Şiir, Sadece: 2013-06-09

15 Haziran 2013 Cumartesi

Şenliğin Sonu XII

Ak köpük, Mart’ta Ada’da, görürüm
dalganın dalgayla uğraştığını, beyazlığın çatladığını,
okyanusun taştığını dipsiz fincanından,
nasıl da bölünür gök
papazsı kuşların uzun uçuşlarıyla,
ve sarı belirir sonra
değişir ayın rengi,
bir sahil güzünün sakalı uzar,
ve benim adım Pablo,
eskiden olduğum gibiyim,
sevdalıyım, şüphedeyim,
borçluyum,
o dalgaları taşıyan işçileriyle
sonsuz denizin sahibiyim,
o denli huzursuzum ki
ziyaret ediyorum daha doğmamış ulusları:
geliyorum ve gidiyorum denize
ve denizin ülkelerine,
kılçıkların dilini biliyorum,
sert balıkların dişlerini,
enlemlerin titreyişlerini,
mercanların kanını,
balinanın dilsiz gecelerini,
ülkeden ülkeye gittim, araştırdım
haliçleri, dayanılmaz bölgeleri,
ve her zaman döndüm geriye, huzur bulamadım –
köklerim olmaksızın ne söyleyebilirim ki?


Pablo Neruda
(Tören Şarkıları’ndan, 1961)

Şiir

Ve zamanıydı... Gelmişti şiir
beni yoklamaya. Bilmiyorum, bilmiyorum nereden
geldi, zemheriden mi yoksa bir nehirden mi.
Bilmiyorum nasıl ya da ne zaman,
sesler değildi, sözcükler değildi,
sessizlik de değildi,
fakat beni çağırıyordu bir cadde,
gecenin dalları,
ansızın başkaları,
şiddetli yangınların arasından
ya da belirsiz yüzümle oradan
dönerken yalnız,
dokunmuştu bana.

Ne söyleyeceğimi bilemedim, ağzım
bilmez
isimleri,
gözlerim kör,
ve kımıldadı bir şeyler ruhumda,
ateş ya da unutulmuş kanatlar,
ve kendimce yorumlayarak
anlamını
o ateşin,
yazdım ilk güçsüz dizeyi,
güçsüz, içeriksiz, saf,
saçma sapan,
hiçbir şey bilmeyen birinin
hikmeti gibi,
ve birden gördüm göklerin
kımıldayıp açıldığını,
gezegenlerin,
titreyen bitkilerin,
delip geçti gölgeler,
okların, ateşin ve çiçeklerin
gizemleriyle,
kıvrımlı gece, evren.

Ve ben sonsuzca küçük varlık,
koca yıldızlı boşlukla
sarhoşum,
benzeriyim,
görüntüsüyüm gizemin,
uçurumun bir parçasıyım,
yıldızlarla tekerlendim,
rüzgârda uçtu yüreğim.


Pablo Neruda
("Memorial de la Isla Negra"dan, 1964)

Zindan Güncesi'nden

Sabah

Güneş her sabah yükselip üstünde duvarların
Parlar kapıda. Fakat kapı açılmamıştır daha.
İçerde, zindanda, uzar kasvetli karanlık
Fakat biliriz güneşin doğduğunu dışarda.


Satranç Öğrenmek

İki yanın da gücü eşit ve dengede
Fakat zafer tek bir oyuncunun olacak sonunda.
İleri geri güvenle uygula stratejini
Ancak o zaman büyük bir komutan denebilir sana.


Bir Mahkumun Kavalı

Özlemle ağlar zindanda bir kaval
Keder güçlendirir, arttırır acılığını ezginin.
Uzakta, geçitler ve ırmaklar ötesinde, yalnız bir kadın
Çıkar bir kuleye, sonsuz bir hüzünle, çevreye bakmak için.


Prangalar

Tuhaf, çok tuhaf şeyler olur bazen şu dünyada
İtişir insanlar, bir an önce prangalansın diye ayakları.
Bir kez kilitlendin mi, rahat bir uyku umabilirsin artık
Yoksa bu cehennem kargaşasında altüst nasıl yatılırdı.


Ayışığı

Zindanda ne çiçek var ne de şarap
Ne yapar insan böyle nefisken gece?
Pencereye gider, ayışığına bakarım
Bakar ay parmaklıklar arasından şaire.


Ho-Chi Minh
Çeviren: A. Behramoğlu


Su Tayını

Her birimize yarım leğen su verilir
Yıkanmak ya da çay yapmak için
Eğer yüzünüzü yıkamak isterseniz
Çay demlemekten vazgeçeceksiniz
Ama çay içmeyi daha üstün tutarsanız
Yüzünüzü yıkamaktan vazgeçersiniz


Akşam Üzeri

Yorgun kuşlar uçar ormana
Dinlenecek bir yer bulmak için
Gökyüzünde bir bulut tek başına sürünüp gider
Uzak bir dağ köyünde genç bir kız
Mısır buğdayı öğütmede
Mısırlar bir kez öğütüldü mü
Fırında kızıl bir ateş yanmaya başlar
Görürsünüz


Kumardan Tutuklanan Bir Adamın Ölümü

Deri ve kemikten başka bir şey değildi
Bakımsızlık, açlık, ayaz bitirdi onu
Daha dün gece uyurdu yanıbaşımda
Bu sabah boyladı tahtalıköyü


Uyuz

Cildimiz kırmızıya ve maviye büründü
Oyalı, renkli kumaşlar giyindik sanırsınız
Kaşıntımız giderek hızlandığına göre
Bir gitarın tellerine
Aşk ile vurup inletiriz sanırsınız
Oyalı, renkli kumaşlara gelince
Biz burada onurlu konuklarız
Klaptanla işlenmiş giysiler içindeyiz
Dost müzikçilerle paylaşarak aynı dili


Tsingming Bayramı

Tsingming bayramı kutlandığı gün
Tekdüze bir yağmur serpelendi
Zindandakiler acının balyozunu yüreklerinde duydular
"Özgürlük nerdesin?" diye haykırdık hep birden
Bekçi bize hükümet konağını gösterdi


Ho-Chi Minh
Çeviren: Osman Türkay

14 Haziran 2013 Cuma

Şikayetli Bir Kaside

Ey güller arasındaki kız, ey güvercinlerin sıkışıklığı,
ey balıktan ve gül çalısından hapishane,
ruhun susamış tuzla dolu bir şişedir
ve üzümlü bir çan tenin.

Ne yazık sadece tırnaklar var sana verecek,
sadece kirpikler ya da erimiş piyanolar,
ya da yüreğimden fışkıran düşler,
tozlu düşler tırıs giden siyah atlılar gibi,
hızla ve kazayla dolu düşler.

Sadece seni sevebilirim öpüşler ve gelinciklerle,
yağmurla ıslanmış çelenklerle,
dik bakarak kül grisi atlara ve sarı köpeklere.
Sadece seni sevebilirim sırtımda dalgalarla,
arasında kükürdün tok vuruşlarının ve düşünceli dalgaların
yüzüyorum mezarlıklara göçüp giden
belli ırmaklarda
ıslak ve coşkun çayır o hüzünlü alçı mezarların üzerinde
yüzüyorum boğulmuş yüreklerin ve gömülmemiş
çocukların solgun listeleri arasından.

Çok ölüm var, çok gömülüş
aciz tutkularımda ve umutsuz öpüşlerimde,
su var kafama düşen
uzarken saçım,
zamandan bir su, kendini koparmış siyah bir su
bir gece sesiyle, yağmurdaki
kuş çığlığıyla, kemiklerimi koruyan
ıslak kanatlardan sonsuz bir gölgeyle:
giyinirken ben, aynalarda
ve camlarda bakarken kendime sürekli,
işitiyorum nasıl beni izlediğini birinin ve hıçkırarak
beni çağırdığını hüzünlü bir sesle, zamanla çürümüş.

Duruyorsun toprakta, dolusun
dişlerle ve yıldırımlarla,
yayıyorsun öpüşlerini ve öldürüyorsun karıncaları.
Ağlıyorsun sağlıktan, soğandan, arıdan,
yanan alfabeden ötürü.
Mavi ve yeşil bir kılıç gibisin,
ve sana dokunduğum zaman durguncasın bir ırmak gibi.
Gel benim beyaz giyimli ruhuma bir buket
kanlı gülle ve külle dolu kupalarla,
gel bir elmayla ve bir atla,
çünkü karanlık bir oda var burada ve kırık bir şamdan,
kışı bekleyen bir çift titreyen sandalye,
ve ölü bir güvercin, bir sayıyla.


Pablo Neruda
"Yeryüzünde İkinci Konaklama"dan

Genellemeler?

Genellemeler?.. Pöh! Kırpalım kanatlarını.
"Genelde insanlar" olmaz, gölgeler kalabalığı değil,
"Genelde yerküre" olmaz çünkü bir santim toprağa olan
kenetlenmeler ve ilişkiler toplamıdır. Her şeyin özü budur.
"Genelde şiir" olmaz ama sen, o, ben ...
Aradaki farktır önemli olan, bunu bir an önce anlamak gerek.
Batsın genellemeler!
"Genelde uzay" olmaz, uzay adamları onlar, birer kişi,
"Genelde dünya" değil ama Seslerdir ve özelliklerdir.
Kesin olan şey gözden uzak durur,
Etna gibi kabarır, ama gizler gerçek yüzünü.
Yaşam somuttur.
Ölüm de öyle. Anlaşıldı mı?
Özelliksiz olan soyut olandır, inan.
Selam sana somutluk,
Bütün kavramların
Katı çekirdeği:
Kardan indik şiire
Kutsal şeyler yerine geçen
Sözcüklerden yapılmış,
Ülküler yerine geçen
Ve güçlü inançlar yerine geçen.


Vitali Korotiç
Türkçesi: Yusuf Eradam

13 Haziran 2013 Perşembe

Şili'li Balmaceda

Londra'dan geldi Mr. North.

Güherçile-zenginidir O.
Önceleri bozkırda çalıştı bir zaman
ırgat olarak,
ne ki yükseldi sonra ve kayboldu ortadan.
şimdi geri dönüyor, İngiliz pounduyla sarmalanmış.

Yanında iki arap atı
ve saf altından yapılma
küçük bir lokomotif getiriyor. Armağan bunlar
Başkan'a, nam-ı diğer
Jose Manuel Balmaceda'ya.

'You are very clever, Mr. North.'

Ruben Dario gidip geliyor bu eve,
bu başkanlık-sarayına, istediği zaman.
Bir şişe konyak her zaman hazır ve nâzır.
Genç Minotauro, gizlenmiş ırmağın sisine,
ses sadayla aşıp giden,
Mr. North için çıkılması çok zor olan
büyük merdivenlerden çıkıyor yukarıya.
Başkan yenilerde döndü geriye
avutulmaz, güherçile dolu Kuzey'den,
şöyle söyledi orada: 'Bu toprak, bu varsıllık
Şili'nin olacak, bu beyaz maddeyi
halkım için okula, yola,
ekmeğe dönüştüreceğim ben.'
Şimdi, sarayda, arasında bütün evrakların
bakıyor ince profili, gergin bakışları
çorak topraklarına güherçilenin.
Soylu yüzü gülmüyor.
Başın solgun alımı
taşıyor ölmüş birinin antik damgasını,
memleketin eski atalarından birinin damgasını.

Bütün varlığı resmî bir tetkikde.

Buz soğuğu bir rüzgâr bozuyor
huzurunu ve düşüncelerini O'nun.

Geri çevirmişti Mr. North'un atlarını
ve o küçük altın makinayı. Bakmadan geri gönderdi
onları sahibine, O büyük gringo.
Elini handiyse kımıldattı, umurunda değildi.
'Şimdi, Mr. North, hiç bir ayrıcalık
veremem size,
memleketimi City şirketinin gizli emellerine
bağımlı kılamam.'

Mr. North soluğu kulüpte alıyor.
Yüzlerce viski geliyor masasına,
yüzlerce akşamyemeği avukatlara,
Parlamento'ya, şampanya
muhafazakarlara.
Çöküyor acentalar kuzeyin başına,
teller geliyor, gidiyor ve geri dönüyor.
Hoş pound ve sterlin
örüyorlar altından örümcekler gibi
gerçek bir İngiliz giysisini
halkıma, terzi elinden çıkma bir giysi
kandan, baruttan ve sefillikten yapılmış.

'You are very clever, Mr. North.'

Karanlık çevreliyor Balmaceda'yı.
Günü gelince hakaret ediyorlar O'na,
alay ediyor O'nunla aristokratlar,
Parlamento'da tehdit ediyorlar O'nu,
yeriyorlar, arkasından konuşuyorlar O'nun.
Kavga için kışkırtıp yeniyorlar O'nu.
Ama yeterli değil daha bunlar: gerçekleri de
çarpıtmaları gerekiyor. Zengin üzümbahçeleri
'fedakarca' davranıyor, ve alkol
boğuyor o iğrenç geceyi.
Şık giyimli gençler
işaretliyor kapıları ve bir istilâ sürüsü
saldırıyor evlere, atıyorlar piyanoları
balkonlardan dışarı.
Lağım benzeri
bir aristokrat piknik
ve Fransız şampanyası kulüpte.

'You are very clever, Mr. North.'

Arjantin elçiliği açtı
kapılarını Başkan'a.
O akşam hemen güvenlik diye
yazdı elinin içine,
kara bir kelebek gibi
yükseliyor gölgesi içine
gözlerinin bitkin gizemdoluluğunun.

Ve gururlu alnı O'nun
çıkıyor o küçük odanın
yalnız dünyasından
ve aydınlatıyor karanlık geceyi.
Yazıyor temiz adını,
öğretmenden öğrendiği
büyük, derli toplu harflerle.

Elinde tabancası var.

Pencereden görüyor
en son göreceği memleket parçasını
ve düşünüyor Şili'nin yayılmış
bedenini, gecede bir kitap sayfasıymışcasına
uğramış saldırısına karanlığın.
Yolculuğa çıkıyor şimdi de, ve görmeden kayıyor bakışları
bir trenin penceresinde kayarcasına
tarlalara, ev sürülerine,
kulelere, sel basmış enlemlere,
yoksulluklara, acılara, paçavralara.
Hatasız bir düş kurguladı,
bu umutsuz manzarayı değiştirebileceğine dair,
halkın saldırılan bedenini
koruyabileceğine dair bir düş.

Şimdi çok geç, tek tük silah sesleri
duyuyor, zafer kazanan komutanın bağırışını,
o hain saldırının, ulumalarını
'aristokrasi' 'nin, duyuyor
son mırıltıları, büyük sessizliği,
ve böylece kapatıyor gözlerini hayata.


Pablo Neruda
"Los libertadores"den "Canto General"
(1891)

Uçuşan Kuğular

Kuğular bir şarkı tuttururlar mı ölürken,
Belli değil - ama
Yine de bilirim, şarkı söyler onlar ...
Dinleyin bazen, göklerden inip gelen
Müziği, üstünüzde uçuşurken kuğular.
Çığlık çığlık üstüne -haykıran öten tüyler-
Havayı okşar kanatlar, mavi-beyaz çizgili,
Ve avcı, tepedeki çalıya doğrultmuş silahı, tetikte bekler,
Ateş edemez, hayretten faltaşı gibi açılır gözleri.
Çığlık çığlık üstüne ...
Ansızın başka bir ses gelir:
Yaylılar gibi tarar sazları nehrin üstündeki,
Meltem kemanlarının sesi
Aynı duyguyu getirir,
Çaykovski sarıyor bütün ruhumuzu sanki.
Sonra dört kuğu yavrusu yükselir
Mavilerde, ağırlıksız melekler gibi
Senin gençliğine benzer, güzeldir
Sabahleyin, parıldar hareli çiğ gibi.
Gençlik-tedirgin ve yumuşak ilk buse,
Bunu hiçbir kalp unutamaz kolayca öyle,
Arzular doludur parıldayan görkemle-
Zamanın yeşil küfeyle perdahlanmıştır, yanar yine de.
Çığlık çığlık üstüne ...
Bir tatlı güzellik söyleyen, sızılı ve kederli,
İlkyazın görkeminde doğan şarkı:
Ve uçuşan bayraklara bak, kaldır gözlerini,
Kanat üstünde dilin saflığı,
Boşluğun güçlü olmak için koyduğu engeller-
Yankılanır uçuşunun çok gerisinde,
Sanki insanın
Yüreği bir kuğu şarkısı olmuş söyler,
Bir zamansız saatte süzülerek kanatlanır gider.


