Aynı uçurumdan ölüler, tek bir koyaktan gölgeler,
ta en dipten geldi böylece
büyüklüğünün kucağına gerçek,
herşeyi yokeden ölüm,
ve delik deşik edilmiş kayalardan,
kan kızılı sütun başlıklarından
tırmanan su kemerlerinden
çakıldınız biricik ölüme bir güzhasadı gibi.
Bugün ağlamıyor artık boş hava,
tanımıyor toprak balçıklı ayaklarınızı,
şimdiden unutuldu çömlekleriniz ki süzmüştü
gökyüzünü akarken şimşeğin bıçağı üstünde.
Ve yuttu sis, rüzgârın yardığı
kudretli ağacı.
Zamanın sonuna gökyüzünün şakağından
ansızın düşen el çarptı onu.
yoksunuz artık:
dokuma-ağdan eller,
kırılgan lifler,
karmaşık doku:
Her neydiyseniz atıldınız öteye: alışkanlıklar,
aşınmıs heceler, gözkamaştırıcı ışıktan maskeler.
Ama kaldı gene de taşın ve sözün sürekliliği:
kent yükseldi herkesin elindeki bir kadeh gibi,
ölülerin, yaşayanların ve sesi kesilmişlerin ellerinde,
onca ölüyle, onca hayatla yükseldi bir duvar
taşlaşmış çiçekten bir nabıztaşı: kalıcı gül,
meskenimiz: buzul sömürgelerin And-dağı ışığı.
Döndüğünde bu topraksı gri el toprağa,
bu güzelim gözkapağı kaba duvarlarla,
ve kapandığında kalelerle dolarak,
ve bütün bir insanlık korkuyla sindiğinde deliğinde,
mükemmelliğin azametli hedefi kalacak geriye:
insanlık-şafağının yüce kalesi,
sessizliği koruyan en uzun çömlek:
bunca hayattan kalan taştan bir hayat.
ta en dipten geldi böylece
büyüklüğünün kucağına gerçek,
herşeyi yokeden ölüm,
ve delik deşik edilmiş kayalardan,
kan kızılı sütun başlıklarından
tırmanan su kemerlerinden
çakıldınız biricik ölüme bir güzhasadı gibi.
Bugün ağlamıyor artık boş hava,
tanımıyor toprak balçıklı ayaklarınızı,
şimdiden unutuldu çömlekleriniz ki süzmüştü
gökyüzünü akarken şimşeğin bıçağı üstünde.
Ve yuttu sis, rüzgârın yardığı
kudretli ağacı.
Zamanın sonuna gökyüzünün şakağından
ansızın düşen el çarptı onu.
yoksunuz artık:
dokuma-ağdan eller,
kırılgan lifler,
karmaşık doku:
Her neydiyseniz atıldınız öteye: alışkanlıklar,
aşınmıs heceler, gözkamaştırıcı ışıktan maskeler.
Ama kaldı gene de taşın ve sözün sürekliliği:
kent yükseldi herkesin elindeki bir kadeh gibi,
ölülerin, yaşayanların ve sesi kesilmişlerin ellerinde,
onca ölüyle, onca hayatla yükseldi bir duvar
taşlaşmış çiçekten bir nabıztaşı: kalıcı gül,
meskenimiz: buzul sömürgelerin And-dağı ışığı.
Döndüğünde bu topraksı gri el toprağa,
bu güzelim gözkapağı kaba duvarlarla,
ve kapandığında kalelerle dolarak,
ve bütün bir insanlık korkuyla sindiğinde deliğinde,
mükemmelliğin azametli hedefi kalacak geriye:
insanlık-şafağının yüce kalesi,
sessizliği koruyan en uzun çömlek:
bunca hayattan kalan taştan bir hayat.
Pablo Neruda
Alturas de Macchu Picchu
Canto General
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder