Işıklı denizin üzerinde kayıp giden ipek gemiler,
o menekşe mavisi sabahta yükselen,
kızıl flamalı denizin güneşini çaprazlayan,
yolunmuş ercik gibi hırpanî,
altın kasalardan gelen o sıcak hava
bıraktı tarçını kemanlar gibi çınlasın diye,
ve ovuşturulan ellerden bir fırtınada
limanlarda fısıldayan o soğuk tamahkârlık,
yeşim taşının hoş gelmiş yeşil
şirinliği ve ipeğin solgun tahıl tanesi,
bir rüzgârın yolu gibi hızla geçti her şey denizden,
kaybolan anemonların dansı gibi.
Zayıf hızlı gemiler geldi, denizin
güzelim aletleri, yelkenli balıklar,
buğdayla parıldayarak, kaderi
kül grisi yüklerin,
çünkü taşın taşkını gibi yanıp sönüyor
yelkenleri arasında düştüğünde ateş gibi,
ya da ağzına kadar doldurulduğunda kükürt sarısı çiçeklerle,
koparılmış tuzun çorak tarlalarında.
Başkaları zincirlere vurulmuş halk ırkları taşıyordu,
aşağıdaki rutubete gönderilmişler,
geminin ağır tahtasını çizen
gözyaşlarıyla mahkûm gözler.
Biraz önce fildişinden ayrılmış ayaklar, kızgınlıklar
yığılmış üst üste yaralı meyveler gibi,
derisi yüzülmüş geyik gibi acılar: yazın
elmaslarından pis kokulu
gübrenin derinliğine düşmüş başlar.
Hem buğdayla yüklü, rüzgâr gibi
ovaların mısır başakları arasından süzülürcesine
dalgaların üstünde titreyen:
balina avlanmalarının gemileri, katı zıpkınlar gibi
dikelmiş yürekler,
avla ağırlaşmış, dolu ambarıyla
Valparaíso’ya doğru giden,
yağlanmış yelken, oraya buraya fırlatılmış,
soğukla ve yağla yaralanmış,
geminin fincanı dolana dek
hayvanın yumuşak avıyla.
Denizin öfkesinde bir batıştan öbürüne
hatırasına ve geminin son parçalarına
insanların yapışıp durduğu,
deniz bölümlerinin
kesilmiş eller gibi
o ölüm savaşında köpüklenen denizi
dolduran dar ağızlara götürdüğü
direksiz araçlar.
Güherçile gemileri, karinası dar
ve yılmaz yunuslar gibi neşeli
yola koyulmuş yedi okyanusa doğru, kayarak
rüzgârla kendi görkemli çarşaflarında,
parmaklar ve tırnaklar gibi dar,
tüy ve kavga aygırları gibi hızlı,
memleketimin metallerini kemiren
karanlık denizdeki gemiler.
Pablo Neruda
Büyük Okyanus
Evrensel Şarkı
o menekşe mavisi sabahta yükselen,
kızıl flamalı denizin güneşini çaprazlayan,
yolunmuş ercik gibi hırpanî,
altın kasalardan gelen o sıcak hava
bıraktı tarçını kemanlar gibi çınlasın diye,
ve ovuşturulan ellerden bir fırtınada
limanlarda fısıldayan o soğuk tamahkârlık,
yeşim taşının hoş gelmiş yeşil
şirinliği ve ipeğin solgun tahıl tanesi,
bir rüzgârın yolu gibi hızla geçti her şey denizden,
kaybolan anemonların dansı gibi.
Zayıf hızlı gemiler geldi, denizin
güzelim aletleri, yelkenli balıklar,
buğdayla parıldayarak, kaderi
kül grisi yüklerin,
çünkü taşın taşkını gibi yanıp sönüyor
yelkenleri arasında düştüğünde ateş gibi,
ya da ağzına kadar doldurulduğunda kükürt sarısı çiçeklerle,
koparılmış tuzun çorak tarlalarında.
Başkaları zincirlere vurulmuş halk ırkları taşıyordu,
aşağıdaki rutubete gönderilmişler,
geminin ağır tahtasını çizen
gözyaşlarıyla mahkûm gözler.
Biraz önce fildişinden ayrılmış ayaklar, kızgınlıklar
yığılmış üst üste yaralı meyveler gibi,
derisi yüzülmüş geyik gibi acılar: yazın
elmaslarından pis kokulu
gübrenin derinliğine düşmüş başlar.
Hem buğdayla yüklü, rüzgâr gibi
ovaların mısır başakları arasından süzülürcesine
dalgaların üstünde titreyen:
balina avlanmalarının gemileri, katı zıpkınlar gibi
dikelmiş yürekler,
avla ağırlaşmış, dolu ambarıyla
Valparaíso’ya doğru giden,
yağlanmış yelken, oraya buraya fırlatılmış,
soğukla ve yağla yaralanmış,
geminin fincanı dolana dek
hayvanın yumuşak avıyla.
Denizin öfkesinde bir batıştan öbürüne
hatırasına ve geminin son parçalarına
insanların yapışıp durduğu,
deniz bölümlerinin
kesilmiş eller gibi
o ölüm savaşında köpüklenen denizi
dolduran dar ağızlara götürdüğü
direksiz araçlar.
Güherçile gemileri, karinası dar
ve yılmaz yunuslar gibi neşeli
yola koyulmuş yedi okyanusa doğru, kayarak
rüzgârla kendi görkemli çarşaflarında,
parmaklar ve tırnaklar gibi dar,
tüy ve kavga aygırları gibi hızlı,
memleketimin metallerini kemiren
karanlık denizdeki gemiler.
Pablo Neruda
Büyük Okyanus
Evrensel Şarkı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder