Şiir, Sadece: 2014

31 Aralık 2014 Çarşamba

Ferhat İle Şirin

Padişah, kızı Şirin'i çok severdi. Şirin bir köşk istedi babasından. Köşk
tam üç günde bitirildi. "Ama ben saçaklarında hiç görmediğim kuşla-
rın uçtuğu, duvarlarında hiç bilmediğim gemilerin hiç bilmediğim ül-
kelere sevinç taşıdığı, dört bir yanında atların hiç tanımadığım umut
ülkelerine doğru gittiği bir köşk isterdim" dedi Şirin. En güzel resimle-
ri, en güzel işlemeleri en güzel renklerle yaratan Ferhat'ı sarayın bahçe-
sine yapılan bu yeni köşke getirdiler. Ferhat boyalarını açtı, her yanı
resimlerle, işlemelerle süslemeye başladı. Dünyamızın başına sarmış
bütün olmazlıkları, yüreğimize nereden geldiyse gelmiş bütün yanlış-
ları, kötülükleri yoksayan büyük bir yaratıcı çabayla işe koyuldu Fer-
hat. Boyalarla arasında kesin bir anlaşma vardı. Hiçbir şeyi umursa-
maz gibiydi. Oysa, yaptıklarını beğendiremezse boynu vurulacaktı.

Yaratanlar
Bağışlayın önce bizi
Her şeyi sizden aldık
Hiçbir şey veremedik belki size
Bizim yüzümüzden yalnızlığınız

Yaratanlar
Bizi hoşgörmeyin ama
Alın değiştirin bizi
Taşları yontu yapmaya
Değiştirin
Sabah akşam değiştirin içimizi

Yaratanlar
Aydınlığa çıkaran eller kutsal ellerdir
Siz baştanbaşa birer tanrısınız
Duyurun her duymazlığa sesinizi

Ferhat bir sabah vakti gene boyalarıyla söyleşirken, tuttu yemyeşil bir
yaprak işledi köşkün avlusundaki büyük çeşmenin taşına. Sonra yap-
rağa dönüp şunları söyledi:

Gözlerinin derininde bir sarı
Yaprak gibi sıcak yazdan geçecek
Bekleyecek uzaktan ilk rüzgârı
İlk sallantıda yerlere düşecek
İlk yağmurda ıslanacak saçları
İlk selin akışına takılıp gidecek
Bir ovada karşılayacak karı
İlk ayazda yüreği titreyecek

İz kalmayacak ondan baharlara
Çürüdüğünde yeşiller çıkacak
Artık ben yokum dediği gün
Topraktan papatyalar fışkıracak

Bir yokta geçirecek uzun yazı
Sonbaharı hele hiç duymayacak
Kimse gelmekte olan soğukları
Onu bulup da ondan sormayacak

Daha sonra o yaprağın yanına özgürlük kırmızısı bir sandal çizdi.
Kumluğa mor rüzgârlar getirdi. Dalgalar kıyıyı tutunca şunları söyle-
di:

Tutkularla açılır mısın sandal
Eski mavi büyük denizlere
Gider misin ışıkların ardından
Güneşin kuşkusuz battığı yere

Orada görülmedik umutlar bulur
Alır getirir misin kıyılarımıza
Büyük sevinç çığlıkları taşır mısın
Kara ve sessiz yalnızlığımıza

O deniz tarlalarında belki çiçekler
Yeşil uzaklıklara serer bakışını
Belki onlar bizden iyi bilirler
Umudun gizlisini aşkın saklanmışını

Gider getirir misin güzel sandal
Bize acılarda yok olmayanı
Büyüyüp büyüyüp de kuşlar gibi
Gün gelip alnından vurulmayanı

Daha sonra da bu apaydınlık kıyıya bir atlı getirdi dağlardan. Atlıya
bakıp şunları söyledi:

Taranınca sabahların saçları
Senin adın umut diye biri mi
Bir daha geçmez misin geçtiğini
Yakılınca kül vermeyen serüven

Senin adın bir atlı mı dağlardan
Başkaldırmış yokluğunun adına
Varınca atlı olmanın tadına
Senin için gitmelerin şehri mi

Senin karlı dağların var mı kıştan
Sunulacak umudun var mı yaza
Yoksa akşamüstünde kendini
Bırakacak mısın renksiz beyaza

Atını başıboş sürüp tarlaya
Topla diyecek misin yalnızlığı
Özgürlüğü ayrı ayrı kapılarda tutarken
Varlığın ve yokluğun uymazlığı

Yaratanlar
Her umudu bir kesinlik bildiniz
Sizden önce umut yoktu dünyamızda
Dünyamıza umudu siz getirdiniz

Sonu hiç gelmeyecek bir şarkıda
Siz işlediniz doğaya inancı
Kendinizden kendinizi yaratmayı bildiniz
Her şey bitmiş sanılan yerde bile
Yeni yontular kurdunuz kayalardan

Aşılmazlıklar gibi dikili dağlardan
Siz aşmayı bildiniz geçitleri
Siz bize kendimizi gösterdiniz
Siz bozdunuz doğada sessizliği
Yerine sonsuzluğu getirdiniz

Ferhat o sabah yaprağı, sandalı ve atlıyı çizerken, Şirin bir köşede giz-
lice onu gözetliyordu. Baktı ki, düşlediği güzelliklerden de büyük gü-
zellikler Ferhat'ın çizdiği, boyadığı resimlerdedir. Usulca onun yanına
yaklaştı ve dedi ki:

Bu kadar güzelliği kaldıramaz
Daha güzellersen yıkılır duvarlar
Böylesine eksiksiz bir türküyü
Duyanlar dinlemeye dayanamaz

Biraz çirkinlik kat yaptığına
O güzel çocuk yüzlerini sil biraz
O bembeyaz yeleli atları karala
Yerlerine yalnızlık çiz biraz

İyiden doğrudan ve güzelden
Birini görmezden gel hiç değilse
Boyadığın çiçeklerden birinin
Hiç değilse bir yaprağını kopar

Bir yerinde aksasın bu sonsuzluk
Yoksa yüreğimiz dayanmayacak
Hem bizim eksikli varlığımız
Senin eksiksizliğini zor anlayacak

Sonra aklından sökemezse seni
Ya bir çılgın olup çıkarsa Şirin
Sonunda bir yalnızlığa düşerse
Sonsuzluğunla ödeyebilir misin

Ferhat, Şirin'i görünce vuruldu. Ne gördüğü, ne duyduğu, ne yarattı-
ğı güzellikler içinde böylesine yüce bir güzelliğe raslamıştı. Dedi ki
Şirin'e:

Boyalarla işlediğim duvarlarda
Hiçbir güzellik ulaşamaz sana
Ben ne kadar benzetmek istesem
Hiçbir rüzgâr benzeyemez saçlarına

Güzelliğini aşacak qüzellik yoktur
Onu ben istesem de yaratamam
Senin güzelliğini gördükten sonra
Artık ben boyalara dokunamam

Ben ki hep bir aşmaya inanmıştım
Ama senin varlığını aşamam
Gözlerinde parlayan yüceliğe
Yaklaşmak istesem de yaklaşamam

Eksiksizi ben sende gördüm ancak
Bundan sonra eksiksizi yaratmayı umamam
İlk yenilgim en yüce yenilgimdir
Artık Ferhat'ın işi tamam

Neden bunca güzelliğin vardı da
Yeni güzellikler özledin boş yere
Neden böyle bir vuruşta yok ettin
Yoksa düşmanlığın mı vardı bana

Şirin karşı durdu Ferhat'ın sözlerine. Dedi ki:

Sen ki hep bir sonsuzun umudusun
Nasıl durur kalırsın yeniden doğmalara
Sen ki hep bir bitmezin şarkısısın
Nasıl boyun eğersin çaresiz kalmalara

Biz hepimiz bir tutkuya yaratıldık
Doğduk koyu ve yoğun yalnızlıktan
Biz ki durak bilmeyen yolcularız
Nasıl eksildik deriz zor yollardan

Artık yüklendik ya yaratmayı
Bütün güzellikler bizden sorulacak
İyiyi ve doğruyu yüklendik ya
Düşüncemiz her zaman sonsuzu arayacak

Bütün yarattığını sil istersen
İstersen yeniden koyul yaratmalara
Kendini azalmayacak bir tutku say istersen
Yürü bizi bekleyen zamanlara

Güzelliğimi aşmanı isterim
Yalnız kalmak istemem ben doğada
Kendimi yarattıklarınla anlayayım
Daha yüce güzellikler ver bana

Ferhat da, her yaratan gibi, yaratmayı istemese de yaratacaktı. Şirin
ona yepyeni güzellikleri duyurdu. Ferhat yepyeni güzelliklere doğru
yürüdü. Şirin'in köşkü, artık, bir güzellikler cennetiydi. Çok zaman
Ferhat da Şirin de her gün biraz daha büyüyen güzellikler karşısında
şaşkınlığa düşüyorlardı. Güzelliğin kaynağı şimdi artık yalnızca Fer-
hat değildi. "Sende bulduğum güzellikleri çiziyorum durmadan" derdi
Ferhat. Gün geldi, köşkün işlenmedik yeri kalmadı. Padişah, yaptıkla-
rına karşılık Ferhat'a bir torba altın verdi. Ferhat torbayı köşkün bir
köşesine bırakarak çıktı gitti. Giderken son bir bakışla baktı Şirin'e. Pa-
dişah olanları anladı, anlamazdan geldi. Onların birbirlerine zorunlu
olduklarını anlayamazdı elbet. Ne de olsa padişahtı. Yaratmakla yö-
netmek anlamaz birbirini.

Günlerden bir gün Şirin, Ferhat'a bir mektup yolladı. Mektubu götüre-
cek ikiyüzlü, onu önce Padişah'a verdi. Padişah mektuptan hiçbir şey
anlamadığı için ikiyüzlüye "götür ver bakalım altından ne çıkacak"
dedi.

Mektupta şunlar yazılıydı:

Yeraltından çıkar gibi maden
Oydukça yalnızlık çıkarılır
Aradığın geçmiş günler içinde
Yalnızlığın bir karşılığı vardır

Geçmeye çalıştığın geçitlerde
Koca şehirler boyunca yılgınlık
Durup durup sessizliğe uzanır
Bulut tutar gibi tutar gökleri

Oyarcasına bir duyarlığı
Öyle basıp geçmişler ki adım adım
Yüreğin işlek bir kaldırım
Korunduğun bütün zor zamanlarda

Öyle yürümüşler ki her yanından
Yıkım bile değil kalan geriye
Yeraltından çıkar gibi maden
Ölümleri oymuşlar yüreğine

İkiyüzlü, Ferhat'tan da Şirin'e bir mektup getirdi. Ama önce Padişah'a
okuttu mektubu gene. Padişah bu mektuptan da bir şey anlamadı.
"Götür mektubu ver Şirin'e, bakalım ne yapacak" dedi.

Mektupta şunlar yazılıydı:

Adım adım eskiyerek bir gün
Bakarlar ki yırtılmış torba
Saman gibi dağılır ortalığa
Umut bilip ömrünce götürdüğün

Yeni bir göz gibidir karanlığa
Yıkımını ilk gören her duyarlık
Bir ada gibi çizer duruşunu
Her yanında denizden bir yalnızlık

Yüreğindeki kuş vurulur alnından
Boş kanatlarıyla iner yere
Umutları kapanır göklerine
Zaman denen sesler duyulmaz olur

Yavaş yavaş çekilerek bir gün
Bakarlar ki çöl basmış denizi
Artık onu aramayın gemiler
Onun için sular çoktan bitti

Yazdı. Şehir susuzluktan yanıyordu. Her yerde su arıyorlardı. Sarayda
bir yudum su kalmayınca Padişah da arayıcılara katıldı. En önde Mü-
neccimbaşı büyülü sarkacıyla yürüyor, onu Padişah, vezirler ve halk
izliyordu. Akşama kadar yürüdüler. Güneş batarken, aralarından ayrı-
lıp şehrin güneyindeki dağı aşmış olan beş kişinin dorukta el salladık-
larını gördüler. Biraz sonra o beş kişi eteğe indi ve dağın öbür eteğin-
de çoşkun bir suyun sel gibi aktığını bildirdi. Müneccimbaşı sarkacını
o yöne doğru döndürerek bir şeyler mırıldandı ama, söyledikleri se-
vinç çığlıkları arasında yok oldu. Ancak, mühendisler Padişah'a bildir-
diler ki, o su dağ delinmeden şehre getirilemez. Ertesi gün bütün halk
dağı delmeye koyuldu. Gelgelelim, kayalar kazmalara geçit vermiyor-
du. Susuzluk son durağına geldiğinde, Padişah, dağı iki günde delebi-
lene istediğini vereceğini bildirdi. Çığırtkanlar haberi yaydılar. Bir
öğle üstü Ferhat, Padişah'ın karşısına geldi.

Ferhat, Padişah'a dedi ki:

Kazmalar kürekler yetmez dağı delmeye
Yüreğinden vermedin mi dağ susar
Dağı delen deldiği dağdan güçlü gerek
Yoksa hiç bir susuzluğa geçit vermez kayalar

Ne istemek ne bilmek yetmez dağı delmeye
Sen aşmayı bilmedin mi dağ susar
Su oralarda akar biz burada yanarız
Dalarak pınarların eksilmez düşlerine

Dağ ne bilecek kendinden vermeyi
Kayalar susuzluğu ne anlamış
Yaşamayı bilmeyen bilmez ki yaşatmayı
Dağ bitmez bir sessizliktir yokluğuna inanmış

Yürek direnmeyi bilse çoktan delinmişti dağ
Çoktan yenik düşmüştü varlığında kayalar
Şimdi o kuru çayda sular oynaşıyordu
Şimdi kıskanç bir çöle benzemezdi sokaklar

Bu dağı tek başıma deleceğim
Başeğmeyi bilmeyen yüreğimle
Bütün susuzlara haber salınsın
Yarın suyu getireceğim şehre

Ferhat'ı dinleyen Padişah'ın sevinçle söyledikleri:

Bilsin güneş
Bir karanlıktan sonra güne açılanı
Yıkasın yağmur
Yanmalardan sonra kül bağlayanı

Anlasın dereler sularını
Bütün kuşlarına saysın gökler
Renklerini tanısın çiçekler
Başaklar kavrasın tarlalarını

Nasıl Ferhat dağları anlamışsa
Dağlar bütün geçmezliğe bitmişse
Giyinsin umudunu bütün sular
Dahu uzaklara sersin uzaklarını

Nasıl dağlar tutamazsa suları
Nasıl deniz yok etmezse gidişleri
Her kopan kayada parlayan alınteri
Silsin bütün ölüm korkularını

Duysun bütün sabahlar
Geceden umut diye gündüze bağlananı
Görsün bütün kayalar
Sarsılmazlığında bitimsiz duranı

Kullanılmış umutları çıkarıp atın
Varacağınız yerlere vardınızsa
Anılara hiçbir şey saklamayın
Eğer insan gibi yaşadınızsa

Eski sular düşlerini bırakın
Dağların ardında yeni sular var
Yeni sabahlarda delin dağları
Susuzluktan suya çıkın birdenbire
Yoksa düşler birden çoraklaşırsa
İnsan hiç anlamadan yalnız kalır

Kullanılmış umutları çıkarıp atın
Yorgun umut anı olup kalmadan
Gökler kadar özgür olacaksınız
Kendinizi yıkayın anılardan

Sabah olmadan daha, Ferhat kazmasını omuzlayıp dağın eteğine
geldi. Başladı dağı delmeye. Her vuruşta adam büyüklüğünde kayalar
koparıyordu. Öğleye doğru Padişah, yanında Şirin ve adamlarıyla
dağın eteğine geldi. Baktı ki Ferhat dağın yarısını delmiş. Ferhat gelen-
lerin yanında Şirin i görünce sarsıldı. Şirin bir ara onun yanına gelerek
kimseye sezdirmeden bir mektup bıraktı avucunun içine. Ferhat,
ancak Padişah, Şirin ve vezirler döndükten sonra mektubu açıp okuya-
bildi. Okur okumaz, olduğu yere yığılıp kaldı. Bir ara toparlandı, sırtı-
nı bir kayaya dayadı. İçinden, dağı da Şirin'i de bırakıp, uzak, çok
uzak yerlere gitmek geldi. Ancak, koca bir şehrin umudu olmuşken,
dağı delmeden bir yere gidemeyeceğini düşündü. Yeniden kazmasını
aldı eline.

