Sayfalar

8 Haziran 2013 Cumartesi

Şili’nin Sesleri

Daha önce Şili’nin sesi özgürlüğün
metalik sesiydi, rüzgârdan ve gümüşten,
daha önce işitildi taze yara izlerinde
gezegenimizin yüceliklerinde,
yabanıllığın ve kentarosun girdiği
Amerika’mızda.
El değmemiş kara dek, uykusuzlukta,
yükseldi saygın yaprakların korosu,
özgür suların şarkısı ırmaklarında,
senin güzelliğinin mavi görkemi.
İsidoro Errázuriz boşaltmıştı
kendi savaşan, kristal berrağı yıldızını
karanlığın üzerine, elleri arkadan bağlı halka,
fırtınalı küçük bir gezegen gibi
alnıyla Bilbao’ydu,
uyarılar ve mısır tohumuyla şişen
sonsuzca yeşillenen yapraklarını
getiren Vicuña Mackenna’ydı,
pencerenin ışığı dışarıda bıraktığı
başka halklara. Girdiler içeri
ve yaktılar gecede lambayı,
ve diğer halkların acı gününde
en yüksek ışığı oldular karın.



Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"nın "Karanlıktaki Anayurduma Yeni Yıl İlahisi" adlı bölümünden

Sende Yüreğim Türkmenistan

Damlar buğusu bir anlatılmaz parıltıda
Yeşilin otlarla belirdiği her mevsim,
Bir gümüşsü güzelliktir yudum yudum içilesi,
Bıkmadan, usanmadan uzanır dudaklarım
Bir adım uzaklaşsam; gözümde tütersin
Tutulmuş yüreğim sana Türkmenistan.

Senin için vuruşurum gerekirse, elde tüfek
Seni yüceltirim gücümce her yönde,
Kim düşmansa sana beni bulur karşısında
Beni bulur karşısında, her kara sevgisizlik
Her parçası yüreğimin sende Türkmenistan.
Bütün mısralarım sana adanmıştır

Yansıtır gerçeğimi, duygu duygu örülü,
Bir aşk sunuyorum sana benzersiz
Bir bağlılık sunuyorum hiç kopmaz;
Bilirim geri çeviremezsin verdiklerimi
Tutulmuş yüreğim sana Türkmenistan.


Memet Seyidov
Türkçesi: Coşkun Zengin

7 Haziran 2013 Cuma

Şili’ye Karşı Emir Alırlar

Fakat herkesin arkasında aramalılar, bir şeyler var
arkasında hainlerin ve kemiren farelerin,
bir imparatorluk var donatan masayı,
yemeği ve mermileri sunan.
Yunanistan’da yapmayı başardıklarını yapmak istiyorlar sana.
O küçük Yunan efendileri ziyafette ve mermiler
dağlardaki halk için: durdurmalılar o yeni
Samothrake zaferinin kaçışını dünyaya, asmalılar,
öldürmeliler, israf etmeliler, New York’ta sapı kavranılan
katil bıçağını saplamalılar; ateşle yok edilmeliydi
gururları o ortaya çıkan insanda
kanla sulanmış topraktan
her yerde doğan.
Chiang’ı silahlandırmalıydı ve o sefil Videla’yı,
para verilmeliydi onlara hapishaneler için, uçak kanatları
bombalamak için köylüleri, verilmeliydi onlara
ancak bir ekmek kırıntısı, biraz dolar, geri kalanı onlar halleder,
yalan söylerler, yozlaştırırlar, ölülerin üzerinde dans ederler,
ve onların karıları en pahalı elbiselerle dolaşırlar.
Halkın ölüm kalım savaşının önemi yok, bu şehadet
gerek duyar bakırın efendilerine: bulunur yeterli kanıt:
generaller terk ediyor orduyu ve çalışıyor
Chuquicamata Ofisi’nde asistan olarak,
ve güherçilede emir veriyor “Şilili”
general kılıcıyla pampanın oğlu
ne kadar maaş alacak diye.
Böyle emir veriliyor yukarıdan, doların kesesinden,
böyle emir alıyorlar o sefil sürüngenler,
böyle üstleniyor generaller polis rolünü,
böyle çürüyor anayurdumun ağaç gövdesi.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"nın "Karanlıktaki Anayurduma Yeni Yıl İlahisi" adlı bölümünden

Kimi Kez

Kimi kez öyle sertleşiyor ki gönül,
Zedelenmiyor hiçbir şeyle.
Varsın buzdan soğuk essin ölüm rüzgarı,
İncitemez tek bir yaprağımı bile.

Göz gururlu bir gülüşle parlıyor yeniden,
Ve dünyanın ıvır zıvırından ırak
Yükseliyor içimde o sınırsız arzu:
Yazmak, durmaksızın, yazmak!..

