Şiir, Sadece: 2014-01-19

25 Ocak 2014 Cumartesi

Hırpalanmış Kuşlar

Tocopilla’nın yücelerinde uzanıyor nitratın pampası,
çorak topraklar, tuz madenlerinin utanç lekesi, gölgesiz,
zamansız, tek bir yaprağı, tek bir kınkanatlı böceği,
tek bir çayırlığı bile olmayan çöl.

Orada oluşturdu denizin garuma kuşu yuvasını,
çok uzun zaman önce, o ıssız ve sıcak kumda,
yumurtladı orada yayarken kıyıdan
kaçışını, tüyden dalgalarda,
yalnızlığa doğru, o uzak
dörtgenine doğru çölün
hayatın uysal hazinesinde giyinmiş.

Denizin güzel ırmağı, aşkın
yabanıl yalnızlığı, rüzgârın kuş tüyü
kıvır kıvır manolyanın güllesi için,
damarlardaki kaçış, hayatın bütün itkilerini
topladığı birleşik bir ırmaktaki
bildik titreyiş:

böyle şeneltildi bu kıraç tuz,
böyle taçlandırıldı bu çorak toprak tüyle,
ve kaçış yumurtadan çıktı kumda.

Geldi insan. Belki doldurdu
sefaletini çölün
yolunu yitirmiş solgun ışığıyla, çölde deniz gibi
titremiş kuş cıvıltılarının dallarıyla,
belki kamaştırdı beyazlığın gıcırdayan
yayılışı onu bir yıldız gibi,
fakat izledi başkaları izini onun.

Şafağa doğru bastonlarla geldiler
ve sepetlerle, soydular hazineyi,
hırpaladılar kuşları, mahvettiler
tüylerin gemisini bir yuvadan öbürüne,
tarttılar yumurtaları ellerinde ve ezdiler
içinde yavru bulunanların hepsini.

Işığa kaldırdılar onları ve fırlattılar
çölün toprağına, kaçışın ve çığlığın
ve öfkenin dalgası
ortasında, ve kuşlar serptiler
bütün hiddetlerini o işgal edilmiş havada,
ve örttüler güneşi bayraklarıyla:
fakat yıkım ezdi yuvalarını onların
hızla çevrilen bastonlarıyla ve denizin çöldeki
kenti dümdüz edildi toprakta.

Daha sonra, akşamın sisten
ve ayyaşlıktan salamurasında, işitti kent
sepetlerin gidişini satmak için
deniz kuşlarının yumurtalarını, o yabanıl meyveler
çorak topraktan, yalnızlık olmadan
mevsimler olmadan hiçbir şeyin hayatta kalamadığı
ve saldırıya uğramış, kızgın tuz.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"dan

Hiçbir Özür Verilmez

Talep ediyorum toprağı, ateşi, ekmeği, şekeri, unu,
denizi, kitapları, herkese bir anayurdu, bu yüzden
dolanıyorum bir mülteci olarak: hainin yargıçları
takip ediyor beni ve terbiye edilmiş maymunlar gibi
onların yardakçıları deniyorlar benim anımı boğmaya.
Onunla gittim ben, onunla oraya, madenin çıkışı
civarında bekleyen o unutulmuş şafağın çölüne,
onunla gittim ve dedim benim yoksul biraderlerime:
“Artık taşımayacaksınız bu tel tel olmuş paçavra elbiseleri,
artık ekmeksiz bir gününüz olmayacak, sizlere
anayurdun çocuklarına davranıldığı gibi davranılacak”.
“Şimdi artık paylaşacağız güzelliği, ve kadınların gözleri
artık ağlamayacak oğullarınız için”.
Fakat onlar paylaşılan sevgi yerine
gecede açlığa ve acıya sürüldüğünde,
kendisine kulak verdikleri tarafından, heybetli bir ağacın
şefkatini ve gücünü sunacağını söyleyen tarafından,
o zaman yanında değildim o küçük satrapın,
fakat adsız olan o adamın yanındaydım, halkımın.
Talep ediyorum ülkemi halkım için, talep ediyorum
anayurdumun yelesinde alazlanan
eşit olarak dağılmış ışığı,
talep ediyorum günün ve pulluğun sevgisini,
silmek istiyorum nefretle dolu olanların
halkın ekmeğini elinden almak için çektikleri çizgiyi,
ve gardiyanlar teslim edebilsin diye
anayurdumun sınırlarını silmiş zincirlerle,
yaralansın diye anayurdumu satana
ne övgü dizebilirim ne de umursamadan geçip gidebilirim,
onun numarasını ve adını
alçaklığın duvarına çivileyeceğim.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"nın "Karanlıktaki Anayurduma Yeni Yıl İlahisi" adlı bölümünden

Himaye Edilmişler

Zorbalığın yağlı, küflü
peynirinden uyanıyor
başka bir kurtçuk: favori olan.

Korkak olandır, kirli elleri
övgü dizme işine alınmış olan.
Hatiptir ya da gazetecidir.
Birdenbire uyanıyor sarayda
ve çiğniyor büyük bir hazla
hükümranın dışkısını,
içgüdülerini genişçe yayarak
akıtıyor, bulanıklaştırıyor
suyu
ve avlıyor balıklarını
irin dolu o lagünde.
Darío Poblete diyelim adına
ya da Jorge Delano “Coke”,
(Önemli değil, başka bir ad da
verebiliriz ona, oradaydı,
Machado öldürmeden önce
konuşurken arkasından Mella’nın) .

Poblete o zaman yazmıştı
“kötülük dolu düşmanları”
“Havana’dan Perikles”leri.
Daha sonra öpmüştü Poblete
Trujillo’nun nallarını,
Moriñigo’nun eyerini,
Gabriel Gonzales’in kıçını.

Dündü, yeni kaçmıştı askerden
isyan birliklerinden, işe alındı
yalan söyleyerek kurşuna dizilmeleri
ve yağmalamaları ört bas etme işine alındı,
bugün olduğu gibi, kavrıyor korkak kalemini
Pisagua’daki ıstıraplara karşı
binlerce adamın ve kadının
acılarına karşı.

Bizim kasvetli, işkence görmüş coğrafyamızda
her zaman buldu zorba
yalanı yayabilecek olan
irinle dolu saçma sapan bir kafayı
ve şöyle diyecek: Yüksek Majesteleri,
İnşacı, bizleri yöneten
Büyük Cumhuriyetçi, ve daldırıyor
siyah hırsız pençelerini
fuhuş mürekkebine.
Peynir yenildiği zaman
ve zorba düştüğünde cehenneme,
ortadan kaybolur Poblete,
Delano “Coke” karışır dumana,
döner pislikten evine larva
ve bekler kepaze tekeri
zorbaları başa geçiren ya da düşüren,
gülümseyerek ilerlemek için
yeni bir hitabet ile, ufukta beliren
tiran için yazılmış.

Halkım, bu yüzden bul solucanı
başkasından önce, ez ruhunu onun,
ve onun çıkmış sıvısı,
onun karanlık, yapışkan irini
en son yazı olsun bırak,
mürekkepten bir vedayla
silip atacağız dünyadan.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"dan

Irmaklar Çağıldar Gider

Irmakların sevdiği hayaletin bir ağacın
damarları gibi, uğramış saldırısına
mavi suyun ve berrak damlaların:
kara bir tanrıçanın elmaları dişlemesi;
çıplak uyandığında baktın ki
dövme yapmış ırmaklar gövdene,
ve nemli tepelerinde yeryüzünün
taze şebnemiyle doldu kafan.
Kasıklarında titreşti su.
Kaynaklardan yaratıldın sen
ve ışıdı göller alnında.
Ana gibi sık çalılarla toparladın suyu
hayat veren damlalarca,
ve gezegenin gecesi boyunca sürükledin
dereyataklarını kuma doğru,
geçerek yabanıl, uzamış taşyığınlarını
ezerek kendi yolunda
bütün yerbilimin tuzunu,
düşürdün ormanların sıkı duvarlarına
ve işaretledin kuvarsın kaslarını.


Orinoco

Orinoco, ne olur oyalanayım kıyılarında
bu olmadık saatte:
bırak çıplak gezineyim o zamanki gibi,
vaftiz edici karanlığına sarkayım.
Orinoco, kıpkızıl akan suyla birliksin
lütfen, batırayım elimi de dönesin evine,
analığına, senin olan zamanın kovasına,
halk-mozaiğinin ırmağı, köklerin doğum-yeri
senin geniş akışın, metalik çizgin
nereden geliyorsa oradan geliyorum ben de,
yoksul, gururlu yalnızlıklardan, kan gibi
gizlilikten, balçığın anası
sessizlikten.


Amazon

Amazon,
su-hecelerinin başkenti,
ata-babasın, sen,
bereketliliğin
gizemli sonsuzluğu,
ırmaklar yönelir sana
kuşlar gibi pike yaparak, yanık renkli
taşkalemler örter seni,
büyük, ölü kütükler doldurur seni rayihayla,
ay ne gözleyebilir ne de boyunu ölçebilir senin,
sen gelinlik bir bitki gibi
en ıssız köşene dek yemyeşil tohumla
yüklüsün, vaftiz olmuşsun yabanıl baharın gümüşüyle,
kıpkızıl kesilirsin keresteyle,
ayışığında mavisin taşların arasında,
ağırbaşlı bir gezegen yolu gibi
demir grisi bir kokuyla örtülüsün sen.


Tequendama

Tequendama, ansır mısın
yalnız yolculuğunu yücelerde,
tanıksız, yalnızlıkların ipi,
zarif istek,
göksel çizgi, platinden ok,
ansır mısın sen nasıl da
dur duraksız açtın altın duvarları,
gökyüzünden pike yaparak indiğini
boş taşın dehşetengiz oyunyerine?


Bio Bio

Ama konuş benimle, Bio Bio,
senin sözcüklerin ağzımda
kayan, bana dili veren
sensin, yapraklara ve yağmura
bulanmış gece türküsünü anlatan sen.
Kimse henüz aldırmıyorken bana,
sendin anlatan bana yeryüzünün
gündoğumunu, yurdunun
kudretli barışını, bir demet okla
gömülen baltayı, ve tarçın
yapraklarının bin yıldır anlattığını sana,
ve sonra denize çağıldadığını gördüm
deltalara ve körfezlere bölündüğünü,
Engin ve çiçeklenerek, kan rengi
bir öyküyü mırıldanarak.


Pablo Neruda
"La lampara en la tierra", "Canto General"den

Istıraplar

Başka bir grev daha, yetmiyor
maaşlar, ağlıyor kadınlar
mutfaklarda, maden işçileri
birleştiriyorlar teker teker ellerini
ve acılarını.
Onların grevi bu,
denizin altını kazanların,
rutubetli mağaralarda duranların,
ve kanlarıyla ve bütün güçleriyle
madenlerin siyah taşını çıkaranların.
Bu sefer askerler gelmişti.
Geceleri evlerini dağıtmışlardı onların.
Madenlere götürmüşlerdi onları
hapishaneye götürür gibi ve çalmışlardı
onların sakladıkları berbat unu
çocukların tahılını.

Ondan sonra sertçe vurdular onlara
ve sürdüler, korkuttular,
etrafını çevirdiler, yokladılar onları
hayvanlar gibi, ve yollarda
görüldü kömürün kaptanları
acılardan bir göç içinde
oğullarının dışlandığını gördüler,
kadınlarının yerlere fırlatıldığını
ve yüzlerce maden işçisi
sürüklenip götürüldü ve hapse atıldı
Patagonya’da, Antarktik soğuğunda,
ya da Pisagua’nın çöllerinde.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"dan

İki Belirsiz Aydınlığın Arasında

İki belirsiz aydınlığın arasında
bir tünel olmayacak mı hayatlarımız?

Ya da iki karanlık üçgenin arasında
aydınlık olmayacak mı?

Ya da kuş olmaya hazırlanmış
bir balık olmayacak mı?

Ölüm yokluğu mu barındırır
yoksa tehlikeli bir özü mü?


Pablo Neruda
"Sorular Kitabı"ndan

İki Dağın Arasına Demirlemiş

İki dağın arasına demirlemiş yarım ay
neredeyse dışında gökyüzünün.
Dönen, hızla hareket eden gece, malasısın sen gözlerin.
Ama bak, kaç tane yıldız parçalanmış gölcükte.

Kaçan kirpiklerim arasına çiziyor hüznün haçını.
O mavi metallerin demircisi, o sessiz savaşların gecesi,
takla atıyor yüreğim çılgın bir tüyden top gibi.
Bir kız, gelmiş, bırakılmış uzaklardan buraya,
gök altında şimşek gibi çakıyor bakışları bazen.
Ağıtlar, acı sözcükler, hiddetten bir burgaç,
gidiyor yüreğime, durdurmadan seni.
Mezarların uzak rüzgârı, ez ve parçala uykuda boğulan kökünü.
O büyük ağaçları kökleriyle sök getir onun arkasına.
Fakat sen, ey güzel kız, başak gibisin, dumanın gizi gibi.
Rüzgârın ışıklı yapraklarını biçimleyen oydu.
Ardında gecesel dağların, yangınların beyaz zambağı,
ah, ne kadar da yetersiz sözcükler! Her şeyden yaratılmıştı o.

Kaygı, yarmıştın göğsümü büyük bıçaklarınla,
onun gülümsemediği başka bir yolu izlemenin zamanıdır.
Çanları gömen fırtına, kasırgaların karartılmış kaçışı,
neden dokunmalı ki ona? Neden doldurmalı onu hüzünle?
Ah, her şeyden ayrılan yolu izlemek,
kaygının, ölümün ya da kışın gözetlemediği
açık gözlerle çiyin yıkanmışlığında!


Pablo Neruda
"Yirmi Aşk Şiiri ve Umutsuz Bir Şarkı"dan

İklimler

Düşer güzleri kavaklardan
o yüce oklar, yenilenmiş unutuş:
batar ayaklar kendi temiz kabuğuna:
acı çekmiş yaprakların soğuğu
bir büyük altın kaynaktır
ve parıldayan dikenler yükselir göğe doğru
kuru büyük şamdanların katı görünümleri,
ve pençeler arasında kokar sarı jaguar
o yaşayan damla.


Pablo Neruda
"América, no invoco tu nombre en vano", "Canto General"den

İlahi Ve Geri Dönüş

Yurdum, yurdum benim, dönüyor yeniden kanım sana.
Fakat yalvarıyorum sana annesine yalvaran
ağlamaktan boğulacak çocuk gibi.
Kabul et
bu kör gitarı
ve bu yitirilmiş alnı.
Açıldım dünyaya bulmak için sana yeni oğullar,
açıldım düşenlere bakmak için senin kardan adınla,
açıldım senin temiz kerestenle bir ev kurmak için,
açıldım yaralı kahramanlara senin yıldızını götürmek için.

Şimdi uyumak istiyorum senin özünde.
İçe işleyen tellerden yapılı berrak geceni sun bana,
gemiden geceni, senin yıldız berrağı görüntünü.

Yurdum benim: gölge değiştirmek istiyorum.
Yurdum benim: gül değiştirmek istiyorum.
Kolumu ince beline dolamak
ve denizle ıpıslak taşına oturmak istiyorum,
tutmak için buğdayı ve bakmak için ona içerden.

Seçeceğim nitratın tutumlu bitki örtüsünü,
eğireceğim çan çiçeğinin buz soğuğu ipliğini,
ve senin soylu ve yalnız köpüğünü gördüğümde
öreceğim bir kıyının dalını senin güzelliğinle.
Yurdum, yurdum benim,
çepçevrilmiş savaşan sularla
ve karşı konulmuş karla,
sende birleşir kartal ve kükürt,
ve senin kakımdan ve gökyakuttan yapılı Antartik elinde
pırıl pırıl parıldar bir damlası insansı ışığın
ve tutuşturur düşmansı gökyüzünü bir yangına

Koru ışığını, ey anayurt!
Dayan umudun katı başağına
ortasında bu kör, yok edici havanın.
Senin uzak toprağına düştü bütün bu dar ışık,
bu insanların yazgısı,
ki seni savunmaya zorlar bir gizemli,
yalnız çiçeği, uyuyan Amerika'nın sonsuz mekanında.


Pablo Neruda
"Şili'nin Büyük Türküsü"nden, "Canto General"den
1939

İlk Deniz

Denizi keşfettim. Carahue’den
Cautín ırmağına dek akıyordu halicine
ve buharlı gemilerde başladı,
düşler ve başka bir hayat kapladı beni
bırakarak kirpiklerimde soruları.
Yalnız başıma pruvadaydım,
zayıf bir çocuk ya da bir kuştum,
yalnız bir öğrenci ya da esmer bir balıktım,
mutluluktan uzaktım,
bu küçük kayığın dünyası
bilmezken beni
ve çözerken
akordeonların yivlerini,
suyun ve yazın yolcuları
yemek yerdi ve şarkı söylerdi.
Pruvadaydım ben,
öyle küçüktüm,
handiyse insan denilmezdi bana,
yitmiştim,
anısız ve sessizdim,
şarkısız ve neşesizdim,
dağların arasından geçen
suyun devinimlerine kaptırmıştım:
benim için yalnızdı bu yalnızlıklar,
bu saf yol yalnızdı,
evren yalnızdı benim için.

Irmaklardaki esrimeler,
kıyılardaki fundalıklar ve rayihalar,
birden beliren kayalar, yanmış ağaçlar,
ve o yalnız, her şeyi kaplayan toprak.
Bu ırmakların oğlu olarak
korudum dünyada
yolculuk etmeyi
aynı ırmak kıyılarından
aynı dalga köpüklerine
ve düşerken deniz
yaralı bir kule gibi
ve doğrulurken yeniden dalgalanan öfkede
kopardım kendimi köklerden,
genişledi ülkem,
çatırdadı ağacın birliği:
ormanların hapishanesi açtı
dalgaların yıldırımla doldurduğu
yeşil bir kapıyı
ve denizin bir vuruşuyla
yayıldı hayatım dünyaya doğru.


Pablo Neruda
"Memorial de la Isla Negra"dan
1964

24 Ocak 2014 Cuma

İlk Yolculuk

Temuco’ya ne zaman geldiğimizi bilmiyorum.
Belirsiz ve gecikmiş bir şeydi
ciddi bir şekilde doğmak, uzatmalı bir şeydi
başlamak, hissetmek, tanımak, nefret etmek ve sevmek.
Bütün bunların hem gülü vardı hem de dikeni.
Doğduğum bölgenin tozlu göğsünden
bir şey demeksizin götürdüler çocuk beni
yağmurlu Araukanya’ya.
Evimizin tahta duvarları
orman kokardı,
saf yabanıl orman.
Bundan sonra büyüdü tahtaya karşı
aşkım ve dokunduğum her şey
tahta oluyordu.
Gözü ve yaprağı
karıştırıyordum birbiriyle,
ve kadınları karıştırıyordum
fındık çalısının baharıyla, ağaçla insanı,
seviyorum rüzgârın ve yaprakların dünyasını,
ayıramıyorum dudakları köklerden.

Baltanın ve yağmurun altında
büyüyüp fırladı yeni kesilmiş keresteden kent,
reçineden damlalarıyla yeni bir yıldız gibi,
ve hızar ve testere
sevdiler birbirlerini gece gündüz,
şakıyarak,
çalışarak,
ve cırcırböceği keskin cıvıltısı
yükseltiyor şikâyetini
o direngen yalnızlıkta
ve geri dönüyor benim kendi şarkıma:
yüreğim ağaç kesiyor hâlâ ormanda
ve yağmurda şakıyor hızarla,
öğütüyor soğuğu ve rende talaşını ve mis kokuyu.


Pablo Neruda
"Memorial de la Isla Negra"dan 
1964

İnanmıyor Musun

İnanmıyor musun hörgüçlerinde ayı
taşıyarak dolaştıklarına hecin develerin?

Ve gizli dayanıklılığı
çöllere ektiklerine?

Ve denizin yeryüzüne
kısa süreliğine ödünç verildiğine?

Tekrar teslim etmeyelim mi onu
aya, gelgitiyle birlikte?


Pablo Neruda
"Sorular Kitabı"ndan

İncitme

İncittim seni, sevgilim,
parçaladım ruhunu.

Doğru anla beni.
Herkes biliyor kim olduğumu,
fakat bu kendim
bunun ötesinde
bir erkektir senin için.

Sende yalpalarım ben, düşerim
ve yana yana yollardayım.
Bir senin hakkın var
güçsüz hallerimi görmeye
herkesin içinde.
Ve senin küçük elin,
ekmeğin ve gitarın eli,
dokunur göğsüme
savaşa gitmeden önce.

Bu yüzden ararım sende o sağlam taşı.
Haşin elleri daldırırım kanına,
ararım kararlılığını
ve gereksindiğim derinliği,
ve rastlarım yalnızca
metalik kahkahana, ve rastlamam
sert adımlarım için herhangi bir desteğe,
maruz kal, ey taptığım,
hüznüme ve öfkeme,
seni biraz mahveden
düşmansı ellerime,
kavgalarımda yeniden yoğrulan
balçıktan doğrulman için.


Pablo Neruda
"Kaptanın Dizeleri"nden 
1952

İnsan

Burada buldum sevgiyi. Kumda
doğmuştu, büyüdü sessizlikte, dokundu
sertliğin çakmaktaşına ve karşı koydu ölüme.
Burada insan birleştiren hayattı
el değmemiş ışık, hayatta kalan deniz
ve saldırı ve şarkı ve savaştı
metallerin o birlikteliğiyle.
Burada mezarlıklar yeni fırlatılmış
topraktı, dağılmış ağaçlarının üstünde
kumlu rüzgârın esip durduğu
kırılmış haçlar.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"dan

İnsan Ve Toprak Birleşir

Araukanya, dalgalanan meşe dalı,
ey acımasız memleket, esmer sevgili,
sen yalnızlığın yağmur yüklü ülkesi:
sadece mineral boğazdın sen,
kömürden eller, yumrukların
alışmış kayaları parçalamaya;
Anayurt, sen katılığın barışıydın,
ve omuzların isyandı senin,
çiy'den görünüş, yatıştırılamaz rüzgâr.

Benim Araukanya'lı atalarım taşımadı
ışıklı tüyden miğferleri,
gelinlik bitkilerde soluklanmadılar,
altın'ı eğirmediler papaz için,
taş ve ağaçtı onlar,
fırtınanın kırbaçladığı kayalık uçurumun kökleri,
mızrağa benzeyen yapraklardı onlar,
savaşçı metalden yapılmış kafalar.
Atalar, nerdeyse irkilmediniz
dörtnal seslerinden, ve dağların şakaklarına
henüz varmamıştı
Araukanya şimşeği.
Taştan gölgeye dönüştü atalar,

Ormanla birlikte kaynaştı, doğanın
karanlığıyla birlikte, buzun şimşeği oldular,
toprak ve akdikenden bir katılık oldular,
ve böylelikle beklediler yılmaz
yalnızlığın dibinde:
kızıl bir ağaçtı biri gözlemede,
başka biri dinledi sağır bir metal gibi,
bir başkası bir rüzgâr çarpmasıydı ve delip geçen sesti,
patikanın renklerine sahipti başka biri.

Anayurt, kardan gemi,
dayanıklı yaprak,
orda doğdun işte, senin insanın
topraktan bayrağını istediğinde,
toprak ve hava ve taş ve yağmur,
yaprak, kök, koku ve uluma
sardığında oğulu kundağa bir poncho gibi,
sevdi ve korudu onu.
İşte böyle doğdu ortak anayurt:
kavgadan önceki birlik.


Pablo Neruda
"Los conquistadores"den, "Canto General"

23 Ocak 2014 Perşembe

İnsanlar

Balçıktan bir fincan gibiydi
bu mineralsi akraba, atmosferden ve
taşlardan yaratılmış insan,
ezgi dolu, çömlek kadar temiz.
Ay tanrısı yoğurdu Karaib'leri,
kutsal oksijeni seçip aldı,
ezdi çiçekleri ve kökleri.
Adaların insanı
dokudu kükürt ekşisi titreksinek yığınının
dallarını ve kavissi çiçeklerini
ve denizin triton-tırnağı üfledi onu
köpüklü dalgaların sahilinde.

Tarahumara çalısı keskin dikenlere gizledi kendini
ve sonu olmayan Kuzeybatı'da
kan ve çakmaktaşının ateşinden yaratıldı O,
doğarken evren yeniden
Tarasco'nun balçığından:
müşfik ülkelerin efsaneleri,
kösnül çamur ve sevda ateşi yemişlerin
eylemlerine tanrıların ya da çanakların yankılanan
duvarlarına dönüştüğü yerden nemli bereketlilik.

Melez sülünler gibi
aşağıya doğru kaydı rahipler
Azteklerin merdivenlerinden.
üçgen basamaklar
yükseltti cübbelerinin sayısız
şimşek parıltısını.
Ve majestik piramit
taş ve taş alabildiğine, ölüm savaşı ve onur,
korudu güç dolu binasında
bir badem gibi
kurban edilmiş bir beyni.

İniltiye benzer bir gökgürültüsüyle
damladı kan
kutsal merdivenler boyunca.
Gene de halk-yığınları
dokudu lifleri, nöbet tuttu
hasadın geleceği için,
kıvrık tüyün parıltısı
kolladı türkuvazı,
ve fırlatılmış dokumalarda
hayat verdiler dünya ışığına.

Mayalar, sizler devirmiştiniz
bilimin ağacını.
Mısır biriktiren soyun işareti
yükseltmişti ölümün ve hesaplamanın
yapılarından,
ve derin göletlere
attınız altın bakireleri
ve incelediniz filizlerin sürekliliğini.

Chichen, büyüdü mırıltın
yabanıl ormanın alacakaranlığında.
Senin sarı kalende
oluşturdu emek
peteğin simetrisini,
ve düşünmenin gücü tehdit etti
temellerin kurban kanını,
düşürdü göğü karanlığa,
yön verdi hekimliğe,
yazdı taşların üzerine-

Güney altın bir şaşırtıydı.
Macchu Picchu'nun yüksek yalnızlıkları
gökyüzü kapısında
şarkı ve zeytinyağıyla doluydu,
insanlar bozmuştu büyük kuşların
yücelerdeki meskenlerini,
ve dağdorukları arasındaki yeni ülkede
dokundu çiftçi tohuma
kardan yaralanmış parmaklarıyla.

Cuzco ışıdı gözetleme kulelerinin
ve mısır ambarlarının ve
bu solgun bulut yığınının tahtı gibi,
dünyanın en dalgın çiçeğiydi
onun açık ellerinde titreyen
kralsı ametitin taçları.
Taraçalarda filizlendi
dorukların mısırı,
ve volkanik patikalar boyunca
dolaştı faytonlar ve tanrılar.
Tarım doldurdu
mutfakların hükümdarlığını mis kokuyla
ve yayıldı çatıların üstüne
mısırın güneş-harmanisi.

(Endamlı ırk, sıradağlarının kızı,
kulenin ve firuzenin akrabası,
acıların geldiği yer denize
ulaşmadan önce
sar gözlerimi.)

Bu mavi ıssızlık bir mağaraydı,
ve ağacın ve karanlığın esrarında
şarkı söyledi guarani-yerlisi
öğleden sonraları havaya yükselen duman gibi,
yapraklardaki su gibi,
aşık olunan günkü yağmur gibi,
nehirler boyunca dalgın gibi.

En uzakta, adı olmayan Amerika'da
uzanıyor Araukanya başdöndürücü
sular arasında, gezegenin toplanmış
kömürüyle saklamış kendini.
Bak, yalnız kalmış kuvvetli Güney'e,
görülmez duman doruklarında.
Yalnızca kar-tarlaları görülür,
ve inatçı ördek-ladinlerinden geriye fırlatılmış
Güneybatı-fırtınası.
Boşuna arama bu yeşil vahşetin altında
çömlekçi işliklerinin türküsünü.

Her şey suyun ve rüzgârın sessizliği.

Ama yapraklar arasında iz sürüyor savaşçı.
Bir çığlık karaçamlar arasında.
Karın dorukları arasında
bir çift jaguar gözü.

Bak, savaşçının rahat bıraktığı mızraklara.
Dinle havadaki seğirtmeyi
ki delik deşik edilmiş oklardan.

Göğüskafesine ve bacaklara bak
ve ayışığında parıldayan siyah saçlara.

Savaşçıların yokluğuna bak.

Kimse yok. Diuca-kuşu ötüyor
berrak gecede su gibi.

Siyah uçuşunda çember çiziyor kondor.

Kimse yok. Duyuyor musun? Puma'nın
adımları bunlar rüzgârdaki ve yapraklardaki.

Kimse yok. Dinle. Dinle ağacı,
kulak ver Araukanya ağacına.

Kimse yok. Bak taşlara.

Bak Araukanya taşlarına.

Kimse yok, yalnızca ağaçlar.

Araukanya, yalnızca taşlar.


Pablo Neruda
"La lampara en la tierra"dan, "Canto General"

İnsanlar Belirir

Orada filizlendi Araukanya'lı reisler.
Bu kara rutubetten,
volkanların çanağındaki
bu mayalı yağmurdan
yükseldi majestik at-göğüsleri,
ışıklı söğüt bitkisi,
yabansı taşın dişleri,
gerekli direklerin ayakları,
suyun buz-soğuğu birliği.

Arauco soğuk bir dölyatağıydı,
yaralardan yaratılmış, hırpalanmış
gözden düşmelerce, döllenmiş
keskin dikenler arasında,
sonsuz kar'ın altında çirkinleşmiş,
korunmuş yılanlarla.

İşte böyle sürdü toprağı insan.

Yükseldi bir kale gibi.
Saldırılmış kandan doğdu.
Küçük kırmızı bir puma gibi
fırladı havaya sık tüyleri
ve sert taştan gözleri
parıldadı toprağın maddelerinden
amansız ışık hâlesi gibi,
av süresince tutuşturucu.


Pablo Neruda
"Los libertadores"den, "Canto General"

İnsanlar ve Adalar

Okyanus insanları uyandı, övdü
adalar etrafındaki suyu, bir yeşil taştan öbürüne:
dokuma yapan bakireler geçti
birlikte örülmüş ateşin ve yağmurun
taçlar ve dümbelekler getirdiği çemberden.
O Malenezya ayı
sert bir mercandı, kükürt ağırı çiçekler
yükseldi okyanustan, toprağın kızları
titredi dalgalar gibi
palmiyelerin düğün rüzgârında
ve zıpkınlar daldı ete
avlarken köpüğün hayatını.

Beşik sallayan kanolar o ıssız günde,
çiçek tozuyla iğnelenen adalardan
gecesel Amerika’nın metalik yığınına doğru:
sonsuz küçük adsız yıldızlar, gizli
kaynaklar gibi rayihalı, tıka basa
doldurulmuş tüyle ve mercanlarla,
okyanussu gözler keşfetti o yüksek
kara bakır kıyıyı, o dik
kulesini karın, ve balçığın insanları
gördü nemli bayrakların dans edişini
ve atmosferin hızlı oğulları
denizin uzak yalnızlığından,
o zaman geldi yitik portakal çiçeğinin dalları, o zaman
geldi okyanus manolyasının rüzgârı, o mavi izlerin
şirinliği kalçalara doğru,
metalsiz adaların öpüşü,
fırlatılmış saf bal,
çınlıyor gökyüzünün çarşafları gibi.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"dan

İspanya Buydu

Gerilmiş ve kuruydu İspanya, derin
sesiyle günün dümbeleğiydi,
ovalar ve kartal yuvalarıydı, esen
gökyüzünün altında amansız sessizlikti.

Ta ağlayışa dek, ta kenara dek
seviyorum katı toprağını, yoksul ekmeğini,
yoksul halkını, ta varlığımın
en derin yerine ulaşır yitik çiçek
senin öfkeli köylerinden, kıpırtısız zamanda,
ve senin taşlı tarlaların,
yayılmış ayda ve zamanda
ve boş bir tanrı tarafından kemirilmiş.

Bütün yapıların, hayvansı
yalıtılmışlığın ve zekan
çevrilmiş sessizliğin soyut taşlarıyla,
kekre şarabın, şirin
şarabın, güçlü
ve güzelim asmaların.

Güneş taşı, dünya bölgeleri arasında
temiz, İspanya, kanla ve metallerle
dolanmış, mavi ve utku dolu
yaprakların ve mermilerin proleterleri, benzersiz
hayatta, uykuya batmış ve ezgili.

Huélamo, Carrascosa,
Alpedrete, Buitrago,
Palencia, Arganda, Galve,
Galapagar, Villalba.

Peñarrubia, Cedrillas,
Alcorer, Tamurejo,
Aguadulce, Pedrera,
Fuente Palmera, Colmenar, Sepúlveda.

Carcabuey, Fuencaliente,
Linares, Solana del Pino,
Carcelén, Alatox,
Mahora, Valdeganda.

Yeste, Riopar, Segorbe,
Orihuela, Montalbo,
Alcaraz, Caravaca,
Almendralejo, Castejón de Monegros.

Palma del Río, Peralta,
Granadella, Quintana,
de la Serena, Atienza, Barahona,
Navalmoral, Oropesa.

Alborea, Monóvar,
Almansa, San Benito,
Moratalla, Montesa,
Torro Baja, Aldemuz.

Cevico Navero, Cevico de la Torre,
Albalate de las Nogueras,
Jabaloyas, Teruel,
Camporrobles, La Alberca.

Pozo Amargo, Candeleda,
Pedroñeras, Campillo de Altobuey,
Loranca de Tajuña, Puebla de la Mujer Muerta,
Torre la Cárcel, Játiva, Alcoy.

Puebla de Obando, Villar del Rey,
Beloraga, Brihuega,
Navalcán, Henarejos, Albatana.

Torredonjimeno, Trasparga,
Agramón, Crevillente,
Poveda de la Sierra, Pedernoso,
Alcolea de Cinca, Matallanos.

Ventosa del Río, Alba de Tormes,
Horcajo Medianero, Piedrahita,
Minglanilla, Navamorcuende, Navalperal,
Navalcarnero, Navalmorales, Jorquera.

Argora, Torremocha, Argecilla,
Ojos Negros, Salvacañete, Utiel,
Laguna Seca, Cañamares, Salorino,
Aldea Quemada, Pesquera de Duero.

Fuenteovejuna, Alpedrete,
Torrejón, Benaguacil,
Valverde de Júcar, Vallanca,
Hiendelaencina, Robledo de Chavela.

Miñegalindo, Ossa de Montiel,
Méntrida, Valdepeñas, Titaguas,
Almodóvar, Gestaldar, Valdemoro,
Almoradiel, Orgaz.


Pablo Neruda
"Yürekteki İspanya", "Yeryüzünde Üçüncü Konaklama"dan

İspanya Hapishanelerinde Öldürülmüş Miguel Hernández’e

Levanten’den gelmiştin bana. Keçi çobanı,
ve vermiştin bana buruşmuş saflığını,
eski sayfaların skolastiğini, Birader Luís’in kokusunu,
dağların üzerindeki terli gübrenin kokusunu,
ve senin maskendeki
dövülmüş yulafın kekre tahılını
ve senin gözlerinle ölçülen toprağın balını.

Taşıdın bülbülü ağzına.
Portakallarla lekelenmiş bir bülbülü, bozulmaz
şarkının bir telini, yapraksız bir gücü.
Ah, oğlum, ışığın içine daldı barut,
ve sen, bülbülle ve tüfekle, dolandın durdun
altında ayın ve kavga güneşinin.

Biliyorsun, oğlum, ne kadar çok şey yapamıyorum,
biliyorsun, ki sen benim için
bütün şiirin mavi aleviydin.
Bugün dayıyorum yüzümü toprağa
ve seni dinliyorum,
seni işitiyorum, kanı, müziği, ölen bal peteklerini.

Hiç görmedim senin ırkından daha parlak bir ırk,
bu kadar güçlü kökleri ya da böylesi asker elleri asla,
hiç görmedim kendi bayrağının kızılında yanan
kalbin kadar yaşayan bir şeyi.

Sonsuz delikanlı, yaşıyorsun, eskilerden komüncü,
filizlenen buğday ve ilkbaharla sırılsıklam,
doğal bir metal gibi karanlık ve buruşuk,
zırhını kaldıracak dakikayı bekleyen.

Sen öldükten beri yalnız değilim.
Seni arayanlarla beraberim.
Senin öcünü alacaklarla birlikteyim.
Onların arasından tanıyacaksın ayak seslerimi
Habil’i ezmek için İspanya’nın göğsüne indiklerinde
ve gömülmüş yüzleri
geri vermek için.

Seni öldürenler, bilmeliler ki, kanla ödeyecekler bunu.
Sana işkence edenler, bilmeliler ki, bir gün
beni görecekler karşılarında.
Kendi kitaplarına senin adını alan lanetliler,
köpeğin dölleri Dámasos, Gerardos,
celladın sessiz suç ortakları, bilmeliler ki
senin şehadetin silinmeyecek hiç ve senin ölümün
düşecek korkakların dolunaylarına.
Ve küflü defne yapraklarında olanlar
Amerikan toprağında, reddettiler
kan kaybeden şimşeğinin köpüklenen tacıyla
kaplayacağın yeri,
bırak ben sunayım onlara o değersiz unutuşu,
çünkü beni, evet beni yaralayabilirler ancak yokluğunla.

Miguel, Osuna’daki hapishaneden uzaklarda, uzağında
barbarlığın, zaferimize doğru sürüklüyor
Mao Ze Dung
yaralı şiirini senin.
Ve meşhur Prağ’da
inşa ediliyor övdüğün o güzel arıkovanı,
yeşil Macaristan süpürüyor silolarını
ve dans ediyor uykusundan uyanan ırmak boyunca.
Ve Varşova’dan yükseliyor kristal kılıcı
oluşturan ve gösteren çıplak sirenler.

Ve çok ötelerde büyüyor toprak,
senin şarkının görüştüğü toprak
ve ülkeni savunan çelik tehlikede değil artık,
Stalin’in ve oğullarının
dayanıklılığıyla büyümüş.
Şimdiden yaklaşıyor ışık
dinlendiğin yere.
İspanya’nın Miguel’i, taciz edilmiş
ülkenin yıldızı, seni unutmuyorum, oğlum,
senin unutmuyorum, oğlum!
Fakat öğrendim hayatı
senin ölümün aracılığıyla: gözlerim hüzünlenmedi,
ve kendimi ağlarken bulmadım
fakat amansız silahlar kuşandım.
Bekle onları! Bekle beni!


Pablo Neruda
"Los rios del canto", "Canto General"den

22 Ocak 2014 Çarşamba

İspanya’nın Yoksulluğu Zenginlerin Suçu

Lanet olsun onlara, bir gün gibi
hiçbir şey görmemiş lanet olası körlere,
yüce anayurda ekmek vermemiş olanlara,
sadece gözyaşı vermiş olanlara lanet olsun,
kirli üniformaları ve papaz cüppeleriyle kızgın, lanet olası
pis kokulu köpekleri mağaraların ve mezarların.
İspanya için yoksulluk
dumanla dolu atlar gibiydi,
talihsizliğin kaynağından
aşağıya düşen taşlar gibiydi,
ulaşılmaz
mısır tarlaları, kalaydan ve maviden
saklı depolar, yumurtalıklar, kapılar, kapalı
kemerler, doğuracak
derinlikler, her şey gözetleniyordu
tüfekli üçgen muhafızlarla,
kasvetli sıçanlar gibi papazlarla,
koca popolu kralın uşaklarıyla.
Dayanıklı İspanya, elma bahçelerinin ve çamların ülkesi,
senin tembel efendilerin emretti sana:
toprağı ekmek yok, madenleri açmak yok,
ineklerin üstünü örtmek yasak, fakat mezarların kenarında
nefessiz kalmak serbest, her yıl ziyaret etmek
denizci Kolomb’un anıtını,
Amerika’dan gelen şebeklerle kişnemek nutuklarda,
onların eşiti “sosyal konumlanışta” yozlaşmak serbest.
İnşa etme okulları, toprağın kabuğunu soyma
pulluklarla, doldurma ambarları
dolup taşan buğdayla: dua edin, ey ahmaklar, dua edin sadece,
çünkü kralınki kadar büyük bir popoyla bekliyor sizleri
bir tanrı: “Orada sizlere yeterli çorba var, kardeşler! ”


Pablo Neruda
"Yürekteki İspanya", "Yeryüzünde Üçüncü Konaklama"dan

İsyandaki Amerika

Toprağımız, engin toprağımız, yalnızlıklar,
imarlandı seslerle, kollarla, ağızlarla.
Sessiz bir hece yandı durdu,
topladı gizli gülü,
metaller ve tırıslarla örtülü
çayırlar titreyene dek.

Gerçek, bir saban kadar katıydı.

Çatlattı toprağı, yükseltti şehveti,
indirdi filizlenen propagandasını
ve doğdu gizli ilkbaharda.
Çiçeği suskundu, toplanmış ışığı
geri tepildi, kollektif
mayasına karşı savaşıldı, bayrakların
öpücüğü gizlendi,
ama galip geldi gerçek, yıktı bütün duvarları
ve yoketti yeryüzünün hapishanelerini.

Adsız halk çanağıydı O
işe yaramaz içkiyle yetindi O
denizin sınırlarına dek yayıldı
ve dövüldü yorulmaz havanlarda.
Kırbaçlanmış böğürlerde fırladı öne,
ve gelen ilkbaharda.
Dünün saati, akşam-yemeği saati,
yeniden doğmuş bugünün saati, beklenmiş saat
doğan ve ölmüş dakika arasındaki,
yalanın diken dolu tarihinde.

Anayurt, ağaç-yarıcılardan doğdun sen,
adsız oğullarından, marangozlardan,
kaçarken bir damla kan kaybeden
yabanıl bir kuşa benzeyenlerden,
ve bugün yeniden doğacaksın öfkede
hainin ve gardiyanın seni gömülmüş
sandıkları yerde.

Bugün tekrar doğacaksın halktan o zaman olduğu gibi.

Kömürden ve çiy'den yükseleceksin bugün.
Bugün gelip sarsacaksın kapıları
hırpalanmış ellerinle, hayatta kalabilen
ruhların kırıntılarıyla,
ölümün söndüremediği bakış demetiyle,
silahlanmış olarak karanlık araç gereçlerle
paçavralar altında.


Pablo Neruda
"Los libertadores"den, "Canto General"

İşitiyor Musun Güzün Ortasında

İşitiyor musun güzün ortasında
sarı patlamaları?

Hangi nedenden ötürü ya da nedensiz
ağlar sevincini yağmur?

Hangi kuşlar belirler sürünün
düzenini, uçarken?

Nasıl oluşturur arıkuşu
kendi parıltılı simetrisini?


Pablo Neruda
Sorular Kitabı

İşte Buradalar

Şimdi çağırmalıyım onları buradaymışlar gibi.
Kardeşler: bilin ki kavgamız
sürecektir yeryüzünde.

Sürecektir fabrikada, tarlada,
sokakta, güherçile madeninde.

Yeşil ve kızıl bakırın yarıklarında,
kömürde ve kömürün korkunç mezarında.
Kavgamız sürecektir her yerde,
ve ölümünüze tanık olan bu bayraklar,
kanlarınızla sulanmış bu bayraklar
sonsuzca çoğalacaklar yüreklerimizde
bir ilkbahar yaprağı gibi.


Pablo Neruda
"La arena traicionada", "Canto General"den

Jarama Irmağı Dolaylarındaki Kavga

Zeytinliklerin boğulmuş platini
ve toprağın ve ölü İspanyolların arasında
o zalim dalgaya direnen
pak hançerin var, ey Jarama.

Oraya geldi Madridli adamlar
barutla yaldızlanmış yürekleriyle
külden ve dirençten bir ekmek gibi
geldiler oraya.

Demirle duman arasında
ezilmiş kristalden bir daldın sen,
madalyalardan uzun bir çizgi gibiydin
utku kazanmışlara, ey Jarama.

Ne yanan maddelerin galerisi
ne de kızgın patlamaları havanın
ya da topların kasvetli karanlığı
üstün geldi suyuna.

Kana susamışlar içti
suyunu, içti yukarı çevrilmiş ağızlarla:
İspanyol su ve zeytinlikler
doldurdu onları unutuşla.

Suyun ve zamanın tek bir saniyesi
Mağriplilerin ve hainlerin ırmak yatağı kanı
titredi ışığında acı bir kaynaktan
balık gibi.

Halkının acı unu doğruldu
her yerde metalle ve kemiklerle,
muazzam ve buğday ağırlığınca
korudukları soylu toprak gibi.

Jarama, yalnızca ağzım
betimleyemez senin ışıltını ve gücünü,
ve soluk elim:
dinleniyor orada ölülerin.

Dinleniyor orada hüzünlü göğün,
taşlaşmış barışın, yıldızlı akıntın,
ve halkın sonsuz gözleri
koruyor kıyılarını.


Pablo Neruda
"Üçüncü Konaklama"nın "Yürekteki İspanya"


Şubat 1937’de Cumhuriyetçi Ordu, Uluslararası Tugay’ın da yardımıyla, nasyonalist bir saldırıyı Madrid yakınlarındaki Jarama Irmağı dolaylarında püskürterek Valencia ve Katalonya’ya giden yolların açık kalmasını sağlamıştır. 

Fas, Moritanya ve yeni kurulmuş Sahra Cumhuriyeti, eskiden İspanya’nın sömürgeleriydi. İspanyolca “Maures” olarak adlandırılan bu bölgeye Türkçe “Mağrip” denilmektedir. Cumhuriyet yönetimine başkaldıran Franco, Fas Garnizon Komutanlığı görevini yürütmekteydi. Franco’nun ordusu sömürge askerlerinden ve lejyonerlerden de oluşmaktaydı. Neruda’nın şiirlerinde “Mağripli” olarak yer alan deyimi Franco’nun ordusu şeklinde algılamak gerekir.

21 Ocak 2014 Salı

Jimenez de Quesada

Bak geliyorlar, geliyorlar işte, şimdi geliyorlar,
bak gemilere, ey yüreğim,
Magdelena ırmağındaki gemilere,
Gonzalo Jimenez'in gemilerine,
şimdi yaklaşıyorlar işte, işte yaklaşıyor gemiler,
durdur onları, ey ırmak, kapat
iştahlı sahillerini,
batır onları nabız atışlarında,
gaspet açgözlülüklerini onların,
fırlat ateşli hortumunu onlara karşı,
senin kana susamış omurgalı hayvanlarını,
gözleri emen yılan-balıklarını,
bırak yara almaz timsahın kessin yollarını
çamur renkli dişleri
ve eski zırhıyla,
ger onu bir köprü gibi
kumlu dalgalarının üstüne,
fırlat jaguar'ın ateşini
ağaçlarından boy atmış mısırtohumlarından,
ey ırmak-ana,
fırlat kan-sineklerini onlara doğru,
bağla onları kara hayvan gübresiyle,
batır onları yarıkürende,
nehiryatağının karanlığında
bağla sıkıca onları köklere,
ve bırak çürüsün bütün kanları
ıstakozlar tüketirken
onların ciğerlerini ve dudaklarını.

Şimdiden sızmışlar korunun içine:
yağmalıyorlar şimdi onlar, paramparça ediyorlar, öldürüyorlar
şimdi onlar.

Ey Kolombiya! Savun gizem dolu
kızıl ormanının peçesini.
Şimdiden kaldırdılar bıçağı
İraka'daki küçük kiliseye karşı,
şimdi yakalıyorlar başrahibi,
ve bağlıyorlar şimdi O'nu.
'Sökül bakalım eski tanrının takılarını, ' diyorlar
O'na,
Kolombiya'nın şafağındaki çiy'de
parıldayıp çiçeklenmişti
o takılar.

İşkence ediyorlar şimdi de prens'e.
Kellesini kopardılar, hiçkimsenin
kapatamayacağı gözleriyle bakıyor
kafası bana, çıplak yeşil yurdumun
sevdiği gözlerdi onlar.
Yakıyorlar işte şölen evini,
ve atlar izliyor sonra,
işkenceden, kılıçlardan
yalnızca köz kalıyor geriye,
ve külde kapatmamış gibi
gözlerini prens.


Pablo Neruda
"Los conquistadores"den, "Canto General"

Joaquín’in Yokluğu

Bundan sonra, uzaklardan gözlemlenen bir ayrılış gibi,
mezarsı duman istasyonlarında ya da ıssız dalgakıranlarda,
bundan sonra görürüm atarken kendisini kendi ölümüne,
ve arkasında duyumsarım zamanın günlerinin kendilerini kapattığını.

Bundan sonra duyumsarım birden nasıl da gittiğini,
nasıl düştüğünü sulara, o belirli sulara,
bir kararlı okyanusa,
ve çarptığında yükseliyor damlalar havaya,
ve işitiyorum oluşan bir sesi,
ağırlığı bir dalga vuruşunu hiddetlendirdi,
ve şu ya da bu yerden duyumsuyorum bu suların
fışkırmasını ve püskürmesini, ve püskürtüyorlar
kendilerini üzerime, ve yaşıyorlar asitler gibi.

Düşlere ve sefih gecelere olan hevesi,
inatçı ruhu, hazırlanmış solgunluğu
uyuyor en sonunda onunla birlikte, ve uyuyor kendisi de,
değil mi ki şehveti de düşüyor onunla ölülerin denizine,
şiddetli bir gemi batışında, buz soğuğu birleşmede.


Pablo Neruda
Yeryüzünde Birinci Konaklama

Josie Bliss

Yok edilmiş fotoğrafların mavi rengi,
çiçek yapraklı deniz gezintili mavi renk,
çelik katısı bir darbeyle öldürülen
haftaların üstüne düşen nihaî ad.

Hangi giysi, hangi ilkbahar geçip gidiyor,
hangi el arıyor durmaksızın memeleri, başları?
Boşuna düşüyor zamanın açık seçik dumanı,
boşuna mevsimler,
dumanın düştüğü veda anları,
bir kılıçla bekleyen o ani olaylar:
ansızın bir şey,
kızıl derilerin şaşkın bir atağı gibi,
kanın ufku titriyor, bir şey var,
gül çalılarını şüphesiz titreten bir şey.

Gecenin yaladığı göz kapaklarının mavi rengi,
patlatılmış kristalden yıldızlar, deri
parçalar ve hıçkıran sarmaşıklar,
gümbürdeyerek kumu kazan ırmak gibi renk,
büyük damlaları hazırlayan bir mavi.
Kadınları solgun maviyle giydiren
belli kasvetli bir hıçkırıkla
havanın ağlatacağı bir sokakta
yaşamayı sürdürürüm belki:
var olurum bu paylaşılmış günde,
bir taşa bir öküzün bastığı gibi var olurum orada,
bir şahit gibi orada şüphesiz unutulmuş.

Unutuş kuşunun mavi kanadı,
deniz tümüyle ıslattı kanıyla tüyünü,
onun kokmuş asidi, solgun ağır dalgası
ruhun kuytuluklarında yığılmış şeylere sıkıntı verir,
ve duman vurur boşu boşuna kapıları.

Oradalar, oradalar, öpüşler sürüklenmiş
tozun arasından, avuntusuz bir gemi boyunca,
orada o yitik gülüşler, bir elin salladığı giysiler
çağırırken şafağı:
görünüşe göre ısırmıyor ölümün ağzı yüzleri,
parmakları, sözcükleri ve gözleri:
Oradalar yeniden göğü tamamlayan büyük balıklar gibi
onların mavi sonsuzca yenilmez maddesiyle.


Pablo Neruda
Yeryüzünde İkinci Konaklama


Josie Bliss, Neruda’nın Burma’da Şili konsolosu olarak bulunduğu dönemde tutkulu bir aşk yaşadığı Burmalı kadının adıdır. Josie Bliss’in aşırı kıskançlığı yüzünden, Neruda kendi hayatını kurtarmak için bu aşk ilişkisini sonlandırarak kaçmıştır.

Juarez'in Gecesi Boyunca Yolculuk

Juarez, eğer tersine çevirseydik
dünyanın en içteki katmanını, irinini
derinliğin, eğer cumhuriyetlerin derin
metaline değene değin kazsaydık,
bulurduk bu birliği: senin yapını,
senin vurdumduymaz iyiliğini, senin inatçı elini.

Senin sert nabzına bakanlar,
senin ölçülü inceliğine, sessizliğine senin,
Amerika toprağıyla biçimlenmiş yüzüne bakanlar
buralı değillerse eğer, doğmamışlarsa eğer
bu ovalarda, anlayamazlar ki.
Taşocağı bakışlarıyla konuşurlar senin hakkında.
Geçmek isterler seni bir ırmağı geçer gibi.
Uzatmak isterler ellerini uzatır gibi
bir ağacı, bir asmayı, yeryüzündeki karanlık bir yolu.

Ama bizim için ekmek ve taşsın sen,
fırın ve esmer aşiretin ürünüsün.
Yüzün bizim balçığımızdan doğdu.
Senin haşmetin benim karla örtülü memleketimdir,
gözlerin gömülmüş çömlekçilik zanaatı.

Başkaları atomu alacak ve elektrikli
parlaklığın, huzursuz alazın damlasını:
sen bizim kanlarımızdan yapılmış duvarsın,
senin aşılmaz dürüstlüğün
bizim sert coğrafyamızdan geliyor.

Havaya söyleyecek tek sözün yok,
çok uzaktan gelen altınsı rüzgâra,
bırak düşüncelerle dolu toprak, kireç,
mineral, maya konuşsun.

Queretaro'nun duvarlarını gördüm,
dokundum her bir kayasının yüksekliğine,
uzaklığına, yara-izine ve yanardağ-ağzına,
dikenli kollarıyla kaktüslerine:
kimse duraksamıyor orada, hayalet bile yok oldu,
kimse kalmadı orada, katılıkta uyuyanlardan:
orada yalnızca ışık var, çalı-ormanının
dikenleri ve temiz bir varoluş:
Juarez, senin adil gecenin huzuru,
kesin, sert ve yıldızla örtülü.


Pablo Neruda
"Los libertadores"den, "Canto General"

Juvencio Valle

Juvencio, kimse tanımıyor senin ve benim gibi
gizini Boroa ormanının: kimse
bilmiyor üzerinde fındık çalısı ışığının uyandığı
kırmızı topraktan bazı patikaları.
Kulak vermezlerken insanlar bizlere bilmiyorlar
ağaçlara ve çinko damlara yağan yağmuru duyduğumuzu
ve hâlâ sevdiğimizi telgrafçı kızı.
Odur, o kızdır ey
kış lokomotiflerinin taşrada
boğulan çığlığı gibi bildiğimiz.
Sen yalnız, sen suskun,
daldın içine yağmurun ezdiği kokunun içine,
biteyin altın rahatını teşvik etmiştin,
yasemini filizlenmeden koparmıştın.
Sergiliklerin önündeki o avuntusuz çamur,
ağır at arabalarıyla yoğrulmuş çamur
bazı acıların kara balçığı gibi,
orada yatıyor, kim biliyor senin gibi, yayılmış
o muhteşem ilkbahardan sonra.
Başka hazinelerin gizini de biliyoruz bizler:
kızıl diller ve taşlar gibi
toprağı örten yapraklar, aşınmış dümdüz olmuş
akıntıdan, ırmakların taşları.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı


Juvencio Valle, Pablo Neruda’nın çocukluk arkadaşlarındandı.

20 Ocak 2014 Pazartesi

Kaç Kilise Vardır Gökyüzünde?

Kaç kilise vardır gökyüzünde?

Niçin saldırmıyor köpekbalığı
o korkusuz deniz kızlarına?

Bulutlarla mı eğleniyor duman?

Doğru mudur umudumuzun
çiyle sulanması gerektiği?


Pablo Neruda
Sorular Kitabı

Kadın Bedeni

Kadın bedeni, ak tepeler, ak baldırlar,
bir dünyadır açık kasığın senin.
Benim hoyrat çiftçi bedenim kazar seni
ve fırlatır oğulunu toprağın derininden.

Bir tünel gibi yalnızdım. Kaçardı kuşlar benden,
ve gece alırdı kudretli kucağına beni.
Yaşayabilmek için silâh gibi biçimledim seni,
yayımdaki ok gibi, bir taş gibi sapanımdaki.

Ne ki sonu vardır öç saatinin, ve severim seni.
Tenden ve yosundan senin bedenin, uysal ve güçlü sütten.
Ah, göğüslerinin vazosu! Ah, gözlerin ne kadar da uzak!
Ah, venüs tepeciğinin gülleri! Ah, senin usul, üzgün sesin!

Sen, kadınımın bedeni, merhametli yol gösterici yıldızım.
Arzum, sınırsız özlemim ve belirsiz yolum benim!
Doğurur kasvetli sular sonsuz susuzluğu,
ve kendini ele veren yorgunluğu ve sınırsız acıyı.


Pablo Neruda
20 Sevda Şiiri ve Umutsuz Bir Türkü

Çeviren: İsmail Haydar Aksoy

Kahramanlar

Félix Morales, Ángel Veas,
Pisagua’da katledilmişler,
iyi yıllar, biraderler,
sevdiğiniz ve savunduğunuz bu katı
toprağın altında yatıyorsunuz bugün.
Temiz adınızı fısıldayan
tuz gölcüklerinin altında,
güherçilenin altında yayıldı
güller, sonsuz çölün zalim
kumu altında.

İyi yıllar, biraderlerim,
ne kadar sevgi öğretmiştiniz
bana, nasıl da sınırsız şefkati
kucaklamıştınız ölümde!

Ansızın doğan adalar gibisiniz
okyanusun ortasında,
dinlenerek uzayda
ve su altındaki oyuğunda.

Öğrendim sizlerin dünyasını:
saflığı, sınırsız ekmeği.
Gösterdiniz bana hayatı, tuzun
ülkesini, yoksulun mısırını.
Geçtim çölün hayatını
bir tekne gibi karanlık denizde
ve gösterdiniz bana yanı başımda
insanın nasıl yaptığını, dünyayı,
çökmek üzere olan evi, sefilliğin
yaylalar üzerindeki çığlığını.

Félix Morales, anımsıyorum
senin bir resim yaptığını, yüksek ve güzel,
narin ve genç, taze
tamaruga çalısı gibi pampanın
susayan ıssız topraklarında.

Senin yabanıl yelen savruldu
soluk alnın üzerinde, boyadığında
resmini bir demagogun
önümüzdeki seçimden önce.

Anımsıyorum nasıl hayat
verdiğini resme, yükseğinde
merdivenin, bütün bu güzel
gençliğin dile gelen resmi.

Celladının gülüşünü
boyadın tuvale,
beyaz ekledin, ölçtün,
üzerine ışık düşürdün senin
ölüm savaşı emrini veren o ağzın.

Ángel, Ángel, Ángel Veas,
pampanın işçisi, yeraltından çıkarılan
metal gibi temizsin,
katlettiler seni, Şili topraklarının efendileri,
şimdiden onların olmasını
istedikleri yerdesin sen:
çıplak ellerinle sık sık
azamete kaldırdığın
aç gözlü taşlar altında.

Hiçbir şey daha temiz değil hayatından.

Sadece havanın gözkapakları.

Sadece suyun anneleri.

Sadece erişilmez metal.

Bütün hayatım boyunca getireceğim
sana onuru bastırarak
senin soylu, savaşan eline.

Durulmuşsun sen, ağaçsın sen,
öğrenmişsin acılarda
tümüyle alet edevat olmayı.
Anımsıyorum İquique’deki
Şehir İdaresi onurlandırdığı zaman seni,
işçi, çilekeş, biraderim benim.

Ekmek ve un eksikti. O zaman
uyandın şafaktan önce
ve dağıttın ellerinle
ekmeği herkese. Büyüklüğünün
doruğuna eriştin, ekmektin sen,
halkın ekmeğiydin, toprağa karşı
senin yüreğinle açık.

Ve günün geç saatlerinde
geri döndüğünde sürüyerek
o dehşet kavganın tüm gününün terazisini,
un gibi güldün,
tırmandın içine ekmeğin barışının,
ve bölüştürdün yeniden,
uyku tekrar toparlayana dek
senin dağıtılmış yüreğini.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı", "Karanlıktaki Anayurduma Yeni Yıl İlahisi"

Kalabalığız

Olduğum onca insandan, olduğumuz insanlardan,
birini bile bulamam:
yiterler hepsi giysi altında,
taşınırlar başka kente.

Her şey hazırken
göstermem için zekâmı
içimde gizlenen bir budala
söyler ağzımdaki sözcükleri.

Başka zamanlar uyuşurum
güzide bir topluluğun arasında
ve baktığımda cesur olan kendime
tanımadığım bir korkak
sarmalar hızla iskeletimi
binlerce ince bahaneyle.

Saygın bir ev tutuştuğunda,
çağırdığım itfaiyeci yerine
bir kundakçı çıkar ortaya
ve o benim. Düzeltemem bunu.
Nasıl ayırt etmeli kendimi?
Nasıl toparlamalı kendimi?

Okuduğum bütün kitaplar
kendinden emin parlak kahramanları
överler her zaman:
ölürüm onları kıskanmaktan,
ve rüzgârla mermilerin filmlerinde
hayranlıkla bakakalırım atlıya,
ata bile hayran olurum.

Fakat aradığımda atılgan birini
çıkar dışarı eski tembelliğim
ve böylelikle bilmem kim olduğumu,
kaç kişi olduğumu ya da olacağımızı.
Keşke bir zile basabilsem
ve çağırabilsem kendi özümü,
çünkü gereksiniyorsam kendimi
yitirmemeliyim kendimi.

Yazarken bunları uzaklardayım
ve geri geldiğimde gitmişimdir:
bilmek isterim yaşamışlar mı
diğer insanlar da yaşadıklarımı,
benim gibi kalabalık mı onlar da,
ve bu sorunla onca boğuştuktan sonra
bir hayli şey öğreneceğim
ki sorunlarımı anlatacağım zaman,
coğrafyadan bahsedeceğim.


Pablo Neruda
Estravagario 
1958

Kan Kızılı Çizgi

Sonra kaldırdı kral
yorgun elini,
ve haydut alınlarının çok üzerinde
dokundu duvara.
Çektiler buraya
kan kızılı bir çizgiyi.
Üç oda
altın ve gümüşle doldurulmalıydı,
O'nun kanıyla çizilmiş bu çizgiye kadar.
Ve altın çark döndü geceler boyu.
Bilinmezliğin çarkı gece ve gündüz.
Altını üstüne getirdiler toprağın, boyundan çekip
kopardılar sevgi ve köpükten yapılmış takıları,
gelin bileziğinin yüzdüler derisini
ve tanrılarını zararsız kıldılar onların.
Teslim etti tılsımını çiftçi,
altın damlasını balıkçı,
ve titredi sabandemiri bir yanıtla;
yücelerde davet ve çığlık duyulurken,
döndü altının çarkı.
Ve kaplanlar toplanıp
paylaştırdı kanı ve gözyaşlarını.

Biraz kederli bekledi Atahualpa
yalçın And-dağı gününde.
Açılmadı kapılar. Yırtıcı kuşlar
paylaştırdılar herşeyi en son hazineye dek:
kutsal firuze taşları, gümüşten dokunmuş
kaftan lekelendi cinayetle:
hırsız pençeleri
ölçtü ve tarttı, ve yas içinde
dinledi kral cellatların arasında
keşiş'in kahkahasını.
Bir çömlek gibiydi yüreği, doluydu
kınaağacı kabuğunun kekre aroması kadar
acı bir dehşetle.
Kendi sınırlarını düşündü, soylu Cuzco'yu,
prensesleri, kaç yaşında olduğunu,
ülkesindeki ürperişleri.
Yürekce olgundu, umutsuz sakinliği yasın kendisiydi.
Huascar'ı düşündü.
Gelmiş miydi acaba yabancılar ondan?
Her şey gizemliydi, her şey bıçaktı,
her şey yalnızlıktı, yalnızca yaşayan
kankızılı çizgi titreşti,
yutarak hızla ölmekte olan dilsiz ülkenin
sarı barsaklarını

Valverde göründü o zaman ölüm ile.
'Senin adın Juan, ' dedi O'na,
ateşi kararken onlar.
Dokunaklı bir biçimde yanıt verdi: 'Juan,
ölüm adım Juan benim',
anlayamadan daha fazla ölümün ne olduğunu.

Bağladılar boğazını
ve demir bir kanca ağdı ruhuna Peru'nun.


Pablo Neruda
"Los conquistadores"den, "Canto General"