Şiir, Sadece: 2014-02-23

1 Mart 2014 Cumartesi

Güney Denizi

O yalnız denizdeki güller
ince tuzdan ve tehlikedeki bir boğazdan,
gene de dalgalı sudan
ve korkunç kuşlardan,
ve günden sonra gelen
gece var yalnızca, ve bir barınaktan sonra
geliyor gün,
bir soytarı, bir sessizlik.

Sessizlikte büyüyor rüzgâr
tek bir yaprağıyla ve kırbaçlanmış çiçeğiyle,
ve yalnızca dokunuşu ve sessizliği olan kum,
hiçbir şey yok, yalnızca bir gölge,
devrilen bir atın izi,
zamanın kabullendiği bir dalgadan başka bir şey yok,
çünkü bütün sular götürür denizin derininde
dik dik bakan zamanın soğuk gözlerine.

Ölmüş sudan ve güvercinlerden gözleri ölüdür şimdi,
ve kanlı dişleriyle balıkların geçip gittiği
acılı bölgeden iki deliktir onlar,
ve balinalar peşindedir zümrütlerin,
ve solgun süvarilerin iskeletleri çözünmüştür
yavaş denizanalarından, ve yanı sıra
zehirli nanelerin değişik birliklerinden,
yalnız eller, oklar,
pul pul tabancalar,
dur duraksız çalışıyor yanakları boyunca
ve yiyip bitiriyor çıplak tuzdan gözlerini onun.

Ay teslim ettiğinde kendi gemi batışlarını,
kasalarını, erkek gelinciklerle örtünmüş
kendi ölülerini,
giysiler gömüldüğünde denizde
düşer ayın torbası
onların uzun acılarıyla, yolunmuş sakallarıyla,
su gibi kafalarıyla ve gurur talep etmişti
zamanı ve sonsuzluğu,
o zaman işitilir her yerde
denizin dibine düşen diz, taş torbasında ayın
getirilmiş buraya, gözyaşlarıyla yıpranmış
ve ısırmış kasvetli balıklar.

Doğrudur, ayın battığı
zalim sallamalarda bir sünger gibi, alıkonulmaksızın,
yalpalayıp duruyor ay hayvanların inleri etrafında,
suyun çığlığıyla kemirildi ay,
ayın mideleri, pulu hızla ayrılmış çelikten:
ve şimdiden sonra
iniyor aşağıya okyanusun sonuna doğru,
mavideki mavi, içe işlemiş mavi renkler,
kör maddenin mavi kör renkleri,
ve sürüklüyor kendi çürümüş yükünü kendiyle,
dalgıçlar, kalaslar, parmaklar,
denizin yüce ışıltısındaki büyük felaketlerde
akan kandan yapılmış bir balıkçı karısı.

Fakat bir sahil hakkında konuşuyorum, orada deniz
kırbaçlar öfkeyle ve dalgalar çarpar
külden duvarlara. Nedir bu? Bir gölge midir?
Hayır, gölge değil, kumdur o kederli cumhuriyette,
alglerden bir sistemdir, kanatları var, bir gagalama
göğün bağrında:
ey yaralı dalgaların yüzeyi,
ey denizin kaynağı, eğer güvence veriyorsa
yağmur senin gizlerine, eğer o sonsuz rüzgâr
öldürüyorsa kuşları, eğer yalnızca gökyüzü varsa,
kıyılarını yalnızca ısırmak ve ölmek isterim,
gizlerin aktığı, köpükle dolu taşların ağızlarından
yalnızca uzun uzun bakmak isterim.

Yalnız bir bölgedir, daha önce
hakkında konuştuğum bu ıssız bölge,
denizle çevrilidir toprak
ve kimse yoktur – yalnızca bazı at izleri,
rüzgâr dışında hiç kimse, hiç kimse
denizin sularına düşen rüzgârdan başka,
hiç kimse, yalnızca yağmur büyür deniz üstünde.


Pablo Neruda
Yeryüzünde İkinci Konaklama'dan

Şiir Sanatı

Şairim ben ama şiiri
Kendisi olarak umursamam bile.
Gece ırmağının taşıdığı yıldız
Çirkinleşir göğe tırmanmak isterse.

Zaman damla damla eriyip gitmede
Karnım tok sütüne masalların
Ben gerçek ve elle tutulan bir dünyayla beslenmekteyim
Göğün köpükleridir yükselen üstünde o dünyanın

Girip yıkanasın diyedir kaynak
Orada ürpertici ya da sakin sular
Birbirlerine karışıp sarmaşırlar
Sevimli, akıllı şeyler konuşarak

Birtakım şairler - ırak olsunlar benden -
Tepeden tırnağa çamur içinde
Yalandan bir sarhoşluğun imgelerini kusarak
Yolculuk etmedeler birinci mevki bir esrimede

Meyhaneler de ırak olsun benden
Ben akla giderim ve daha öteye
Hiçbir şey ruhumu alçaltamaz
Dalkavukluğa, ikiyüzlülüğe.

Sev, ye, uyu, iç; kendine
Ölçü olarak evreni almalısın
Bizi yoksul ve tutsak kılanlara
Bir zerresini bağışlamam yaşama hakkımın

Hiçbir uzlaşmaya yanaşmadan
Mutlu olma hakkımı haykırırım
Kızarır yanaklarım tutkudan
Tutuşur ateşler içinde kanım.

Hiç kimse beni susmaya zorlayamaz
Bilimdir bana omuz veren çünkü
Çağ beni koruyor, onun oğluyum ben;
Beni düşünüyor sürerken sabanını köylü.

İşçinin içine doğan şey benim
Mekanik iki hareket arasında
Şu hırpani kılıklı delikanlı
Beni bekliyor sinema kapılarında

Ve benim yakıcı dizelerimi
Vurmaya kalkıştığında alçaklar
Yola çıkar kardeş tanklar
Gümbürdeyerek şiirlerimi

İnsan çocuk daha, bunu biliyorum
Ama büyümek istiyor; işte bu onun deliliği,
Anne-babası sevgi ve akıl
Ona göz kulak olsalar bari.


Attila Jozsef
Çeviren: Ataol Behramoğlu

Flora

Şimdi iki milyarlar zincirlemek için beni
Benden bir çoban köpeği yapmak için kendilerine
Fakat iyilik, şefkat ve incelik duyguları
Göç ettiler onların dünyasından Güney'e.
Artık ışık içinde göremiyorum bu dünyayı
Göremiyorum, deney tüpüne bakan bir doktor rahatlığıyla
Diz çöküyorum, haykırıyorum yenilgimi
Sevgilim, bir an önce gelmezsen yardımıma

Köylü nasıl toprağa muhtaçsa
Yağmura, güneşe nasıl muhtaçsa, muhtacım sana
Bitki nasıl ışığa muhtaçsa
Ve klorofile, fışkırmak için topraktan.
Muhtacım sana, çalışan kalabalık
Nasıl işe, ekmeğe, özgürlüğe muhtaçsa
Ve nasıl avuntuya muhtaçlarsa kuşatıldıklarında
Çünkü gelecek doğmadı daha acılarından.

Bir köye nasıl okul, elektrik
Su, taştan evler nasıl gerekliyse
Çocuk nasıl gereksinirse oyuncaklara
Isıtan bir sevgiye;
İşçi için bilincin
Ve gözüpekliğin anlamı neyse
Yoksul için onurun;
Ve bulanık çocuklarına bu toplumun
Bir hayat çizgisi nasıl gerekliyse
Ve nasıl gerekliyse hepimize
Akıl, uyanıklık, yol .gösteren bir ışık
Flora! Yüreğimde yerin işte öyle.


Attila Jozsef
Çeviren: A. Behramoğlu

28 Şubat 2014 Cuma

Günün Barışını Karartan

Günün barışını karartan
o siyah ahtapot ne kadar büyüktü?

Kolları demirden mi yapılmıştır
ve gözleri ölü ateşten?

Ve niçin üç renkli balina
keser yolumu?


Pablo Neruda
Sorular Kitabı'ndan

Anne

Bütün bir hafta, aralıksız
Annemin görüntüsü geçti gözlerimden
Kolunda ağır çamaşır sepeti
Çatı katına tırmanırken

Ve ben yaramaz, delişmen çocuk
Bağırır, tepinirdim yerimde
Bıraksın da koca sepeti
Çatıya beni taşısın diye

O, söylenmeden, bana bakmadan
Çıkar, sererdi çamaşırları
Göz kamaştıran aklıkta çamaşırlar
Sallanır, döner, hışırdarlardı.

Ağlamak için çok geç şimdi;
Annemi uçuşan kır saçlarıyla
Görüyorum gökyüzü sonsuzluğunda
Göğün suyuna katarken çivitini...


Attila Jozsef
Çeviren: Ataol Behramoğlu

27 Şubat 2014 Perşembe

Güvercinin Barışı Mıdır Barış?

Güvercinin barışı mıdır barış?
Leopar mı sürdürür savaşı?

Niçin öğretir öğretmen
ölümün coğrafyasını?

Okula geç gelen kırlangıçlara
ne olur acaba?

Doğru mudur gökyüzü boyunca
berrak mektuplar taşıdıkları?


Pablo Neruda
Sorular Kitabı'ndan

Yurdum

(VI)

Yoksulun karşısında ürküntüden titrer zengin
Yoksul korkudan titrer zenginin karşısında
Çünkü aslolan şey korkudur hayatımızda
Ve düzenbazlık, ama orada yeri yok ümidin.

Karınlarını köylünün ekmeğiyle şişirenler
Dışına sürmüşlerdir onu tüm hakların
Kıraç toprak kadar cılız şu gündelikçi kadın
Hakkını arayacağına bir köşeye siner.

Ve bin yıldır yürünmüş keçi yolunda
Halkın çocuğu ortaya çıktığında
Sırtında zavallı bir çıkın vardır.

Bir uşaklık bulmak için baştanbaşa dolaşır şehri
Ve yapabileceği şey, elindeki değneği
Babasının kemiklerinin bulunduğu mezara vurmaktır.


(VII)

Her şeyiyle Macar, ama kendi içine sürgün ruhum
Haykırıyor bir özlemi tüm gücüyle
Sonunda sadık oğlu olabileyim diye
Sonunda beni bassın diye bağrına sevgili yurdum.

Boynuna zincir vurulmuş bir hayvandan
Kaderim farklı olsun isterim, insanca yasamak, şairce.
Ve emrediyorum savcıya, hiç değilse
Kalemim koparılmasın çırpınışlarından

Ah yurdum, sen ki okyanus ötesine gönderdin köylülerini
Onlara dehasını ver Macar toprağının
İnsanlara insanca duygular ver şimdi,

Bir Alman sömürgesi olmasın bu ülke
Dizelerim, parlak bir güzellikle ışıldasın
Artık sevinç sinsin türkülerime


Attila Jozsef
Çeviren: Ataol Behramoğlu

26 Şubat 2014 Çarşamba

Güzde Unutulmuş

Saat yedi buçuğuydu güzün
Ve ben bekliyordum
Kimi beklediğim önemli değil.
Günler, saatler, dakikalar
Bıktılar benle olmaktan
Çekip gittiler azar azar
Kaldım ortada, tek başıma

Kala kala kumla kaldım
Günlerin kumuyla, suyla
Bir haftanın artıklarıyla kaldım
Vurulmuş ve hüzünlü

Ne var, dediler bana Paris'in yaprakları
Kimi bekliyorsun?

Kaç kez burun kıvırdılar bana
Önce ışık, çekip giden
Sonra kediler, köpekler, jandarmalar

Kalakaldım tek başıma
Yalnız bir at gibi
Otların üstünde ne gece, ne gündüz
Sadece kışın tuzu

Öyle kimsesiz kaldım ki
Öyle bomboş
Yapraklar ağladılar bana
Sonra, tıpkı bir gözyaşı gibi
Düştüler son yapraklar

Ne önceleri, ne de sonra
Hiç böyle yalnız kalmamıştım
Bu kadar
Ve kimi beklerken olmuştu
Hiç mi hiç hatırlamam.
Saçma ama bu böyle
Bir çırpıda oldu bunlar
Apansız bir yalnızlık
Belirip yolda kaybolan

Ve ansızın kendi gölgesi gibi
Sonsuz bayrağına doğru koşan.
Çekip gittim, durmadım
Bu çılgın sokağın kıyısından
Usul usul, basarak ayak uçlarıma
Sanki geceden kaçıyor gibiydim
Ya da karanlık, kükreyen taşlardan

Bu anlattıklarım hiç bir şey değil
Ama başıma geldi bütün bunlar
Birini beklerken bilmediğim
Bir zamanlar.


Pablo Neruda

Yaban Ördekleri

Genç yıllarımın pırıl pırıl göğünde
Çizgi çizen mühendisler gibi
Göründü yaban ördekleri
Yalpa vuran uçuşlarıyla

O ilkel desenlerinde
Bir eski mesajı okuyorum
Ürkek yüreğimde uyanan:
"işte sonbahar! Uslu öğrenci!"

Döküyor, önüme sorunları gök,
Gizli bir elin kara tahtada
Tanrısal denklemler halinde,
Yazıp sonra sildiği.

Bin kere yazılmış formül
Sırrını arıyor kalbim,
Anlamadan, eskisi gibi
Gitmek gerek, ayrılmak bu yerden.

Senden de ayrılmak gerek, anam,
Uzak ve yabancı bir dünyaya doğru,
Çılgınlığım acı olsa da
Benim güzüm, benim kaderim bu.

Boyun eğdim, ezik yürekli, kaçtım,
Olduğumdan başkası olmadığıma,
Olmak istediğimi olamadığıma
Acınarak, inanır mısınız?

İşte geliyorlar, danslarını düzelterek
Çığlıklarla, dalgalanıp rüzgarda;
Çocukluğumun mavi yaban ördekleri
Kımıltılı gökte kaçıp gidiyorlar.


Gyula İllyes
Çeviren: Yaşar Nabi

25 Şubat 2014 Salı

Zorbalık Üstüne

Yalnız orda yok zorbalık,
zorbalığın olduğu yerde,
yalnız tüfeklerin ağzında,
yalnız hapishanede.

Yalnız sorgu odalarında
yok zorbalık,
ve gecenin içinde bağıran
nöbetçinin sesinde.

Yalnız karanlık ve dumanlı
iddianamede yok o.
yalnız tutuklunun
itiraflarında yok.

Yalnız "suçlu" diye haykıran
yargıcın soğuk yargısında,
yalnız "hazır ol!" da
yok zorbalık

"Ateş!" komutu veren katılıkta,
trampetlerin çalışında yok yalnız,
yalnız bir cesedin mezara
atılış biçiminde yok.

Gizlice aralanmış
kapıların arasında
korkuyla fısıldanan
haberlerde yok yalnız.

Yalnız dudağa götürülen parmakta yok o.
ki "sus!" demek ister.
Daha başka yerlerde de var o,
daha başka yerlerde de.

Hapishane duvarı gibi örülmüş
bir yüzün çizgilerinde yok yalnız,
yalnız parmakların arkasında
acılı, perişan çığlıklarda yok.

Dilsiz gözyaşlarının
sessizliğe eklenen
coşkun selinde yok yalnız,
yalnız irileşmiş gözbebeklerinde yok.

Zorbalık gösterilerde
yok yalnız,
ayakta bağıra çağıra
yaşa'larda, şarkılarda yok.

Yalnız orda yok zorbalık,
zorbalığın olduğu yerde,
yalnız alkış tutan ellerde
yorulmadan hiç.

Zorbalık çocuk yuvalarında,
zorbalık babanın öğütlerinde
Gülümsemelerinde ananın,
verdiği karşılıklarda çocuğun yabancı birine.

Zorbalık dikenli tellerde yok yalnız,
kitapların satırları arasında,
bize dikenli tellerden iyi görünen
ve bizi aptallaştıran sloganlarda.

Veda öpücüğünde bile
var o aslında,
sesinde var kocasına soran kadının:
Ne zaman geleceksin, sevgilim?

Sokaklarda makine gibi tekrarlanan
"Nasılsın? "larda var o,
birden daha da rezilleşen
el sıkışmalarda.

Sevgilinin yüzünde,
buz kesiliveren apansız,
tam şu sıra,
onunla buluşurken.

Sorgularda yok yalnız,
itiraflarda yok yalnız,
şarabın içinde sinek gibi
sarhoşluğunda tatlı sözlerin.

Çünkü sen düşlerinde bile
artık yalnız değilsin,
gelin odasındadır o
belki hazdan daha önce.

İnanma boş yere
sana sahip olduğuna bir kez,
sevdiğini sandığından beri onu
yatıyordun onunla.

Tabaklarda ve bardaklarda o,
burunda ve ağızda,
soğukta ve karanlıkta,
içinde ve dışında senin odanın.

Sanki evin az ötesinde
bir gaz kaçağı varmış gibidir,
dalar gibidir açık pencereden
ağır, pis bir koku.

Konuşurken sen kendi kendinle
odur, zorbalıktır sorguya çeken seni,
özgür değilsin artık
düşünürken bile.
.......................
Konuşur zorbalık
çanların sesinde.

Günah çıkaran papazın ağzında,
vaazlarında papazın,
sökün ederler aynı tiyatroya kol kola
kilise, parlamento ve darağacı.

Gözlerini boş yere açıp kapama,
o durmadan seni gözler,
o hep senin yanında,
hastalık gibi anı gibi.

Bir tümcenin uyumunda gider katar,
sen mahpussun, mahpus,
ister dağda ol, ister denizde,
zorbalıktır soluduğun.

Şimşek çaktı mı bil ki o,
her gürültüde patırtıda o,
beklenmeyen her ölgün ışıltıda,
mide bulantısında bile.

Gücü tükenmişlikte bile o var,
kelepçelerin bezginliğinde bile,
parmaklıkları gökyüzüne dek çıkan
sağnağın çarpışında.

Hücrenin duvarları gibi seni saran
ak karın yağışında var,
köpeğinin gözleri içinden
odur bakan sana.

Her tasarıda hazır o,
senin gelecek günlerinde,
senin güvencelerinde,
tüm davranışlarında hazır,

Hem izlersin, hem yaratırsın onu
yatağında akan ırmak gibi,
hele bir dene menzilinin dışına bakmayı,
o da bakar o saat sana aynada.

Kollar seni, kaçamazsın,
hem gardiyansın, hem tutuklu,
siner kumaşına esvabının,
siner tütünün tadına.

İşler ta iliklerine dek,
daha da derinlere hatta
düşünmek istersin bir şeyler,
onun sözleri gelir aklına.

Bakayım dersin şöyle bir,
görürsün onun gösterdiklerini,
çevrende çoktan kül olmuş gitmiş
tek bir kibritle tutuşan orman,

Ezilip söndürülememiştir
o kibrit atılırken yere,
Bekler zorbalık senin başında,
fabrikada, tarlada, evinde.

Artık bilmezsin yaşamak ne,
et ne, ekmek ne,
istemek ne bir şeyi,
istemek ölesiye.

Böylece olursun kölesi kendi kendinin,
olursun taşıdığı zincirleri döken ocak,
dünyaya getirdiğin çocukları
besler büyütürsün o yesin diye.

Zorbalığın olduğu yerde
her şey zincirin bir halkası,
veba gibi dört yandan sarar seni,
olursun sen de zorbalığın ta kendisi.


Gyula İllyes
Çeviren: A. Kadir - E. Canberk

Hain

Ve bütün bu felaketlerin üzerinde
kahkaha atıyordu bir zorba
ve tükürüyordu aldatılmış
maden işçilerinin umutlarına.
Her halkın kendi acıları vardır,
her savaşımın kendi ıstırapları,
fakat gel buraya ve söyle bana
bu kana susamış
bu yasasız despotların arasında
nefretle taçlanmışların, yeşil kırbaçlardan
kral asalarıyla dolaşanların arasında
var mıdır Şili’deki gibi biri daha?

Tutmadı verdiği sözleri ve ayaklar altında
çiğnedi vaatlerini ve gülüşü,
bulantıdan oluşturdu kral asasını,
zavallı, üzerine tükürülmüş halkının
acıları üstünde dans etti.

Ve sahte fermanları sayesinde
dopdolu olan hapishanelerde
yaralanmış olanların ve hakaret edilmişlerin
siyah gözleri toplandığında üst üste,
dans ediyordu o Viña del Mar’da,
mücevherler ve kupalarla çevrilmiş olarak.

Fakat bakıyor siyah gözler
kara gecenin içinden dosdoğru.

Sen kendin ne yapmıştın? Sözcüklerin işitildi mi
derin madenlerde biraderin için,
aldatılmışın acıları için,
geldi mi alevlerin heceleri sana
haykırmak için ve savunmak için halkını?


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı'dan

24 Şubat 2014 Pazartesi

Budapeşte, Mayıs 1945

İşte yeniden köşemdeyim!
Süprüntüler, kiremit tozları her yanda.
Yarı yarıya yakılmış evim;
Fakat sürüyor yaşam, olağan akışıyla.
Çalışma odama yürüyorum
Geçip altından tavanda açılmış deliklerin.
Bahçedeki mezar ürkütmüyor beni
Kendim kazdım onu ölüler için.

Yerle bir olmuş, ne varsa;
Kağıtlar, eşyalar, raftaki kitaplar.
Yazı masamın üstündeki camda
Bomba kırıntıları var.
Yerleşiyorum yuvama
Şiirler yazıyorum ve dinliyorum sesini
Cıvıldayan kızımın, avluda.
Ve kuşların tasasız türkülerini.

Bana öyle geliyor ki - ve böyle bu gerçekten de -
Yurdumun yıkıntıları arasında oturmaktayım.
Fakat karanlık aydınlanmada git gide
Hüzün ve acılar gibi silinmez sandığım.
Geçmişin dünyası üzerinden süzülüyorum
Takıp kanat yerine özgür düşünceyi;
Şafağı türkülerle karşılıyorum
Türkücü kuşlar ve çocuklar gibi.


Gyula İllyes
Çeviren: A. Behramoğlu

Halk

Geçip gitti halk kızıl bayraklarıyla
ve onların arasında, o dokundukları taştaydım,
o bütün gün süren gümbürdeyen yürüyüşte
ve kavganın keskin şarkılarında.
Gördüm nasıl fethettiklerini adım adım.
Sadece direnci yol idi onların,
ve yalıtılmışlardı ezilmiş parçaları gibi
ağızsız ve pırıltısız bir yıldızın.
Sessizlikte yaratılmış ortaklıklarında
ateştiler, kökü kazınamaz şarkı,
derinlik ve kavgaya dönüşen
ikircikli duruşu insanın yeryüzündeki.
Ayaklar altına alınmış saygınlıktı savaşan
bunun için, ve uyandı
bir sistem gibi, hayatın düzeni
kapıya vuran ve bayraklarıyla
ortadaki salona katılan.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı'dan