Varsın sayılı olsun dakikalarım,
Mezarım kazılmış ve cellat beklemede!
Her şeye hazırım. Fakat hala
İhtiyacım var ak kağıda ve kara mürekkebe!


Musa Calil
Türkçesi: Ataol Behramoğlu

6 Haziran 2013 Perşembe

Şimdi De Küba

Ve o zamandan beri kan ve kül aktı.

O zamandan beri yalnız kaldı palmiyeler.

Küba, aşkımsın sen benim, işkence tezgâhına
bağladılar seni,
bozdular yüzünün güzelliğini,
solgun altın bacaklarını ayırdılar birbirinden,
narla ezdiler cinselliğini,
delik deşik ettiler seni bıçaklarla,
paramparça ettiler, yakıp kavurdular seni.

Şirinliğin vadisi arasından
geldi cellâtlar,
ve sis içindeki yüksek platolarda
kayboldu oğullarının zırh bitkisi.
Gene de teker teker götürüldü onlar,
öldürülmek için orada,
işkence içinde paramparça edilmek için,
ayaktopuklarının altından kayan
yumuşak çiçektopraklarından yoksun.

Küba, aşkımsın sen benim, hangi ateşli ürperiş
sarstı seni bir dalga köpüğünden ötekine,
sen temizliğin kendisi olana dek,
yalnızlık ve ıssızlık, sıklık oluncaya dek,
ve yengeçler kapışıyorlar
oğullarının kemiklerini.


Pablo Neruda
"Los conquistadores"den "Canto General"

Ocak Geçip Gitti Hapishane Penceresinin Arkasından

Ocak geçip gitti hapishane penceresinin arkasından
Ve işittim türküsünü tutukluların
Hücrenin kerpiç duvarlarında çınlayan:
"Kardeşlerimizden biri özgür".

Sen işiteceksin daha tutukluların türküsünü
Ve ayak seslerini suskun gardiyanların
Kendin de türkü söyleyeceksin, söyleyeceksin daha:
"Elveda, ocak".

Yüzünü pencereye dönerek,
İçeceksin daha ılık havayı yudum yudum
ve ben yeniden yürüyorum düşünceler içinde koridorda
bir sorgudan bir başka sorguya,
o uzak ülkeye, ayların ve mevsimlerin olmadığı.


İosif Brodski
1962
Türkçesi: Ataol Behramoğlu

5 Haziran 2013 Çarşamba

Şöhretli Denizlerde Yolculuk Ettim

Şöhretli denizlerde yolculuk ettim,
bütün adaların düğün çelenkleri üstünde,
ben kağıdın en büyük denizcisiyim
ve gittim, gittim, gittim
ta en kıyıdaki köpüğe dek,
ne ki senin yoğun, denizcil sevdan
bağlandı yüreğimin limanına.
Sen engin okyanusun
dağlarla zengin
en güzel başışın,
ve senin gökmavisi Kentaros-böğründe
aydınlanıyor oyuncakçıların kırmızı
ve mavi ışıklarıyla senin kenar mahallelerin.
Bir şişe-gemisine yaraşırsın
küçük evlerinle ve 'Latorre'
çarşaf üstündeki bir gri ütü gibi,
bu yüzden değildi sana verilmiş
fırtınayla kırbaçlanmış bir kilisenin dalga-fışkırması
kudretli denizin yabanıl fırtınasından, yeşil vuruşundan
buzul fırlatıcı rüzgârların,
titreyen toprağının şehitliğinden,
yeraltına özgü dehşetten,
bütün denizin yanışı meşalenden
verdi sana gölgeli kayanın büyüklüğünü.
İlân-ı aşk ediyorum sana, Valparaiso
ve geliyorum tekrar oturmak için yol-kavşağında,
sen ve ben yeniden özgür olunca,
sen denizden ve rüzgârdan tacında,
bense nemli, türkü toprağımda.
O zaman göreceğiz nasıl da yükselir
özgürlük, denizle kar'ın arasından.
Valparaiso, yalnız Ece,
Issız Güney-Okyanusu üzerindeki
yalnızlıktaki yalnız,
her bir sarı kaya topluluğunu
tanıdım senin yücelerinde,
senin dalgalanan nabzını duyumsadım,
ruhum sanki dilermişcesine gecenin saatinde
sarmaladı limandan ellerin beni,
ve ansırım hüküm sürdüğünü
ülkenin üstünde su sıçratan mavi alevli parıltısında.
Senin gibisi bulunmaz kumun üstünde,
Güney'in orkinosu, suyun Ecesi.


Pablo Neruda
Sığınmacı (El fugitivo), "Canto General"den

Oyuncak Satıcısına Sone

Oyuncaklar satıyordu sakat bir ihtiyar
Çocuklar sevinçten çıldırmış, ustanın da keyfi yerinde.
Cıvıldıyor, miyavlıyor, ötüyor oyuncaklar
Takla atıyor kimi, kimi amuda kalkmış kulağı üstünde.

İhtiyar da coştu, numaralar yapıyor şimdi
Üflüyor kuyruğuna bir kuşun ve öykünüyor ona
Gurulduyor, kuğuruyor, eğlendiriyor izleyenleri,
Çekiyor sümüklü bir serseriyi mıknatısıyla.

Akşamla, yaylıya koşan bir at gibi koşup tezgahına
Gider o koltuk değneklerinde sekerek bir meyhaneye
Birkaç meze atıştırıp, fıçı birası içmeye.

Ve bu sonede bir delik açarak iki yüz yıl sonra
Uçarak yükselip bir inci çiçeğinin sapında havaya
Bir kuşa ıslık çalacaktır iç sızlatan bir kederle.


Yunna Morits
Türkçesi: Ataol Behramoğlu

4 Haziran 2013 Salı

Tarih Kaydı

Kötücül yıl, sıçanın yılı, pis yıl!

Yüksek ve metaliktir senin çizgin
okyanusun ve havanın kıyıları
boyunca, fırtına ve heyecandan
çelik bir tele benzeyen.
Fakat, Amerika, aynı zamanda
gece karanlığısın sen, mavi ve bataklık:
çamur ve gökyüzü, yüreklerin
bir ölüm kalım savaşı, ezilmiş
bodrumunun sessizliğindeki
siyah, çatlamış portakallar gibi.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"dan
(1948, Amerika)

Aralık

Kendi kurallarını getiriyor kış
Dalmışız bir oyuna kahkahalarla:
Yerden avuç avuç kar topluyoruz
Biçim vermek için o aklığa.

Bir kötülük öncesindeymiş gibi
Birikiyor yoldan geçenler çitin önünde:
Anlamak için yaptığımız şeyi
Kaygıdan çatlayacaklar nerdeyse ...

Bir kardan adam yapmadayız, hepsi bu.
Oh, nasıl bir zafer sevinci doluyor insana:
Tüm boyutlarıyla yaptığın şey
Kendi istemine bağlı olduğunda.

Bir çocuk sevinciyle bakıyorsun yüzüme
Bekleyerek ustalığını övmemi.
Sevgilim, ustasın gerçekten de
Ve üstelik, seviyorum seni...

Gitgide biçimleniyor kar
Boyun eğerek buyruğumuza.
Birden, güzelliğini ayrımsıyorum
Yüzünün, eğilirken kara.

Geçiyoruz apak avludan
Tepeden bakarak bizi izleyenlere.
Sevgilim, unutma hiçbir zaman
Oynamayı, böyle özenli ve çocuksu bir yüzle.

Sevgilimin elindeki iş
Baş eğsin özenli çabasına onun!
Ulaşsın o başarısına
Bir ev, bir baca çizen çocuğun ...


Bella Ahmadulina
Çeviren: A. Behramoğlu

3 Haziran 2013 Pazartesi

Taşlar İçindeki Taşta, İnsan, Neredeydi?

Taşlar içindeki taşta, insan, neredeydi?
Havaların havası içinde, insan, neredeydi?
Zamanların içindeki zamanda, insan, neredeydi?
Sen miydin tamamlanmamış insanın o küçük dilsizi
ki caddelerde ve eski izler üstünde yürüyen
o ruhsuz kartalın geçerek ölü sonbaharın
yaprakları içinden,
ölümsüz acılar verdiği ruhuna?
Zavallı el, ayak ve avutulmaz hayat...
Yağmur gibi
parlak ışığı günleri sendeki,
şölenin matador-mızrakları üzerinde,
yaprak yaprak mı bırakıldı
onların karanlık besini
boş ağıza?
Açlık, mercanı insanlığın,
açlık, gizli gelişme, ağaçyarıcısının kökü,
açlık, yükseldi mi parçalanmış sepetin
ta o yüksek, devrilen kuleye?

Sana sorarım, yolların tuzu,
göster bana kaşığı, lütfen, mimarlık,
bırak da bir çöple kazıyayım
taştan yapılmış etaminini çiçeğin,
bütün basamaklarına çıkarak boşluğun
altüst edeyim içini dışını, insanı bulana dek.
Macchu Picchu, taş taş üstüne koydun da
paçavrayla mı attın temeli? Kömürü kömür üstüne
yığdın da,
en alta mı gizledin gözyaşlarını? Altın'a ateşi üfledin
de, kanın titreyen büyük kızıl damlasına da mı üfledin?

Geri ver bana gömülmüş köleni!
Sefilliğin toprak katılığındaki ekmeğini bur,
kölenin giyitini ve penceresini
göster bana.
Anlat, nerde uyurdu O daha hayattayken?
Anlat bana, uyur muydu deliksiz
yoksa esneyip durur muydu yorgunluğuyla
duvara kazınmış bir delikten?
Duvar, ey duvar! Anlat bana, her bir taş-dokusu
ağırlaştırdı mı uykusunu, zahmetle mi battı
uykusu taş-altında batarcasına ayın altında?

Antik Amerika, denize kurban edilmiş gelin,
yabanıl ormandan tanrıların
yüce boşluğuna yürüdüğünde
altında şimşeğin gelin-sancakları ve süslerinin,
davullardan ve mızraklardan bir gürültüye karıştı
senin parmaklarında, soğuk gülü ve soğuk çizgiyi
getiren parmaklarında senin,
genç mısır-tohumunun kankızılı göğsünü getiren
maddenin dokusuna hoşgörüsüz mağaralarda,
Sen de mi sakladın, benim batık Amerika'm,
sen de mi açlığı dibinde,
buruk barsaklarında bir kartalınki gibi? 


Pablo Neruda
"Alturas de Macchu Picchu"dan, "Canto General"

Taşlar Vadisi

Bugün, 25 Nisan, düştü
Ovalle’nin tarlalarına
yağmur, uzun süredir beklenen, su 1946.

Bu ilk ıslak Perşembe günü kuruyor sisli bir gün
boz demirhanesini dağlarda.
Aç çiftçilerin torbalarında sakladığı
küçük mısır tohumları için Perşembe’dir bu:
bugün aceleyle çizecekler toprağın kabuğunu
ve batıracaklar o yeşil hayatın mısırını çamura.

En son dün gittim tekrar Hurtado ırmağına:
o çetin ve dalayan kayalıkların arasında çıktım yukarı,
dikenlerden kaskatı, değil mi ki o büyük And dağı kaktüsü
çok kollu zalim bir şamdan gibi kalkıyor ayağa orada.

Ve bütün bu çorak dikenlerin üzerinde quintral bitkisi
yakmış bütün kanlı lambalarını al bir entari gibi
ya da korku salan akşam kızıllığından bir leke gibi,
bir bedenden kan gibi sürüklenmiş binlerce diken arasından.

Kayalar muhteşem damarlardır, pıhtılaşmış
ateşin çağlarında, vadiyi bekleyen
bu merhametsiz heykellerle birlikte eriyene kadar
yuvarlanıp duran kör çuvalları taşın.

En kenardaki sulardan uysal ve ölmekte olan
bir çağıltıyı getiriyor ırmak içine
sarkan yaprakların ok karası kalınlığına, ve kavaklar
kaybediyor ince sarı renklerini damlalarda.

Norte Chico’da sonbahardır, gecikmiş sonbahar.
Burada parıldıyor ışık üzümlerde daha uzun süre.
Bir kelebek gibi daha uzun süre ikircikli davranıyor
berrak güneş olgunlaşana dek üzüm
ve misket üzümü halıları ışık saçıyor vadide.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"dan
(1946)

Güller

Güller
doğulu şairlerin baş belası
Arap halılarının ve ahengin
tutsağı.
Güller
karpuzun parıltısı
devingen kumların ışığı
tıpkı türbinlerin çarkı gibi
çevrinerek döner taçyapraklarınız,
Güller
buzdan ve ateşten güller,
ün tutkusu,
korkusuzluğun rengi
tıpkı bir slalom,
Siyah güller
siyah bira,
taş açılı kupayar,
Kırmızı güller
köpük sağrılı
kısrak sırtı,
Güller
her mürekkep damlasında
Puşkin'in, Shelley ve Tagor'un.
Ama köle ticaretine benzerdi
gül ticareti.
Perakende güller! Toptan güller!
Gül yağı!
Sinir hastalıkları için gül hapı!
Yararlı kullanıma boyun eğmiş güller
zorunluluk icabı.
Acıları dindiren haplar
ölü doğa resmi gibi
canlandırmak için duvar kağıdını.
Unutalım çocuklarımızı ve rahatımızı.
İnsanlara benzer güller,
kederlidirler akşamları
ve gül işletmelerinde
bir plana göre toplayıcılar
cumartesi günü devşirir onları.
İnsanlara benzer güller
ve güneşin altında yazgıları
geçip gider bir ölümlü gülümseme olarak,
fanidirler insanlar kadar.


Victor Sosnora
Türkçesi: Özdemir İnce