Sayfalar

16 Kasım 2013 Cumartesi

Kimlik Sonesi

ben aynada büyüdüm, aynalar ise bende, 
acıları gezerken, sözlerimizle ikiz;
birlikte olduğumuz, âh, o ürkünç bedende
bakarken kendimize, sevişen günlerimiz
birer birer görünüp dibe çöker, âh, kısır
bir yolculuk bizimki...hani durak, yol nerde?
hangimiz ötekine giz oluruz ya da sır?
aynı tende dağılır, ten aynada yiter de
fırtına saatlerde aşklardaki ince kum
üstüme yığılırken, akşamları kederle
-ve sanki sevişirmiş gibi ikindilerle
o dökülüp düşerse, kırılan ben olurum...

kimliğim öldü benim, çoktan geçtim adımdan,
âh, başka bir şey değilim aynalarımdan...


Hilmi Yavuz

Lavinia İçin Sonet

sana da yas yaraştığı söylenir, öyle değil!...
birden bir dal kırılır, hani düşer ya suya,
sen o akarsusun...akma!...kendine eğil,
orda gördüğün dalı, ey solgun lavinia,
sanki tanır gibisin...belki eski yerinden
göçmüş bir yaz sözünde unutulan zakkumu
usulca büyüttündü, akarak ta derinden;

anımsa, öpüşlerdeki taşı, çakılı, kumu...

nerde bir yaz olduysa o dalı taşır şimdi;
ah! al götür, al götür...bırakma bir kuytuda;
sen onu bıraktıkça ona yaraşırım şimdi
yas...ansızın köpüklerle sevişen bir duyguda...

kırık...o yaz aynalarda durulsun diye güyâ
sana yas değil elbet, yaz yaraşır lavinia...


Hilmi Yavuz

Erteleyiş

Öbür gün, evet, en erken öbür gün ...
Yarını, öbür günü düşünmeye ayıracağım.
o zaman çözümlenecek her şey, ama bugün değil...
Hayır, bugün değil, yapamam bugün.
Şu benim inatçı öznel nesnelliğim,
Gerçek yaşamımın bölünmeli uykusu
şu tutulduğum ve bitmek bilmeyen yorgunluk
tüm dünyanın yorgunluğu bir tramvaya binmek için ...
İşte öyle bir ruh ...
En erken öbür gün ...
Bugün salt hazırlanacağım.
yarın öbür günü düşünebilmek için
Hazırlayacağım bugün kendimi ...

Sonucu bu belirleyecek.
Şimdiden tasarladığım bir şeyler var ama kalsın;
bugün tasarı da yok
O işe yarını ayırdım.
yarın oturacağım masanın başına
dünyayı yenmek üzere.
Ama ancak öbür gün yeneceğim dünyayı...
Ağlamak geçiyor içimden
çok ve apansız ağlamak istiyorum
göstermeden içimden.
Hayır, fazla sormayın, bir sır bu
söyleyemem.

Çocukken bir hafta boyunca sevinirdim
pazar günü gideceğim sirke ...
Bugün beni sevindirebilen tek şey
çocukluğumun bir hafta süren pazar sirkleri.
Öbür gün başka bir insan olacağım.
yaşamım zafer kazanacak,
gerçek yanların, zekam, okumuşluğum
ve yetişkin her şeyim toplanacak
halka açıklanmak için ...
Ama en erken ertesi gün sabah açıklanmaya;
bugün uyumak istiyorum, tasarı işi yarın.
Bugün, nasıldı yahu: hangi gösteri
yaratacak yeniden çocukluğumu?
Yaratsın ki gidip biletleri alayım yarın
büyük oyun için öbür günkü ...
Hayır, daha önce değil...
Halkın karşısında öbür gün alacağım pozu
yarın çalışacağım.
Nihayet öbür gün görülecek
bugün olmadığım ben.
Öbür günden önce değil...
Ne denli üşürse sahipsiz bir köpek
işte öyle yorgunum ben.
Yorgunum sadece,
Sözümü yarına saklıyorum ya da öbür güne ...
Evet, belki öbür günden önce değil...
Gelecek ...
Evet, gelecek ...


Fernando Pessoa
14.4.1928
Türkçesi: Gürhan Uçkan

15 Kasım 2013 Cuma

Nazım Hikmet

hüzün ki en çok yakışandır bize
belki de en çok anladığımız

biz ki sessiz ve yağız
bir yazın yumağını çözerek
ve ölümü bir kepenek gibi örtüp üstümüze
ovayı köpürte köpürte akan küheylan
ve günleri hoyrat bir mahmuz
ya da atlastan bir çarkıfelek
gibi döndüre döndüre
bir mapustan bir mapusa yollandığımız

biz, ey sürgünlerin nâzım'ı derken
tutkulu, sevecen ve yalnız
gerek acının teleğinden ve gerek
lâcivert gergefinde gecelerin
şiiri bir kuş gibi örerek
halkımız, gülün sesini savurup
bir türkünün kekiğinden tüterken
der ki, böyle yazılır sevdamız

hüzün ki en çok yakışandır bize
belki de en çok anladığımız


Hilmi Yavuz

Pir Sultan

alçacıktan uçarken yaza dokunan
sessizliktir belki ahşap kanatlı
kulluğa acı tuz vuran son atlı
bir hüznün soyadıdır pir sultan 

kalın turnalarda balkıyan gizle 
gök ekin çilerken geceye sazı 
bir gül derneğinin börklü sonyazı 
köpükten gömleği, yensiz denizde 

şimdi derin doğumlara koşan kim 
ey bin çiçek soluyan yağız dokuma 
sorguçlu düşlerle çattığın ova 
kızıl gülde konaklasın isterdin


Hilmi Yavuz

14 Kasım 2013 Perşembe

Sırası Gelince

acının vergisini verdik, gülün haracını ödedik
hüznü demirbaş defterinden düşmeye geldi sıra

sen ki eyvan ağıtlarda
sürekli ve ahşap bir gülümseme gibi durdun
gözlerin bozkırdan devşirme
yolların bozgundan derlenmiş
karanlık yolcusu turnaların ve kurdun
ey hüzünlere reâyâ olan derviş

acının vergisini verdin, gülün haracını ödedin
hüznü demirbaş defterinden düşmeye geldi sıra

tarlalarla uzar gider al kısrak
gökçe çiçek tozar durur sılalarla
oysa ölüm, bir uçtan bir uca
bir uzun kervansaraydır ki
savrulur günü saati gelince
yıkılır yırtıla yırtıla


Hilmi Yavuz

Size Bakmanın Tarihi

size bakmanın tarihi! siz
bir gonca kadar kendiliğinden
yazılmış olmalısınız
derin, korkunç  ve ergen
kalbim, sevdalara sığmayan kalbim
bir dağı içeriyor geçerken
siz o dağa sanki kış
ve sanki bıldır yağan karsınız
umarsız sözcüklere bulanmış

size bakmanın tarihi! siz
bir keteni köpürten yaz
ve inanılmaz
yalnızlıklarsınız; sadece
sizin olan o vahim, o beyaz
ve kuytu gurbet sesleriyle
işlenmiş yazdıklarınız
ve yanık, kavrulmuş dizelersiniz
kimbilir hangi sevdalara dolanmış

size bakmanın tarihi! bir
kalbime güvensem sizi hep
okurdum ben...ama nedense
hep aynı hüzün ve
hep aynı tutkuyla
bakmayı bilmediğimden, ne yapsam
bir ilenç, bir kargış
gibi ardımsıra geliyor şairliğim
o solgun yolculuğa adanmış


Hilmi Yavuz

13 Kasım 2013 Çarşamba

Taflan

ne zaman dinecek, ne zaman
bu taflan, bu taflan?

ey uçurum gözlü sevgilim!
ne zaman baksam
bir 'hiçlik tadı'
ve ağzından
yıldızlar uçuran
ergin, yeşil ve yabanıl
bir yaz gecesi gibisin
yüzünde yolların gülüşü
ve yaz göğüne ilişkin
bir esenlik üretiyorsun
geçip giden fırtınalardan

ey uçurum gözlü sevgilim!
ne zaman baksam
aşkların büyük yarlarıyla
kuşatılmış görüyorum kendimi
safran
ve ezilmiş yazlardan
bakışlarının kıyısız
açıklarına
gurbet ve cevahir taşıyan
bir gülüş söylencesi
geçer bir yazdan ötekine
derin anlatılardan

ey uçurum gözlü sevgilim!
ne zaman baksam
bir dağın yırtmacından
ince bir dere yatağı
gibi kayan
yeşil tenini görüyorum
akşam
nasıl da yakışıyor yüzüne
ve sanki bir kayalığın içine
durmadan kendi kendini oyan
bir ferhâd gibiyim ben
ya da pusuda, karanlık
bir gül gibi
hem solan hem solmayan

ne zaman dinecek, ne zaman
bu taflan, bu taflan?

ey uçurum gözlü sevgilim!


Hilmi Yavuz

Tenha

her şiir boydanboya
bir ıssızlıktır artık
dizelerse giderek daha tenhâ

acının düzyazısı olmaya
hazır mı sözlerin kışı?
aşklar! onları yazan yaşasın
sarışı
n atlas kâğıtlarda yaz
ne güz okunur ağaçlar güyâ

sen sussan da susmasan da bir
tutup tutuştuğun hayale
ağırdan iri güller ve lale

düşer düştüğün melale
ve hüznü yeniden-okumak
için bir kitap olur dünya

ve her şiir boydanboya
bir ıssızlıktır artık
dizelerse giderek daha tenhâ


Hilmi Yavuz

12 Kasım 2013 Salı

Usandık

yaz günü! sen yine kendini anlat
sense kendini yinele ey gök!
sanki akıp gitmeyen bir su
bendini
zorlar gibidir...yararsız!
kalbimse üstüste nice sevdalar
görmüş bir höyüktü ki usandık

yaz günü! ölgün ve umarsız
işte hep burdayız, ne alır
ne satarız
hangi durak, hangi subaşı,
hangi konak
yetti o kadar...yorguna yol vermeye?
dağ yolları öyle yörüktü ki usandık

yaz günü! hep aynı ve yağız
atlar çıksın diye tek düze
dolanıp dururuz
sanki tepelerde durmayıp döner
gibi akşam gibi bitkin ve kararsız
bir kuştur şimdi buruk bengisu
ve gül şiire bir yüktü ki usandık


Hilmi Yavuz

Veda

daha başından beri hiç sevmedim yerimi:
adî gök, bayağı toprak!
bu lânetlenmiş yerde
iki arada kaldım;
bir betona gerilmiştim, ufaldım;
aşkları koparıyor bizi, hüznü öteki,
durmadan bir leşe konuyor akbabalar...

akşamlar biraz düşkün; yollar, kanayan yollar...
ay lağımda batıyor ve sözler hiçbir yerde;
her zaman kalbimizin yerinde ince duvar...
aldanış! belki uğursuz bir gölge
bulanmış kalmış...
belki her aldanıştan kalan siyah aynalar!
rüzgârı kuytulardan esirgemeyen ne varmış?
ve daima boğulmuş, yaralı yolculuklar...

dağ kendi güneşini çıkardı gitti;
ben kendi gülüme kapandım kaldım;
sustum, her sustuğum yerdeki kaybolmalar
çağırır akşamı...
akşam,
uysaldır, boynunu bükerek gelir,
ve teslim olur bana şiirler, elvedâlar...

işte ben gittim, herşeyi söyledim, gittim;
işte benden herkese,
herkese bir sonbahar...


Hilmi Yavuz

11 Kasım 2013 Pazartesi

Yalnızlık Bir Tarihtir

Yalnızlık bir tarihtir ikimiz
Dururuz odalarda bir giysi gibi
En kalın soluklarla çekiyor ipi
Kimbilir kimlere kalmışlığımız

Yalnızlık bir tarihtir sen misin
Bir geçmişi sürüp giden ak turna?
Ya benden önceydi ya da çok sonra
Bir halk türküsüne gül olan sesin

Yalnızlık bir tarihtir onlarda
Gök dediğin iki kuşun arası
Ey ilkyazlı gülüşlerin sonrası
Ansızın donuyor gül, bakışlarda


Hilmi Yavuz

Yaz! Sevgilim!

kuş uzuyor dizelerde
kalbimdir,
üretir
dinleyin:

bir zamanlardı, dağlar
ve onların ardı
ve yabanıl bir akarsu
gibi dadandın kalbime...
yaz! sevgilim!
yürürken kekiktin boydanboya
ve yüzün ne kadar gürdü

ah hiçliğe solan gülüm!

işte sürüp bulutlar
ve elmas
ağzından ölüm sözleri
üşürdün kalbime...
yaz! sevgilim!
ve sevda günleri ürettin boydanboya
gözlerin kimbilir ne kadar sürdü?

ah hiçliğe solan gülüm!


Hilmi Yavuz