Şirin, mektubunda, önce, babasının şehre gelecek suyla birlikte
düğün dernek kurarak kendisini vezirin oğluna vereceğini, bunun
kendisi için ölüm demek olacağını, Ferhat'sız bir Şirin düşünemediği-
ni, tam bir açmazda olduğunu bildiriyor, sonra şunları söylüyordu:

Birden yaşadığım her şeyi ölmek
Her şeyi yeniden yaşamak istiyorum
Birden hiçbir şeyi duymak istemiyorum
Bitmiş bir şarkı gibi seziyorum kendimi

Yıkılsın istemiyorum artık duymazlığında dağlar
Baksın istemiyorum artık gözlerimi
Belki bütün bir evrenin güneşlerini
Belki ilk olarak ışıktan saymıyorum

Birdenbire söneceğini bilmezdim umudun
Sevincin böyle çabucak öleceğini bilmezdim
Böyle bir açmaza demir atmak nerelerden
Nasıl da birdenbire gelip buldu beni

Yeniden duymak istemiyorum yaşarlığımı
Hiç değilse bir gün ölmek bir tek gün
Ey bana kendini bir gün çok gören ölüm
Bir anlasan nasıl çok seviyorum seni

Ferhat, Şirin'in mektubundan yüklendiği acıyla bir türkü söyledi.
Türküyü, arkasında sessizce duran Şirin'in dinlediğini bilmiyordu.

Dedi ki türküde:

Sonsuz tutkulnrda aşar boşlukları
İner bir papatya sarısında güzellenir
Güneşin ilkbakışları vurunca
Gözlerin dinmezlikleri ummayan bir denizdir.

Yılları yürümüş ışıklar gibi uzaylardan
Gelir dönülmezliğin çizdiği yeryüzüne
Mavisi sessizlikte çoğalan gözlerindir
Akışını duyurur bitimsiz doğalardan
Sürer bir yaşarlıkta kesiksiz inanmayı
Dönmez çoktan eskimiş geçkin uçarlıklara
Yaşamaktan bildiği uzun bir dinmezliktir
Umutlanmaz korkak yalnızlıklara
İstesen de istemesen de anlamaz durmayı
Der ki -adım zamanlardır bitmişliklerde kalmam
Bir kere sana biçmiş ya kendini tamam
Hiçbir şey öğretemez ona sensiz olmayı

Şehir sudan umudunu kesmişti. Sessizce ölümünü bekliyordu. Kim-
senin dağın ardına gidecek gücü yoktu su içmek için. Gitmeye kalkan-
lar baygın yığıldılar dağın yamacına. Şimdi kayu bir sessizlik yalnızca
Ferhat'ın kazmalarıyla yırtılıyordu. Ferhat, üzgün, Şirin'in mektubuna
karşılık olan türküyü söylediği zaman arkasında Şirin'in bulunduğunu
bilmiyordu. Biraz sonra bir hışırtı oldu, Ferhat arkasına baktı, Şirin'i
gördü. Kucaklaştılar. Şirin, saraya dönerlerken, bir yolunu bulup
babasının yanından ayrılmış, koşa koşa Ferhat'ın yanına dönmüştü. Susuz-
luktan kuruyan gözleri, dudakları, artık son gücünü harcadığını göste-
riyordu. Uzun zaman birbirlerinden ayrılmadılar. Sonra baktılar ki
güneş batmaktadır ve su gecikirse şehir kırılacaktır, birlikte çalışmaya
koyuldular. Ferhat kazmasıyla kocaman kayaları koparıyor, Şirin de
kendisinden umulmayacak bir güçle bu kayaları açılan tünelin dışına
çıkarıyordu. Şehir büyük bir sessizlik içinde yavaş yavaş erimekteydi.
Ferhat gittikçe koyulan sessizliği duydukça kazmasını daha büyük bir
hınçla sallıyor, güneş batmadan önce dağın ardındaki gür suyu şehre
akıtmak istiyordu. Açılan tünelin bir ucunda ışıklar kırmızılaşmaya,
tünelin içini karanlığa göğüs geren koyu bir pembelik sarmaya başla-
dığı sırada, güçlü bir kazma vuruşuyla düşen bir kayanın yerine dolan
mor ışıklar bu büyük çabanın sonunu müjdelediler. Ferhat daha sonra
suyla tünel arasına büyük bir ark açtı, suyun akış yönünü değiştirdi.
Biraz sonra şehirden gelen çığlıklar, ölüm saçan susuzluğun sonunu
bildiriyordu. Ferhat ve Şirin, bir ağacın gövdesine sırtlarını dayadılar,
düşünceye daldılar. Gittikçe artan uzak çığlıklar arasında akşam pem-
beden koyu maviye doğru değişerek ilerliyordu.Bu güzel bitişin
kendilerinin sonu olacağını bilerek susuyorlardı. Uzun uzun sustular.
Sonra artık günün son ışıkları da uyumaya gidince, yavaşça yerlerinden doğ-
ruldular. O sırada ne Ferhat, Şirin'in gözünden akan bir damla yaşı ne
Şirin, Ferhat'ın gözünden akan bir damla yaşı görebildi.

Ferhat, Şirin'e dedi ki:

Varlığın varlığıma karışacak
Umut yorulmaz bir atlı gibi çıktı geliyor
Dünyamızda gözlerinin vazgeçilmez mavisi kurulacak
Bunu hayır diyenler de biliyor

Ölümlerden ölümsüzlük devşirenlerde
Eski bir kolaylıktır kendinden utanmak
Çok eski bir zorluktur seni sevmek
Bulutların yağmurlardan koparıldığı yerde

İnançların durup kaldığı günde
Her direnç bizim için sonsuza açılıyor
Çöllerden daha kuru ve bitkin bekleyişlerde
Her umutsuzluktan sonra sular başlıyor

Sen yaşamsın bir yandan olmaza değişirsin
Yıkarsın bütün umudu geçilmez dağlarında
Bir yandan bize bütün maviyi getirirsin
Ölmezliği gök bilen kuşların kanadında

Umut olmazlıkları bilmeyen ülkedir
Hiç durmadan seni bana ulaştıran
Yalnızlık bir korkudur dönüp dönüp
Gelip gene kendisine başlayan

Şirin, Ferhat'a şu karşılığı verdi:

Deniz susayınca gök
Bir yağmur deniziydi çılgınlaşan
Sanılırdı ki bir gün saçlarından
Umulmadık denizler gelecek

Yaşar gibi mavisinde bir çiçek
Bir kuş bir ince uçuşu söyler gibi
Bir böcek bir ilk yazı anar gibi
Her yoklukta varlığın bilinecek

Gün bitince pembeliğinde akşam
Bir yeni gün umuduydu bekleyişle
Durmak bilmez yolcuydu
Daha yolcu olurdu hergidişle

Duyar gibi dönmezliği bir akış
Karanlığı bilmez gibi sabahlar
Saatlar bir inanca koşar gibi
Her bakışa gözlerini getirecek

Deniz başlayınca gök
Bir sonsuzluktu sulara karışan
Bir güneşsin güne doğduğun yerde
Kovulmaktan yorgun yolcudur akşam

Ferhat ve Şirin dağdan şehre indiler. Suya kanmış bir kalabalık her
yanda sevinç gösterilerinde bulundu onlara. Ferhat da, Şirin de,
suya kavuşan kalabalığın övgülerinden kurtulabilmek için koşarcasına sara-
ya girdiler. Padişah ve adamları Ferhat'ı bekliyordu. Padişah, Ferhat'la
Şirin'i bir arada görünce öfkelendi ama bir şey demedi. Ferhat'ı yanına
çağırdı. Bir torba altın uzattı ona. Ayrıca, "dile benden ne dilersen"
dedi. Ferhat, Padişah'a , altın istemediğini, yalnızca ve yalnızca
Şirin'i istediğini söyledi. "Bir dağ delicinin Şirin'i istemesi büyük
saygısızlık" diye bağırdı Padişah. Adamlarına bağırdı: "Götürün bu dağ
deliciyi zindana atın, akıllanana kadar kalsın orada." Ferhat yorgundu,
zindana girer girmez uykuya daldı.

Zindancılardan biri, gün doğarken bir mektup uzattı gizlice Fer-
hat'a. Mektup Şirin'dendi. Diyordu ki Şirin:

Seninle bir dönülmeze inanan
Her zaman seninle bir Şirin var
Sen git senin peşinden geleceğim
Bizi kolay ayıramaz korkular

Satır satır yazılsa da duygulardan
Ölümlere yokluklara ağıtlar
Unutulmuş serüvenler kadar sönük
Bir gitme umudu sana yeter

Yüreğinin derininde koşup duran
Çocuklar kadar korkusuz tutkular
Anlatır her uzaktan geçene
Dağların ardında gür sular var

Öğreneceğin hiçbir şey kalmadı
Yalnızlıklardan ve suçlu yasaklardan
Büyüteceğin umutlar yok
Umut çoktan çekildi bu saraydan

Bir gitme tutkusu sana yeter
Gitmesen de sen yolcusun burada
İçin bilinmedik dağlara doğru koşsun
Gözlerin gün boyu gezinsin ufuklarda

Bir gün sonra, gene gün doğarken Ferhat'a Şirin den bir mektup
daha getirdiler. Diyordu ki Şirin:

Yaşamak güvenemeden
Direnemeden tutulamadan
Harman yerlerinde savrulamadan
Uzun bir boşlukta gelip gitmek

Bir akşam bir bulutu özleyemeden
Bir ilkyaz yağmurunu isteyemeden
Kılıcının ucuna gelen sevinci
Çekip bir yalnızlığa işleyemeden

Bir gecenin düşlerde uzayan yerinde
Kalmak bir yarına doğmayı bilemeden
Bekleyip en uzun yollardan özlemlerle
Bir tutku gibi çıkıp gelemeden

Yaşamak dalgasız sular gibi
Rüzgârsız yelkenler gidişsiz yollar gibi
Çekilmek kurumuş saksılar gibi
Pencere içlerinden kapı önlerinden

Yaşamak bitmişlikte uykular kadar
Büyüyüp kırgın kaygılar örneği
Bir uzağa çekilip dağlar gibi
Yükseklerin şarkısını söyleyemeden

Ondan bir gün sonra, gene gün doğarken, bir mektup daha geldi
Şirin den Ferhat'a. Diyordu ki Şirin:

Günler birer bekleyiştir geçilir
İnancında getirmez bir korkuyu
Koca şehir sana çok görse de
Aşılmaz dağlardan taşıdığın umudu

Sana zaman bir şarkıdır söylenir
Der ki çığlıklardan yorgunsan eğer
Umut gemileri batmadan daha
Kendini başka bir maviliğe ver

Başka bir rüzgârda yürü tutkuyu
Bir gün sevince varmayı bırakma
Tut ki boydanboya çöktü sevgiler
Soracağın ne kaldı yalnızlığa

Bilirsin ki dıştan yıkamazlarsa
Gelir içten alırlar kaleleri
Kavgada yere sermezler de
Kavgasız bırakırlar önce seni

Unutur musun bir gün
Seni sessizce arkadan vuranı
Yazık sana çok gördüler
Kavgada vereceğin bir avuç kanı

Şirin'in Ferhat'a gizlice mektup yolladığını duyan Padişah kızını ya-
nına çağırttı ve "üç gün içinde düğünün olacak, bilesin" dedi. Şirin, ba-
basına, Ferhat'dan başkasını istemediğini, başkasına vermeye kalkarsa
kendini öldüreceğini kesinlikle bildirdi. Padişah, Şirin'in bu sözleri
üstüne iyice öfkelendi, Adamlarına buyurdu: "O Ferhat denen dağ deli-
ciyi çıkarın zindandan, söyleyin ona, hemen bu şehirden çekip gitsin.
Yoksa boynunu vurdururum." Şirin babasının yanından çıktığında yı-
kılmış gibiydi. Gene de umutluydu. Zindanın kapısına koştu. Adam-
lar Ferhat'ı çıkarıyorlardı. Şirin, Ferhat'a "dağlarda bekle beni" diyebil-
di. Hemen Ferhat'ı uzaklaştırdılar, götürüp şehrin kıyısına bıraktılar.
Ferhat su getirmek için oyduğu dağa çıktı. Bir mağara oydu kendine.
Orada yalnızca acılarını ve umudunu yaşamaya koyuldu.
Düğün başlamak üzereydi. Ertesi gün çalgılar çalınacaktı. Vezirin
oğlu traş olmuş, yenilerini giymişti. Sarayda başdöndürücü bir gidiş-
geliş göze çarpıyordu. Kadınlar Şirin'i kandırmaya çalışıyorlardı uzun
uzun. Sözü biri alıyor, öbürü bırakıyordu. Şirin susuyordu. Bir fırtına
öncesinin sessizliği gibiydi. Üstünde ne yapacağını bilenlerin dinginli-
ği vardı. Su şaşırtan ve korkutan dinginlik, akşama doğru kesin bir se-
vince bırakmıştı yerini. Son dakikaya kadar Ferhat'a kavuşmayı dene-
yecek, kavuşamazsa odasının penceresinden usulca aşağıya
bırakacaktı kendini. Yaşamakla da, ölmekle de Ferhat'ın olabileceğine
inanıyordu. Gülüyor, şarkılar söylüyordu. Akşam geceye doğru deği-
şirken, sarayın kapısını bekleyen bekçinin yanına gitti. Ondan kendisi-
ni kapıdan bırakmasını istedi.

Şirin, sarayın kapısındaki bekçiye dedi ki:

Gün doğdu umut kırıldı
Bırak beni gideyim
Dünyam bütün karardı
Bırak beni gideyim

Ben topraktan ayrılamaz bir suyum
Denizlerini özleyen gemiyim
Uçuşlara susadı kanatlarım
Bırak beni gideyim

Çekildi özsularım dallarımda
Onmaz bir durgunluğum yalnızlıkta
Her geçen gün biraz daha geceyim
Bırak beni gideyim

Tutkuyu tutma kapılarda
Nilüferler boğulmadan sularda
Acılar onu yıkmadan dağlarda
Bırak beni gideyim

Nasıl olsa yolum çizili benim
Ben ya Ferhat demişim ya da ölüm
Ey benim yoldaşım umut gözlüm
Bırak beni gideyim

Bekçi sessizce açtı kapıyı, tek söz söylemeden. Şirin gecenin karanlı-
ğında usulca süzüldü dışarıya. Karanlığı boydanboya koşuyordu. Fer-
hat'ı bulmak için sabahı beklemeliydi. Bir ağacın dibine çöktü, bekle-
meye başladı. Gece bitmek bilmeyen bir ağırlık gibi uzadıkça
uzuyordu. Şirin, uyanık, düş gördü sabaha kadar. Bu düşlerin her bi-
rinde, kendisini çoğaltan, yücelten, kendisinin çoğalttığı, yücelttiği Fer-
hat vardı. Sabahı anlatan ilk ışıklar Doğu'da kıpırdanmaya başlayınca,
Şirin, "ölüme de, yaşamaya da benzer bir gün doğuyor" dedi. Gün do-
ğudan ilerledi, Şirin'in ayaklarına kadar geldi ilk ışıklarıyla. Şirin dağa
doğru yürümeye başladı. Dağ onu yokuşunda engelleyecek yerde,
onun yürüyüşüne yürüyüş, gücüne güç katıyordu. Uçuyordu sanki
dağın yükseklerine. Ferhat'ın mağarasının dorukta olduğuna inanıyor-
du. Doruğa yaklaşınca "Ferhat" diye seslendi.

Şirin'i özlemle kucaklayan Ferhat ona şunları söyledi:

Umutların doğduğu yerde geldin
Güneşle birlikte doğdun sabaha
Madem ki böylesine güzelliksin
Bir dağ çiçeği taksan saçlarına

Sarsılmazlığında bir kalesin
Dünyada hiçbir ordu yıkamaz burçlarını
Kıyıları çok uzak bir denizsin
Benim diyen gemiler geçemez dağlarını

Gülünç ettik ya ölümü ona bak
Yaşarlığı en kesin belirleyebildik ya
Artık ölüm her yerde utanacak
Ferhat ile Şirin'e göz koymakla

Kucağında ölüme ölüm demem
Umudunda yok olmalar bir hiçtir
Gökleri mavisinden koparmak isteyene
Artık ölüm bir çıkar yol değildir

Ölmezliği bulduk ya sonunda
Varlığımızla yarattık sonsuzu
Haydi kalk uzaklara gidelim
Ölüm sonsuza bölmeden umudumuzu

Şirin'in Ferhat'a söyledikleri:

Ölümler kolay sandı sevinçleri
Bire ona yüze bölerim sandı
Duyuyorum en güzel sabahımda
Ölüm boş yere yokluğa inandı

Ölümler kolay sandı bitişleri
Bir kılıçta sonsuza yıkacaktı
Biliyorum en güzel inancımla
Ölüm kendine yok yere inandı

Ölüm her günkü gücüne yanıldı
O sandı ki dur dese duracaktık
Ölüm belki de bizi çocuk sandı
Onu görür görmez ağlayacaktık

Bir korkuyu sunacaktı da bize
Korkuda çöller gibi yanacaktık
O sandı ki o bize inanmazsa
Biz ona çaresiz inanacaktık

Ölümler kolay sandı sevinçleri
Bire ona yüze bölerim sandı
Biz bir olmuş iki aynı inançtık
Ölüm eksikliğinde kalakaldı

Yaratanlar
Birer sonsuzluksunuz
Olmazı yoksadınız bir evrende
Ölüm alsa neyi alacak sizden
Ölüm verse ne verecektir size
Siz her açmaza birer umutsunuz

Ölümünüzde suçumuz büyüktür
Yaşarken acı çektiniz
Ondan da biz suçluyuz
Neyleyelim siz sonsuz büyüktünüz
Biz pek ayak uyduramadık size
Bizi size bırakmadı korkumuz

Uyamadık büyüklüğünüze
Siz birer tanrısınız

Ferhat ile Şirin dağı aşıp bilinmedik uzaklara doğru yürümeye baş-
ladılar. Oysa büyük bir kalabalık peşlerindeydi. Onlar su başlârında
dura dura, çiçek toplaya toplaya ilerliyorlardı. Kalabalık, kızgın bir ça-
bayla koşturuyordu. Başta büyülü sarkacıyla Müneccimbaşı, onun ya-
nında Padişah, arkalarında vezirler ve damat, daha arkada da cellatlar
vardı. Bir su başında yakaladılar Ferhat ile Şirin'i. Önce Ferhat'ı
Şirin den ayırmaya çalıştılar. Ayıramadılar. O zaman cellatlardan biri
Ferhat'ın sırtına bir bıçak sapladı. Ferhat, Şirin'le birlikte yere yıkıldı.
Şirin'i götürmeye gelen Padişah kızının üstüne eğildi. "Kalk artık, bu iş
bitti, gidiyoruz" dedi. Bir de baktı ki, Şirin de Ferhat'la birlikte gitmiş-
tir. Padişah yanmasına yandı ama, ölümlerin ardından yanmak dayanmak mıdır?
Şimdi yüzyılların basıp geçtiği bu uzak ülkede Ferhat ile Şirin her
olmaza başkaldıran birer umut olarak masallarda, türkülerde, sevinç-
lerde, tutkularda, inaçlarda yaşarlar. Kime sorsanız, Ferhat ile Şirin'in
öldüğünü söyleyemez. Ölümün el uzatamadığı yerdedir onlar, onlar
ölümsüzlüğün kendisidir. Yaşarken dirençtiler, yaşarlıkları bitince
ölümsüz oldular. Ölüm bir yoketme tanrısı olmayı onlarla birlikte
elden kaçırdı. Ferhat ile Şirin'den beri ölüm, yalnızca yaşamayanları
alıp gidiyor. Bir direnci, bir güzelliği, bir inancı yaratmışlar için ölüm,
o günden beri çaresiz bir gülünçlüktür.


Afşar Timuçin
Destanlar

30 Aralık 2014 Salı

Leyla İle Mecnun

Leyla baharın ilk papatyası
Kays doğan günün ilk şarkısı
Leyla günün okşadığı ilk çiçek
Kays ilk ışıklarda doğan gerçek
Leyla ilk yağmura oluşan su
Kays söken şafakların ilk kokusu
Leyla ilk yalnızlığı güzelliğin
Kays en yeni çığlığı sessizliğin
Leyla umut demeti dünyamızın
Kays yalnızlığı yalnızlığımızın
Leyla yaşatmanın tek toprağı
Kays susuzluklarımızın yanardağı
Leyla sevilmenin dinmez yüceliği
Kays sevmenin ölçüsüz kesinliği
Leyla son durağı inanılmanın
Kays tek şaşmaz varışı inanmanın
Leyla eksiklerimizin kesiksiz arınışı
Kays yanlışlarımızın bitmez yıkanışı
Leyla düzlüklere bakışı dorukların
Kays tek başedilmezi korkuların

Leyla gözünü sevinçlere açınca
İlkin Kays'ı görmüştü karşısında
Kays yüreğini sarsan sevinçleri
Leyla'nın bakışlarından öğrenmişti
Oynadıkları aynı bahçelerde
Uyudukları aynı gecelerde
Yürüdükleri aynı sevinçlerde
Kurdukları aynı serüvenlerde
Birbirine çarpan çocuk yüreklerinde
Birbirini söyleyen çocuk türkülerinde
Leyla sevgi adına Kays'ı buldu
Onun çocuk varlığının ilk rüzgârları oldu

Kays ilk coşkusuydu Leyla'sının
Leyla'dan öte sevinci yoktu Kays'ın
Okudukları aynı kitaplarda
Öğrendikleri aynı satırlarda
Sevindikleri aynı tutkularda
Yaşadıkları aynı kuşkularda
Yalnızca birbirlerini bildiler
Yalnızca birbirlerini söylediler

Bir sevinç yokluğun buzdağına çarpmasa
Bir duyuş bir durgunlukta dönüşsüz bozulmasa
Yalnızlık yalnız olmaya bizi inandırmasa
Kuş gökten gök maviden yorulmasa
Her umudun karşısına bir bitmişlik çıkmasa
Onu çocuk uykusunda pençesiyle boğmasa
Bir sabah tutkusuna ışıksız varılmasa
Korkularda bir ölmezlik tadı var sanılmasa
Fulya gibi güzellense ilkyaza
Umut gibi yüceliğe uzansa
Tutkuların kanına işleyen bir gül olsa
Bütün bir yaz özleminin duygusunu anlatsa
Boy verse buğday gibi eskimeyen yazlara
Gün gelince onurla bitmişliğe sararsa
Yaban lalesinin yoğun kırmızısıyla
Başak yüklü ovaların beyazlığına uçsa
O zaman her güne bir güneş doğacaktır
Her gece ayrı bir ayla ışıyacaktır
Her Kays bir Leyla'nın tutkusu olacaktır
Her Leyla sevgisine ölümsüz kalacaktır

Bir sevinci yalnızlıktan sordular
Uçtuğu gün kanadından vurdular
Umdular ki bitimsiz denizlerde
Kolay kaptan olunur her gemiye
Sandılar ki sevgi çabuk değişir
Esmeyi bilen dinmeyi de bilir
Sandılar ki sevmek de inanmak da
Dayanamaz bitimsiz olmaya
Sandılar ki sonludur her yüce

Sevgide umut yoktur yüceliğe
Bir denizi çoğaltan sudan bile
Gün gelir damla kalmaz geriye
Sandılar ki yalnızlıktır sevmek
Umutsuzu umut diye beklemek
Leyla'nın sevincini çok gördüler
Sevgi denen çabuk ölür dediler
Bir sevgiye umutsuzluk ektiler
Ona tuzak kurdular ağ gerdiler
Leyla'nın sevincini görünce annesi
Onu okuldan alıp eve kilitledi


Leyla'nın annesine söyledikleri

Sevgi bir sonsuz denizdir mavisinde
Umudumu taşıyor sen taşımaz desen de
Beni hiç tanımadığım ülkelere çekiyor
Gezdirip duyarlığımı inanç denizlerinde
Ben göklerimi dolduran Kays'a güneş demişim
Beni ayrı bir güneş çizgisinde gösterme
Korkular gibi girme dinmeyen sevincime
Direnen inancıma karanlıklar giydirme
Sevgi bir sonsuz denizdir yüreğimde
Umudumu taşıyor sen taşımaz desen de


Annesinin Leyla'ya söyledikleri

Sevgi boş bir denizdir yıllarca gitsen de
Bir kıyıya ulaşmayı yaşatmayacak sende
Her gün bir başka dalgadan bir başka dalgaya
Aralıksız koşacaksın umutsuzluk içinde
Sevgi seni sonsuzun acısıyla vuracak
Dağların başeğecek karlı tepelerine
Sevgi hiç varılmamış bir masal ülkesidir
Dünyada ilk günden beri geçit vermez kimseye
Sevgi ormanlardan geçen yorgun uzun yollardır
Kendini yok eder de vardırmaz hiçbir yere


Leyla'nın annesine söyledikleri

Ey denizlerce dağlarca inandığım sevgi
Uğrunda bir sevinip bir yandığım sevgi
Hava gibi soluduğum su gibi içtiğim
Dünyada onsuz olunmaz sandığım sevgi
Aldanmak bile deseler karşılık beklemeden
İnsan düşlere aldanır gibi aldandığım sevgi
Kaynağından daha bir yudum içmeden
Bütün bir susuzluğa kandığım sevgi
İlk yağmurlar gibi yağarken topraklara
Bir sonsuzu anar gibi andığım sevgi


Annesinin Leyla'ya söyledikleri

Her yanışta kül kalır her sevinçten
Deniz bilmez teknelerle geçilmez bu denizden
Bir eksilmez tutku gibi düşünme sevgiyi
Bir yıkım biçeceksin ektiğin her sevinçten
Kurgulardır yüceltir eksiksizde avutur
Sevgi bir mum ışığıdır geçmek için geceden
Sevgi bir ilkyaz tadıdır bir dorukta başlayıp
Değişen yamaçlarda sıcak yazlarla biten
Sevgi bir umutsuzluk ülkesidir geçilmez
Yokluğa karışırsın direnir de geçersen

Dünyamız mutluluğunu tasarlar
Mutlulukta bilen bir sevgi var
İnanç bir sevginin toprağında
Kıştan başlar uzanır ilkyazlara
Korku sevgiyi anlamaz içinde
Korku yıkım nedenidir zaman geçitlerinde
Sevgi ancak yücede çiçeklenir
Her sevgi bir tanrılaşma biçimidir
Eksiğin yanlışın dünyası yok sevgide
Sevgisizlik geçittir ölüme
Kays gördü ki sevgisini anladılar
Leyla'sını okuldan aldılar
Kapadı kitabını defterini
Adına Mecnun dedi çöle vurdu kendini
İnsana küstü çöle koştu

Çöllerin yalnızlığına erişti
Maviye anlattı buluta söyledi
Güneşle konuştu rüzgârı dinledi
Acıyı konuk etti sevgisine
Sevgiyi yasakladı kenisine

Sevgi bu bit deyince biter mi
Sevgi kuş mu git deyince gider mi
Sonsuza inançlıdır sevgi denen
Geriye kalandır her bitenden
Her yanlışın toprağıdır çürütmeye
Her eksiğin dünyasıdır değişmeye
Her doğrunun inancıdır yaşatmaya
Her yücenin amacıdır yaratmaya
Her güzelin biçimidir korumaya
Her çirkinin ölümüdür yok etmeye
İyiliğin sonsuzluk ülkesidir
Kötülüğün bitmişlik şarkısıdır
Yokluğa yaratılan ilk evrendir
Bir iyiye sonsuzda değişendir
Duygusudur bakışıdır varolmanın
Direnişinde adıdır çağların
Dağılmış bölünmüştür uzaylara
Bakarsın kazınmış topraklara
Bakarsın biçimlenmiş kayalara
Bir bakarsın rüzgâr olmuş dağlara

Bakarsın bir tutkuya eklenmiş
Bir bakarsın sonsuza yüreklenmiş
Bir bakarsın uzakta bir ovadır
İlkyaza umutlarla doğmadadır
Bir buluttur görürsün ki dorukta
Yağmurlardır bitmeyen sonsuzlukta
Beklenen dost sesidir yalnızlıkta
Engeldir her bozgunda kaçışlara
Bakarsın bir tutkuda söylenir
Bir bakarsın bir masalda seslenir
Bir bakarsın sevgi bir kavgadır
Bir inançta ölümü vurmadadır

Kays Leyla'dan uzaklaştı ama
Çöl olmaya daha yaklaştı ama
İçinde hep Leyla'dan kaçtı ama
Onda kaçmak artık inançtı ama
Her kaçışta tutuldu biraz daha
Yok sanmayı kurduğu Leyla'sına
Denize vuran sular gibi
Leyla'nın sularına sürüklendi


Mecnun'un çölde Leyla'yı anarak söyledikleri

Ülkenden geçtim yolcun oldum
Yağmur oldum akışına tutuldum
Senden kaçtım seni çöllerde buldum
Gökleri bulutları senin yerine koydum
Dünyalarımdan sildim denizlerini
Kumları denizlerinin yerine koydum
Göklerimden attım evcil kuşları
Yırtıcı çöl kuşlarını göklerimize koydum
Gene sen kaldın bana senden boşalan yerde
Kendimi yaratamayan bir tanrı yerine koydum


Leyla hayalinin Mecnun'a söyledikleri

Yaraşmaz kum denizleri sularımıza
Yok dediğin dorukları getir dağlarımıza
Evcil kuşları kovma göklerimizden
Yırtıcı kuşları koyma dallarımıza
Denizlerimizi çöle değişme
Başka gidiş umudu yok uzaklarımıza
Yoktan acılar verme tutkumuza
Bitmez kuşkular ekleme umudumuza
Saldıkları korkuya bizim deme
Alın yazımız gibi bakma yokluğumuza
Ayrılığı yücelik gibi büyütme
Yeni yağmurlar getir çöl yalnızlığımıza


Mecnun'un Leyla hayaline söyledikleri

Eski günler içinden gelsen gene
Tutunsan Leyla olmanın geçilmez direncine
Bakışlarını dünyama çevirsen
Bırakmasan beni çölün zor güneşine
Işığından ülkeme ışıklar yollasan
Güneş olsan gündüzüme ay olsan geceme
Çöllerime kumlar olsan hiç dinmeyen sular olsan
Bitmez mavilikler olsan sonsuz denizlerime
Güzelliğinle tutsan bütün geçitleri
Yürü desen bütün güzelliklere
Her yokolma tutkusunu doğduğu yerde boğsan
Eksiksiz bir gidiş olsan yaşayan her sevince


Leyla hayalinin Mecnun'a söyledikleri

Gene örtüldü uzak çiçeklerle uzak dağlar
Gene uzak denizlerde çöl olma kokusu var
Gene hiç bilinmedik yerlerden rüzgârlar
Gelip sensizlik acısını göklere yazdılar
Gene binbir sevinci örten ayrılık büyüdü
Gene senin yokluğuna kanat gerdi zamanlar
Nedir ki çölden umarsın öfke mi kurtuluş mu
Dön bak çağlar boyu neyi yarattı kumlar
Çölsüzlükte sevincimiz yazılı
Çölde ayrılığımızın kaderi var

Leyla Kays'ı aralıksız bekledi
Tutkusunun inancından dönmedi
Aydınlattığı göklerden geçmedi
Kays'sız bir Leyla düşünmedi
Kays'dı Mecnun değildi sevdiği
Çöl olmalardan yoktu beklediği
Dedi - umudumda vurdum yalnızlıkları
Mecnun olmalara kapadım kapıları
O bir gün gelecek çağıracak beni
Deniziyle yıkayacak çöllerimi
Yokluklardan getirecek varlığımı
Yok edecek kesin yalnızlığımı
Korku kuşlarını atacak göğümden

Kara yıldızları silecek gecemden
Mecnun'luğu Kays olmaya değişmeden
Çağrısının yolcusu olamam ben
Gergefinde büyüttüğü çiçekleri
Dost bilip bunları söyledi
Gergefinde işlediği çiçekler
Bunları durmayıp kuşlara söylediler
Bir kuş bir sabah vakti bu sözleri
Gün doğarken Mecnun'a söyledi
Dedi ki - Leyla seni bekler
Yalnızlıktır dokuduğu çiçekler
Yöresinde ne bir iz kaldı senden
Ne bir umut kapandığın çöllerden
Tutkusunda Mecnun'u istemiyor
Bir tutkudan bir yıkım beklemiyor
Sevinçtir Kays diye senden bildiği
Mecnun değil Kays'dır sende sevdiği
Yalnızlıktan tanrılıklar kurmayan
Kimsesizlikte yaşarlık bulmayan
Kaçışta yaratmayan umudunu
Sevgi gibi görmeyen korkusunu
Mecnun kuşun sesiyle uyanınca
Babasını buldu yanıbaşında
Eski bir ölüm gibi bakışında
Bitmişliği taşıyordu korkuyla
Titrek ellerinde sönmüş tutkular
Güzelliksiz birer yontuydular


Babasının Mecnun'a söyledikleri

Bir ovada bir derede bir ağaç altında
Kays olmak değişilmez çölde Mecnun olmaya
Bir tutku bir tutku hayalinden ötedir
Her tutku amaçtır bir sevince varmaya
Sevgi denen varolmaktır barındırmaz yokluğu
Sevgi deme çöl boyunca kaçmaya
Yürü bütün sevinci bütün sabahlarında
Yokluk akşamlarını germe ufuklarına
Çığ gibi gel dağlardan ovalardan derelerden
Kendini bir demet sevinç yap da götür Leyla'ya

Mecnun'un babasına söyledikleri

Ben durup dururken çöl olayım demedim
Çöl olmayı ben kendim istemedim
Bir denizin sonsuzuna koşarken
Dağıldım boşluklarda eridim
Yükseklerde sulardım umutlardım
Artık yamaçlarda koşan seller değilim
Yolumu çevirdiler tuttular gidişimi
Bir akıştım düze varıp tükendim
Yoksa ben çöl olayım demedim
Çöl olmayı ben kendim istemedim
Babası Mecnun'u dinlemedi
Kolundan tutup şehre getirdi
Dedi - görüneceksin bir hekime
Sonra istersen çöle dön gene
Hekim çöl kurtuluştur derse
Çöl yalnızlığını yaşamanı isterse
Döner gelirsin çöl senindir
Ama söz önce hekimindir
Hekim derse ki çöl umuttur
Çölde insan anlamını bulur
Çöl kuraklığı denizdir içene
Çöl bir yaşamdır yaşayabilene
Böyle derse hekim döner gelirsin
Çölün sessizliğine yerleşirsin
İster umut de o zaman çöle sen
Umutsuzluk diye yaşa istersen
İstersen çölsüz insan olmaz de
Çölü koy varlığının temeline
İnanırsan ki yaşamak ölümdür
O zaman çöl kaçınılmaz görünür


Mecnun'un hekime söyledikleri

Bir yepyeni bahardı dallardan süzülen
Bir şarkıydı söylendikçe güzelleşen
Bir yepyeni güneşti yepyeni göklere
Bir duyuştu bir umudu bekleyen
Kuşkusuz doğan sevinçti eksiksizliğe doğru
Bir yıldız çokluğuydu geceleri süsleyen
Bir gemiydi ülkelerden ülkelere
Umut taşımak için büyük denizler geçen
Bir tutkuydu sonsuzu bugünden bulmak gibi
Bir inançtı yaşandıkça büyüyen
Bir kavgaydı çevrilmiş duyarsıza
Bir suydu mavilerde denizleşen
Bir bitmezlik tutkusuydu bir sabah rüzgârıydı
Bir sevinç yeşiliydi bütün bir yazı örten
İnancını almıştı bütün bir sonsuzluktan
Sevincini almıştı bütün güzelliklerden
Bir ilkyaz genişliğiydi hiç bitmeyecek gibi
Bir kış geldi karla örtüldü birden
Hekim çöl nedir anlayan adamdı
Mecnun'u görür görmez anladı
Ki bir sevgi tutsağıdır gelen
Varlığını bitimlerden bekleyen
Sevgisini büyütüp güzelleyen
Sevincini sevgisiyle gölgeleyen
Deniz deyip açılan sevgisine
Dalıp giden dalgaların sevincine
Ardına bakmadan açıklara giden
Gittikçe dönülmezliğe yenilen
Bir kuraklığı bir çöl yapan
Bir damladan bir deniz yaratan
Bir umutta koca bir evren kuran
Bir umutsuzlukta evreni durduran
Bir sevinçte varlığı buldum sanan
Bir acıda varlığını yok sayan
Hep akşamlardan uman sabahları
Bitmişlikten büyüten zamanları
Geçilmezlik diye bilip dağları
Korku yapan en yakın uzakları

Hekim dedi - ey sevginin yolcusu
Ey durmadan denizi arayan su
Sevmek tanrılaşmaktır doğru ama
Seven yenilmez tanrılığına
Yarattığıyla sönen tanrı olmaz
Kendine yenilen tanrı yaşamaz
Yaratarak tanrılaştıysa insan
Yokluklarını her gün aşmasından
Sen şimdi bir sevginin kölesisin
Yıkılmışlığısın yücelmişliğin
Anlat bana sevgiye çölde ne var
Söyle bana sevgi çölde ne yapar
Sevmenin öbür adı çoğalmaktır
Çölleşmek sevgisizlikte tek kalmaktır
Sevmek sevdiğini yaratmaktır
Sevmek sevdiğiyle yaratılmaktır
Sevmek ölümsüzü duymaktır sonunda
Yıkılmazı taşımaktır varlığında
Sevmek bütün evrene karışmaktır
Sevmenin bir adı da yaşamaktır
Sen ki Leyla'ya bile elsin
Leyla'nın bile yolcusu değilsin
Yürü yeniden sevgine doğru git
Gene durmak bilmeyen sonsuza git
Kendini sevgine adamış olarak git
Ölümü göze almış olarak git
Onarmaya değil yaratmaya git
Yaratamadığın yerde yıkmaya git
Durgunluktan fırtına kurmaya git
Bir yalnızdan bir Leyla bulmaya git
Ya da dön gene sen çölüne
Yaratamadığın şeyi kendinin bilme
O zaman Leyla adı bitsin sana
Uykuya dal uzan yalnızlığına
O zaman geceyle gündüz bir
O zaman yıllar da mevsimsizdir
O zaman denizlerdir götürmeyen
O zaman göklerdir kuşları bilmeyen
Çölün adı ne umut ne umutsuzluk
Çöldür vardırmayan tek yolculuk
Çöldür sana varılır gibi gelen
Sana sonsuzlukları var görünen
Çöl bir durup kalmadır kuşkusuzda
Çölün hiçbir anlamı yok sonsuzda
Çöl kaçıştır masmavi dalgalardan
Çöl kaçıştır bitmeyen umutlardan
Çöl yalnızca senin olduğun yerdir
Çöl oluşta hangi inanç geçilir
Tek kalmak yoklaşmaktır sevgilere
Çoğalmak varolmaktır sevinçlere
Hiç düşündün mü ki çöl sensin
Bekliyorsan boşluğunu çöllerin
Hiç görmedin mi bütün sular
Dünyada yalnız çölden kaçar
Kaynağından çıkıp akmayı bilen
Neyi umabilir ki boş çöllerden
Ya sen varsın adısın ölümsüzün
Ya sen yoksun yoklukta bir çölsün
Ya denizsin durmayansın kendinde
Ya da çölsün yolun yok enginlere

Kays'ın şehre indiğini duyan Leyla'nın söyledikleri

Kuru çölden karakıştan gecelerden gelsin
Koca bir sel gibi gelsin bana sonsuz gelsin
Yıkarak çölde yanan zor güneşin mor sesini
Gene bir yağmur olup gel dediğim gün gelsin
Bende yoksun seni sonsuz bilebilmekten öte
Bir sevinç bir tasa yoktur bana sensiz gelsin
Sana ey gözlerimin bitmeze dönmüş bakışı
Kuru kum çöllerini yağmura yıksın gelsin
Belki gelmez diyebilmek bile bitsin yoluna
Sana çöller bana özlem bitecek gün gelsin

Gene Leyla'nın söyledikleri

Yıllardır doğmayan güneş bugün doğuyor
Uzaklarda yalnızlığın yenilgisi başlıyor
Karanlıklar inançların ötesine kaçıyor
Yılların çöllerine bugün yağmur yağıyor
Değişiyor sevgilerin anlamı
Birdenbire bir ilkyaz tutuyor yamaçları
Sevgimiz yokediyor bütün yalnızlıkları
Yılların çöllerine bugün yağmur yağıyor
Doğa yasaları değişiyor birdenbire
Sevgi alınyazısı gibi iniyor yere
Tutkular yol veriyor geçişlere
Yılların çöllerine bugün yağmur yağıyor
Kays uzun düşündü o gece
İnandığı çöl nere deniz nere
Deniz olmak çöl olmamak demekse
Çöl olmak bir yokluğu istemekse
Leyla'sız olmaksa çöl olmak
Denizlerin sonsuz adıysa varmak
Durmak ölüm demekse kesinlikle
Yaşamak hiç durmadan yönelmekse
Yeni umuda doğmaksa sabahlar
Bir bitişin sonuysa akşamlar
Umutsuzun yeri yoksa sevgide
Yokluktan geçilmezse sevgilere
Başaklar zorunluysa sarısına
Kar vurgunsa bitmez beyazlığına
Kays eksilmezlik demekse Leyla'ya
Leyla bitmezliğin anlamıysa Kays'a
Biri bir sabahsa güneşler içinde
Öbürü güneştir sabahlara geçişte
Biri bir suyu veren kaynaksa
Öbürü su demektir o kaynağa
Ay sulardan son renkleri sorarken
Gece dingin susmuşlukta uyurken
Zaman sonsuzluk gibi koyulurken
Kuşlar ılık kuytularda dururken
Kımıldarken güne doğru bir rüzgâr
Umut gibi sezilirken ışıklar
İçerken her yalnızlığı karanlık
Gün tasarı bile değilken artık

Kays dinlenmiş sokaklardan geçti
Bir sessizlik gibi Leyla'ya gitti
Dedi ki - her çölün bitiminde
Leyla diye bir deniz bilinmekte
Her umutsuzluğun sonunda gene sen
Bir umutsun doğarsın istersen
Çölde bile varlığın yansımakta
Her inanç adınla başlamakta
Şimdi ölümünü içti ayrılık
Bakışlarınla vuruldu yalnızlık
Aydınlattın gündüzlüğün bilindi
Artık ülkene girdim çöller bitti

Leyla'nın Kays'a söyledikleri

Gözlerinde eski bir baharın sesi var
Gece bitimlerinin ışıyan sevinci var
Çırpınan bir özlemin acıları yok bugün
Yönelen bir duyarlılığın kıskanç direnişi var
Hiç bitmez sanılan bir karakış üstüne
Baharın bir günde habersiz gelişi var
Kuruyan toprakları sarması yağmurların
Durgunluğun rüzgârları kesin bekleyişi var
Duruşunda dinmez sevinçlerin izi var
Bakışında yalnızlığın eksiksiz bitişi var
Bizi bekler duruşu var yolların
Uzak mavi denizlerin bize seslenişi var

Kays'ın Leyla'ya söyledikleri

Önce kaçtım çöllerde yoksun sandım
Olmadığın bir yer yok inandım
Adın işlenmedik ne bir kıyı ne bir ağaç
Güzelliğin yazılmadık mavilik yok anladım
Saçlarının sellerinde boğulmamak istedim
Saçlarınla ışıyan sabahlara uyandım
Yasalarını yitirmiş doğaydım yokluğunda
Şimdi varsın varolmaya başladım
Şimdi yeni bir evrende aydınlığın büyüyor
Sevincini yüzüyorum sende sonsuzlaşmanın


Leyla'nın Kays'a söyledikleri

Gün bitse bende sensiz bitmez senin dağında
Hiçbir güneş çekilmez gün bitmeden ufukta
Mecnun mu Kays mı gelmiş bitmişliğim adında
Bir Leyla olmadan ben sonsuz duyarlığımda
Gün doğdu korkular birden söndü bitti kuşku
Ölmezliğin yücelmiş sonsuz güzel çağında
Bitmişliğin o en tutkun pençesinde artık
En son kalan ışıklar tutkuyla parlamakta
Gün doğsa bende bir gün parlar senin dağında
Hiçbir güneş çekilmez gün bitmeden ufukta

Kays'ın Leyla'ya söyledikleri

Ne sen benim çölümün varlığında yok oldun
Ne dinmeyen acılardan bitip sönüp sustun
Ne ben senin umudundan geçip solup kaldım
Ne sen benim ışımaz çöllerimde sürgündün
Bahar sönüp arkandan ayırdı zor rüzgâr
Bahar gelip yeniden yaprağım gülüm oldun
Bugün ne çöl ne bahar var ne Leyla'sız Mecnun
Bitimsizin adı sensin zamanda sonsuzsun
Alınyazım beni senden durup durup soracak
Bugün benim güneşimsin sonunda yokluğunun

Kays'ın Leyla'ya söyledikleri

Çöle varmak tek kalışta yokluğu dinlemekti
Bir yıkımın bitiminde eksiksiz dinlenmekti
Çölde olmak gerçekte Leyla'yı beklemekti
Çölde olmak bir acıyı adınla söylemekti
Çöller son durağı değil tutkunlukların
Çöllerin ardı demek mor denizler demekti
Çölü değil hep seni bekledim ben
Çölde bunca bekleyişim senle çekip gitmekti
Çölden ötesi deniz ben iyi biliyorum
Bütün deniz özleyenler ilkin çöllerden geçti


Leyla'nın Kays'a söyledikleri

Bilseydim umutsuzluğunda bile ben vardım
Çöle koşar gelir seni arardım
Mecnun'luğu geçilmezce yüceltti dediler
Yerime bir olmazlığı koyuşuna inandım
Bilseydim ki gidişin bekleyiştir
Bütün umut yollarını yürür sana koşardım
Gelir bulurdum seni çölün bittiği yerde
Denize vardığımız gün sevincimden ağlardım
Bilseydim umutlarında ben vardım
Çöle koşar gelir seni arardım
Bir çağlayan sesiyle çizgilenen
Bir yalnızlıktan atlarla geçerken
Uçarken ovalarda soluk soluğa
Mızrağını vururken durgunluğa
Kuş gibi göğü deniz bilirken
Güneş gibi uzaylara içilirken
Önce yokmuş gibi sessizlenerek
Sonra çığlıklar gibi serpilerek
Turnalar gibi yükseklerde uçup
Sonra bir gün kanadından vurulup
Yalnızlığın en uzağına düşen
Ölümü sessiz bakışıyla yüzen
Ve bambaşka bir turna olup gökte
Eklenivermek uzun gidişlere
Yazdan hiç geçmemiş papatya gibi
Yeniden sarılarla yıkamak gözlerini
Yeniden rüzgâr olmak bir yaylada
Yeniden süzülmek uzak dağlara
Yeniden Kays olmak Leyla olmak
Bitmez sanılan çölden deniz kurmak
Bir sevinçti bütün yaşadıkları
Artık umuttu bütün şarkıları
Bulutlar gibi silip bütün yalnızlıkları
Göklerine ektiler sonsuz ışıkları
Kays gidip her gece Leyla'ya
Anlatırdı ki çöller yıkılmışsa
Bu bir deniz demektir sonsuzluğa
Susuşlardır bütün bir durgunluğa
Yokluğa karşı süren dalgalardır
Umudu durmaz eden mor sulardır
Artık korkular da korkuluklar da
Alınyazılarıyla uğrayıp boşluğa
Birdenbire bir yokluğa gitmişlerdir
Yoklukta sessizce bitmişlerdir
Varken yok olana içilmişlerdir
Birdenbire yokluğa geçmişlerdir
Artık yalnız şarkılardır söylenecek
Artık yalnız sevinçlerdir bilinecek
Artık yalnız umutlardır yürünecek
Artık yalnız tutkulardır duyulacak
Şimdilik sevinçler sığıntıdır dünyamızda
Her sevinç yakalanır bir sevinç korsanına
Sevinç öfke uyandırır çabuk duyulur
İlk uçuşunda alnından vurulur
Yüreğini bağladığı sonsuz uçuşta
Bir bakar ki düşüyor bir boşluğa
Leyla 'nın gözlerinde sevinç varsa
Kays'ın gözleri tutkuyla parlıyorsa
Bu sevgi yırtılmalıdır parça parça
Her parçası atılmalıdır bir yana
Ama gözünü sevgide açan
Yılmak bilmez sevgi korsanlarından
Bir kuştur ki yavruyken düşmemişse
Geçmez bir daha avcının eline
Koydunsa bul hangi gökte izi var
Yerini bilen hangi dağlar
Hangi dallara tutunmuşken şimdi
Bilinmez hangi uzaklara gitti
Şimdi hangi mavilerde yüzüyor gökleri
Hangi bitmez dalgalarda geçiyor denizleri
Leyla'nın babasıyla annesi
Öğrendiler ki Kays geldi
Kulaktan kulağa söylentiler
Kays'ın oldu Leyla artık dediler
Bir gün annesi dedi ki Leyla'ya
- Bırakmıştık bu sevgiyi zamana
Umduk ki her sevgi gibi ölecek
Bir sudur kıyımızdan çekilecek
Ama baktık ki damlayken deniz oldu
Geldi toprağımızı suya boğdu
Bu ne biçim sevgi hiç bitmiyor
Nedir başımıza geldi ki gitmiyor
İyice işit dediğimi
Baban başkasına veriyor seni
Yakındır kurulur düğün dernek
Sakın olmaz deme giderayak
Çöl tutkunu bir mecnuna varmaktansa
Kays'ın tutkusuyla yaşamaktansa
Gel sen beni dinle hayır deme
Alınyazını benimse sevinçle

Leyla'nın annesine söyledikleri

Ben alınyazımı kendim yazmak isterim
İstemediğim şey yazgım olamaz benim
O bir suysa ben onu istemişsem
Ancak onun sularıyla çoğalır denizlerim
Göklerim artık onun mavisine boyansın
Artık onun yeşiliyle yeşersin çiçeklerim
Sevinçlere bir kanat vuruşla gideceksem
Onun maviliklerinden geçebilmek isterim
Ben alınyazımı kendim yazmak isterim
İstemediğim şey yazgım olamaz benim

Annesinin Leyla'ya söyledikleri

Yürek bir çocuktur ister ki ilkyazlar
Birden bir sevinç olup yazlara vurulsunlar
İster ki yürek birden çekilsin bütün sular
Birden bir yeşillikte uzansın ovalar
Yürek ister ki bitsin bütün kara parçaları
Görünmez bir kaynaktan birdenbire taşsın sular
Yürek bir yalnızlık ister yalnızlığın içinde
Bir yalnızlık ki onunla yıkılsın yalnızlıklar
Yürek ister ki bütün dağlar
Yükseklikten yorulup enginlere koşsunlar

Annesinin Leyla'ya söyledikleri

Korkusuzluk umduğumuz denizlerde her korsan
Bize bir korku biçiyor uzaktan
Sevinçler umduğumuz genişlikte her zaman
Bize tuzaklar örüyor karanlıklar durmadan
Nasıl olsa yalnızlıktır varacağımız kıyı
Bir yalnızlık kuralım ki sonunda yalnızlıktan
Bir dinginlik tadı doğsun umulmazı ummayan
Bir yalnızlık ki bizi kendinde yok saymayan
Korkusuzluk sandığımız denizlerde her korsan
Bize ölüm kuruyor uzaklardan

Leyla'nın annesine söyledikleri

İstiyorsun ki ilkyaz gelip de
Çayır boydanboya çiçeklenince
Bir yaz gelsin kurutsun çiçekleri
İnsin sevinçlerin orta yerine
Denizi çöl yapsın gökleri boşluk
Kimine ölüm saçsın yoksulluk kimine
İstiyorsun ki her tutku
Umutsuzlukla kapansın kendi içine
Nasıl büyük karlar kuruyorsunuz
Deniz boydanboya çiçeklenince
Saman sarısı bir ay geceyi yıkarken
Yıldızlar yalnızlığa umutla parlarken
Yüzeyde her sevincin sustuğu saatler
Uykulara susmuşken güzellikler
Bir yanda umut zaman kadar genişken
Öbür yanda çöl kendine çekilmişken
Kuşlar uyurken küçük uykularını
Çocuklar unutmuşken bütün korkularını
Bir güneş gibi saçıp bütün ışıklarını
Bir sabah bekleyişi ezerken kuşkuları
Çiçekler serin bir dinginlik içinde
Uzanırken düşlerin sevincine
Gene Kays bir sevinçle buldu Leyla'yı ama
Baktı yeni korkular dadanmış umutlara
Sordu - direnç kaleleri mi yıkılacak
Sevgimiz bu savaştan yenik mi çıkacak
Dedi Leyla - çoktan bitti savaşlar
Eski dallardan gitti eski kuşlar
Eski dağlar çoktan indi ovaya
Leyla çoktan yok dedi yalnızlığa

Leyla'nın Kays'a söyledikleri

Tanyeri ağarıyor artık gündüzü söyle
Böyle yorgun bir güneş gölgelenmez geceyle
Umut artık yıktı umutsuzluğu
İstersen deniz de bugün bütün çöllere
Sende yücelmekten öte güzellik kaldırıldı
Varlığın anlamını verdi çöllere bile
Artık böyle bir sabah başlıyorken
Her türlü çirkinlik yasak güzelliklere
Şimdi artık yepyeni yollara çağrılıyız
Artık büyük yolcularız duraksız gidişlere

Kays'ın Leyla'ya söyledikleri

Duruşlar haber verdi gidişleri
Bize çöller öğretti denizleri
Yağmurlardan sonra büyük bir güneş
Bulut özletir gibi mavileri
Kaldırıldı bütün olmazlıklar
Yokluklar varlığınla güneşlendi
Artık geçitsiz dağlara bile yol de
Hiçbir duruş tutamaz sevinçleri
Bir tutkunun anlamı olabildin
Dünyamıza getirdin ölmezliği

İlkışıklar süzülürken yere
Ufuk geçit verirken ilk güneşe
Karanlık sessizce mavileşirken
Papatyalar sarıya değişirken
Giyinirken kendini bütün dallar
Birer yeşil anı gibi yazılırken ağaçlar
Kuşlar ilk serinliklerini uyurken
Böcekler ilk şarkıya koyulurken
İlk beyazlığı içerken sular
Düşlere gömülürken son kuşkular
Yalnızlık çekilirken uykulardan
Dinginlik çekilirken mor sulardan
Birkaç bulut aydınlanan ufukta
Pembe bir başlangıcı anlayınca
Birkaç kuş erken vurulmamak için
Sınırlarından kaçarken şehrin
İlk öfkeler bilenmeden sabaha
Kapılar açılmadan yıkımlara
Umutsuzluk bırakıldığı yerde bitti

Kays'la Leyla çok uzaklara gitti
Şimdi onları bütün söylentiler
Çok değişik biçimlerde belirler
Şimdi anlatılır ki Kays ve Leyla
Birer bitmez sevinçtir uzaklarda
Derler ki o sabah umutlara değiştiler
Bütün açmazlarda kesin bittiler
Yalnızlığın çölünü bir günde geçtiler
Mavi kıyı ülkelerine gittiler
Ama Kays'dan çölde kalan anılar
Çöllerin genişliğine yazıldılar
Leyla'nın bütün bir bekleyişi
Umutlara tanrı diye bilindi
Derler ki çölü kuran altın kumlar
Biraz Kays biraz da Leyla'dırlar
Her çölde bir Kays ışığı yanar
Her bekleyişte Leyla'nın adı var
Hâlâ çölde Kays'ın gözleri
Aydınlatır masmavi sevinçleri
Hâlâ çölde Leyla'nın tutkusu
Yıkar bütün yalnızlık korkusunu


Afşar Timuçin
Destanlar

29 Aralık 2014 Pazartesi

Tahir İle Zühre

Ayrıdır dünyamızın zamanları
Her zamanda gelir geçer bu yoldan
İyi kötü her çeşit yolcu
Bu her gün kendimizi daha anladığımız
Denizinde tek damla olduğumuz
Bu uzun yolculuğu
Adam vardır çöllerden çöllere geçirir
Adam vardır su başında gölgelerde
Dağ doruklarında yüceltir dinlendirir
Ona yeni sevinçler katar her adımda
Adam vardır yoktan kurar güzeli
Adam vardır güzeli yok eder
Dostlar açık söyleyelim söyleyeceğimizi
Adam vardır ardında is bırakır
Adam vardır ardında iz bırakır
Birincilere söyleyecek sözümüz yok
Varolsun ikinciler

Anlatacağımız masal şöyle anlatılır
Çok eski zamanlarda bir ülkede
Bütün padişahlar gibi dingin mutlu
Bütün padişahlar gibi rahat ve umutlu
Yüceliği kendinden
Bir yüce Padişah varmış
Hiçbir şeyi eksik değilmiş dünyada
Sultan gözünün içine bakarmış
Halk desen kul köleymiş uğrunda
İsteyebileceği her şeyi elinin altında
Yok diye bir söz ömründe duymamış

Ama yok diyebilmeyi öğrenmiş daha sonra
Padişah'ın da Vezir in de çocuğu olmuyormuş
Çocuk bir yağmurdur ana-baba tarlasına
Onlarınkine damlası düşmemiş
Çorak topraklar gibi kalmışlar
Duru ve yakıcı bir yaz ortasında
Kendini uyuyan bir çöl gibi
Su yüzü görmeyen gökler gibi

Masallarda yüceden çıkagelir
Her aradığımız bizim
Bakarsın bir su başında bir çalı dibinde
Yıllardır umduğun doğmuş sana
Sana bütün duyarlığıyla bütün sevinciyle

Bir gün şehre her dokunduğu hastalığa
Sağlık getiren bir hekim gelmiş uzaklardan
Yerleşmiş bir yıkık kulübeye
Bir bilgenin gücüne uygun olan
Kısa zamanda duyurmuş adını

Bir sabah vakti ona Padişah'ın selamını getirmişler
Padişah seni saraya çağırıyor demişler
Hekim demiş ki -ben de kendi işimde padişahım
İsterse gelsin derdini anlayalım

Padişah Vezir'ini alıp biraz sonra
Usta hekimin kulübesine gelmiş
Yeşil bir sudan ikisi de birer yudum içmişler
Aradan aylar geçmiş
İyi haber yayılmış başkente

Padişah'ın bir kızı olmuş
Gözleri hiç durulmamış denizleri andıran
Vezir'in bir oğlu olmuş
Bakışı gökte yüzen umut dolu bir zaman

Kıza Zühre demişler oğlana Tahir
Yanyana getirilmezse ağlarmış ikisi de
Yanyana getirilirse gülermiş gözleri
Bir araya gelmezlerse yeri göğü yıkarlarmış
Bir arada oldular mı sonsuzmuş sevinçleri

Bari demiş Padişah ve Vezir 
Bunlar birbirine öz kardeş olsun
Aynı yere taşınsın beşikleri
Bunlar birbirini kardeş bilsinler
Biri padişah oğludur bundan sonra
Biri padişah kızı

Çocuklar büyüyünce birbirlerine kardeş demişler ama
Yüreklerine düşen ateşten çıkan ışıklar sarınca yüreklerini
İkisi de birbirine vurulmuş

İkisi de gizlemiş sevgisini
Yasak bir sevgiyi büyütmemek için
Çöle susan sular gibi susmuşlar ;
Kurutabilmek için bütün denizlerini
Yalnızlığa gömülüp beklemişler
Yüce dağın tepesinde kimsesiz bir göl gibi

Ama gözlerinde esen rüzgârlar
Bir ülkeden bir ülkeye selam götürür gibi
Anlatırmış birinden birine ki
Bir su deniz olmak istedi miydi
Karşısına duranı boğar geçer

Tahir de Zühre de boş yere
Yüreklerini zincire vurmuşlar

Yaşayan bir sevinci kim tutup zindana atabilir
Büyüyen bir tutkuyu kim eritebilir karanlık yoklukta
Kim Tahir'e Zühre'siz olmayı
Kim Zühre'ye Tahir'siz olmayı öğretebilir

İyi iyiye zorunludur kötü kötüye
Güzel güzele zorunludur sevinçli sevinçliye
Yüce olan yücelerde yüceleşmeyi arar
Hiçbir şey hiçbir şeyin peşindedir
Yok olan yok olanla çoğalır onurlanır
Var olan var olanla
Bir Tahir bir Zühre'ye
Bir Zühre bir Tahir'e varolacak her zaman

Bir gün sarayın bahçesindeki çınarın
Altında Zühre Tahir'e demiş ki
Bir yüce çağlayandır yüreğimde
Bana esen rüzgârlarını nasıl yok bileyim
Bir tutkudur çözülür karlardan sulara
Yokluğunun karanlığında varolabilir miyim

Günler geçer uzar zaman umut gibi
Nerede düş görsem susmuşluğun görünür
Sensiz bir akşamda kervan gibi konaklasam
Bu benim sensizliğimde kesiksiz ölümümdür

Ne senin yüreğinde bir rüzgâr kalmalı
Benim ağaçlarımı sarsmadan geçen
Ne benim yüreğimde denizler olmalı
Mavisi senin kıyılarını süslemeyen

Ne benim dışımda sen
Bir umut taşımalısın gecelerden gündüzlere
Ne ben kapımı açmalıyım
Senin beni çağırmadığın seslere

Bir yüce çağlayandır yüreğimde
Seninle kardeş olmayı ister miyim
Kim tutabilir beni sana koşmaya
Korkuları öfkeleri yasaları dinler miyim


Aldı Tahir

Ben senin varlığının yarısıyım
Sen benim varlığımın yarısısın
Ben Padişah'ın oğluyum
Sen o Padişah'ın kızısın

Sensiz olmak dünyayı boşluk gibi
Aralıksız bir acıyla geçmektir
Sensiz olmak yokluğa karışmaktır
Sönmüş bir güneş gibi

Ellerim dokunsa ellerine
Yüreğimde dünyalar değişir
Her baktığın karakış yaza döner
Her dokunduğun çirkin güzelleşir
Bir duvardır gerilmiş aramıza
Seni bana ulaştırmayacak
Ben ne kadar sensiz olamasam da
O duvar bizi yakınlaştırmayacak

Ben belki uzun uzun yanıp
Küllerimi sana vereceğim
Ey sen benim yüreğim benim vazgeçilmezim
Ayrılıkta yaratıldık ne diyeyim

(Dünyada tam dört çeşit insan vardır
Birincisi kendi kendinin efendisi olmak ister
İkincisi başkasının efendisi olmak ister
Üçüncüsü kendi kendinin kölesi olmak ister
Dördüncüsü başkasının kölesi olmak ister
Kendi kendinin efendisi olan
Başkasının efendisi olmak istemez
Başkasının efendisi olmak isteyen
Kendinin efendisi olmak istemez
Kendi kendinin kölesi olanla
Başkasının kölesi olan çok benzer birbirine
Kendi kendinin kölesi olan neyse ne
Başkasının kölesi olmak isteyen
İnsanın da hayvanın da en kötüsüdür)

İşte böyle bir köle
Padişah'ın kölesi
Tilkiden kurnazlığını çalmış
Maymundan oyunculuğunu aşırmış
Köpekten kuyruk sallamayı öğrenmiş
Kediden yaltaklanmayı
Yılandan soğukluğu çekip almış
Kargadan leş yemeyi kaldırmış
Sinekten pis olmayı

İşte böyle bir köle
Padişah'ın kölesi
Kötünün kötüsü bir köle
Bir gün Tahir'le Zühre'ye demiş ki
Siz kardeş değilsiniz
Beşikten beri birbirinizi sevdiniz
Sizi yan yana koydular
Size kardeş dediler
Yoksa sen Zühre Padişah'ın kızısın
Sen de Tahir Vezir'in oğlusun
Sevin birbirinizi
Benden öğrendiğinizi söylemeyin kimseye


Aldı Tahir

Bir sevinçtir güneş gözlerine
Gözlerimi kırpmadan bakabilmek
Bilerek sevinerek yüreğimi
Senin yüreğin gibi duyabilmek

Bir gün uzantısıdır saçından
Çocukların sevindiği baharlara
Hiçbir korku göğünde uçmayan
Bir rüzgârsın deli uçurtmalara

Gözlerinden gemiler gelir geçer
Bir akşamüstü varır Hindistan'a
Hiçbir bilinmezliğe uğramayan
Bir denizde gidişler sunar sana

Bir mavisin her kanatla geçilmeyen
Bir bulutsun yağmayan her tarlaya
Bir sevinçsin konmazsın yalnızlığa
Her kalakalmışlığa sığmayan umutsun

Yenisin her yürüdüğün sokakla
Bütün dinmezliklere bir yokuşsun
Ilıksın yağmurlusun beyaz bir karakışsın
Yokluğunda yanan her Afrika'ya


Aldı Zühre

Önce büyük bir korkuydum yanında
Yokluğunu alın yazım bilirdim
Bir kopmuş yaprak gibi düşerdi
Sana uzanmak isteyince elim
Şimdi eski bir maviyim kanında
Göklerden biçilip getirildim
Sarı sonsuzluklardım buğdaylarda
Sonra umutlarını yurt edindim

Yıkandı savaşlarda yazılan bütün kanlar
Yeşilini gözlerinden alan gür denizlerle
Yalnızlıklar inançlara değişildi
Süsledin topladığın çiçeklerle

Seni hiçbir çağ yok edemeyecek
Sen toprağa zorunlu tohumsun
Sen bütün dokunuşlarımda duyduğum
Yağmursun diriliksin eksiksiz umduğumsun

Ben sana hiç diyemem ki - kırıldım
Sedef saplı bir bıçaktım kınımda
Önce yoktun mahpusluğu yaşadım
Şimdi varsın özgürünüm yanında


Gene aldı Zühre

Ben bir uyku değilim uyandır
İlk sabah beyazlığı gibi yanına al
Senden başka hiçbir şey sevindiremez beni
Ey bütün çiçeklerimi taşıyan en güzel dal

Seninle bütün ülkeler bütün yokluklarını
Bir bitmişliği kaldırır gibi kaldıracak
Dünyada her şeyin sarsıldığı yerde bile
Bir senin başeğmeyen yüceliğin kalacak

Nice denizler vardır dalgalanmak ister de
Bir türlü kıpırdatamaz dalgalarını
Nice rüzgârlar vardır esmek ister
Düşer kalır bir yamacın üstüne

Sen gidilemeyen deniz esmeyen rüzgâr
Yeşermeyen yaprak gelmeyen sonbahar
Yürünmeyen yol dik duramayan duvar
Olamayan kesinliğisin dünyamızın

Ben senden bir umutsuzluk düşlemem boşuna
Gerçek yüceliğindir sarsar denizlerimi
Ne büyük bir aydınlıksın ki varlığınla
Bütün karanlıklardan soydun gecelerimi

Köle Tahir'le Zühre'ye kardeş olmadıklarını
Söyledikten sonra koşmuş Sultan'a
Eşikte yüz sürmüş
Uzanmış etek öpmüş
Buyruk verin boynum vurulsun demiş
Çabuk benim gözlerimi oydurun
Oydurun da görmeyeyim bir daha
İki kardeşin birbiriyle seviştiğini
Tahir Zühre'yle kardeş değildir artık
Artık biri öbüründen ayrılacak dal değil
Biri yağmursa öbürü bulut artık
Biri kuşsa öbürü gök
Biri bir dünyanın bir yarısı
Öbürü öbür yarısı
Biri ışıksa öbürü gün
Biri karsa öbürü kış

Sultan çılgına dönmüş bunu duyunca
Ben o Zühre'nin anasıysam demiş
Eğer Zühre kızımsa
Bu sevgi burada ikiye bölünür
Başı bir yanda olur gövdesi bir yanda

O gece o yumuşak Padişah'ı
Doldurdukça doldurmuş Sultan
Zühre padişah kızıdır
Vezir oğluna yaraşmaz demiş
Ya demiş hiç kalır geriye bu sevgiden
Ya da ben bu sevgiyi elimle boğarım

Sen ne yapacaksan yap
Göster babalığını

Padişah sevginin zincire vurulamayacağını
Bile bile Sultan öyle istedi diye
Zühre'yi sarayda bir odaya kapattırmış
Tahir'i kovmuş saraydan

Sevgi denen şey büyüktür
Odalara saraylara konaklara sığmaz
Sevgi bir kuştur
Evcilleşemeyen bir kuş
O kuş kafeste durmaz

Sevgi denen şey yücedir
Onuruna yediremez sönmeyi
Sevgi denen şey kendini horlamaz
Benimsemez yolundan dönmeyi

Sevgi denen şey sonsuzdur
Ne zaman tanır kendine ne de yer
Kendini hiçbir şeyde sınırlamaz
Sevgi denen şey sevgisizden korkmaz
Direnir
Doğru sayar kendini tek yücelik bilmeyi

Zühre kapatılmaya giderken demiş ki kendi kendine

Nasıl bir ağaç köksüz yaşamazsa
Zühre de Tahir'siz yaşamayacaktır
Zühre'nin Tahir'i sevdiği sevgi büyüktür
Sizin dar odalarınıza sığmayacaktır

Taşacak görürsünüz dağ bayır dinlemeyecek
Sel olup basacak bütün toprakları
Yıkmayı varlığının tek ödevi bilecek
Bütün sevgisizlikleri ve bütün yalnızlıkları

Kendisiyle çoğaltacak çoğalmak isteyeni
Çiçekten halı gibi örtecek dağları
Sulayacak köklerine sıkı sıkı tutunan
Ağaç olmayı seven bütün ağaçları

Bütün küçük sevgileri utandıracak
Tek tek tutsak edecek sevgi korsanlarını
Kendini sonsuza dönük bir sevgi sananları
Eksiksiz yansısında kendine gösterecek

Sevgiyi bilmeyen için sevgi yaz rüzgârıdır
Sabah başlar akşam bir başka yerde biter
Gerçek sevgi üstünde yaşanan bir topraktır
Ya üstünde yaşatır ya derinine çeker

(Ey kardeşler
Size iyi bildiğiniz
Ama her duyuşta bir kere irkildiğiniz
Bir gerçeği söyleyeyim
Dünyamızda yaşayan insanların çoğu
Yaşamayı sevmiyor
Yaşamak onlar için en kolayından yürünüp
Tüketilmesi gereken bir zamandır yalnızca
Onlara göre yaşamak boştur yalandır
Ve eğer şu kadarcık tadı varsa
O da maldadır padişah olmada sultan olmadadır
Boyun eğmede boyun eğdirmededir
Onlar için bir şeyi sevmek
O şeyi kendine alıp saklamaktır

Vermek isteseler de veremezler
Yoktur verecekleri
Soluk soluğa oradan oraya atarlar bedenlerini
Orada burada boş yere yorulurlar
Dizleri tutmaz gözleri görmez olunca da
Harcadık yaşamımızı der dururlar

Ey kardeşler
Üstünde yaşadığımız toprak
Onlardan çekti bütün çektiğini
Biz sevmeyi bilenler de onlar yüzünden

Kapatılmış odalarda eridik
Ey kardeşler
Başınızı ağrıttım
Bağışlayın beni

Size bu konuda son bir sözüm olacak
Hep birlikte yaşamayı sevelim
Bilelim ki yaşam bir kişilik değildir
Ve bir kişilik olmayacaktır hiçbir zaman
Yaşamak bir denizdir gözalabildiğine
Biz onun suları dalgalarıyız
Biz onun gemileri kaptanlarıyız
O vardır ve bizsiz de olabilir
Biz onsuz olmayalım
Başınızı ağrıttım
Bağışlayın beni)

Köle koşup haberi yetiştirmiş Tahir'e
Demiş ki sarayda bir odaya kapadılar sevgilini
Kök toprakta çürür gibi çürüsün diye
Orada kan döküyor yaş yerine
Git ey Tahir zorla yolları
Kapıları zorla
Yoksa bir de bakarsın ki düğün dernek kurulmuş
Komşu padişahın oğlu koca olmuş sevgiline

Duyunca Tahir ki canından ayrı tutmadığı
Zühre'si bir odaya kilitlidir
Gizlice saraya koşmuş akşam
Zühre'nin adını alçak sesle ünleyerek
Dolaşmış durmuş sarayın dört yanını
Sonunda bir pencerede aydan parlak
Yüzü görünmüş Zühre'nin
Solgun yarı ağlamaklı yarı bitik
Ama birdenbire gelen bir sevinçle parlayan
Gözlerini dikmiş Tahir'in gözlerine
Uzun uzun bakmış


Aldı Zühre

Kaçırma gözlerini gözlerimden
Bakışım bakışlarına doysun
Belki son görüşümdür seni
Belki yakında Zühre'siz olursun

O zaman bütün sularda bakışlarımı
Ellerinle tutarcasına görebilmek için iyi bak bana
Düğümle bakışını bakışıma
Gözlerim gözlerinde yok olmasın

Bastığın toprakta beni bil o zaman
Sana dünyayı gösteren güneşte beni gör
Yüzüne vuran rüzgârda beni tanı
Yağan yağmurda ıslan benimle

Ama sakın yok sayma Zühre'ni
Sakın gelmez bir yola gitti deme
Sonsuz ve eksiksiz senin olan şeyi
Yokluğun derinliklerinden bekleme

De ki Zühre'm yüreğimde ısıdır
Gözlerimde bakıştır sudur denizlerimde
Başkaları öldürsün ama sen yaşat beni
Ölüm adında birini sevme benim yerime


Aldı Tahir

Sensizlikte bir gün bile sevindi mi ki
Tahir sen olmayınca sevinsin
Sensizlikte bir gün bile yaşadı mı ki
Sen olmadığın zaman Tahir yaşayabilsin

Can bedenden ayrılınca sürmez
Beden candan ayrılınca topraktır
Şunu bil ki sen yok olduğun günde
Artık bu dünyada Tahir olmayacaktır

Sevmeyi bilen ölmeyi de bilir
Ama yaşamayı değişmez ölüme
Sevgi ancak biz yaşarken çiçeklenir
Sevgi denen şey ölümün neyine

Çıkar at yaşarlığından bütün ölümleri
Kendini bir güneş kadar ölmez bil
Sen benim Zühre'msin yıldızımsın
Çevir ışıklarını gözlerime

Bana bak ki ben de görebileyim
Direneyim seninle yaşamaya
Ölüm saçanları alsın götürsün ölüm ,
Ne sana gelsin ölüm ne bana

Tahir'le Zühre'yi bir çalı dibinde gözetleyen köle
Sıcağı sıcağına yetişmiş Sultan'a
Bütün kötüler gibi dupduru görünerek
Buluşmayı uzun uzun anlatmış
Sultan o gece gene zorlamış Padişah'ı
Tahir denen nankör bir zindana
Kapatılmaz da sonunda direnip
Eğer Zühre'yi kendine bağlarsa
Bu sarayın altı üstüne gelir demiş
Ortalığı elimle boyarım kana
Aklından çıkarma ki Padişah'ım
Zühre Vezir'in oğluna varamaz
Benim aklım o sevgiyi anlamaz
Biliyorsun kızımız
Komşu padişahın oğluna varacak

Ertesi gün atlılar elini kolunu bağlayıp Tahir'in
Uzak bir şehre götürüp bir kaleye kapamışlar
Tahir orada acısını içmiş yudum yudum
Sevdiğinden saydığından uzakta
Günler geçmiş mevsimler değişmiş
Biçimden biçime girmiş bulutlu gökler
Bir yıl bir yılı kovalamış
Ama her seven gibi o da
Söndürmemiş bile bile yaktığı ateşi
Tahir kapatılınca kaleye

Zühre'yi kapatıldığı odadan çıkarmışlar
Sevgilisi zindanda yatan da mahpustadır
Ne gördüğü maviye mavi demiş Zühre'cik
Ne duyduğu sese ses diyebilmiş
Yalnızca bilmediği uzaklardan
Tahir'ini her gün biraz daha beklemiş

Her geçen kervandan sorarmış Zühre
Tahir' imin kaldığı şehre mi gidersiniz
Giderseniz kaleye de uğrar mısınız
Uğrarsanız zindancıyı görür müsünüz
Görürseniz zindancıya der misiniz
Zindancı evet derse bu mektubu
Tahir'e verir misiniz

Bir bilsem ki yüreği sevinçtedir
Yaşıyordur dingindir
Bir bilsem ki bugün de o benim Tahir'imdir
Kimsesizliğim birden silinecek

Her geçen kervandan sorarmış Zühre
Tahir'imin kaldığı şehre mi gidersiniz

Kimi gitmem o şehre ben demiş
Kimi gitsem de zindana uğramam
Uğrasam da zindancıyı bulamam
Zindancıyı bulsam da anlatamam

Günlerden bir gün bir kervanda bir keloğlan
Almış Zühre'nin mektubunu koynuna koymuş
Sen üzülme bacı demiş ben ne yapar yaparım
Veririm mektubunu Tahir'ine

Keloğlan verdiği sözü tutmuş
Araya araya kaleyi bulmuş
Zindancıbaşıyla bir güzel konuşmuş
Bu dünyada sevgiye hançer vuran onmaz demiş
Sevenleri koruyanın dünyası cennet olur
Al zindancı bu mektubu Tahir'e ver

Ver ki
Ne orada sevdiği erim erim erisin
Ne burada Tahir yok olsun bir düş gibi

Keloğlanın zindancıbaşıya
Zindancıbaşının Tahir'e verdiği mektup der ki

Sabah uyanır bağlarım bakışımı ufuklara
Akşamlar ufukları yok edinceye kadar
Yollardan herkes gelir herkes geçer
Anladım yollar seni getirmeyecek bana

Sarayların zindana dönebileceğini
Söylerlerdi de ben duymazdım
Sen buradayken zindan nedir bilmezdim
Yokluğun sensizliği öğretmektedir bana

Ne gündüzün gündüzlüğü belli artık
Ne gecenin gece olduğu doğru
Geniş bir kıraç toprak gibi uzuyor
Tahir'siz bir Zühre olmanın yolculuğu

Koşup gelsem zindan kapılarına
Kara duvarlar göstermez yüzünü
Ölüm belki dindirirdi acımı
Ama tuttun yasakladın ölümü

Sevinmek neyin adıdır çoktan unuttum
Bilmiyorum neye denir yüce neye denir güzel
Senden ötesi yokluktur benim tek varlığımsın
Seni örten duvarları yık da gel

Tahir'in yüksek sesle okuduğu mektubu
Hücrenin kapısından duyan zindancıbaşı
Demiş zindancıbaşıysam ben
Açarım bu Tahir'e kapıları
Şuramda bir yürek taşıyorsam

Eğer ben zindancıbaşıysam ve insansam
iki canı ayıranla bir olmam
Sevgiye hançer çekmem
Şuramda bir yürek taşıyorsam
Açarım bu Tahir'e kapıları

Gece yarısı açmış Tahir'in kapısını
Çabuk demiş torbanı bağla sopanı al
Öbür yatanlara duyurmadan çık
Al bu ekmeği koy torbana
Yolun uzun olmasına uzun ama
Sevdiğine giden bir sevgilisin
Yol engel olmaz sana

Tahir üç gün üç gece yol gitmiş
Bir gün doğumunda varmış saraya
Kimseye görünmeden sokulmuş
Zühre'nin penceresinin altına
Onun adını bir iki ünlemiş
Zühre uyanmış çığlık çığlığa


Aldı Tahir

Gene kapılar yolumu sana açtı
Gene yollar beni getirdi sana
Yıllar geçti neredeyse inanacaktım
Seni benden ayıran duvarlara

Yarattığına şaşan yaratıcı gibi
Sevgimiz ürkütüyor yüreğimi
Ellerin unuttuysa ellerimi
Çevir gözlerini bak bana

Senle olmak uzun bir bahçeydi
Her gün bir başka çiçekle değişirdi
Birdenbire üstüne çöken katı geceyi
Atabilirse çıkacak sabaha

Nereden bulurlar bu kadar karanlığı da
Durup duran gündüzü gece yapabilirler
Umurumuzda olmayan canavar bir korkuyu
Getirip kapımıza bağlayabilirler

Kötü dediğin böyledir esmekle kalmaz
Bir sevinci aldı mı sonuna kadar yıkar
Bana öyle geliyor ki bu işin sonu kötü
Beni senin toprağından kaldırıp atacaklar


Aldı Zühre

Belki gündüzler olacak gene gecelerden
Sonra bahar gülleri gibi çiçeklenen
Belki inancımızdan da geniş yerlerden
Gelebilecek inançsızlık korsanları

Belki gene mevsimler eskisi gibi değişir
Belki çirkin bütünüyle kopamaz güzelden
Belki güzel yeni bir düzende bulurken kendini
Yeni biçimlerde doğar yeni bir çirkinlikten

Bütün bunlar bir yanlızlığı yaratmaya yetmeyecek
Hiçbir durup kalmaya inanmayan yüreğimde
Ben iyi biliyorum
Denizken çöl olmuş olmayacağım sende

Bir inerek bir yükselerek geçecek
Belki hiç raslanmamış topraklardan topraklara
Ama sende kaynayan sular yerleşmeyecek
Kupkuru bir vadide yalnızlık yatağına

Yalnızlık düşmandır kendine
Kendini kendinde her gün çarmıha gerer
Senle olmak sonsuz bir barışın adıdır
Her gün yeni bir çığ olur sonsuz çoğalmak ister

Köle bu yeni buluşmayı da duyurmuş Sultan'a
Sultan da Padişah'a duyurmuş

Padişah buyurmuş adamlarına
Tahir'i şimdi yakalayacaksınız
Tutup bu iyilik bilmezi
Nehire atacaksınız
Bize ettiği oyunu sulara da etsin edebilirse
Kendini acındırabilir
Sulara söz geçirebilirse
Geçirsin bakalım

Tahir son sözünü söyleyip Zühre'ye
Gözünden son damla yaşı dökerken
Zühre son sözünü söyleyip Tahir'e
Gözünden son damla yaşı dökerken
Tahir'i kıskıvrak yakalamışlar
Götürüp sulara bırakmışlar
Her dalga ayrı bir yere itmiş onu
Onu sular götürüp uzak bir kıyıya bırakmış

Kıyıda selam verip doğan güne
Gene yorgun ama gene dirençli
Geceleri gündüze
Gündüzleri geceye bağladıkça bağlamış
Saraya gelmiş ki ne görsün
Kurulmuş düğün dernek
Zühre iki gözü iki çeşme
Gitmeye hazırlanmış

Tahir sessizce karışmış düğün kalabalığına
Bu benim son savaşımdır demiş

Düğün günlerce sürmüş
Tahir günlerce sağı solu kollamış
Tam gelin alayı yola düzülürken
Zühre görmüş ki Tahir oradadır
Bir yağız atın üstünde hazır

Kimse ne olduğunu anlayamadan
Bakmışlar ki Tahir almış gidiyor Zühre'yi
Padişah'ın adamları ok gibi fırlamış

Yakalamışlar ikisini de
Çalgılar çalınsın demiş Padişah
Düğün alayı birazdan çıkacak yola
Zühre'yi alın götürün
Tahir'i de benim karşıma getirin

Tahir'e demiş ki Padişah
Ölümün eşiğindesin
Bir adım daha atarsan içindesin
Kurtulmak için bir yolun var
Üç şiir söyle bana
Üçünde de Zühre'nin adı geçmesin
Öyle olursa bırakırım seni
Çeker buradan gidersin
Yoksa boynunu vurdururum
Can verirsin Zühre'yi almak yerine


Aldı Tahir

(Bu birinci şiirdir)

Ne zaman gün doğsa şafak sökse
Artık acılar içinde doğacaktır
Akşamlar yorgun düze indiğinde
Gün acılarla yok olacaktır

Bir su bir yol tutar yüceden engine
Enginden yüceye akmaz sular
Su yolunu yüceye değişseniz
Su gene yüceden engine akar

Bir su akışı gibi iyiydi
Çarptı nice dağlara nice kayalara
Su akmaktan yorgun düştü
Dağılınca içildi topraklara

O su eğer su diyorsa adına
Gene bulut olur yağmura döner
Gene yağar dağ doruklarına
Gene yüceden engine yönelir

Su ya sudur ya da su değildir
Suysa akmaktan kalmaz bir kıyıda
Kimse kendi yatağında akmayı bileni
Kapayamaz durgunluğun karanlık kuyusuna


Aldı Tahir

(Bu ikinci şiirdir)

Sabah vakitlerinin söylettiği bülbül
Konuş benim için anlat benim için
Sen ki her söyleyenin dilinden bilirsin
Söyle nerede kaldı sevdiğim gül

Acılarda eridi mi söndü mü umutsuzlukta
Kendini yaşarlığında var saymıyor mu
Yoksa yıldı mı direnmekten
Artık benim dilimden artık anlamıyor mu

Bir kaleydi de yıkıldı mı
Onu tutan toprakların üstüne
Yoksa ona edilenden korktu mu
Kaçacak yer mi arıyor kendine

Umutsuzla umudu mu boşladı
Sevmeyenle öğrendi mi sevmemeyi
Yoksa durup dururken yeğ mi tuttu
İnanmak yerine inanmamayı

Döküldü mü bütün yaprakları da artık
Gül olmayı bıraktı mı kendinden
Bıktı mı usandı mı ezildi mi
Kuş daldan kaçar gibi kaçtı mı artık benden


Aldı Tahir

(Bu üçüncü şiirdir)

O yükseklerimde yaylamdı benim
Enginlerimde yayılan ovamdı
Ben bir evdim onu barındırırdım
O gidince kapılarım kapandı

Deprem gelsin yıksın beni sel alsın
Taş taş üstüne kalmasın bende
Varsın bir yoklukta beklesin
Onun yoluna direnen gölgem de

Bir kaleyim yıkılmış olayım
Dikildiğim toprakların üstüne
Gözlerim sönsün görmeyeyim
Ellerin baktığını ay yüzlüme

Bir avuç kül olsam yarısı ondan
Yarısı bendendir kül oluşumun
Bir gün bir ağaç olup yerde bitsem
Dallar benim yapraklar onundur

Artık sözümü bitireyim
O benim hem gündüzüm hem gecemdir
Adını sorarsanız söyleyeyim
O benim düyada tek ZÜHRE'mdir

Der demez çelik kılıç inmiş
Zühre'yi anan Tahir'in boynuna
Adamlar ölü Tahir'i çıkarmışlar
Zühre görsün diye sarayın avlusuna
Zühre bir şimşek gibi fırlamış yerinden
Tahir'in üstüne yığılıp kalmış
Onların bu son buluşma yerinde
Şimdi iki kişilik bir mezar varmış
Üstünde kendi kendine bir ağaç bitmiş yemyeşil
Her sabah ve her akşam iki çiçek açarmış
Zühre diye yanar dururmuş biri

Biri Tahir diye diye ağlarmış.


Afşar Timuçin
Destanlar

27 Aralık 2014 Cumartesi

12. Kanto

Düşman bir dille konuşan ender bir halkın arasında
Kendilerini bulan ruhun garip efsaneleri değil midir
Eski maskelerin bu hikâyeleri,
Yıldız genişliği hektarlarca önceki miktarda
Bütün geriye kalanlardan unutamadığı bir ruh
Ki orada sınırsız bulutların ortasında dönenir rotasında,
Ya da ağabeyleriyle birlikte şakıyan
Camelot'un peltek dilli eski türkü yapıcıları mı?

Yaşlı şarkıcılar yarısını unutmuş ezgilerinin,
Renk körü yaşlı ressamlar geri gelirler bir kere daha,
Yaşlı şairler hünersizce rüzgâr yürekli abidelerde,
Yaşlı büyücüler yoksunlar keramet bilgilerinden:

Gözlerindeki tuhaf hüzünle dünyanın sönük anlatısı üstüne
Sessizlikte kafa yoranlar bunlar mıdır?


Ezra Pound

17. Kanto

Böylelikle parmaklarımdan fışkırır asmalar
Ve çiçektozuyla ağır arılar
Asma sürgünlerinde ağır ağır kımıldar:
Çir – çir – çir-rik – mırıltılı bir ses,
Ve dallarda uyuklamakta kuşlar.
ZAGREUS! İO ZAGREUS!
Göğün ilk solgun aydınlanmasıyla
Ve tepelerinde kurulmuş kentlerle,
Ve alımlı dizli tanrıçalar
Dolaşır orada, ardında bırakarak meşe ormanlarını,
O yeşil bayırı, etrafında hoplayan
beyaz tazılarla;
Ve oradan aşağı dere ağzına doğru, akşama dek,
Durgun sudur önümde duran,
ve ağaçlar büyür suda,
Mermer sütunlar çıkar sessizlikten,
Mazideki o saray,
sessizlikte,
Işık şimdi, güneşin değil.
Chrysophrase,
Ve su berrak yeşil, ve berrak mavi;
İlerde, o büyük kehribar kayalıklara dek.
Aralarında,
muazzam bir deniz kabuğu gibi kıvrımlı
Nerea'nın Mağarası,
Ve kayık ses çıkarmadan sürüklenir,
Deniz işinin kokusu yok,
Ne de kuş çığlığı var, ne de çarpan dalganın bir sesi var,
Ne de yunusun püskürtüsü var, ne de çarpan dalganın bir sesi var,
Mağarasında, kayanın uysallığında
muazzam bir deniz kabuğu gibi kıvrımlı
Nerea,
uzaktan kurşun yeşili kayalık,
Yakından, kehribar bir koyak,
Ve dalga
Berrak yeşil,ve berrak mavi,
Ve mağara tuz beyazı, ve parıltılı eflatun,
serin, porfir kayganlığında,
denizden aşınmış kaya.
Martı çığlığı yok, yunus sesi yok,
Kum sanki bakır taşından, ve soğuk yok orada,
Işık güneşin değil.
Zagreus, yem vermektedir panterlerine,
ışık altındaki tepeler misali duru çimen.
Ve badem ağaçları altında, tanrılar,
yanlarında, choros nympharum. Tanrılar,
Hermes ve Athena,
Pusula ibresi gibi,
Aralarında, titreyerek
Sol tarafta satirlerin yeri,
sylva nympharum;
Bodur koru, maki ormanı,
maral, genç ala geyik,
hoplamakta katırtırnağı bitkileri arasında,
sarıların ortasında kuru yaprak misali.
Ve tepelerin birinin bitimi yanında,
Memnon'ların muazzam geçidi.
Ötede, deniz, kumul üstünden görünen dalga dorukları
Gecede deniz çalkalar çakılı,
Sol tarafta, servilerin geçidi.
Bir tekne geldi,
Bir adam tutuyordu yelkenini,
Küpeştenin üstüne takılmış kürekle yönlendirerek, dedi ki:
“ Orada, mermer ormanda,
“ taş ağaçlar – suyun dışında –
“ taştan çardaklar –
“ mermer yaprak, yaprak üstünde,
“ gümüş, çelik üstünde çelik,
“ gümüş gagalar kalkar ve kesişir,
“ pruva pruvaya karşı,
“ taş, kat kat,
“ bir akşam parıltısı saçar yaldız. ”
Borso, Carmagnola, zanaatkar, i vitrei,
Oraya, bir seferinde, tekrar tekrar,
Ve sular camdan daha zenginken,
Tunç altın, gümüşteki yangın,
Meşale ışığında boya kapları,
Pruvalar altında dalganın şimşeği,
Ve gümüş gagalar kalkar ve kesişir.
Taş ağaçlar, beyaz ve gül beyazı karanlıkta,
Serviler orada kulelerin yanında,
Gecede karinanın altındadır akıntı.

“Karanlıkta toplar altın
etrafındaki ışığı.” …

Şimdi sırt üstü yatmış yuvasında, yarı eğik böğürtlen çalısı,
Bir gözü denizde, o gözetleme deliği arasından,
Boz ışık, Athene'yle.
Zothar ve filleri, altın etek,
Sistrum, titreterek, titreterek,
Dansözlerin aveneleri.
Ve Aletha, kıyının kıvrımında,
gözleri çevrilmiş denize,
ve ellerinde deniz yosunu
Köpük içinde tuz pırıltısı.
Pırıltılı çayırlık arasından Koré,
çimen içinde yeşil grisi toprakla:
“Bu saat için, Circe'nin biraderi”.
Omzuma konmuş kol,
Gördü güneşi üç günlüğüne, sarı kahverengi güneş,
Kumuldan yükselen bir aslan misali;
ve o gün,
Ve üç günlüğüne, ve sonrasında asla,
Görkem, Hermes'in görkemi gibi,
Ve yola koyuldu oradan
taş alana,
Soluk beyaz, su üstünde,
aşina su,
Ve mermerin beyaz ormanı, eğilmiş dal dal üstüne,
Taştan örülmüş çardak,
Oradaydı Borso, sivri uçlu oku O'na savurduklarında,
Ve Carmagnola, iki sütun arasında,
Sigismundo, Dalmaçya'daki o gemi kazasından sonra.
Güneşin batması uçan çekirge misali


Ezra Pound

29. Kanto

İnci, koca küre, ve içi boş,
Göl üstünde sis, güneş ışığıyla dolu,
Pernella concubina
Yeşil gömleğin yeni ve saçılmış altın elinin üstünde
İster ki oğluna miras kalsın
Umarak daha yaşlı mirasçının savaşta öldürülmesini
Ki öyle cesurdu ki, zehirledi en genç biraderini
Siena'ya yıkarak suçu
Ve bunu bir uşakla yaptı
Getirerek savaşı bir kez daha Pitigliano'ya
Ve uşak pişman olmuş ve anlatmıştı bunu
(daha yaşlı olan) Nicolo'ya,
Babasından o elması geri kazanan Pitigliano
"hâlâ üzerine titrer kapatması Pernella'nın".
Kum o gece tıpkı bir fokun sırtıydı
Parlaktı fenerlerin altında
Via Sacra'dan
(Tritonların hangi çetesinden kaçarak)
Açık havaya yükselip
Hipodromun tepeciği üzerinden:
Liberans et vinculo ab omni liberatos
Sanki dört elle kesişen yollarda
Kralın eliyle ya da sacerdos'un
verilmişti özgürlükleri
- Castra San Zeno'dakileri saymazsak …

Tanrı aşkına Cunizza, babasının ruhunu rahatlatmak için
- Cehennem alsın Zeno'ya ihanet edenleri.
Ve beşinci evladı Alberic'ti
Ve altıncısı Cunizza Hanım.

Cavalcanti'nin evinde
anno 1265:
Sanki tümüyle azat edilmiş gibi serbestçe gitti hepsi
Eccelin'in bütün köleleri, babam, da Romano
Castra San Zeno'da Alberic'le birlikte olanları saymazsak
Ve bırak onlar da gitsin
Bedenlerinde cehennem zebanileri.

Ve altıncı evladı Cunizza Hanım
Ki Richard St Boniface'ye verilmişti ilkin
Ve o kocasından Sordello ayırmıştı O'nu
Ve yatmıştı O'nunla Tarviso'da
Tarviso'dan kapı dışarı edilene dek
Ve bırakıldı Bonius adlı bir askerle
nimium amorata in eum
Ve oradan oraya gidip durdu
"Bu yıldızın ışığı hakkımdan geldi"
Ziyadesiyle kendinden hoşnut
Ve en berbat faturaları çoğaltıp durarak.
Ve bu Bonius öldürüldü bir Pazar günü
ve sonra Braganza'dan bir Lord
ve sonra Verona'da bir ev.

Ve bakıp yer tahtalarından göğe
Dedi ki Juventus: "Ölümsüz…"
Dedi ki: "On bin yıl önce…"
Ya da dedi ki: "Geçerek koninin uç noktasından
Başlarsın kopyasını yapmaya",
Böyleydi dinç Juventus, Eylül'de,
Serin havada, gök altında,
Kızlarının davranışı eleştirilmiş olan
Cenaze levazımatçısının evi önünde.
Fakat yaşlı adam kendisini nasıl hissettiğini bilmiyordu
Hatırlamıyordu da bu lakırdıya yol açan şeyi.
Dedi ki: "Bildiğim şeyi, biliyordum,
"Bilgi vazgeçebilir mi bilgi olmaktan?"
Daha yaşlı ihtiyarın çayırlığında
Sürdürdü dolanmasını:
"Her şeyin en hafifidir madde,"
"Tahıl kabuğu, topak topak, fırlatılmış, döndürülmüş eterde,"
"Kuşkusuz ki ezilmiş ağırlıkla,"
"Işık da gözden kaynaklanır;"
"Başımın üstündeki kürede"
"Çapı yirmi adım, çapı otuz adım"
"Camsı, parıltılı yüzeyi –"
"Pek çok yansımalar var"
"Ki böylelikle insan izleyebilir onların dönüşlerini ve hareketlerini"
"Başları şimdi aşağıdadır, ve şimdi yukarıdadır".
Daha sonra iflas etmiş olan
Minerallerin amatör araştırıcısına doğru gitti;
Fotoğraf makinesi sahibi, yörenin gülünç adamı Jo Tyson'un evinin
Önünden geçti; çarpık bacaklıydı kızı
Ve evliydi meclis üyesi birinin oğluyla.

O-hon dit que-ke fois au vi'-a-ge …

İşlerinde kalabilmelerine engel aşırı kültür sahibi
Emekli üç papazın evini geçti.
Kavrulmuş lokumlara duyulan özlem
Özlemi çağırıyordu
(Kişilerin ozmozundan bahsedelim)
Fonografinin iniltisi onların iliklerine işledi
(Haydi biz …
Pornografinin iniltisi …)
Ağustosböcekleri devam eder kesintisiz.
Nafile bir boşlukla döner evlerine bakireler
Nafile bir kızgınlıkla
Döner meskenine on sekizlik delikanlı,
Caz bandosu vurup durdu ve vurup durdu,
Elli yaşındaki centilmen düşündü
Belki de tam böyle olması da iyi diye.
Nasılsa öyle kalsın her şey.

Mitolojik dış görünüm yatar ormandaki yosunda
Ve Darwin hakkında sorular sorar O'na.
Ve hayal görüntüsünün yanan ateşiyle
"Deh! nuvoletta …" diyerek cevap verir
Böylelikle kendisinin gidişinden pişman olabilirdi kadın.
Yosunun koyda sürüklenişi:
Bir rehber, bir akıl hocası ararken kadın,
Amaçlardı erkek onurlu bir kariyeri
Atalarının izinden gidebilmek adına;
Daha büyük bir anlayışsızlık olur mu?
Gençle genç arasındakinden
Daha büyük bir anlayışsızlık bulunmaz.
Genç anlamaya çalışır;
Orta yaşlı ise arzusunu tamamlamaya.
Deniz yosunu neredeyse kurudu, ve suyun üstünde şimdi,
sürüklenir bellek, yosun, aheste gençlik, sürüklenir,
Yayılmış kaya üstüne, ağarmış ve suyun üstünde şimdi;
Wein, Weib, TAN AOİDAN
Bunların en asli olanı ikincisidir, dişi olan
Bir elementtir, dişi olan
Kaostur
Bir ahtapot
Biyolojik bir süreç
ve bizler çabalarız tamamlamaya …
TAN AOİDAN, arzumuz, sürüklenir ….
Ailas e que'm fau miey huelh
Quar no vezon so qu'ieu vuelh.
Dut yaprağımız, kadın, TAN AOİDAN,
"Nel ventre tuo, o nella mente mia,"
"Evet, Han'fendim, tamamen, bir şeyi
Hakkını vererek yapmış olsaydınız".
"Faziamo tutte le due …"
"Hayır, palmiye odasında olmaz". Hanımefendi
Palmiye odasının çok soğuk olduğunu söyler. Des valeurs,
Nom de Dieu, et
encore des valeurs.

Bir denizaltıdır kadın, bir ahtapottur, kadın
Biyolojik bir süreçtir,
Böylelikle döndü orada Arnaut
Üstünde taşa oyulmuş dalga deseni
Kule tepesi aynı düzeyde kuyu kenarıyla
Ve kesme taştan kule üstündeydi onun, diyerek:
"Ölümden sonraki hayattan korkuyorum".
ve bir moladan sonra:
"Şimdi, nihayet, şaşırtabildim O'nu".
Ve başka gün ya da akşam gün batımına doğru arenada
(les gradins)
Bilekte küçük bir dantel
Ve çok temiz de olmayan bir dantel…
Ve ben, "Fakat bu beni mağlup eder,"
"Beni mağlup eder, yani ki anlamıyorum bunu ben;"
"Onların içindeki bu ölüm aşkını".
Kişilerin ozmozunu göz önünde tutalım
nondum orto jubare;
Kule, fildişi, berrak gök
Fildişi bükülmez güneş ışığında
Ve soluk berrak gök
Dar kalçalı Phoibos,
Keskin serin hava,
Kesik çiçek rüzgârda, Helios yanında
Işık kenarının Efendisi, ve Nisan
Uçuşmuş Tanrı ayakları etrafında,
Bir eşek arabası üstündeki güzellik
Oturur beş çamaşır çuvalı üstünde
Perugia yakınında, San Piero'ya götüren
Yol olmalı bu. Gözler kahverengi topaz,
Kahverengi kum üstünde dere suyu,
Beyaz tazılar yamaçta,
Suyun süzülüşü, ışıklar ve karina,
Geceden çıkan gümüş gagalar,
Taş, dal üstünde dal,
lambalar akar suda,
Gölgesinin siyah gövdesi yanında çam ağacı
Ve tepede gölgenin siyah gövdeleri
Ağaçlar erimiş havada.


Ezra Pound