Levanten’den gelmiştin bana. Keçi çobanı,
ve vermiştin bana buruşmuş saflığını,
eski sayfaların skolastiğini, Birader Luís’in kokusunu,
dağların üzerindeki terli gübrenin kokusunu,
ve senin maskendeki
dövülmüş yulafın kekre tahılını
ve senin gözlerinle ölçülen toprağın balını.
Taşıdın bülbülü ağzına.
Portakallarla lekelenmiş bir bülbülü, bozulmaz
şarkının bir telini, yapraksız bir gücü.
Ah, oğlum, ışığın içine daldı barut,
ve sen, bülbülle ve tüfekle, dolandın durdun
altında ayın ve kavga güneşinin.
Biliyorsun, oğlum, ne kadar çok şey yapamıyorum,
biliyorsun, ki sen benim için
bütün şiirin mavi aleviydin.
Bugün dayıyorum yüzümü toprağa
ve seni dinliyorum,
seni işitiyorum, kanı, müziği, ölen bal peteklerini.
Hiç görmedim senin ırkından daha parlak bir ırk,
bu kadar güçlü kökleri ya da böylesi asker elleri asla,
hiç görmedim kendi bayrağının kızılında yanan
kalbin kadar yaşayan bir şeyi.
Sonsuz delikanlı, yaşıyorsun, eskilerden komüncü,
filizlenen buğday ve ilkbaharla sırılsıklam,
doğal bir metal gibi karanlık ve buruşuk,
zırhını kaldıracak dakikayı bekleyen.
Sen öldükten beri yalnız değilim.
Seni arayanlarla beraberim.
Senin öcünü alacaklarla birlikteyim.
Onların arasından tanıyacaksın ayak seslerimi
Habil’i ezmek için İspanya’nın göğsüne indiklerinde
ve gömülmüş yüzleri
geri vermek için.
Seni öldürenler, bilmeliler ki, kanla ödeyecekler bunu.
Sana işkence edenler, bilmeliler ki, bir gün
beni görecekler karşılarında.
Kendi kitaplarına senin adını alan lanetliler,
köpeğin dölleri Dámasos, Gerardos,
celladın sessiz suç ortakları, bilmeliler ki
senin şehadetin silinmeyecek hiç ve senin ölümün
düşecek korkakların dolunaylarına.
Ve küflü defne yapraklarında olanlar
Amerikan toprağında, reddettiler
kan kaybeden şimşeğinin köpüklenen tacıyla
kaplayacağın yeri,
bırak ben sunayım onlara o değersiz unutuşu,
çünkü beni, evet beni yaralayabilirler ancak yokluğunla.
Miguel, Osuna’daki hapishaneden uzaklarda, uzağında
barbarlığın, zaferimize doğru sürüklüyor
Mao Ze Dung
yaralı şiirini senin.
Ve meşhur Prağ’da
inşa ediliyor övdüğün o güzel arıkovanı,
yeşil Macaristan süpürüyor silolarını
ve dans ediyor uykusundan uyanan ırmak boyunca.
Ve Varşova’dan yükseliyor kristal kılıcı
oluşturan ve gösteren çıplak sirenler.
Ve çok ötelerde büyüyor toprak,
senin şarkının görüştüğü toprak
ve ülkeni savunan çelik tehlikede değil artık,
Stalin’in ve oğullarının
dayanıklılığıyla büyümüş.
Şimdiden yaklaşıyor ışık
dinlendiğin yere.
İspanya’nın Miguel’i, taciz edilmiş
ülkenin yıldızı, seni unutmuyorum, oğlum,
senin unutmuyorum, oğlum!
Fakat öğrendim hayatı
senin ölümün aracılığıyla: gözlerim hüzünlenmedi,
ve kendimi ağlarken bulmadım
fakat amansız silahlar kuşandım.
Bekle onları! Bekle beni!
ve vermiştin bana buruşmuş saflığını,
eski sayfaların skolastiğini, Birader Luís’in kokusunu,
dağların üzerindeki terli gübrenin kokusunu,
ve senin maskendeki
dövülmüş yulafın kekre tahılını
ve senin gözlerinle ölçülen toprağın balını.
Taşıdın bülbülü ağzına.
Portakallarla lekelenmiş bir bülbülü, bozulmaz
şarkının bir telini, yapraksız bir gücü.
Ah, oğlum, ışığın içine daldı barut,
ve sen, bülbülle ve tüfekle, dolandın durdun
altında ayın ve kavga güneşinin.
Biliyorsun, oğlum, ne kadar çok şey yapamıyorum,
biliyorsun, ki sen benim için
bütün şiirin mavi aleviydin.
Bugün dayıyorum yüzümü toprağa
ve seni dinliyorum,
seni işitiyorum, kanı, müziği, ölen bal peteklerini.
Hiç görmedim senin ırkından daha parlak bir ırk,
bu kadar güçlü kökleri ya da böylesi asker elleri asla,
hiç görmedim kendi bayrağının kızılında yanan
kalbin kadar yaşayan bir şeyi.
Sonsuz delikanlı, yaşıyorsun, eskilerden komüncü,
filizlenen buğday ve ilkbaharla sırılsıklam,
doğal bir metal gibi karanlık ve buruşuk,
zırhını kaldıracak dakikayı bekleyen.
Sen öldükten beri yalnız değilim.
Seni arayanlarla beraberim.
Senin öcünü alacaklarla birlikteyim.
Onların arasından tanıyacaksın ayak seslerimi
Habil’i ezmek için İspanya’nın göğsüne indiklerinde
ve gömülmüş yüzleri
geri vermek için.
Seni öldürenler, bilmeliler ki, kanla ödeyecekler bunu.
Sana işkence edenler, bilmeliler ki, bir gün
beni görecekler karşılarında.
Kendi kitaplarına senin adını alan lanetliler,
köpeğin dölleri Dámasos, Gerardos,
celladın sessiz suç ortakları, bilmeliler ki
senin şehadetin silinmeyecek hiç ve senin ölümün
düşecek korkakların dolunaylarına.
Ve küflü defne yapraklarında olanlar
Amerikan toprağında, reddettiler
kan kaybeden şimşeğinin köpüklenen tacıyla
kaplayacağın yeri,
bırak ben sunayım onlara o değersiz unutuşu,
çünkü beni, evet beni yaralayabilirler ancak yokluğunla.
Miguel, Osuna’daki hapishaneden uzaklarda, uzağında
barbarlığın, zaferimize doğru sürüklüyor
Mao Ze Dung
yaralı şiirini senin.
Ve meşhur Prağ’da
inşa ediliyor övdüğün o güzel arıkovanı,
yeşil Macaristan süpürüyor silolarını
ve dans ediyor uykusundan uyanan ırmak boyunca.
Ve Varşova’dan yükseliyor kristal kılıcı
oluşturan ve gösteren çıplak sirenler.
Ve çok ötelerde büyüyor toprak,
senin şarkının görüştüğü toprak
ve ülkeni savunan çelik tehlikede değil artık,
Stalin’in ve oğullarının
dayanıklılığıyla büyümüş.
Şimdiden yaklaşıyor ışık
dinlendiğin yere.
İspanya’nın Miguel’i, taciz edilmiş
ülkenin yıldızı, seni unutmuyorum, oğlum,
senin unutmuyorum, oğlum!
Fakat öğrendim hayatı
senin ölümün aracılığıyla: gözlerim hüzünlenmedi,
ve kendimi ağlarken bulmadım
fakat amansız silahlar kuşandım.
Bekle onları! Bekle beni!
Pablo Neruda
"Los rios del canto", "Canto General"den
"Los rios del canto", "Canto General"den
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder