
Toprağı karartan taşları söylemeliyim,
inatla kendini tüketen ırmağı:
kuşların yitirdiği şeyi biliyorum sadece,
bırakılmış denizi, ya da ağlayan bacımı.
Niçin bunca yöre? Niçin birleşiyor
bir gün başka bir günle? Niçin birikiyor
siyah bir gece ağızda? Niçin ölüler?
Sorarsanız nerdensin diye
söylemeliyim mahvolmuş şeyleri,
aşırı acılanmış aletleri,
genellikle çürümüş davarları,
ve üzünçlü yüreğimi.

Anımsayış değil birbirleriyle kesişen,
unutuşta uyuyan o sarışın güvercin değil,
fakat gözyaşlı yüzler,
gırtlaktaki parmaklar,
ve yapraklardan düşen şey:
geçen bir günün karanlığı,
hüzünlü kanımızla beslenmiş bir gün.

Burada işte menekşeler ve serçeler,
bize sevimli gelen her şey,
zamanın ve şirinliğin gezdiği
şirin kartpostallarda, uzun kuyruklarıyla.

Fakat geçmeyelim bu dişlerin ötesine,
ısırmayalım sessizliğin yığdığı o kabukları,
bilmiyorum çünkü nasıl yanıtlayacağımı:
ne çok ölü var,
ve ölü güneşin çatlattığı ne çok mendirek,
ve gemilere çarpan ne çok kafa,
ve öpüşlere kapanmış ne çok el,
ve unutmak istediğim ne çok şey.


Pablo Neruda
"Yeryüzünde İkinci Konaklama"dan

15 Mayıs 2013 Çarşamba

Utku

Bayramsıdır halkın utkusu,
büyük zafer ilerlediğinde
ışıldar kör patates ve göksel
üzüm toprakta.


Pablo Neruda
"Yeryüzünde Üçüncü Konaklama"dan "Yürekteki İspanya"

Utkulu Halk

Yüreğim bu kavgada,
Kazanacak halkım. Bütün halklar
kazanacak bir bir.
Bu acılar
sıkılacak mendiller gibi
Ta ki bütün gözyaşları akana dek
çöllerin yeraltı dehlizlerinde, mezarlarda,
insan şehadetinin merdiven basamaklarında.
Fakat utkunun saati yakın.
Bırak nefret ayarlasın
cezanın ellerinin titremesini,
bırak saati çalsın temiz lahzanın
ve bırak halk doldursun boş sokakları
yeni ve keskin boyutlarıyla.

O gün için alın benim hoşgörümü.
Biliyorsunuz. Başka bayrağım yok benim.


Pablo Neruda
"La arena traicionada" / "Canto General"den "İhanete Uğramış Kum"

14 Mayıs 2013 Salı

Ürünler

İşte böyle, genç Amerika,
genç hayatın senin yutuldu, terk edildin,
baş eğdirildin, şeklini bozdular
ve soydular seni.

Kumandanın külde tepindiği
öfkenin yalçın bayırlarından
ve bıyıklarla süslenmiş beylerde
ataerkil maskeler için
yenilerde solgunlaşan gülücük
masada başkanlık yapar ve verir
orada bulunan herkese hayırduasını
gizlerken gerçek yüzlerinin
karanlık tokluğunu,
kasvetli arzu
ve açgözlü çentikler:
şehrin soğuk iftiracılardan
bir fauna, insan eti yiyen
korkunç jaguarlar,
halk avında uzmanlaşmış olanlar,
karanlığa batmış olan o halk,
çaresiz bütün köşelerde,
yeryüzünün bütün bodrumlarında.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"dan

Üzümlerin Sonbaharı Bu

Üzümlerin sonbaharı bu.
Sayısız salkım titreşti.
Beyaz, peçeli salkımlar
yapışıyordu şirin parmaklarına
ve mavi üzümler doldurdu
hafif dolgun memelerini
gizlenmiş yusyuvarlak bir nehirden.
Ev sahibi, cılız yüzlü
bir zanaatkâr, okudu benim için
sararmış toprak kitabından
şafağın günlerini.
Arkadaşlığı tanıyordu meyveyi,
kökün dalını ve ağaca çıplak biçimini
sunan aşılama işini.
Atlarıyla konuşuyordu
büyük çocuklarıymışcasına:
arkasındaydı her zaman
köpekleri ve evdeki beş kedisi,
uysal ve uyuşuk bazıları,
yabanıl ve oynak diğerleri
soğuk şeftali ağaçlarının altında.
Her bir dalı tanıyordu,
her bir yarayı ağaçlardaki,
ve yaslı sesi ders veriyordu bana
atlarını okşarken.


Pablo Neruda
Sığınmacı (El fugitivo) / "Canto General"den

13 Mayıs 2013 Pazartesi

Valdivia (1544)

Ama geri geldi onlar.
(Adı Pedro'ydu.)
Valdivia, çağrılmamış kumandan,
hırsızlar arasında kılıçla paylaşmışlar
toprağımı: 'Buradaki senin,
bu senin, Valdes, Montero,
bu da senin, İnes, ve buraya
belediye binası yapılacak.'
Ölmüş bir eşekmişcesine
böldüler anayurdumu.
'Yeter ki al
bu dilsiz toprağı ayışığı ve ağaçlarıyla,
yut bu ırmağı şafağıyla birlikte, '
büyük sıradağlar kaldırırken
bronz ve karbeyazı ışığı göğe doğru.

Öteden fırladı Arauco. Tuğla duvarlar, kuleler
ve caddeler kurdu gülümseyerek
evin sessiz efendisi.
Islak ellerle
yoğurdu çamuru, taşıdı balçığı oraya
ve And-dağı'nın suyuyla kardı:
ne ki köle olamazdı O.
Cellat Valdivia saldırdı o zaman
ateş ve ölümle.
Böylece başladı kanın dökülmesi,
üçyüzyılın kanı, okyanus kadar kan,
kan-atmosferi kapladı ülkemi
ve sonsuz zamanı hiç bir savaşta görülmemişcesine.
Kudurgan saldırı başladığında
üzünç karası zırhında
yüzdüler derisini reisin, paramparça ettiler
Huelen'in yücesinde, sessizlikte ve
Andların havasında yazılmış antlaşmayı.

Arauco taş ve kandan öğününü
başladı kaynatmaya.
Yedi prens
geldi görüşmeye.
Hapse atıldılar onlar.
Araukanya'nın bütün gözleri önünde
kopardılar reislerin kellelerini.
Birbirlerini kışkırtıyordu cellatlar.
Kan revan içindeki barsaklarını zaptetti
İnez de Suarez, asker kadın,
harpy'nin diziyle
ve yüksek çığlıklı kralsı gırtlaklarla.
Fırlattı onları direklerin üzerine
yıkanırken kendisi soylu kanda
ve örterken bedenini kızıl bir çamurla.
Böylelikle bükeceklerini sandılardı Arauco'yu.
Ne ki ağaçla taş arasındaki buranın gizli birliği,
mızrakla yüz arasındaki,
bildirdi rüzgârla bu cürmü.
Sınırdaki ağaç biliyordu bunu,
balıkçı, kral, yıldız-okuyucusu,
Antartik köylüsü biliyordu bunu,
Bio Bio'nun anacan suları
biliyordu bunu.
Böyle doğdu işte anayurdun kavgası.
Valdivia sapladı damlayan mızrağını
Arauco'nun taşlı
barsaklarına, batırdı elini
nabız damarına, parmakları arasında
sıktı Araukanya'lı yüreği,
çiftçilerin topraksı damarlarını
kanattı,
söndürdü
çobanların sabahışığını,
ormanın ülkesinde
ferman çıkardı şehitliğe,
kundakladı orman efendilerinin evlerini.
Kesti reis ellerini,
kesik burunlu ve kulaklı mahkumları
gönderdi geriye,
kazığa oturttu Toqui'yi, pusu kurarak
öldürdü gerilla kızı,
ve damgaladı kanla ıpıslak olmuş
eldiveniyle anayurdun taşını,
bıraktı ardında yalnızlık ve yarayla dolu,
ölülerle tıklım tıklım.


Pablo Neruda
"Los conquistadores"den "Canto General"

Vals

Gündelik bir meme gibi dokunuyorum nefrete,
durmaksızın geliyorum elbiseden elbiseye,
çok uzakta uykularda.

Ben değilim, hiçbir işe yaramam, kimseyi tanımıyorum,
denizden ya da ağaçtan bir silahım yok,
bu evde yaşamıyorum.

Ağzım geceyle ve suyla dolu.
Kalıcı ay karar veriyor
neye sahip olmadığıma.

Sahip olduklarım ortasında dalganın.
Bir ışın su, benim için bir gün:
demir serti bir dip.

Karşı akıntı yok, kalkan yok, elbise yok,
özellikle esrarlı bir çözüm yok,
yok yoldan çıkmış göz kapağı.

Yaşıyorum tam olarak ve göçüyorum yeniden.
Dokunuyorum birden bir yüze ve öldürüyor bu beni.
Zamanım yok.

Aramayın bu yüzden beni sizler
çekerken o her zamanki yabanıl ipi ya da
o kanlı boru çiçeğini.

Çağırmayın beni: bu benim hayatım.
Sormayın bana adımı ve medeni halimi.
Bırakın olayım kendime değgin ayın ortasında,
yaralı bir avuç toprağımda.


Pablo Neruda
"Yeryüzünde Üçüncü Konaklama"dan

Üç Dakikalık Gerçek

Bu şiir, Küba'nın bir ulusal kahramanı
olan Jose-Antonio Echevarria'nın anısına
adandı. Arkadaşları ona, İspanyolca
"elma" anlamına gelen MANİANA
adını takmışlardı.

Bir delikanlı vardı Manzana adında.
Bir saydam kaynaktı gözleri
uğultuluydu
yüreği
bir tavan arası gibi tıpkı
güvercinlerin,
gitarların,
tabloların
tıka basa doldurduğu.
Severdi mısır yemesini çıtırdatarak,
bayılırdı beyzbol oynamaya,
çocuklara, kuşlara,
ve, çılgın kasırgasında
bir paçanganın
biterdi
kaşları altındaki
iki tansığın
bakışına.
Ama bir delikanlı vardı Manzana adında,
bir çocuğa benzerdi,
ama yalımlanırdı yüreği iğrenme ve horlamayla
ne zaman karşılaşsa
sözde sofularla
ve aldatmayla.
Oysa, o zamanlar Küba'da
binlerce maskeyle bezenmişti yalan
salonlarda kol gezerdi
ve
bir kral gibi
kurulurdu
Başkan'ın
arabasında.
sütun sütun dolardı gazetelere
utanmadan,
ve günün ışımasıyla birlikte
rock'n roll'
la karışık
fışkırırdı
radyo
istasyonlarından.
Ve işte o zaman Manzana adlı delikanlı,
ün için, şan için değil,
sadece herkes,
sadece gerçeği görsün diye Küba'da,
ele geçirmeye karar verdi radyo vericisini,
Ve
arkadaşlarıyla birlikte
elde tabanca
daldı oraya,
aldı elinden mikrofonu
bir güzel şarkıcının,
ve onun sesi cesaret
ve inanç yani
sesi Küba'nın anlattı
gerçeği halka.
Üç dakika, fazla değil!
Sadece üç dakika!
Ve sonra bir silah sesi,
sesssizlik sonra.
Son noktasını koydu
bu tamamlanmayan söyleve
Batista'nın kurşunu.
Ve tekrar
bir rock'n roll başladı şen şakrak,
ve o,
o anda ölümsüz, vermiş hayatını
üç dakikalık gerçek için
yatıyor, genç ve mutlu.
Sözüm sanadır Dünya gençliği:
ülkende egemen olursa yalan,
gazetelerde boy gösterirse yalan hiç durmadan
Gençlik!
Manzana'yı hatırla!
İşte insan dediğin böyle yaşamalı
ve eğlenmemeli gerek
dalga geçerek.
Ölüme yürümek,
unutup
huzuru
Ama söylemek
üç dakika bile olsa
rahatı,
gerçeği söylemek
gerek!
üç dakika olsun, yeter!
Sonra,
ölüm hoş gelir
safa gelir.


Yevgeni Yevtuşenko
Çeviren: Ö. İnce