Sayfalar

21 Eylül 2013 Cumartesi

Patagonya

Ayı balıkları doğuruyor
buz soğuğu bölgelerin derinlerinde,
alacakaranlıkta yeraltı mağaraları oluşturuyor
okyanusun son uçurumunu;
Patagonya'nın inekleri
ayırıyorlar günden kendilerini
bir patırtı gibi, yalnızlıklara karşı
sıcak sütunlarını soğukta yükselten
ağır bir pis koku gibi

Bir çan kadar ıssızsın sen, ey Amerika:

için hiç bir zaman yükselmeyen şarkıyla dolu,
ne eli ne de kulağı var
çobanın, ova çiftçisinin, balıkçının
ne bir piyanosu ne de bir yanak etrafında: izliyor ay onları,
sonsuzluk yüceltiyor hayatlarını, gece gözetliyor onları,
ve diğerleri gibi yavaş yaşlı bir gün doğuyor.


Pablo Neruda
"Canto General"den "América, no invoco tu nombre en vano"

Pedro de Valdivia'nın Yüreği

Bir ağacın dibine sıkıştırdık Valdivia'yı.

Yalnızca sabah bir yağmur mavisiydi
soğuk ipleriyle örtünmemiş bir güneşin.
Bütün şöhret, bu gümbürdeyen gökgürültüsü,
dinlendi karma-karışık bir halde
bir yığın yaralı çelikte.
Tarçın ağacı fırlattı dilini havaya,
ve çiyden ıslanmış ateşböceklerinin parıltısı
her yerde debdebeli monarşisinde.
Taşıdık giyitleri ve çömlekleri, dokumalar
evlilik bağı gibi sık,
takılar aybademleri gibi
ve davul doldurdu sanki
Araukanya'yı meşin ışığıyla.
Ağzına dek doldurduk kadehleri şirinlikle
ve dansettik, ayaklarla yere vurarak çıplak kemikleri,
kendi karanlık soyumuzdan yaratılmış.

O zamandan beri vurduk düşmanın yüzüne.

O zamandan beri kestik yiğit gırtlağı.

Aramızda bir nehir gibi bölüştüğümüz
cellâdın kanı ne güzeldi öyle,
hâlâ yanarken, hâlâ hayattayken O.
Sonra bir mızrakla vurduk göğsüne,
ve bir kuş gibi kanatlı yüreği teslim ettik
Araukanyalı ağaca.
Bir kan çağıltısı yükseldi tepesine dek.

Savaşın, güneşin, hasadın türküsü
fışkırdı bedenlerimizden yaratılmış
topraktan
volkanların ululuğuna doğru.
Paylaştırdık kanayan yüreği o zaman.
Deldim dişlerle bu çiçek-tacında
ve uyguladım toprağın yasasını:
'Sun bana soğukluğunu, ey kalleş yabancı.
Sun bana senin kaplan cesaretini.
Sun bana kanınla sulanmış öfkeni.
Sun bana ölümünü ki izlesin beni
ve ayırsın dehşeti seninkilerden.
Sun bana birlikte getirdiğin savaşı.
Sun bana gözlerini ve atını.
Sun bana senin karmaşık karanlığını.
Sun bana mısırın anasını.
Sun bana atın dilini.
Sun bana dikensiz anayurdu.
Sun bana utkulu barışı.
Sun bana yüce efendi tarçın-ağacının
soluduğu havayı.'


Pablo Neruda
"Los libertadores"den, "Canto General"

Güzelsin Sevgilim Benim

Yağmurun perdesini ellerin geçer,
Okşar gülüm damlaları ellerin,
Ellerin incedir Anka'nın sekişinden.
Güzelsin, sevgilim benim.
Arıyor ellerin gecenin saçlarında
Yanıp sönen ve altın hışırtısıyla
Göğün sessizliğini dağıtan
Minik yıldızları ...
Güzelsin, sevgilim benim.
Kar üstünde dolaşan ellerin,
İki mavi iz bırakıyor, bir kızak gibi...
Güzelsin, sevgilim benim.
Yazla gidiyor ellerin,
Gagaları açık iki turna sanki
Akıyor, artık görünmüyor ...


