Sayfalar

1 Haziran 2013 Cumartesi

Tat

Sahte astrolojiden, biraz hüzünlü alışkanlıklardan,
sonsuzluğa dökülen ve sürekli kaldırılmış yoldan,
her zaman korudum bir eğilimi, yalnız bir tadı.

Sandalyelerde bulunmanın tevazusu içindeki hayli eski
tahtalar gibi yıpranmış konuşmalardan, ikinci sınıf
istekleriyle köleler gibi hizmet etmek için yutulmuş sözlerle,
bulunuyor bende sütten bu kıvam, ölü haftalar,
kentlerin üstündeki havadan zincirlerden.

Kim övünebilir daha güçlü bir sabırdan ötürü?
Bilgelik sarmalıyor beni gergin bir deride gibi
bir yılan gibi tek düze rengiyle:
yarattıklarım doğuyor uzun bir geri çevirişle:
ah, tek bir kadeh içkiyle ayrılabilirim seçtiğim
bu günden, yeryüzündeki diğer günlerle eş.

Yaşıyorum sıradan renkli bir özle, suskun
yaşlı bir anne gibi, kilise karanlıklarından
ya da bacakların son dinlenişinden oluşan bir sabır.
Bunlarla doluyum ben, aslında hazır,
hüzünlü beklentilerde uyuyan donanmış sularla.

Gitarımda eski bir şarkı var,
kuru, yankılanan, sürekli, kıpırtısız,
sadık bir besin gibi, duman gibi:
dinlenen bir element, yaşayan bir yağ:
aşırı gayretli bir kuş kolluyor başımı:
kımıldatılmaz bir melek kılıcımda kiracı.


Pablo Neruda
"Yeryüzünde Birinci Konaklama"dan

31 Mayıs 2013 Cuma

Tatlıysa Eğer Bütün Irmakların Suyu

Tatlıysa eğer bütün ırmakların suyu
nereden gelir denizin bu tuzu?

Nasıl bilir mevsimler
gömlek değiştireceklerini?

Niçin onca yavaştır kışları
ve ondan sonra onca canlı?

Ve nasıl bilir kökler
ışığa doğru ilerleyeceklerini?

Ve onca çiçekle ve renkle
selamlamak esintiyi sonra?

Her zaman aynı ilkbahar mıdır
tekrar tekrar aynı rolü oynayan?


Pablo Neruda
"Sorular Kitabı"ndan

Tuna

Birtakım kadınlar ve erkekler gibi
Kıvrıntılarında arsızlaşan Tuna,
Delişmen meşelerine, ıhlamurlarına tutkun,
Akıyor, can atarak keyifli suçlara.

Onu Avusturya'ya kadar geçiriyor Bavyera,
Zıpır Viyana'da kaprisler yapacaktır,
Slovakya'ya uğrayacaktır ormanlarda sürtmek için bir süre
Ve yeni izlenimler için Macaristan'a çıkacaktır.

Herkesin şımartığı! Ne savaş umrundadır
Ne iyilik ne akıl karışıklığı gölgeler belleğini,
Ne de Mozart'ı anımsar, kuş sesleri duymak isteyen ölüm öncesinde
Ve ışığın kısılmasını yandaki odada, şamatanın kesilmesini.

Oynak, şıpsevdi, unutkan,
Yukarı bölgelerde gotikle, aşağlarda kamışlarla kaplı,
Eğer gelecek olmasaydı, siz karar verin artık
Avrupa'nın geçmişiyle ne yapardı?

Paylamak, kıvrıntılarını düzeltmeye kalkışmak,
Ciddiyete çağırmak- etkilemez onu hiçbiri!
Kaygısızlık mı? Gönlünün tasasızlığıyla o
Habsbourg'lulardan daha hoppadır ve daha uzun yaşamaya niyetli.


Aleksandr Kuşner
1978
Türkçesi: Ataol Behramoğlu

30 Mayıs 2013 Perşembe

Tekmil Beyaz Dişleriyle

Tekmil beyaz dişleriyle
kime gülümser pirinç?

Niçin görünmez mürekkeple
yazılır karanlık zamanlarda?

Caracas’taki o güzel bilir mi
kaç tane eteği vardır gülün?

Niçin ısırıyor beni pireler
ve edebiyat çavuşları?


Pablo Neruda
"Sorular Kitabı"ndan

Turnalar

Bataklık ağaçlarının gövdeleri arasında gündoğusu kızardı ...
İşte Ekim başlıyor ve turnalar sökün edecekler;
Uyandıracak, çağıracak beni turna çığırışları!
Tavan aramın, uzakta, unutulmuş bataklığın üstünden geçecekler ...
Rusya'da, bir uçtan bir uca, bildirecekler yaprak dökümü vaktini
Destanlar gibi sayfalarında çok eski kitapların.
Sonuna dek dile getiriyor ruhta olan her şeyi
Ağlayışları ve yüksek uçuşları, bu gururlu, ünlü kuşların.
Bir uçtan bir uca, tüm Rusya'da, dost eller sallanıyor onlara.
Ve anlatacak onlar, göksel sesleriyle, bir masal gibi
Uçan ağlayışlarıyla duyuracaklar uzaklara
Unutulmuşluğunu bataklıkların, kavrulmuş tarlaların kederini..
İşte geçiyorlar ... geçiyorlar işte ... Açın kapıları hemen
Ve çıkın, bakmak için yüceliklerinize!
İşte sustular-ve yeniden öksüzleşiyor ruh ve doğa
Çünkü yok artık onları dile getirecek kimse ...


Nikolay Rubtsov
Çeviren: A. Behramoğlu

29 Mayıs 2013 Çarşamba

Tembel

Yıldızların arasındaki metalden bu şey
sürdürecek dolanıp durmayı,
ve vahşilik yapmaya gidecek
bitkin adamlar uysal aya
ve bulacaklar kendi eczanelerini orada.

Üzümlerin kabardığı bu zamanda
hazırlanır şarap doğmaya
denizle sıradağların arasında.

Şimdi Şili’de dans eder kirazlar,
şakır esmer kızlar
ve su gitarlarda parıldar.

Dokunur güneş her bir kapıya
ve buğdaydan mucizeler yaratır.

Pembedir ilk şarabın rengi,
tatlıdır çocukluğun şirinliği gibi,
sağlıklıdır ikinci şarap,
bir gemicinin sesi gibi diridir,
üçüncü şarap bir topazdır,
hem bir gelinciktir hem de bir ateş.

Evimin hem denizi var hem de toprağı,
fındık rengi büyük gözleri
var kadınımın,
gece gelir, beyaz ve yeşil bir giysiyi
bürünür deniz,
ve sonra dalganın köpüğünde düşler ay
deniz yeşili bir kız gibi.

Hiç niyetim yok gezegenimi değiştirmeye.


Pablo Neruda

Mimarlık Enstitüsünde Yangın Var

Mimarlık Enstitüsünde yangın var!
yanıyor bütün odalar, planlar
genel af varmış gibi zindanda ...
Yangın var! Yangın var!

Yapının uykulu yüzünün ta yukarlarından
utanmadan, yaramaz
aptal bir maymun gibi tıpkı
bir pencere kayıyor aşağı.

Yazıp bitirmiştik tezlerimizi,
tam sırası şimdi onları savunmanın.
Çatırdıyor içinde bir mühürlü dolabın:
hakkımdaki tüm kötü raporlar!

Yaralanmış tez kağıdım, o şimdi
yaprakların kızıl bir sonbaharı;
yanıyor resim tahtalarım,
bütün kentler yanıyor.

Beş yaz, beş kış alevler içinde uçtu gitti
bir varil petrol gibi tıpkı.
Karen, sevgili hayvancığını,
Oy! yanıyoruz!

Hoşça kal mimarlık:
yandı bitti kül oldu
bütün o aşk tanrısı yontularla süslü
inek sundurmaları
ve o cafcaflı postaneler uğruna!

Ey genç, anka kuşu, budala,
tezin sıcak bir şey şimdi,
küçük kırmızı eteğini fırlatıp atan,
kırmızı küçük dilini fiyakayla çıkaran.

Hoşça kal tahtalardaki yaşam!
Yangın yerleri dizisidir yaşam.
Kurtulamaz kimse şenlik ateşlerinden:
yaşarsınız-yanarsınız.

Ama yarın, bu küllerden,
bir arıdan da zehirli
ucu pusulanızın ok gibi fırlayacak
sokmak içi parmağınızı.

Her şey gitti dumanlarla,
ve hiç tükenmez iç çeken insanlar.
Sonu mu?
Sadece başlangıç bu.
Haydi sinemaya gidelim!


Andrey Voznesenski
Türkçesi: Ülker Tamer

28 Mayıs 2013 Salı

Terk Edilmiş

Aramadı mı şu ya da öbür gün seni, şafağın dişleriyle
filizlenmiş bir gün, ölümün tıkırtısından doğmuş,
seçilmiş üzümlerden bir gün aramadı mı
zırhını, tenini, anakaranı,
yıkamak için ayaklarını, sağlığını, tamamlanmışlığını?

Sadece senin için doğmamış mıydı,
erkek ya da kadın, kendine yakışan
ilkbahar mavisi dolaşımıyla saat,
dünya çığlığının o muazzam sesi, geminin
sessizliği gecede, yaşayan her şey göz kapaklarıyla örtülmüş
ölmek için ve akıp gitmek için?

Soruyorum sana:
hiç kimse, sen, o sensin, senin duvarın, ve rüzgâr,
ırmağın sularında gördüğün gibi şarkıdan
cömert bir gülü ve berraklık getiriyor sana,
ya da sen insan tellerinin ilk titreyişiyle
saldırılmış o israf edilmiş ilkbaharda mısın,
askerler şakırken yaban kiraz ağaçlarının
gölgesinde sel olup şavkıyan ay ışığı altında,
o zaman görmedin mi senin için ayırtılmış gitarı,
ve seni öpmek isteyen o kör kalçayı?

Bilmiyorum, acı çekiyorum kim olduğunu bilmemekten,
geri almaktan ağzının hecesini,
en yüksek günleri tutup ve gömmek onları
ormanda, o kaba, ıslak yaprakların altında,
ve ara sıra, siklonun altında güvenlikte, sallanmış
o en korkmuş ağaçlarla, o derin
toprağın delik deşik eden memesi, felç olmuş
kuzey rüzgârının en son çivisiyle, devinimdeyim ben,
insan gözlerinin ötesinde, kaplanın pençesinin ötesinde,
benim kollarıma yetişeni kazmak,
dağıtmak için buz gibi günlerin ötesinde.

Seni arıyorum, o gri göğün oluşturduğu ve sonra
terk ettiği madalyalar arasında senin resmini,
kim olduğunu bilmiyorum, fakat çok şey borçluyum sana
ki toprak dolu benim acı hazinemle.
Hangi tuz, hangi coğrafya, hangi taş dikmiyor ki
kendi gizli bayrağını o korunmuş olanda?
Hangi düşen yaprak benim için uzun bir kitap değildi ki
gönderilmiş ve biri tarafından sevilmiş sözcüklerden?
Hangi kasvetli mobilyanın altında saklamadım ki ben
o en tatlı gömülmüş nefesi, kimseye ait olmayan
işareti ve heceleri arayan?

Sensin, sensin belki, erkek ya da kadın
ya da kimsenin göremediği şefkat.
Ya da belki ezmedin sen o karanlık
insansı gök kubbeyi, o titreyen yıldızı, belki
bilmiyordun yolunda giderken, ki seni arayan
adımlardan o alazlı gün, çağıldıyor o kör topraktan.
Fakat bulacağız kendi kendimizi silahsız ve yığılmış olarak,
toprağın en son dilsiz armağanları arasında.


Pablo Neruda
"Yeryüzünde Üçüncü Konaklama"dan

Tırman Benimle Amerika'ya Özgü Sevda

Öp benimle bu sır dolu taşları.
Urubamba'nın dalgalanan gümüşü bıraktı
çiçektozunu uçsun diye altın tac'ına.
Uçuyor boru-çiçeğinin boşluğu, taşlaşmış bitki,
bu dağ hazinesinin sessizliğine tırmanan bükülmez çelenk.
Gel, küçük hayat, dünyanın kanatları arasında,
kırbaçladın sen - kristal ve soğuk,
savaşan zümrütleri ayıran havayı,
ah kardan damlayan yabanıl su.

Başdöndüren gecede izliyor sevda
kar'ın kör-oğlunu,
çınlayan And-dağı çakmaktaşından
güzkızılı dizli şafağın tanrıçasına.

Ey, tınlayan ipliklerin Wilkamayu'su,
patlattığında sen çizgisel gökgürültünü
yaralanmış kar gibi beyaz köpüğe,
türkü söyleyip cezalandırır yalçın fırtınan,
yükseldiğinde titreyerek göğe doğru,
hangi çetin dilde fısıldarsın sen
gaspedilmiş And-dağı köpüğünü?

Kim yakaladı soğuğun şimşeğini
ve vurdu zincire bu doruklarda
bölünmüş buzsoğuğu gözyaşlarının arasında,
tepetaklak sürünmüş en son kayasına doğru
kırbaçlanmış savaş kızılı taşkalemlerle,
ve sürüklenmiş kendi savaşçıl yatağına
bu kızgın kılınçta titremiş?

Anlamı ne senin avlanmış parıltının?
Senin gizli, sözcüklerle imarlanmış
isyancı şimşeğin mi fırladı öteden?
Kim kırar buza kesmiş heceleri,
gecesel dilleri, altından sancakları,
gizem-dolu ağızları, bastırılmış çığlıkları
senin yumuşak suyunun atardamarlarında?

Kim keser gözkapaklarını
yeryüzünden yukarı bakan çiçeklerin?
Kim ezer bir şelâle gibi ellerine dökülen
tohum salkımını
saçmak için burdaki kendi uyuşmazlıklarını
soğuğun yerbilimine?

Kimdir batıran insan-ilişkilerinin dalını?
Kimdir ayrılışı bir kez daha gömen toprağa?

Sevda, yaklaşma sınıra sakın,
batık kafaya hayran olma:
bırak tamamlasın zaman onun endamını
kesilmiş kaynakların evinde
ve çabuk akan suyun ve duvarların arasında
topla koyağın havasını,
rüzgârın paralel anlayışlarını,
sıradağların kurumuş kanalını,
çiy'in sağlıklı selâmını,
ve yüksel korunun içinde çiçekten çiçeğe,
çiğnerken sen kayan yılanı, ey sevda.

Dağla ve ormanla kaplı bu dik bölgede,
yeşil yıldızların tozu, ışıklı vahşet Mantur ırmağı
patlıyor yaşayan bir göl
ya da bir yeni sessizlik saklanışı gibi.

Gel benim hayatıma, şafağıma,
gel taçlanmış yalnızlıklara.

ölmüş ülke yaşıyor hâlâ.

Ve bir korsan gemisi gibi geçiyor
kondor'un kana susamış gölgesi zamanın üzerinden.


Pablo Neruda
"Canto General"den "Alturas de Macchu Picchu"

İlk Buz

Telefon kulübesinde titriyor bir kız.
Büyük mantosunun içine gizlemiş
gözyaşlarının dudak boyasına
karıştığı yüzünü.

İncecik avuçlarına hohluyor.
Parmakları buz tutmuş.

Bir başına dönecek evine
buzlu sokaklarda.

İlk buz. Buzun ilk tutuşudur.
Telefon cümlelerinin ilk buzu.

Donmuş yaşlar parlıyor yanaklarında.
Gönül kırıklığının ilk buzları.


Andrey Voznesenski
Türkçesi: Ülkü Tamer

27 Mayıs 2013 Pazartesi

Tırman, Birader, Ayağa Kalk Benimle, Hayata

Uzat elini bana
heryerini kaplayan acıların derininden.
Geri dönecek değilsin uçuruma.
Geri dönecek değilsin yeraltı-çağından.
Törpülenmiş sesin dönmeyecek geri.
Delik deşik olmuş gözlerin dönmeyecek geri.

Yeryüzünün derininden bak bana,
köylü, dokumacı, suskun çoban:
kutsal lamaların seyisi:
serkeş yapıiskelesinin duvarcısı:
And-dağı gözyaşlarının su-taşıyıcısı:
ezik parmaklı saraç:
kendi buğdayında titreyen çiftçi:
kaval-çamuruna karışan çömlek yapımcısı:
bu hayatın yeni kabına doldurun
batmış eski acılarınızı.
Kanınızı ve alınlarınızdaki kırışıklıkları gösterin bana,
ve söyleyin bana: işte burada cezaldırıldım,
çünkü parlamadı elmas ya da zamanında vermedi
toprak taşı ve buğdayı:
ve işaretleyin benim için başınızı çarpttığınız
taşı,
gösterin sizleri çarmıha gerdikleri ağacı,
çakın eski çakmaktaşlarını
yakın eski lambaları, yakın yüzyıllardır
yaralara yapışan kırbaçları
ve parıltılarını kanlı baltaların.

Sizin ağzınızdan konuşmaya geliyorum.

Ey topraktaki bütün suskun ve
patlamış dudaklar, birleşin ve anlatın bana
ta derinden, bütün bu uzun gece boyunca,
sanki sizlerden biriymişimcesine.

Ama anlatın herşeyi, bütün zincirleri,
bütün bağıntıları ve bütün adımları,
bileyin sakladığınız bıçakları
ve yerleştirin göğsüme,
sarı bir şimşek ırmağına benzeyen elime,
gömülmüş kaplanların dalgasına benzeyen elime.
ve bırakın ağlayayım sonra, saatlerce, yıllarca,
kör-çağlarca, yıldız yüzyıllarınca.

Sessizliği, suyu, umudu ver bana.

Kayayı, demiri ve volkanları ver bana.

Yapıştırın bedenleri bana, bir mıknatısmışım gibi.

Damarlarımdan ve ağzımdan gir

Ve konuş sözlerimle kanımın arasından.


Pablo Neruda
"Canto General"den "Alturas de Macchu Picchu"

Tina Modotti Öldü

Tina Modotti, bacım, uyumuyorsun, hayır, uyumuyorsun,
belki duyuyor yüreğin dünkü gülün büyüdüğünü,
önceki günün son gülünü, o yeni gülü.
Bacım, rahat uyu.

O yeni gül senindir, o yeni toprak senin:
o derin mısır tohumundan yeni bir giysi giydin
ve uysal bakışın dolar köklerle.
Bacım, boşuna değil artık uyuyuşun.

Paktır şirin adın, kırılgan hayatın pak.
Gölgelerden, deniz köpüğünden, sessizlikten,
arıdan ve ateşten ve kardan, çiçek tozundan,
çizgiden ve çelikten oluştu demir gibi sert narin biçimin.

Uyuyan bedeninin mücevherinde uyuyan çakal
gösteriyor hâlâ tüyü ve kanlı ruhunu,
sanki sen, bacım, balçıktan ayağa kalkıp
gülümseyecekmişsin gibi.

Sana dokunmamaları için, ülkeme götüreceğim seni,
kardan ülkeme, ki katil çakal
ya da kiralık uşağı dokunamasın diye paklığına:
huzur bulacaksın orada.

Bir çok adım arasında bir adım işitiyor musun,
bozkırdan büyük bir şey, Don’dan, soğuktan?
İşitiyor musun kararlı bir asker haykırışını karda?
Bacım, senin adımlarındır bunlar.

Bir gün geçecekler küçük mezarının yanından,
solmadan önce dünün gülü,
yarının adımları geçecek yanından
görmek için sessizliğin yandığı yeri.

Bir dünya yürüyor, bacım, gittiğin yere doğru.
Her gün şarkın ulaşıyor
sevdiğin ışıltılı halkın ağzında.
Yüreğin cesurdu senin.

Ülkenin eski mutfaklarında, o tozlu yollarında
söylenir insandan insana bir şeyler,
ışıltılı halkın alazlarına geri döner bir şey,
uyanan ve şarkı söyleyen bir şey.

Bacım, senin halklarındır bunlar, adını her gün ananlar,
her yerden gelen bizler, sudan ve topraktan,
ele vermeyiz adını ve başka adlar söyleriz.
Ateş ölmesin diye.


Pablo Neruda
"Yeryüzünde Üçüncü Konaklama"dan


Tina Modotti: İspanya İç Savaşı’na da katılmış İtalyalı devrimci bir fotoğrafçıydı. Neruda, Modotti’yle İspanya İç Savaşı yıllarında tanışmıştı. 1941 yılında Mexico City’de, Modotti ölüm döşeğinde yatarken, Neruda yanı başındaydı.

Marilyn Monroe'nun Monologu

Ben Marilyn, Marilyn.
Kahramanı
intiharın ve eroinin.
Kime parıldar yıldız çiçeklerim?
Kiminle konuşur telefonlar?
Kimdir geyik derisiyle kaplı terzihanede yaşamını sürükleyen?
Dayanılmaz şey,
dayanılmaz şey sevgisiz yaşamak
dayanılmaz şey uzakta olmak kavak ağaçlarından
dayanılmaz şey intihar,
fakat yaşamak
daha da dayanılmaz bir şey!
Satışlar. Suratlar. İğdiş bir öküz gibi böğürüyor şef
(Anımsıyorum Marilyn'i.
Otomobiller bakıyordu ona.
Yüz metrelik bir sinema ekranında
İncil'den bir gökyüzünde
yıldız bolluğu arasında
soluyordu Merlin
seviyorlardı onu...
Bitkin düşüyorlar, dönmek istiyorlar arabaya.
Dayanılmaz şey),
dayanılmaz şey
dayamak yüzünü köpek kokulu koltuklara!
Dayanılmaz şey, zorla olduğunda bu iş
daha da dayanılmaz şey, gönül rızasıyla olduğunda!

Dayanılmaz şey, düşünmeden yaşamak
daha da dayanılmaz şey -dalmak derinlere.
Nerede tasarılarımız? Sanki silip süpürdüler bizi,
var olmak- intihar değil de ne ki ...
intihar -savaşmaktır çirkefle
intihar -uzlaşmaktır onunla
dayanılmaz şey, yeteneksizsen eğer
yetenekliysen daha da dayanılmaz bir şey.

mesleğimizle öldürürüz kendimizi
parayla, güneşte yanmış kızlarla
çünkü biz oyuncular
yaşamayız gelecek kuşaklarla
rejisörlerse -döküntüden başka bir şey değil;
boğarız sevgililerimizi kucağımızda,
genç yüzlerin, alçıdan kalıplar gibi
izi kalır yastıklarda
dayanılmaz şey;

ah, anneler, anneler, neden doğurursunuz?
Biliyordun anne, ezeceklerini beni;

oh, buz tutmuşluğu sinema yıldızlığının
yasak bize yalnız kalmışlık,
metroda
troleybüste
mağazada
"Ooo!.. kimi görüyoruz bak hele ... diker gözlerini
mıymıntılar;

dayanılmaz şey, çıplak olmak
tüm afişlerde, tüm gazetelerde,
unutup,
ortasında yürek olduğunu bu bedenin
balık paket ederler seninle
gözler buruşuk
yüz parçalanmış
(korkunç şey anımsamak France Observer'de
fotoğrafını senin
güvenli yüzünle;
ve öte yanda ölü Marilyn!).

Anırıyor prodüktör, atıştırırken böreği:
"Siz bir meleksiniz ruhum,
alnınız inciden gibi!"
Ve siz, bilir misiniz kokusunu incinin?!
İntihar koktuğunu!
İntiharcılar-motosikletçilerdir,
intiharcılar acele ederler zom olmakta,
intiharcılar,
intiharcılar,
evrensel bir Hiroşima'dır bu,
dayanılmaz şey,
dayanılmaz şey bekleyip durmak
patlamasını;
ve anlatılmaz 
biçimde dayanılmaz bir şey
ellerin benzin kokması!

dayanılmazca
yanıyor mavide
veda portakalların ...

Güçsüz bir karıyım ben. İnecek değil miydim
tırmandığım yerden?
daha iyi
olması bu işin birden!


Andrey Voznesenski
1963
Türkçesi: Ataol Behramoğlu