Sayfalar

10 Kasım 2014 Pazartesi

Atlar

Atları gördüm pencereden.
Berlin’de kıştı. Işıksızdı
ışık, göksüzdü gök.

Islak bir ekmek gibi beyazdı hava.

Ve kışın dişleriyle kemirilmiş gibi görünen
yalnız bir sirki gördüm penceremden.

Birden on atı götüren bir adam
göründü sisin arasından.

Neredeyse kımıltısız alev dalgaları gibiydiler,
fakat o saate kadar boş olan bütün dünyayı
doldurdular gözlerimde. Kusursuz, alazlı,
tuzun düşüne benzeyen yeleleriyle,
uzun temiz bacaklarıyla on tanrı gibiydiler.

Sağrıları dünyalar ve portakallardı.
Renkleri baldı, kehribardı ve ateşti.

Gururun taşından oyulmuş
sütunlardı boyunları,
ve öfkeli gözleri gösteriyordu
bir mahkûmun gücünü.

Ve orada, gün ortası sessizliğinde,
o kirli ve hüzünlü kışın ortasında,
atların o yoğun varoluşları
kandı, ritimdi, hayatın kışkırtıcı hazinesiydi.

Baktım. Baktım ve yeniden buldum bilmeden
kaynağı, o altın dansı, göğü
ve güzellikte yaşayan ateşi.

Unuttum o kasvetli Berlin kışını.

Ama unutamam atları çevreleyen ışığı.


Pablo Neruda
Estravagario
1958

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder