O çok eski sıradağlardan çıktı cellatlar
kemikler gibi, felaketlerin şeceresinin
dikelmiş sırtındaki Amerikan
dikenleri gibi: alındılar,
eklendiler halk yığınlarının sefaletine.
Her gün kirletti kan onların saçaklarını.
Geldiler kemikleri çıkmış canavarlar gibi
siyah balçığımızdan oluşan sıradağlardan.
Yırtıcı kertenkelelerdi onlar, buzdan küçük krallar,
yenilerde geldiler kadim mağaralardan ve yenilgiden.
İşte böyle keşfedildi Gómez, elli yıldır
kanımızın lekelediği yollardaki çene kemiği.
Ve gölgeledi dünyayı canavar kaburga kemikleriyle
idamlardan sonra burarken bıyıklarını
çay ikram eden
Amerikan Elçisi’nin yanında.
Acımasızdı canavarlar, fakat çökmüş sayılmazlardı.
Bugün
gülüyor ışığın saflığa saklandığı o küçük ülkede,
Araukanya’nın karla kaplı, ak memleketi,
çürük bir tahtta oturan bir hain.
Anayurdumda hüküm sürüyor yozlaşma.
Gonzáles Videla sattığı ülkemin üzerine
dışkıyla ve kanla dolu kürkünü
silkeleyen bir sıçandır. Her gün
karıştırıyor ceplerindeki çalıntı parayı
ve düşünüp duruyor yarın ülkeyi mi satsam
yoksa kanı mı diye.
İhanet etti her şeye.
Bir sıçan gibi kıvrıldı halkın omuzlarında,
ve oradan kıvırdı aç gözlü kuyruğunu,
ülkemin kutsal bayrağını kemirdi,
ve toprak sahibine, yabancıya, Şili’nin yeraltına
hüküm sürene şöyle söyledi: “İstediğiniz kadar
emin kanı, ölüm cezasının idarecisiyim ben”.
Hüzünlü palyaço, sefil karışımı
maymunla sıçanın, ki taratır
altın briyantinle kuyruğunu Wall Street’te,
sen ağaçtan düşmeden ve sokak köşelerinde
üzerine basmamak için herkesin dikkat ettiği
pislik olduğun bilinmeden geçmemeli günler!
İşte böyle oldu. İhanet Şili’nin Hükümeti oldu.
Ve bir hain bıraktı adını bizim tarihimize.
Kurukafanın dişlerini bayraklar gibi dalgalandırdı hain
ve sattı biraderimi,
zehir verdi benim anayurduma,
Pisagua’yı kurdu, söktü aldı yıldızımızı,
tükürdü benzersiz bayrağın renklerine.
Gabriel Gonzáles Videla. Duruyor adı burada,
Ve zaman sildiğinde utancı
ve ülkem temizlediği zaman
buğdayla ve karla aydınlanmış yüzünü,
yeşil bir alaz gibi bu dizelerde bıraktığım
mirası arayacaklar burada onlar,
halkım tarafından geri çevrilen, ölüm kalım savaşının
kadehini getiren hainin adına rastlayacaklar.
Halkım, halkım, kaldır havaya kaderini!
Dağıt hapishaneni, yık seni içeri tıkan duvarları!
Saraydan emir yağdıran sinsi sıçanı
ez ayakların altında: şafağın ışığında kaldır mızraklarını
ve bırak parlasın en yukarısında göğün hiddetle alazlanmış
Amerika’nın yolları boyunca parıldayan yıldızın.
Pablo Neruda
Evrensel Şarkı'dan
Sonsöz - 1949
kemikler gibi, felaketlerin şeceresinin
dikelmiş sırtındaki Amerikan
dikenleri gibi: alındılar,
eklendiler halk yığınlarının sefaletine.
Her gün kirletti kan onların saçaklarını.
Geldiler kemikleri çıkmış canavarlar gibi
siyah balçığımızdan oluşan sıradağlardan.
Yırtıcı kertenkelelerdi onlar, buzdan küçük krallar,
yenilerde geldiler kadim mağaralardan ve yenilgiden.
İşte böyle keşfedildi Gómez, elli yıldır
kanımızın lekelediği yollardaki çene kemiği.
Ve gölgeledi dünyayı canavar kaburga kemikleriyle
idamlardan sonra burarken bıyıklarını
çay ikram eden
Amerikan Elçisi’nin yanında.
Acımasızdı canavarlar, fakat çökmüş sayılmazlardı.
Bugün
gülüyor ışığın saflığa saklandığı o küçük ülkede,
Araukanya’nın karla kaplı, ak memleketi,
çürük bir tahtta oturan bir hain.
Anayurdumda hüküm sürüyor yozlaşma.
Gonzáles Videla sattığı ülkemin üzerine
dışkıyla ve kanla dolu kürkünü
silkeleyen bir sıçandır. Her gün
karıştırıyor ceplerindeki çalıntı parayı
ve düşünüp duruyor yarın ülkeyi mi satsam
yoksa kanı mı diye.
İhanet etti her şeye.
Bir sıçan gibi kıvrıldı halkın omuzlarında,
ve oradan kıvırdı aç gözlü kuyruğunu,
ülkemin kutsal bayrağını kemirdi,
ve toprak sahibine, yabancıya, Şili’nin yeraltına
hüküm sürene şöyle söyledi: “İstediğiniz kadar
emin kanı, ölüm cezasının idarecisiyim ben”.
Hüzünlü palyaço, sefil karışımı
maymunla sıçanın, ki taratır
altın briyantinle kuyruğunu Wall Street’te,
sen ağaçtan düşmeden ve sokak köşelerinde
üzerine basmamak için herkesin dikkat ettiği
pislik olduğun bilinmeden geçmemeli günler!
İşte böyle oldu. İhanet Şili’nin Hükümeti oldu.
Ve bir hain bıraktı adını bizim tarihimize.
Kurukafanın dişlerini bayraklar gibi dalgalandırdı hain
ve sattı biraderimi,
zehir verdi benim anayurduma,
Pisagua’yı kurdu, söktü aldı yıldızımızı,
tükürdü benzersiz bayrağın renklerine.
Gabriel Gonzáles Videla. Duruyor adı burada,
Ve zaman sildiğinde utancı
ve ülkem temizlediği zaman
buğdayla ve karla aydınlanmış yüzünü,
yeşil bir alaz gibi bu dizelerde bıraktığım
mirası arayacaklar burada onlar,
halkım tarafından geri çevrilen, ölüm kalım savaşının
kadehini getiren hainin adına rastlayacaklar.
Halkım, halkım, kaldır havaya kaderini!
Dağıt hapishaneni, yık seni içeri tıkan duvarları!
Saraydan emir yağdıran sinsi sıçanı
ez ayakların altında: şafağın ışığında kaldır mızraklarını
ve bırak parlasın en yukarısında göğün hiddetle alazlanmış
Amerika’nın yolları boyunca parıldayan yıldızın.
Pablo Neruda
Evrensel Şarkı'dan
Sonsöz - 1949
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder