Kazandı zaferi Belzu. Gecedir. Yanıyor La Paz
son silah atımlarıyla. Kuru toz
ve üzünç dolu dans yükseliyor
tepelere doğru, dokunmuş ay solgunu alkolle
ve korkutucu yeni nemlenmiş eflatunla birlikte.
Düştü Melgarejo, kafası
çarpıyor kanlı zirvelerin
mineralsi yumurtasına, altından
iplikler, altın işlemeli
süvari üniforması, parçalanmış
gömleği yüzüyor kötülük dolu terde,
yatıyor at dışkısının
ve yeni vurulmuşun beyni yanında.
Ve arasında beyaz eldivenlerin ve diplomat fraklarının
kabul ediyor Belzu gülücükleri Saray’da,
ve bölüşülüyor güç ayyaş yaylalardaki
esmer halk üzerinden,
yeni gözdeler kayıyor
cilalanmış salonlardan,
ve gözyaşları ve lambalardan bir hâle
düşüyor üzerine yanan barutla yarılmış kavalın.
Dalgalanan yığın arasından
gidiyor Melgarejo, fırtına dolu bir hayalet,
sadece hiddetiyle ayakta duruyor.
Kendi çevresindekileri dinliyor,
dilsizleştirilmiş yığın, yırtılmış
çığlık, yüksek sevinçlerin parıltısı yanıyor
dağların üzerinde, yeni
fatihin penceresi.
Hayatı (bir parça
kör kuvvet ve opera, kopmuş
kraterlerden ve yüksek platolardan,
bir asker düşü
kartondan kılıçlarıyla korunmasız bölgelerde
boşaltılan üniformalar, fakat yara var
korkutan, gerçek ölümler
ve gerçekten boynu vurulanlar, taşra alanlarında:
orada yatıyor maskeli şarkı korosu
ve Majesteleri konuşuyor
at gübresi, ipek ve kan arkasında duruyor,
ve ölüler sırasıyla, yok edilmişler, kaskatı,
sağır eden merhemleriyle
atik mızraklardan delik deşik olanlar)
düştüler en derin toza,
küçük görülmede ve boşlukta,
belki alçaltılmada yüzen bir ölümde,
fakat yenilgiden açıyor ağzını havada
kralsı bir boğa gibi,
altını üstüne getiriyor metalik kumun
ve atıyor zalim, sendeleyerek ileriye adımını,
bu Bolivyalı Minotaurus yönelmiş
haykıran altından salonlara doğru.
Bölüyor kalabalığı ve kesiyor ortadan
isimsiz insan topluluğunu, tırmanıyor
terbiyesizce devrilmiş tahta
ve atılıyor üzerine o galip liderin. Belzu
düşüyor yere, kolalı gömleğinin ön tarafı lekeleniyor,
kırılıyor bardak ve döküyor akıcı ışığı onun,
göğsü sonsuza dek delik deşik artık,
yangının kanla lekeli
yalnız bizonu saldırdığında,
atıyor bütün bedenini balkonun üzerinden
ve bağırıyor: "Belzu öldü". "Kim yaşıyor",
"cevap ver". Ve alandan
boğuk bir çığlığı yükseliyor toprağın, panik ve korkudan
kara bir çığlık: "Yaşasın,
evet, çok yaşasın Melgarejo, çok yaşasın Melgarejo",
ölenin halkı da aynı halk yığınıydı,
orada yatan ve sarayın merdivenlerinde kanayan
cesedi esenleyen aynı halktı: "Çok yaşasın",
diye haykırıyor o devasa kukla
kaplıyor bütün balkonu o parçalanmış giysisiyle,
savaş meydanından gelen kir ve iğrenç kanla.
son silah atımlarıyla. Kuru toz
ve üzünç dolu dans yükseliyor
tepelere doğru, dokunmuş ay solgunu alkolle
ve korkutucu yeni nemlenmiş eflatunla birlikte.
Düştü Melgarejo, kafası
çarpıyor kanlı zirvelerin
mineralsi yumurtasına, altından
iplikler, altın işlemeli
süvari üniforması, parçalanmış
gömleği yüzüyor kötülük dolu terde,
yatıyor at dışkısının
ve yeni vurulmuşun beyni yanında.
Ve arasında beyaz eldivenlerin ve diplomat fraklarının
kabul ediyor Belzu gülücükleri Saray’da,
ve bölüşülüyor güç ayyaş yaylalardaki
esmer halk üzerinden,
yeni gözdeler kayıyor
cilalanmış salonlardan,
ve gözyaşları ve lambalardan bir hâle
düşüyor üzerine yanan barutla yarılmış kavalın.
Dalgalanan yığın arasından
gidiyor Melgarejo, fırtına dolu bir hayalet,
sadece hiddetiyle ayakta duruyor.
Kendi çevresindekileri dinliyor,
dilsizleştirilmiş yığın, yırtılmış
çığlık, yüksek sevinçlerin parıltısı yanıyor
dağların üzerinde, yeni
fatihin penceresi.
Hayatı (bir parça
kör kuvvet ve opera, kopmuş
kraterlerden ve yüksek platolardan,
bir asker düşü
kartondan kılıçlarıyla korunmasız bölgelerde
boşaltılan üniformalar, fakat yara var
korkutan, gerçek ölümler
ve gerçekten boynu vurulanlar, taşra alanlarında:
orada yatıyor maskeli şarkı korosu
ve Majesteleri konuşuyor
at gübresi, ipek ve kan arkasında duruyor,
ve ölüler sırasıyla, yok edilmişler, kaskatı,
sağır eden merhemleriyle
atik mızraklardan delik deşik olanlar)
düştüler en derin toza,
küçük görülmede ve boşlukta,
belki alçaltılmada yüzen bir ölümde,
fakat yenilgiden açıyor ağzını havada
kralsı bir boğa gibi,
altını üstüne getiriyor metalik kumun
ve atıyor zalim, sendeleyerek ileriye adımını,
bu Bolivyalı Minotaurus yönelmiş
haykıran altından salonlara doğru.
Bölüyor kalabalığı ve kesiyor ortadan
isimsiz insan topluluğunu, tırmanıyor
terbiyesizce devrilmiş tahta
ve atılıyor üzerine o galip liderin. Belzu
düşüyor yere, kolalı gömleğinin ön tarafı lekeleniyor,
kırılıyor bardak ve döküyor akıcı ışığı onun,
göğsü sonsuza dek delik deşik artık,
yangının kanla lekeli
yalnız bizonu saldırdığında,
atıyor bütün bedenini balkonun üzerinden
ve bağırıyor: "Belzu öldü". "Kim yaşıyor",
"cevap ver". Ve alandan
boğuk bir çığlığı yükseliyor toprağın, panik ve korkudan
kara bir çığlık: "Yaşasın,
evet, çok yaşasın Melgarejo, çok yaşasın Melgarejo",
ölenin halkı da aynı halk yığınıydı,
orada yatan ve sarayın merdivenlerinde kanayan
cesedi esenleyen aynı halktı: "Çok yaşasın",
diye haykırıyor o devasa kukla
kaplıyor bütün balkonu o parçalanmış giysisiyle,
savaş meydanından gelen kir ve iğrenç kanla.
Pablo Neruda
Evrensel Şarkı
Notlar:
Melgarejo 1864-71 yılları arasında Bolivya Başkanı’ydı. Melgarejo’dan sonraki Bolivya Başkanı, Belzu idi.
La Paz: Bolivya’daki en büyük kent, İllimani ırmağının kenarında kurulmuştur. Denizden yüksekliği 3600 metredir.
Minotaurus: Yunan mitolojisinde, Girit’teki Mikene kentinde Kral Minos’un sarayında bulunan canavar. Bir labirentte kıstırılmıştı. İnsan cesetleriyle beslenirdi. Kral Minos’un kızı Ariadne’nin yardımı sayesinde Atinalı genç prens Thesus tarafından öldürülmüştü.
La Paz: Bolivya’daki en büyük kent, İllimani ırmağının kenarında kurulmuştur. Denizden yüksekliği 3600 metredir.
Minotaurus: Yunan mitolojisinde, Girit’teki Mikene kentinde Kral Minos’un sarayında bulunan canavar. Bir labirentte kıstırılmıştı. İnsan cesetleriyle beslenirdi. Kral Minos’un kızı Ariadne’nin yardımı sayesinde Atinalı genç prens Thesus tarafından öldürülmüştü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder