Sayfalar

7 Aralık 2013 Cumartesi

Meksika Denizi'ne Varırlar

Veracruz'a doğru eser katil rüzgâr.
Veracruz'da mevzilendirirler atları.
Hırsız pençelerinden ve Castilya'lı kızılsakaldan
kaçan Karavel'liler gelirler.
Arias, Reyes, Rojas, Maldonados'tur gelenler,
Castilya'lı sefilliğin oğullları,
tanışları kış zamanları açlığının
ve meyhanedeki bitlerin.

Küpeşteye yaslanırken gördükleri nedir?
Kaybolmuş geçmişten ve buradakilerden
ne kadarı gerçekleşecek, maksatsız dolaşan
rüzgârdan onların kırbaçlanan anayurtlarında?

Halkın ellerinin cinayetlere ve
yağmalamalara karışmasını istedikleri için
terk etmediler Güney'in limanlarını:
yeşil ülkeler görüyorlar, inşaatlar,
ve ötesinde içine girilmez gizemlerin kıyılarında
görüyorlar gemiden öldüklerini dalgaların.

Ölmek için mi gidecekler yoksa uyanmak için mi
yeni bir hayata
yanan havadaki palmiyelerin arkasında,
ki çevirir onlara doğru garip bir fırın
bir kezcik sıcak bölgelerin yakıcı soluğunu?
Halktandı onlar, Montiel'dendi fırçaya benzeyen kafatasları,
katı, çatlak yumruklar Ocana'dan ve Piedrahita'dan,
kolları demirciler, gözleri çocuklar gibi,
bakakalıyorlar korkunç güneşe ve palmiyelere doğru.

Avrupa'nın hayli eski açlığı, kuyruğu ölümlü bir
gezegenin üstündeki açlık, doldurdu tekneyi,
orda görüldü açlık, soyunmuş
titreşmiş bir soğuk meşale; halkların üvey-anası
gibi atıyor zarları açlık
altında yapı-iskelesinin: yelkenleri sürüyor ortaya:
'Haydi bakalım, yoksa yerim seni, çık yola,
yoksa anana ve ağabeylerine gönderirim seni,
evine, yargıca ve papaza,
engizisyonculara, cehenneme ve vebaya.
Çık yola, feodal kılıç, bitlerden uzağa,
çık yola, mahpus deliği
ve boşalımla dopdolu kadırgalar.

Ve Nunez'le Bernales'in gözleri
ısrar etti sınırsız ışığın içinde
kurtarıcı sükûnete,
bir hayatı, yeni bir hayatı
sayısız, ev arayan birliğini
dünya yoksullarının.


Pablo Neruda
"Los conquistadores"den, "Canto General"

Meksika’nın Duvarları Üzerinde

Irmaklar boyunca uzanıyor ülkeler,
arıyor o yumuşak memeyi, gezegenin dudaklarını,
sen Meksika, ulaştın alıç dikeninin yuvasına,
kanlı kartalın ıssız yüceliklerine,
yabanıl savaşçı ordusunun balına.

Başkaları bülbülü aramıştı ve bulmuşlardı
dumanı, vadiyi, insan derisi gibi yöreleri:
sen Meksika, gömdün ellerini toprağın derinine,
vahşi bakışla büyüdün taşta.
Ağzın değdiği zaman çiğdemin gülüne
dönüştürdü gökyüzünün kırbacı onu sızılara.
İki denizin dalgalanmış köpükleri arasında
bıçaklardan bir rüzgâr gibiydi kökenin.

Göz kapakların açıldı hiddetli bir günün
kabaran gelinciklerinde,
ve yayıldı kar canlı ateşin sende mesken kurduğu
o müthiş eserinde senin.

Tanıyorum senin nopala-armağanlarından tacını
ve yeraltı biçimlerini biliyorum,
Meksika, biçimleniyor köklerinin dibinde
toprağın saklı suyundan
ve madenlerin kör metalinden.

Ah toprak, ah parıltısı
kalıcı ve sert coğrafyanın,
Kaliforniya denizinin dağılmış gülü,
Yucatán’ın hiddetle söylediği o yeşil şimşek,
Sinaloa’nın sarı sevdası,
Morelia’nın kızaran göz kapağı
ve kalbimi endamına zincirleyen
sonsuz çizgisi baharatlı agave ağacının.

Velvelelerden ve kılıçlardan oluşan yüksek Meksika,
gece daha büyükken dünyada,
böldün mısırın beşiğini insanlar arasında.
Yükselttin elini doluyken kutsal toprakla
ve bıraktın insanların arasına
ekmekten ve rayihadan yeni doğmuş bir yıldız gibi.
O zaman barutun ışığında görmüştü köylü
kurtarılmış toprağını
filizlenen ölülerin üzerinde parıldadığını.

Morelos için şarkım. Düştüğünde
onun delici ışıltısı,
toprağın altında bağırmak için
küçük bir damla almıştı, kendi kanıyla
dolsun diye kupa, ve kupadan fışkırdı bir ırmak
Amerika’nın sessiz kıyılarının hepsini kaplayana
ve gizemli gücünde boğana dek.

Cuauhtémoc için şarkım. Onun
ay akrabalıklarını hissediyorum
ve işkence görmüş tanrı gibi güzel gülüşünü.
Neredesin şimdi, eski zamanların kardeşi,
kaybettin mi yoksa o uysal direncini?
Neye dönüştürdün kendini?
Nerede yaşıyor ateşinin mevsimi?

Yaşıyor o bizim karanlık ellerimizin derisinde,
yaşıyor o kül grisi buğdayda:
gecesel gölgelerin ardından,
şafağın asmaları dağılırken,
açıyor Cuauhtémoc gözlerinin uzak ışığını
yaprağın yeşil hayatı üzerinden.

Cárdenas için şarkım. Oradaydım,
gördüm Kastilya’nın isyanını.
Hayatın kör hiddetli günleriydi.
Dayanılmaz acılar zalim dallar gibi
yaralamıştı taciz edilmiş anamızı.

Terk edilmiş üzünçtü, sessizliğin duvarı,
ihanet ettikçe, saldırdı ve yaraladı
şafaklardan ve defnelerden oluşan bu vatanı,
O zaman sadece Rusya’nın kızıl yıldızı parlıyordu
ve insancıl gecede
Cárdena’nın bakışı.
General, Amerika’nın Başkanı, bu şarkıyı
sana sunuyorum
İspanya’dan toparladığım parıltının
küçücük bir parçası.

Meksika, kapılarını ve ellerini açmıştın
gezgine, yaralıya,
mülteciye, kahramana.
Sadece bu şekilde anlatılabilir,
ve ben isterdim
sözcüklerim yeniden yapışsın öpücük gibi duvarlarına.
Açmışsın savaşan kapılarını ardına dek
ve ışıltılı tacın dolmuş yabancı oğullarla,
sert ellerinle kavradın
oğlunun yanaklarını,
sanki dünyanın gözü yaşlı fırtınası doğurmuş gibi seni.

Burada bitiriyorum, Meksika,
burada bırakıyorum el yazımı
şakaklarının üzerinde
silsin diye zaman bu yeni söylevi
seni, özgürlüğünü ve derinliğini seven birinin saçtığı.
Elveda diyorum, ama gözden yitmiyorum.
Gidiyorum, ama elveda
diyemiyorum.
Çünkü hayatımda yaşıyorsun ey Meksika,
yolunu şaşıran bir kartal gibi damarlarımda dolanıyorsun,
ve önce ölümün kanatlarını açması gerekiyor bir kez
uyuyan asker kalbimin üzerinde.


Pablo Neruda
"Yo soy", "Canto General"den
1943

Umut

Hani bir başarabilirsek düşündüklerimizi eğer
Ve taşralı aklımızın
Ve özel gevezeliklerimizin
Küçük saksılarında büyüttüğümüz bütün güneşler
Aydınlatabilirse şu geniş ufku
Ve söylemek zorunda değilsek eğer dahi olduğumuzu ...

Çünkü bunu bizden başkaları söyler
Ve kutsal ışıklar
Gökkuşağı gibi kutsal ışıklar
...Eeeh gevezelik boşuna
Hani bunu bir başarabilirsek Baylar
Hah işte o zaman içelim allahına kadar ...


Jerzy Harasymowicz
Çeviren: T. Ciecierska-Chlapowa ve O. Güney

6 Aralık 2013 Cuma

Melgarejo

Ölüyor Bolivya arkasında duvarlarının
bitkin bir çiçek gibi:
yenilmiş generaller
geriniyor eyerlerinde
ve delik deşik ediyorlar tabancalarıyla göğü.
Melgarejo, maske,
ayyaş canavar, salyası
ihanet edilmiş minerallerin,
kepaze sakal, korkunç sakal,
nefret dolu dağların üzerinde,
çılgınlık içerisinde çekilen sakal,
pıhtılaşmış kandan kabuklu bir sakal,
kangrenin kabusunda iskandil edilen sakal,
tayların ağılları boyunca hiddetlenen
vesveseli sakal,
zarif salonlarda boyuna fuhuş yapan,
geçerken yüküyle yerli
son oksijen örtüsünü
ve tırıs geçerken yoksulluğun
kanla dolu koridorlarından.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"dan

Mısırın Mülkiyetindeki

Mısırın mülkiyetindeki
altınları saydın mı hiç?

Biliyor musun sisin yeşil olduğunu
Patagonya’da öğle saatlerinde?

Terk edilmiş o gölet dibindeki
suda şakıyan kimdir?

Nedir karpuzu güldüren
öldürürlerken onu?


Pablo Neruda
"Sorular Kitabı"ndan

5 Aralık 2013 Perşembe

Mızrağın Ucundaki Kelle

Balbao ölüm ve yabanıl toynak getirdin sen
tatlı yurdun uzak köşelerine,
ve ruhun avcı-köpeklerinin
arasındaydı:
kanlı çeneleriyle yakaladı Leoncico
kaçan köleyi,
İspanyol azı-dişlerini bağışladı
titreyen gırtlakta
ve köpeğin pençelerinden
geldi et işkenceye,
ve düştü takıların parakesesine.

Lanet olsun köpeğe ve insana,
hiç değişmemiş yabanıl ormanda
iğrenç ulumaya, demirin
ve haydutun hain adımlarına.
Saldırıya uğramış beşiği bir kirpi gibi
ileriye atılıp koruyamayan
akdiken çalısına,
sivri uçlu tepesine lanet olsun.

Ama yükseldi karanlıkta
kıskançlığın zalim dalı
hançerlerin ayrıcalığı
kana susamış ordu komutanlarının arasında,
ve vardığında evine buldun
yolun karşısında Pedrari'nin
adını bir halat gibi.

Kızılderili-kasapları yargıladılar seni
köpek ulumaları altında.
Şimdi ölüyorken, kavrayabiliyor musun
bu temiz sessizliği, paramparça edilmiş
kudurgun tazılardan?
Şimdi ölüyorken ellerinde barbar
devlet-sahiplerinin,
farkında mısın ki bu güzelim altın koku
mahvetti devleti?

Balbao'nun kellesini kopardıklarında,
geçirdiler bir mızrağın ucuna.
Ölü gözlerinin şimşeği
dağıldı gitti
ve kaydı mızraktan aşağı
kirli bir damla olarak
kayboldu toprakta.


Pablo Neruda
"Los conquistadores"den, "Canto General"

Mızraklar Gömülür

Böylelikle paylaştırıldı ataların mirası.
Kan böldü bütün anayurdu.
(Başka bir yerde anlatacağım
halkımın savaşını.)
Ne ki çeltiklendi ülke
fâtihlerin bıçaklarıyla.
O zamandan beri geldiler imarlamak için miras kalan emlâğı.
Euzkadi'li tefeciler, Loyola'nın
torunları. Sıradağlardan
okyanusa dek
böldüler ağaçları ve bedenleri,
gezegenin soluklanan gölgesini.
Titreyen, yaralı ve yanmış toprağın
idaresi,
yabanıl ormanın dağıtımı ve suyun
ceplerde, loş Errazuriz
geldi onların silah kalkanlarıyla:
bir kırbaç ve kınnaptan bir ayakkabı.


Pablo Neruda
"Los conquistadores"den, "Canto General"

4 Aralık 2013 Çarşamba

Mina

Bir sürü dağın yamacından geldin
Mina, katı sudan bir iplik gibi.
Aydınlık İspanya, berrak İspanya
getirdi seni dünyaya acıyla, sen ey yılmaz
ve barındırıyorsun tırmalayan dağ dalgasının
parıldayan sertliğini.

Uzunca bir süre, yüzyıllar ve ülkeler boyunca
savaştı karanlık ve aydınlık senin beşiğinde,
hanedan armalarındaki tırnaklar
yırttı halkın ışığını,
ve sofu şahinleriyle
nöbet tuttu eski avcılar
ekmek için, yoksulların ırmağına
geçiş için izin vermediler.

Ama senin insafsız kulende
yarattın sen İspanya'yı, bu isyancı elmasa
ve ölen ve yeniden doğan ışıktan gelen akrabalarına
her zaman için bir siper.

Kastilya'nın bayrağında boşu boşuna durmuyor
komüncü rüzgârlarının rengi,
Garcialaso'nun mavi ışığı boşuna dalgalanmıyor
granit çatlakları arasında,
Cordoba'da, boşuna bırakmıyor Gongora arkasından
mücevherlerle dolu tepsilerini,
papazvari örümcekler arasında
ayazın inci-sokuşu.

İspanya, senin acımasız
geçmişinin pençeleri arasında salladı
masum halkını senin
acıların köklerini
ve yardım etti bu feodal dünyanın yük-eşeklerine
yılmaz ve dökülen kanla,
ve seninle ışık karanlık kadar yaşlı,
esneyen bir damarın yuttuğu.
Besle duvarcının barışını, meşelerin soluklarını
çaprazlayan,
Besle bağın ve hecelerin ışıldadığı
yıldızla süslenmiş kaynakları.
Yaşıyor çağının üstünde, kasvetli bir titreyiş gibi
avcı-şahin kayadan merdiveninde.

Açlık ve acı çakmaktaşıydı
ataların sahilinde,
ve halkın kökleriyle birlikte sürüklenmiş
tok bir patırtı
sundu dünyanın özgürlüğünü
şimşek ışıltısından bir sonsuzluğu
şarkıları ve partizanları.

Navarra'nın vadileri
sakladı genç ışıltıyı.
Mina buruşturdu uçurumu
partizanların değerli bir zinciri:
işgal edilmiş meskenlerden,
gece karanlığı halklardan
aldı ateşi O, besledi
yakıp yokeden direnişi O,
aşıp geçti karla kaplı kaynakları,
atağa geçti şaşırtıcı oklarla,
fırladı çıktı koyaklardan
ve fırınlardan patladı çıktı O.

Zındanlara gömdüler O'nu,
Ama dikkafalı, isyancı ve ezgi dolu
kaynağı geri döndü
dağdoruğunun yüce yeline.

İspanyol özgürlüğün rüzgârıyla
götürülür Amerika'ya O,
ve yeniden geçer gider
sınırsız yüreği ormanları
ve döller çayırları ve meraları.

Kavgamızda, toprağımızda
boşaltılır O'nun berrak dalgası,
savaşır paylaşılmaz
ülke dışına sürülmüş özgürlük için.

Meksika'da zincire vurdular suyu
İspanyol kaya yamaçlarından.
Ve şişen berraklığı
dokunulmaz ve suskun oldu.


Pablo Neruda
"Los libertadores"den, "Canto General"

Mineraller

Metallerin anası, yaktılar seni,
ısırdılar her yanını, işkence ettiler sana,
kemirmedik yer bırakmadılar vücudunda, sonraki günlerde
artık koruyamayınca seni putlar
çürüyesin diye bıraktılar seni.
Sarmaşıklar vahşi ormanın tepesine tırmanmakta
maun ağaçları okların içine doğru,
demir çiçeklenen çatıda toplanmakta,
yurdumun en büyük kartalının gökyüzünde
fırtına yaratan pençesi,
bilinmeyen su, kötü niyetli güneş,
zorba köpüğün dalgası,
faka bastıran köpekbalığı, Antartik sıradağlarının
yamaçları,
yılan-tanrıça tüylere bürünmüş,
incelmiş mavi zehirden,
kuşlardan ve karıncalardan devredildi
ataların sıtması,
bataklık, paslanan iğneleriyle
kelebekler, ağaçlar handiyse
maden filizi gibi,
neden savunmadı düşmanlığın
koroları defineyi?

Ey lekelenmiş,
sen, karanlık taşların anası,
kan içinde kirpiklerin!
Papazvâri güneşin takısına benzeyen
türkuvaz rengini arama, henüz
gelişmiş parıltıya dönüşmemiş tırtıl-aşamasında,
bakır uyudu keskin kükürt dehlizlerinde,
ve çelişki katmer katmer
dibe gömüldü, yıldızımızdan ağan derinliğe.

Taşkömürü aydınlattı kar'ın kusursuz
karşıtlığını kara yansısıyla;
sarı bir kuşışıltısı gömerken
kükürdün akımını buzkesen
sıradağların yanına,
dünyanın gizli, kımıltısız
fırtınasına hapsedildi
kara buz. Vanadyum inledi yağmurda
altın odasına girmek için,
Volfram biledi bıçakları ve bizmut
ördü yayılmış saçtellerini.

Yolunu yitirmiş ateşböcekleri
hâlâ kaynaşıyordu tepede,
kusturucu fosfordamlaları
uçurum çatlakları
ve demir yüklü dağdoruğunun üstünde.
Meteorun şarapbahçeleri bunlar,
Gökyakutun yeraltı-kubbeleri.
Yaylada uyuyan küçük asker
kalaydan bir giyit içinde.

Bakır, yeşil irinle dolu,
defnedilmez gecede inşa ediyor
bütün suçlarını,
ve yığılmış sessizlikte
harap mumyalar uyuyor.
Chibcha-yerlilerinin asaletiyle
erişiyor altın, bunaltan tapınaklardan
savaşçılara usulca,
dönüşüyor kızıl taçyapraklarına,
ince levhalar gibi çekiçlenmiş yüreklere,
topraksı fosfor ışıltısına,
masalsı dişlere.
O zaman bir mısırtohumunun,
bir larvanın uykusunu uyudum,
ve Queretaro'nun merdivenlerinden aşağı
senle birlikte indim.
Onlar bekledi
bekledi beni,
belli belirsiz ayışığındaki taşlar,
Opal'in balıkçı hazinesi,
bir kilisedeki ölü ağaç
ametist buzuna kesiverdi.

Sen, dilsel Kolombiya, nasıl da
bildin hiddetli altının fırtınasında
saklanmış çıplak ayaklı taşların,
nasıl da, sen, zümrüdün
ülkesi, kestirebildin ki
ölüm ve denizin takısı,
kendi titreyişindeki bu bıçak sırtı
göçeden hükümdarların gırtlağına,
boğazına erişecek?

Sen taşların ak pak kavrayışıydın,
tuşla büyümüş gül,
kaderin cilvesi, gömülmüş gözyaşları,
damarları uyuyan siren,
belladonna, karayılan.
(Yayarken hurma-ağacı
sütunlarını sağ zülüflerine,
gasp etti tuz
dağların ışıltısını,
yapraklardan süzülen yağmur damlaları
dönüştü kuvarsın en güzel giyitine
ve ladin ağaçlarını
dönüştürdü kömür caddelerine.)

Fırtınaya karşı tezayaktın tehlikeye doğru,
zümrüdün ışığına indim,
yakudun şarap-doruğuna çıktım,
ama sustum her zaman,
güherçilenin çölde yayılmış sütunları önünde.
Gördüm çalışkan yayla küllerinin kalayı
nasıl da açtı zehirli mercandallarını
havada
ta ki onlar yabanıl bir orman gibi
yayana dek gündönümünün ayını, gizli
bütün yollarda mısır-saltanatımızın ardından.


Pablo Neruda
"La lampara en la tierra"in "Canto General"den

3 Aralık 2013 Salı

Minerallere Doğru

Sonra tuzdan ve altından
o yüksek taşa
tırmandım, metallerin
gömülmüş cumhuriyetine:
bir taşın diğerine
kara bir balçıkla yapıştığı
yumuşak duvarlar vardı.

Taşla taşın arasındaki bir öpüş
o koruyan yollarda,
topraktan bir öpüş ve toprak
arasında o büyük kırmızı üzümlerin,
ve dizi dizi
takma dişleri toprağın,
saf öz maddeden yapılmış taştan bir çit,
götürüyor ırmak taşlarının
sonsuz öpüşlerini beraberinde
binlerce dudağına yolun.

Tarımdan altına yükselelim.
Burada bulacaksınız büyük çakmak taşlarını.

Elin ağırlığı bir kuş gibi.
İnsan bir kuş, havadan bir öz,
inattan, kaçıştan, ölüm savaşından,
belki pırıltılı bir göz, ama bir savaş.

Ve orada, altının kesişen beşiği
Punitaqui’de, yüz yüze
dehlizin ve kükürdün
suskun işçileriyle, geldi,
Pedro, meşinden barışıyla,
geldi, Ramírez, kapanmış
maden dehlizlerinin dölyatağını
araştıran yanmış elleriyle,
basamaklardaki, altının yeraltı
kireçtaşı vuruşlarında, aşağıdaki kalıplarda
parmak izlerinin alet edevatları kalanlar,
ateşle yoklananlar,
selâm olsun sizlere.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"dan

Mola Cehennemde

O budala katır Mola durmaksızın
sürüklenir uçurumdan uçuruma
ve enkaz gibi yuvarlanır dalgadan dalgaya,
kükürtle ve büğlüyle mahvolmuş,
pişirilmiş kireçte ve safrada ve hilede,
önceden bekleniyordu cehennemde,
gidiyor cehennemsi melez, katır Mola,
sonsuza dek budala ve yumuşak,
tutuşmuş kuyruğu ve kıçıyla.


Pablo Neruda
"Üçüncü Konaklama"nın "Yürekteki İspanya" adlı bölümünden


Not: General Emilio Mola (1887-1937) Nasyonalist Kuzey Cephe’nin başkomutanıydı. Bir uçak kazasında ölmüştür.

2 Aralık 2013 Pazartesi

Morazan

Gecedir ve Morazan uyanır.
Bugün mü, dün mü, yarın mı? Sen biliyorsun bunu.

Merkezi kuşaklar, ensiz Amerika,
yaratılmış gibi iki denizin
mavi dalgalarından, taşıyor kollarında
sıradağları ve zümrütten tüyü:
arazi, birlik, filinta tanrıça
doğdu deniz-köpüğünün kavgasından.

Nesiller ve kurtçuklar yavaşca kemirip tüketir seni,
fıkırdaşır üzerinde asalak hayvanlar
ve bir maşa uykundan ediyor seni
ve bir hançer kana buluyor seni,
yırtılırken bayrağın.

Gecedir ve uyanır Morazan.

Geliyor işte kaplanlar alazlı meşalelerle.
Senin barsaklarını yutmaya geliyorlar.
Yıldızı parça parça etmek için geliyorlar.
Geliyorlar,
küçük kokulu Amerika,
haça germek için seni, derini yüzmek için,
bayrağının metalini toprağa fırlatmak için.

Gecedir ve uyanır Morazan.

Kaşifler doldurdu meskenini.
Ölü bir yemiş gibi bölüştürdüler seni,
ve diğerleri koydu sırtına
kana susamış bir aşiretin dişlerini,
ve daha başkaları soydu soğana çevirdi denizlerini,
ağrılarında ağır kan.

Bugün mü, dün mü, yarın mı? Sen biliyorsun bunu.

Kardeşler, ağarıyor şafak. (Ve uyanır Morazan) .


Pablo Neruda
"Los libertadores"den, "Canto General"

Mülkler II

Dünya dolandı durdu daimi efendilerin
ve doblin kuruşlarının arasında. Neredeyse bilinmiyor,
yalnızca görüntülerden ve manastırlardan bir yığın,
bu mavi coğrafyanın hepsine
dağıtıldı çiftliklerde ve arazilerde.
Ölü odanın arasında geldi
melezin sıkıntısı
ve İspanyol ile köle-tacirinin kırbacı.
İspanyol asıllı olan kansız bir hayaletti
ufacık parçaları kemiren,
ta ki onlarla
kendisine küçük bir ünvan kazanana dek
altın harflerle boyanmış.

Ve kontlar gibi giyinmiş olarak gider
kasvetli karnavala,
öbür dilencilerin arasında gururla
gümüşten küçük değneğiyle.


Pablo Neruda
"Los libertadores"den, "Canto General"