Platon Voronko
Türkçesi: Yusuf Eradam

12 Haziran 2013 Çarşamba

Şili'nin Bulucuları

Kuzey'den getirdi Almagro yanmış közünü.
Ve toprağın üstünde eğildi O, patlamayla batış arasında,
gündüz ve gece bir harita üzerinde gibi.
Diken gölgeleri, deve-dikeni ve balmumu gölgeleri,
birleştirdi İspanyol'u cılız bedeninde,
yeryüzünün kasvetli stratejilerini geçtiğinde.
Gece ve kar ve kum oluşturur
benim ensiz memleketimin biçimini,
bütün sessizlik oturur uzun çizgisinde onun,
bütün köpükler onun denizsakalından damlar,
bütün kömür gizemli öpüşüyle dökülür.
Kömür ateşi gibi yanar altın onun parmaklarında,
ve gümüş aydınlatır yeşil bir ay gibi
onun melankolik bir gezegenden yapılmış dayanıklı bedenini.
Bir zamanlar güle, zeytinyağına,
rüzgâra ve Antik'in göğüne yakın olan İspanyol,
bilmiyordu dargın taşın bu yeri
deniz-kartalının gübresinin altında doğdu.


Pablo Neruda
"Los conquistadores"den "Canto General"

Su Damlası

Kararmış oda kitap dolu raflardan,
Kimsenin duyamayacağı şarkılardan,
Yıldan yıla daha sıradan,
Görünmeyen yüzler bakar aradan.
Anlaşılabilir, kusursuzluğa duyulan istek,
Sevgiyle bile kucaklanamayacak bir şeyi elde tutmayı özlemek.

Pencerenin dışında, tasadan uzak,
Bir telden kayıp aceleyle düşerken üstüne toprağın
Bütün yaşamı uçup giden bir damla, küçücük, yuvarlak,
Ve bu an geçip giderken, içine alır yuvarlağının
Tümünü evrenin, göğün, dünyanın.


Vasil Mısik
1965
Türkçesi: Yusuf Eradam

11 Haziran 2013 Salı

Şili Topraklarında Uygun Adım

Ta Dünyanın Güneyucu'na dek üşüştü İspanya.
Eğilip bükülerek
araştırıyordu kar'ı sırık İspanyollar.
Bio Bio ciddi ırmak,
'dur' dedi İspanya'ya.
Yeşil ipliği titreyen bir yağmur gibi asılan
Maiten orman
dedi ki İspanya'ya: 'Devam etme.'
Suskun sınırların Titan'ı, karaçam
konuştu gökgürültüsüyle.
Ne ki, hançer ve sıkılmış yumruk gibi ulaştı
memleketimin ortasına kâşifler.
Yüreğimin yoncalarda uyandığı
İmperial ırmağının kıyılarına dek
fırlattı kasırga kendini sabah-ışığına.
Kasvetli kristalin kıyıları arasındaki
bir çanak gibi köpüklenerek
uzattı balıkçılın geniş ırmak-yağını
adalardan hiddetli denize doğru.
Sahilinde yayıldı çiçektozu
şiddetli etaminlerden bir halı
ve denizin ötesinde kımıldattı rüzgâr
bütün sonbaharın hecelerini.
Araukanya'nın fındıkağacı
çekti gönderine sevincin alazını asılı salkımları
yağmurun toplanmış temizliğin yanına
kaydığı her yerde.
Mis kokuyla bürülüydü her şey,
yeşille yıkanmış ve yağmur ağırlığı ışıkla,
ve her bir buruk kokulu koru
kış'ın yayılmış bir dalıydı
ya da yolunu yitirmiş deniz tertibi
hatta okyanus çiy'iyle sarhoş.
Kuşlardan kule ve tüy
ve tınlayan yalnızlıktan bir fırtına
yükseldi yarıklardan,
çiçeklenen topa-topa
sarı öpücüklerden bir tespihken
dev eğrelti-otlarının kıvrılan
yeleleri arasındaki nemli gizlilikten.


Pablo Neruda
"Los libertadores"den "Canto General"

Günün Getirdikleri

Bilime, tekniğe ve de edebiyata,
Patlar günün gerektirdikleri -siler süpürür bir fırtına,
Allayıp pullamaya kalkma -onlar parlaktır zaten-
Fakat onlarda yoğunlaştır ışığını en içten gelen.
Günün yalın bitişi değil bu hissettiğin, fırtınadır,
Ayak sesleri çınlayan yalnızca çağımızdır.
Yeni yüksekliklere eriş en yüksek tepeden,
Yaşamın boyunca emeğin sevgiler üretsin en iyisinden.


Pavlo Tıyçina
1964
Türkçesi: Yusuf Eradam

10 Haziran 2013 Pazartesi

Şili’nin Denizleri

Uzak bölgelerde
yıkadım senin köpük ayaklarını, yayılmış
sahillerini sürgün ve çılgın gözyaşlarında.

Bugün geliyorum senin ağzına, bugün alnına senin.

O kanlı mercana değil, o yakılmış yıldıza da değil,
o beyaz pırıltılı, zorlanmış sulara da
teslim etmedim gururlu gizini ya da heceni.
Sakladım kekre sesini senin, koruyan kumdan
bir taçyaprağı
mobilyalarla eski giysilerin arasında.

Çanlardan bir toz, nemli bir gül.

Ve sık sık sen Araukanya suyunun
kendisiydin, o haşin suyun:
fakat sakladım batan taşımı
ve onda vuran sesini gölgenin.

Ey Şili’nin denizleri, ey su,
yükselmiş ve darsın keskin uçlu alazlar gibi,
gökyakuttan baskı ve düş ve pençeler,
ey tuzdan ve aslandan deprem!
Gezegenin eğimi, kaynağı ve
kıyısı, göz kapakların
sunuyor toprağın öğle zamanını
ve saldırıyor yıldızların mavisine.
Tuz ve devinim kurtarıyor kendisinden seni
ve bölüştürüyor okyanusu insan mağaraları arasında
adaların ötesindeki ağırlığın için
parçalıyor ve dağıtıyor mutlak özden bir akını.

Issız Kuzey’in denizi, bakırı kırbaçlayan deniz
ve fırlatan köpüğü yalnız olana doğru,
dirençli sakinin eli,
pelikanlar arasında, soğuk güneşten ve gübreden kayalar
ve insancıl olmayan şafağın geçidiyle yanmış bir kıyı!

Valparaíso’nun denizi, dalgası
ıssız ve gecesel ışığın,
anayurdumun heykelinin
göründüğü
henüz kör gözlerle baktığı
okyanusun penceresi.

Güney’in denizi, okyanussu deniz,
deniz, gizemli ay,
İmperial dolaylarında meşelerin dehşeti,
Chiloé dolaylarında kanla birleşmiş,
ve Macellan Boğazı’ndan en uçtaki sınıra dek
tuzdan tek bir tıslama, bütün bu çılgın ayın
ve buzun kaçak yıldız atı.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"dan

Düşlerdeki

Kaç düş görür bir gecede, şu canım insancıklar?
Hiç düşündünüz mü ardını uyuyan gözlerin
Sonsuz mutluluklara düşlerle açılır kapılar
Düşlerle çözülür gizliliği yüreklerin.

Civcivler cıvıldarmış düşlerinde bir darı tanesini
Bütün uykularında o mavi gökyüzü, yeryüzünün
Düşlerde yüzü güler o yalnız sevgilinin
Çağrılır adı yeniden unutulmuş bir aşka.

Şu gürültülü şehir; şu taş giysili görüntü var ya,
Kırların ışıltılı rengini düşler
Şu yorgun dünyamız var ya, aralıksız dönüp duran,
Onun düşlerinde barışlar, kıvançlar, özgürlükler.

Ama düşler acılardan sonra belirir
Umut tek beslendiği bir güçsüz kaynak
Ama o yıldönümündeki geceler var ya;
Öyle acımasızdır ki dayanılmaz
Geçmişten getirince anısını o büyük savaşın,
Düşlere döner ölüler o uzak cephelerden.


Kurbannazar Azizov
Türkçesi: Coşkun Zengin