Nina Cassian
Çeviren: M. Roman - S. Sezer

20 Eylül 2013 Cuma

Perde Arası: Sömürge Yırtıyor Ülkemizi I

Kılınç dinlence bulduğunda ve duygusuz
İspanya'nın oğulları, hayalet gibi,
yabanıl ormanlardan ve uzak eyaletlerden
gönderdiler kağıt dağlarını bir yakınma çığlığıyla
saraya, düşünceli monarka:
bütün öykü ağızdan ağıza yayıldıktan sonra
Toledo'daki sokakta
ya da Guadalquivir'in yokuşunda,
ve hortlaksı fâtihlerin partal
gemi donanımı
itildiler liman girişleri boyunca,
ve en son ölüler yatırıldılar tabuta
kiliselerde kanla oluşturulmuş
resmi geçitler için,
erişti yasa ırmakların dünyasına,
geldi dükkân sahibi para kesesiyle.

Sabahın enginliği karardı,
erkek-etekleri ve örümcek-ağları dağıttı
karanlığı, iğvayı, şeytanın
ateşini insan meskenleri arasına.
Bir kandil aydınlattı
sonsuz kar ve bal levhalarıyla dolu,
koskoca Amerika'yı
ve yüzyıllarca batık bir sesle konuştu insan,
öksürdü koştururken sokaklarda
ve haç işareti yaptı avlanırken para için.

İspanyol asıllı geldi dünyanın caddelerine.
Zayıflamış haçlar arasında çekti içini aşktan,
temizlerken deliği
ve ararken hayatın
saklı patikasını
kilise masasının altında.
Balmumu ışığın tohumunda mayalandı
kent siyah cübbeler altında
ve kazınmış balmumundan
biçimlendirildi cehennemsi mahalleler.

Amerika, bir zaman mahogni-ağacının tacıydı
yarayla dolu bir köpüklenişti,
gölgelerle dolup taşan bir ordu hastanesi,
ve serinliğin yaşlı, yayılmış bölgelerinde
büyüdü kurtçuğun alçakgönüllülüğü.
Altın yükseltti havaya çıbanlarını
katı çiçeklerini, suskun asma-kütüklerini,
batık karanlığın binalarını.

Bir kadın irin topladı
ve irinle dolu olan bardağı boşalttı her gün
gökyüzü onuruna,
açlık dansederken altın
Meksika madenlerinde
ve Peru'nun Anddağı'na özgü yüreği
ağladı usulca kömürle
paçavraların altında.

Bu kasvetli günün karanlığında
yarattı dükkân-sahibi imparatorluğunu,
idareli kullanarak kafirin ateşini aydınlattı
ve toplayarak kırıntıları,
şimdi bir köz yalnızca, kabul ettiği
küçük bir kaşık İsa.
Ertesi gün, hazırlarken onlar
entarilerini, hatırladı hatunlar
çılgına çevrilmiş bedenlerini,
ateşle dövülmüş ve yutulmuş,
mahkeme-bekçisi araştırırken
küçük lekeyi yakılanın ardından:
yağ-izi, kül ve kan
köpeklerin yaladığıydı.


Pablo Neruda
"Los libertadores"den, "Canto General"

Şarkılar

Kör bir bülbül gibi şakıyorum.
Şarkı mı oluyorum, şarkı mı ben oluyor?
öyle yükseliyoruz ki bazen
Tutuşuyor ruhum.
Yanıyor ruhum
Tanrının sesinin duyulduğu
Ölülerin yakıldığı odun yığınında gibi.
Perilere, meleklere, mucizelere inanıyorum.
Dostlarım, taçlar koymayın başıma.

İçimizdeki sessizlik kadar şarkılar var içimde.
Bazen, bilmeden duyuyorum gücünü
Ve diz çöküyorum önünde onların.
Melek görünüyor çevremde.

Dudaklarım donuk ve yakıcı, mırıldanıyorum:
Oh! İnsanları ve acılarını söylemeliyim.
Fakirleri, çocukları ve açları ...
Ortasında ilahi korkunun.

Ateşin sözlerini duymaktayım
Nasıl yakmalıyım dünyayı
Ve nasıl kurmalıyım yeniden.
Sonra yapayalnızım, hiçbir şey bilmeden
Bana seslenen Tanrı'nın
Ateşli çalılığında.


Magda Isanos
Çeviren: Muzaffer Uyguner

19 Eylül 2013 Perşembe

Peumo Ağacı

Taş katısı bir çalılık yaprağını kırdım: bir tatlı
koku o taze kırılmadan
sarmaladı beni topraktan havalanacak
derin bir kanat gibi, o uzaklardan, o hiç bir zamandan.
Peumo, o zaman görmüştüm yapraklarını, o titiz
yeşil rengini, fışkıran, topraksı gövdeni
ve kokulu genişliklerini içgüdüleriyle örten.
Düşündüm, sen benim bütün toprağımsın: bayrağım
peumo ağacı gibi kokmalı dalgalandığı zaman,
dümen suyunda birdenbire seni anayurtla dolduran
sınırlardan yapılmış bir koku.
Saf peumo, yılın kokusu ve rüzgârda,
yağmurda, uçuşan saçın kokusu, altında dağın
eğri çizgisinin, köklerimizin üzerine düşen
suyun sesiyle, ah aşk, bir yapraktan akan
ve gömülmüş eski bir fincan gibi
toprağa dökene dek dolduran bizleri
ah aroması doğan vahşi zaman.


Pablo Neruda 
"Evrensel Şarkı"dan

Suçlu Muyuz?

Her an yatakta ya da sokakta.
Tarlada, kilisede ya da ormanda
Gündüz, gece, şafakta öldürür biri.
Orda mıydık biz? Şaşkın bakışlarımız
Yadsır ve bulanır. Kızar, elimiz
Kabul etmez suç ortaklığını. Nerdeydik ya biz?
Bir kan lekesi, yaygın.
Geçer babadan oğula, bütün cephelerde.
Vuranın elini gördüm, düşeni gördüm.
Bağırdıklarını duydum ... Gözlerim
Vuruşmanın kanıyla köreldi.
Ama sıcak silah aramızda hala.
Nedir adı, bilemem. Bunca çocuğun
Ellerinde kullanılacak yanı yok artık.
Oyunlarında, gülüşlerinde, boş düşlerinde
Eski yüreklerini öldürmesini bilen çocukların.
Aşıklar bir delinin damarında dolaşır oldular
Sonra kireç söndürür onları.
Her ceset örtülü karanlıklarla
Bir karga sürüsü gibi. Her şey boş.
Nereye gidiyorduk? Çevre hep uçurum.
Hangi bayrağı açmalı şehrin üstüne?
Bütün öldürenlerin suç ortağıyız.
Bir alın yazısı bu, yok kurtuluş.
Suç ortağıyız ama kimin?
Kocaman bir tıkaç hazırlayın
Susturmak için çığlığı!

Henüz doğmamış çocuklar
Uyusunlar huzur içinde, suçlu değil onlar.


Gellu Naum
Çeviren: Yaşar Nabi

18 Eylül 2013 Çarşamba

Haraç

Burun içindir göz diş içindir çiçek
kan içindir at meyve içindir insan
ve sonra bu ölümsüz ev
ve ıslak keçe içinde bıçak
sis dolu çekmeceler
erdemden söz eden sandalye
mektup kutuları dolu kağıtla
ve ayaklar ve kunduralara ve hüzünle
ve ağaç bir tüpte kelimeler
bilmemek nerede ve niçin olduğunu
her şey dengeli her şey dengeli


Gellu Naum
Çeviren: Muzaffer Uyguner

Pisagualı Adamlar

Fakat seni okşayan el tereddüt ediyor
çölün yakınında, kenarında hemen deniz kıyısının,
ölümün takip ettiği bir dünyada.
Sen misin, anayurdum, sen misin, bu senin yüzün mü?

Bu şehadet, tuzlu su içindeki
paslanmış dikenli tellerin bu kızıl tacı?
Pisugua şimdi senin yüzün mü?
Kim taciz etti seni, nasıl delik deşik edebildiler
senin çıplak balını bir bıçakla?

Herkesten önce gidiyor selâmlarım
adamlara, o acıların oyuklarına,
kadınlara, manio ağacının dallarına,
çocuklara, solgun okul çocuklarına,
Pisagua’nın sahilinde olduğu gibi
takip edildi anayurt, sevdiğim
bu ülkenin bütün onuru.
Yarın sürüklenecek
kutsal onuru kumsallarında,
Pisagua: terörün gecesinde
yakalandı ansızın
sefil bir hainin emriyle
ve fırlatıldı kireç beyazı cehennemine
savunmak için insanın değerini.

Asla unutmayacağım senin ölü kıyını
düşman denizlerden pis dişler
acıların duvarını ısırırlarken,
ve nasıl da o çıplak, iblissi yüceliklerin
iskeleleri ayağa kalkıyor dikine:
asla unutmayacağım nasıl baktığınızı suya
sizin yüzlerinizi unutan bir dünyaya karşı,
asla unutmam, döndürdüğünüz zaman
soru soran ışıkla dolu gözlerinizi
kurtlar ve hırsızların denetlediği
Şili’nin solgun toprağına.
Biliyorum nasıl fırlattıklarını size yiyeceği,
uyuz itlere atılır gibi, o çıplak toprakta,
ta ki sizler küçük, boş konserve kutularından
tabak yapana dek kendinize:
biliyorum nasıl sıra sıra dizildiğinizi,
direngen ve cesur,
aldınız çok sık olarak kuma fırlattığınız
o bozulmuş fasulyelerden.
Biliyorum, nasıl aldığınızı elbiseleri
ve yiyecekleri topluca
bütün anayurdun yayılmış hükümranlığından,
gururla hissettiniz
ki belki, belki sizler yalnız değildiniz.
Sizler cesur insanlar, toprağa yeni
bir anlam veren pekişmiş hemşeriler:
seçtiler sizleri avlayarak
sizin şahsınızda bütün halk
sürgün çöllerde acı çeksin diye.
Cehennemi bulmak için, baktılar
ülkenin haritalarına, en sonunda buldular
tuzla çerçevelenmiş bu hapishaneyi, yalnızlığın
bu duvarlarını, korkutan kaygıyı,
ezilsin diye başınız
o sefil tiranın ayakları altında.

Fakat kendilerine benzeyenleri bulamadılar:
o çürümüş gübreden yapılmadınız sizler,
kurtçukların yediği hain gibi: onların bilgilendirmeleri
yalan söylüyordu, buldular
halkın metalik inadını,
bakırın yüreğini ve sessizliğini.

Bu metal temeli oldu anayurdun
kumda yitik halktan esen rüzgâr
kovarken kirin kaptanını.

Kararlı biraderler, kararlı,
sizler asmaydınız geceleri
saldırılmıştı size kulübelerinizde,
hoyratça çekilip alınanlar,
kolları çelik tellere dolanmışlar,
hâlâ uykuda, tümüyle şaşırtılmışlar
ve eziyet görmüşler, kamyonlarla sürüklenmişler
Pisagua’ya silahlı gardiyanlar eşliğinde.

O zaman dövülürken çocuklar
geri geldiler
ve korunmasız ailelerle tıkış tıkış kamyonlar.

Ve bir kez daha yükseliyor çölün gecesinde
bir uysal çocuk hıçkırığı, bir hıçkırık
binlerce çocuk ağzından,
bir koro gibi arıyor o sert rüzgârı
işitmemiz için, unutmamamız için.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"dan "Karanlıktaki Anayurduma Yeni Yıl İlahisi"

17 Eylül 2013 Salı

Duvar

Bir duvarım vardı
Gözlerimin önüne çekerdim, kör ederdi beni
Kulağımı kordum sağır ederdi
Dayandım mı üstüne yıkardı beni

Elimi uzatsam vururdu elime
Geçmek istesem söver sayardı
İri mor ve dörtgen bir duvar
Dörtgen tek penceresiyle

Ve her zerresiyle çağırırdı
Sözlerin ezdiği dişlerin yankısını


Gellu Naum
Çeviren: Yaşar Nabi

Plaza Ölüleri

Düştükleri yere ağıt etmeye gelmiyorum,
Size koşuyorum yaşayanlara;
Hepinize koşuyorum
Ve göğsümü yumrukluyorum:
Sizlerden önce ölenler de oldu hatırında mı?
Onların aynı adları ve soyadları vardı.
San Gregorya’da, Lon Qimay’da yağmur altında,
Ran Qüil’de rüzgarda tökezlenmiş,
İkik’de kumlar arasında
Ve çölde, denizde, yağmurda ve dumanda,
Yarımadada, pampa toprağında
Onlar da öldürüldü senin gibi,
Onların da adı Antonyo idi,
Balıkçı ya da denizciydiler.
Hepsi de etiyle kanıyla Şili’li
Yel vurdu yüzlerine,
Acılar damgasını vurdu,
Şehit etti pampa.
Yurdumun duvarları önünde,
Karda,
Yeşil kollu ırmağın ötesinde
Billurlaşmış gördüm kanı
Başak altında.
Nitrat altında,
Halkımın damlayan kanını gördüm
Ve ateş gibi tutuşuyordu
Her damla!


Pablo Neruda

16 Eylül 2013 Pazartesi

Puerto Rico

Mr. Truman geliyor
Puerto Rico adasına,
geliyor
temiz denizlerimizin mavi sularına
yıkamak için kanlı parmaklarını.
Biraz önce vermişti ölüm kararını
iki yüz Yunanlı’nın,
makineli tüfekleri onun mükemmel
çalışıyor,
her gün
düşüyor emri üzerine onun
o Dorik başlar - üzüm ve zeytin –
o kadim denizin gözleri, Korint
taçlarının yaprakları
o Yunan tozunda.
Kaldırıyor katiller
Kıbrıs’ın o güzel kadehini
Kuzey Amerikalı uzmanlarla birlikte,
çınlayan kahkahaları altında, Yunan kanı
ve kızartma yağı damlarken bıyıklarından.

Truman geliyor sularımıza,
yıkamak için o uzak kanla
kırmızılaşmış ellerini. Emir verirken
vaaz veriyor aynı zamanda ve gülümsüyor
Üniversite’de, kendi dilinde,
kapatırken Kastilyalı ağızları,
kristal berrağı bir kaynaktan
bir ırmak gibi dolaşan
sözcüklerin ışığını kapatıyor,
ve altını çiziyor: “Puerto Rico,
kahrolsun senin dilin”.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"

Savaş Çocukları İçin Türkü

Sürü geliyor, sürü gidiyor
Kurt kayıyor buzda
Sürü geliyor sürü gidiyor
Bir kara adam geliyor uzaktan,
Babam kuvvetli, öldürecek onu,
Karlar içine yatıracak onu ...
Bir kara adam geliyor uzaktan.
Bir ninni söylüyor annem:
"Bir atlı ve onun mendili
Kapkara devi korkuttu ... "
Bir ninni söylüyor annem.

Uyusun, küçük bebelerim, ninni,
Yarın, küller uçup gidecek
Yarın, çiftçiler ekin ekecek
Uyusun, küçük bebelerim, ninni

Uğuldayın, uğuldayın mitralyözler,
Oğlum uyanıp sesleniyor bana.
Kızım uyanıp sesleniyor bana.
Öldürün, öldürün mitralyözler!


Maria Banus
Çeviren: Muzaffer Uyguner