Sayfalar

23 Kasım 2013 Cumartesi

Bir Yaz Günü İçin Şiir

nerde o sarısabır, safran ve sarı sesi
akşamın? duymak sanki bir gülün
yolculuğu gibidir bahçeden sana doğru;
gelsin, bilsin ve sensin, yağdığın o yağmuru
alıp gidensin işte, daha ergin bir yaza...

bahçemde yer kalmadı, her taraf tıka basa
yaşlı yazlarla dolu... orda elbet o çölün
ortasında yabansı, ürkek ve sanki garip
bir şeyler duyuyorum... sesler, şeyler? ölünün
son gördüğü o gülü çağrıştıran, -nedense...

ben yine bahçemleyim, bu belki kendimleyim-
mi demek? Zaman ten'dir, eğer yazlar bedense...


Hilmi Yavuz

Börklüce Mustafa

biz ki sevdamızı, alaca
kıl bir heybe gibi sunduk
aba terlikle denizi yürüyenlere
şavkımız dağlara vurunca

börklüce mustafa, yonca
ve hançerlerin piri
ölümü masmavi bir hamayıl
gibi boynunda taşıyıp
gözleriyle bir acıya kalebent
olmanın korkunç şiiri

dövülüp tavını bulunca

serez çarşısına, ince
kıvrık ve celâlî
bir ayışığı gibi girmek
ve sesiyle şayağa ve tunca
sancağı buğdaysı, türküsü ebruli
bir isyân diye işlenmek

ve devrilmek, birbiri ardınca

biz ki, sevdamızı, alaca
kıl bir heybe gibi sunduk
aba terlikle denizi yürüyenlere
gölgemiz dağlara vurunca


Hilmi Yavuz

Yabancı Diller

Pipo içer mi baban
Evet babam pipo içer.
Yes my father smokes the pipe
Tekrar ettikçe bu cümle
Açacak sana dostum
Dünyaya
bir pencere.
Şeytanın gözlerinden daha güzel mi güzel
Bir barda oturduğun zaman Brodway'de
Şüphesiz soracaklar sana o an
Pipo içer mi baban
İşte o zaman yapıştır cevabını dudağında gülümsemen
Yes my father smokes the pipe
Görüyor musun bak
Ne harika...


Jerzy Harasymowicz
Çeviren: T. Ciecierska-Chlapowa ve O. Güney

22 Kasım 2013 Cuma

Çiçekli Dağ Sokağı

derindir arası güllerin
ve aşkın yakut dilinden
duyulur türküsü şiirin:
-çiçekli dağ
çiçekli dağ

aşklar anlatıdır yazın
onları bir sokağın
adıyla çağırır yollarında:
-çiçekli dağ
çiçekli dağ

aynalar uçurumdur bakarsan
derin bağlarla
bağlanır acılarımız
çiçekli dağ
çiçekli dağ

ve sessizlik büyük ağlarla çeker
yolcu denilen nehri
kimdir hüzün söyle söyle
çiçekli dağ?


Hilmi Yavuz

Çöl Öyküsü

"çöl" denilen o öyküsü
yazmak için konuşurken
sustum içimdeki türküyü...

anlasın doğan gün seni:
bir aşk ötekinden mi kalır?
âh, şiirin altın tüyü!...

hangi yalnızlık kapatır beni
var mıdır iyi bir gül, ki kovsun
o yazın içindeki "kötü"yü?


Hilmi Yavuz

21 Kasım 2013 Perşembe

Çöl Ve Sorular

kimbilir nereden gelirim?
soldu tenimde büyü;
yıkasam çıkmıyor kirim;
gövdem otuz kuşun tüyü;
atsam içimden örtüyü;
sayrıya benzerdi dirim.

neden böyle acıyor etin?
sen Çöl'le Kitab'ın arası;
heybende incir ve zeytin;
hani nerde çarmıh yarası?
çöl sarsıldı, çöl sarası
tutuyor gülünü mahremiyetin.

o çiviyi çakan kim?
ve benim çarmıhım kimde?
ne Söz'üm ben, ne de Dil'im...
kalbim en büyük gerilim;
niye ben çarmıhta değilim,
çarmıh benim içimde?


Hilmi Yavuz

Çölde Yalnız

çöl saydamdır, güz de...

herşey o kadar üstüste
ki yalnızlık kime bindi bilmiyoruz!
kimine kat kat kumaş ve biniş.
çöl bir imâ idi, güz bir serzeniş;
ve önümüzde
geçen aşklar, duran aşklar!
onlar da üstüste top top ve belki
bir aşkı mı taşıyordur öteki?
öyle ki, var Zaman, her sözümüzde...

bak a yalnızlık, kim bu teni
sana ısmarladı?
bu harap kumaşla böyle nereye?
âh, kağşamış bu teni sen
hangi divâneye
giydirdin de yüzünü açtı aynalar?
ve yüzümüzde
hangi aynanın izi kaldı; -ve niye?

âh, sır bitti, sır bitti, eriye eriye!


Hilmi Yavuz

20 Kasım 2013 Çarşamba

Doğunun Ölümleri

ölüm bir aşirettir doğuda

ayışığı gülden hoyrat
gölleri güzelden talandır
ve asi, durak bilmez ağıtlarıyla
uçsuz bucaksız turnalarını
kat kat gurbete dürmüş evvelbaharla
sevdası göçer olandır

ve bu nasıl bir serencâmdır
satılır umudu beye
hasreti bir meta gibi
ve alınandır
ve tuzdan, bozkırdan ninnilerini
bir çığlık gibi mengeneden mengeneye
sokup çürüten rüzgârdır

türküsü ki eşkiyaya geniş
ve bir kekliğe dardır
ovası çelen bakışlı
ve bir fişekliğe dizilmiş
gibi omzu kuş nakışlı ağaçlarıyla
acıya pusu kurandır

ölüm bir aşirettir doğuda


Hilmi Yavuz

Doğunun Sonsözü

bir gece çölemerik üzerinde
bakır bir bilezik gibi hilali
gördü
ezik çiğdemleriyle elazığ
acı dağlarıyla ergani
dersim, pülümür, horasan
ibrahim talu'nun oğlunu gördüler
ve bir keçe kilimi andıran elleriyle
göğü bir beşik gibi sallayan
fatma'yı, zeynel'in ayali

kimse bizim sevdamızı anlatamadı
ne memu zin hikâyesi
ne de ahmede hâni
yaylalar kelepçeydi asi fırat'a
en büyük mahpushane dağlardı
ve dicle, fırat'ın helali
çoktandır akşam denen sanata
alışmış olmanın acısı
kavuşmuş olmanın hayali
ile akardı
köpüğünü kanata kanata

bir gece diyarıbekir'den hozat'a
ayın kızıl bir karpuz gibi
çatladığını gördü
bir heybenin morardığını
ve ölümün bir zerdali 
ağacı olup köpürdüğünü
nazif ergin, müfettiş-i umumi
muğlalı paşa
ve vali

işte doğunun dünü, bugünü
yaşamış olmanın tuzu, ekmeği
ve yarını, acının düğünü
gibi duyursun bizlere
açmış bir yufka gibi umudu
türküleri yeniden yoğursun
közlesin ağıdı, melâli


Hilmi Yavuz

19 Kasım 2013 Salı

Eylül

eylül! daha çocukluğumdan
beri size bakardım ben
bir yazın azalmakta olan
sözcüklerinden nasıl da
ansızın sökülürdünüz
bahçelerle ve kül
dolardı içim...eylül!

eylül! kırılgan mevsim!
cam hançeri güzün
dağılırdı kalbimde
birden gecenin ve gündüzün
perdesiyle örtülürdünüz
tenhâyla ve tül
dolardı içim...eylül!

eylül! unuttum sizi
dağ kızarır yol sararırdı
ve ben dönüşlere bakardım
o amanvermez belleğin
paramparça güldüğüydünüz
aynalarla ve gül
dolardı içim...eylül!


Hilmi Yavuz

Hurufi Sone

nesimî ve mansur'la tenim dağıldı benim;
kendi yasımı tuttum, ölüydüm, aşk şehidi...
bir aynaya düşer de kırılırken bedenim,
söylenen söylenmeyenle mühürlendi idi...
düşüş düşleri oldum- ve 'kendinle seviş!...'
dediler... Söz'ü gördüm... zaten nicedir
üstünde kar ve inkârla belenmiş meneviş
sırları var! âh, bu zehebî gecede,
at üstünden 'eğer'i, atla kayıtsız koşulsuz
dörtnala o serseri aynaya... bu hurufî hecede
ol!... çıplak, mücerred ve hırkasız, çulsuz...

ordayım işte, gelgelelim hiç bilmedim yerimi
âh, elimle yüzerim elbet kendi derimi...


Hilmi Yavuz

18 Kasım 2013 Pazartesi

Kanto

Denizdir en güzeli martıların
Martıların birazında ak köpük
Martıların martıların en güzeli
Aşktır

Nerde bir deniz buldumsa soyundum
Sonsuz kumsallar aldı yöremi
Kumsalların kumsalların en güzeli
Aşktır

Sen bir çocuksun annesi ezik beyaz
Sen bir çocuğu anlamak için birebir
Annelerin annelerin en güzeli
Aşktır


Hilmi Yavuz

Kilit

herşeyin kilide, bir kilide dönüştüğü günlerde;
herkesin bana bir eşya gibi baktığı günlerde;
kilitle beni,
ey eşya bakışlı sevgilim!

eski bir ceviz sandık gibi bırakıldığı yerde
ölü bir şairin,
taflanların arasında öylece duruyor olması
ve kimsenin ona yüz vermemesi gibi
anma gününde...
Kitab'ımı Yalnızlığa indirdiğim günlerde;
Aşkların bile ben geçerken eğildiği günlerde;
nehirlerin bir testiye sıkışıp kaldığı günlerde;
doğur cübbeni cüneyd;
cübbeni doğur;
beni kilitle cüneyd;
beni kilitle...

parmak uçlarıyla bir taflanı ufalayan şair;
elinde ulu bir ağaçla oynayan şair;
kendini doğum günü gibi hissediyor bu kentin,
ölü doğmuş bu kentin doğum günü gibi hissediyor
anma gününde...
bırakın hissetsin, beni kilitle!
je suis un vieux boudoir plein de roses fanées
çekmeceler açık dursun,
çekmecedeki solgun gülleri kilitle!

ve sandığı sulara bırak, bırak aksın o sandık;
onu var eden ulu ceviz ağacına doğru aksın,
herkesin bana bir eşya gibi baktığı günlerde...

kilitle, şiirin içindeki derin yaraya kilitle...


Hilmi Yavuz