Çiçeğin çiçeğe sunduğu yüksek tomurcuk
ve kaya besliyor elmas ve kumdan uysal giyitini
içindeki yayılmış bitkilerini,
yolarcasına denizin cüretkâr kaynaklarından
buruşturuyor insan ışıklı taçyaprağını
ve delik deşik ediyor titreyen metali elleriyle.
Ve yakındır uzanması ruhun sürü halinde
kaybolan masanın üzerine
giysilerin ve dumanın arkasında
çokluğu kadar tuhaf bir karışımın:
kuvars ve gece-uyanığı ya da okyanusun gözyaşları
ve soğuk gölcükler gibi: ne ki yine de
öldürür insanı o, acı verir belgeleri
ve nefretiyle,
gündelik alışkanlığın altında boğar, yüzer derisini
çelik tellerin düşman giysileri arasında.
Olmaz: kim korur et-kızılı gelincik gibi
kendi kanını hançersiz
geçitlerde, havada, denizde ya da yollarda?
öfke boşalttı insan tacirlerinin
süssüz eşyasını,
ama bıraktı çiy'den berrak mektubunu
erik ağacının yüksek tepesinde bin yıllardaki gibi
tam da o dalda sanki beklenir gibi, ey yürek,
ey sonbahar boşlukları arasında
alnı ezilmiş:
Kaç kez bir kentte kışın caddelerinde ya da
otobüste, alacakaranlıkta bir kayıkta ya da
en yoğun yalnızlıkta, bayram gecesinin, gölgelerin
ve zillerin sesine, hatta bu insancıl zevkin
mağarasında,
dur durak bilmeyip arayacağım hep,
bir kez taşta ve yıldırımda dokunduğum
sonsuz gizemli damarları,
çözen öpücük gibi.
(Nedir ordaki, sıkıştırılmış küçük göğüsleri
anlatan
sarı bir öykü gibi,
bir sayı yineler durur mısırda,
bitimsiz bir şefkat gibi filizlenen tabakada
ve sanki her zaman kendine özgü, çatlar beyaz fildişinde,
ve sudaymış gibi, O berrak doğum yeridir,
çan sesidir O,
yalıtılmış kardan ta kanlı dalgalara kadar.)
Yalnızca bir demet yüzü ya da boş altından
yüzükler gibi tepetaklak maskeleri
anlayabildim,
öteye fırlatılmış kaftanlar gibi harap sonbaharın
kızlarını,
dehşete düşmüş halkın titreyişiyle çirkinleşmiş
ağaçları.
Bulamadım ellerime bir dinlence yeri
orada, hapsedilmiş kaynaktaki su gibi çağıltılı
ya da antrasit yahut kristalden yapılı bir kaya gibi katı,
ne açılmış elimin sıcaklığını verebildim
ne de soğukluğunu geriye.
Neydi insan? Küçük dükkanlârla ıslıklar arasındaki
konuşmanın hangi diliminde, hangi metalsi deviniminde
yaşadı o kökü kurutulamaz, geçici olmayan,
hayat?
ve kaya besliyor elmas ve kumdan uysal giyitini
içindeki yayılmış bitkilerini,
yolarcasına denizin cüretkâr kaynaklarından
buruşturuyor insan ışıklı taçyaprağını
ve delik deşik ediyor titreyen metali elleriyle.
Ve yakındır uzanması ruhun sürü halinde
kaybolan masanın üzerine
giysilerin ve dumanın arkasında
çokluğu kadar tuhaf bir karışımın:
kuvars ve gece-uyanığı ya da okyanusun gözyaşları
ve soğuk gölcükler gibi: ne ki yine de
öldürür insanı o, acı verir belgeleri
ve nefretiyle,
gündelik alışkanlığın altında boğar, yüzer derisini
çelik tellerin düşman giysileri arasında.
Olmaz: kim korur et-kızılı gelincik gibi
kendi kanını hançersiz
geçitlerde, havada, denizde ya da yollarda?
öfke boşalttı insan tacirlerinin
süssüz eşyasını,
ama bıraktı çiy'den berrak mektubunu
erik ağacının yüksek tepesinde bin yıllardaki gibi
tam da o dalda sanki beklenir gibi, ey yürek,
ey sonbahar boşlukları arasında
alnı ezilmiş:
Kaç kez bir kentte kışın caddelerinde ya da
otobüste, alacakaranlıkta bir kayıkta ya da
en yoğun yalnızlıkta, bayram gecesinin, gölgelerin
ve zillerin sesine, hatta bu insancıl zevkin
mağarasında,
dur durak bilmeyip arayacağım hep,
bir kez taşta ve yıldırımda dokunduğum
sonsuz gizemli damarları,
çözen öpücük gibi.
(Nedir ordaki, sıkıştırılmış küçük göğüsleri
anlatan
sarı bir öykü gibi,
bir sayı yineler durur mısırda,
bitimsiz bir şefkat gibi filizlenen tabakada
ve sanki her zaman kendine özgü, çatlar beyaz fildişinde,
ve sudaymış gibi, O berrak doğum yeridir,
çan sesidir O,
yalıtılmış kardan ta kanlı dalgalara kadar.)
Yalnızca bir demet yüzü ya da boş altından
yüzükler gibi tepetaklak maskeleri
anlayabildim,
öteye fırlatılmış kaftanlar gibi harap sonbaharın
kızlarını,
dehşete düşmüş halkın titreyişiyle çirkinleşmiş
ağaçları.
Bulamadım ellerime bir dinlence yeri
orada, hapsedilmiş kaynaktaki su gibi çağıltılı
ya da antrasit yahut kristalden yapılı bir kaya gibi katı,
ne açılmış elimin sıcaklığını verebildim
ne de soğukluğunu geriye.
Neydi insan? Küçük dükkanlârla ıslıklar arasındaki
konuşmanın hangi diliminde, hangi metalsi deviniminde
yaşadı o kökü kurutulamaz, geçici olmayan,
hayat?
Pablo Neruda
Alturas de Macchu Picchu
Canto General
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder