Şiir, Sadece: 2014-08-10

16 Ağustos 2014 Cumartesi

Dinle Beni

Şarkı söyleyerek dolandım
Avrupa’nın
üzümleri
ve rüzgâr arasında,
Asya’nın rüzgârı.

İnsandaki ve hayattaki
en iyi şeyi,
o dünyasal şirinliği,
o temiz barışı,
toparladım yolumda
gayretli bir toplayıcı gibi.

Topraktaki en iyi şeyi
burada ve orada
kaldırdım ağzıma
şarkımla:
rüzgârın özgürlüğü,
güvercinler arasındaki barış.

İnsanlar düşman
görünüyordu,
fakat aynı gece
örttü onları
ve aynı aydınlık
uyandırdı onları:
dünyanın aydınlığı.

Vardım onların evlerine
oturup yemek yerlerken masada,

fabrikadan geldiklerinde,
güldüklerinde ve ağladıklarında.

Herkes aynıydı.

Herkes çevirmişti gözlerini
ışığa ve arıyordu
yolunu.

Herkesin ağzı vardı
ve şarkı söylüyordu
ilkbahara.

Herkesin.

Bu yüzden
insandaki en iyi şeyi
üzümler ve rüzgâr arasında
buldum.

Dinle beni şimdi!


Pablo Neruda

Diplomatlar

Romanya’da aptal olarak doğmuşsanız,
aptalca bir kariyer yaparsınız,
Avignon’da aptal iseniz,
Fransa’nın eski taşları
okullar ve bahçelerin
saygısız çocukları
bilir vasıflarınızı.
Fakat Şili’de aptal olarak doğmuşsanız
sizi hemencecik Büyükelçi yaparlar.

Kendinize aptal bay adı bilinmeyen diyebilirsiniz,
aptal Joaquín Fernandez de, aptal
herhangi bir şey de diyebilirsiniz, ve mümkünse
iyi kırpılmış bir sakal bırakın.
Sizden istenen bütün şey işte bu
"müzakerelere başlayabilmek" için.

Bilge olduğunuz izlenimini vererek
bilgilendirin heyecan verici
sunumunuz hakkında yetkilerin
ve şöyle deyin: Vesaire, atlı araba,
vesaire, Majesteleri, vesaire,
tabirler, vesaire, iyi niyet.

Yapmacık bir sesle konuşun,
şefkat dolu bir ineğin ses tonuyla,
Trujillo’nun elçileriyle
onur belgeleri değiş tokuş edin,
çok tedbirlice tutunuz
bir garsoniyeri ("biliyorsunuz
yararlarını bu tür şeylerin
sınır antlaşmalarında") ,
gönderin, biraz değiştirerek,
önceki gün öğle yemeğinde
okuduğunuz ciddi gazetenin
başyazısını: bir "rapor" olarak.
Toplumun "ileri gelenleriyle"
irtibatınız olsun, ülkedeki
budalalarla, sahip olabileceğiniz ne kadarsa
o kadar gümüş takımlar elde edin,
anma törenlerinde bir konuşma yapın
yanında bronz atların
ve şöyle söyleyin: Hım, ayrılmaz bağlar,
vesaire, hım, vesaire,
hım, gelecek kuşaklar,
vesaire, ırk, hım, saf olan,
kutsal, hım, vesaire.

Ve olduğunca sakin olun:
Şili için iyi bir
diplomatsınız, siz madalyalı
muhteşem bir aptalsınız.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı
1948

15 Ağustos 2014 Cuma

Doğu’da Gömülme

Geceleri çalışıyorum, kuşatılmışım şehirle,
balıkçılarla, çömlekçilerle, safranla
ve meyvelerle yakılmış ölülerle, sarmalanmış
kızıl muslinle:
balkonumun altından geçip gidiyor bu korkunç ölüler,
şıngırdatarak zincirleri ve bakır düdükleri,
kulak tırmalayarak, tiz ve hüzünle öttürüyorlar
ağır zehirli çiçeklerin rengi arasında
ve kül grisi dansçıların çığlığı
ve tamtamların büyüyen monotonluğu
ve alazlı dumanın, hoş kokulu ağacın arasında.
Değil mi ki yolun sonunda, bulanık ırmak boyunca,
kavrulmuş yürekleri
daha büyük bir devinimi durdurur ya da başlatır,
yuvarlanarak gitmek ister, ateş içinde ayaklar ve bacaklar,
ve o titreyen kül düşmek ister suya,
akıp gitmek yanık çiçeklerden bir buket gibi
ya da sönmüş bir ateş gibi, muazzam yolcuların terk ettiği
siyah sularda bir şeyler yakan ve yutan
kaybolmuş bir nefes alışı ve ölünün yıkanışı.


Pablo Neruda
Yeryüzünde Birinci Konaklama

14 Ağustos 2014 Perşembe

Doğum

Doğan birçok kimse
arasında
doğdu biri,
yaşayan birçok kimse arasında
yaşadı,
ve toprağın hikâyesini anlatmadan
anlatılamaz hikâyesi,
asmaların yeşil zülüflerinin dalgalandığı
Şili’nin orta bölgesi toprağında
ışıkla beslenir üzümler,
halkın ayakları altında doğar şarap.

Kışın doğduğum
bu yere
Parral denir.

Ne ev ne de sokak
kaldı şimdi geride:
sıradağlar saldı
atlarını,
derindeki
güç
toparladı kendini,
yerinden hopladı dağ
ve çöktü kasaba
depremle.
Ve balçık duvarlar,
duvarlardaki resimler,
karanlık odalardaki
köhne mobilyalar,
sineklerin kesintiye uğrattığı sessizlik,
her şey dönüştü
toza:
yalnızca bazılarımız korudu
biçimini ve kanını,
yalnızca bazılarımız ve asmalar.

Asmalar sürdürdü yaşamayı,
hasat zamanı
toplanacak
üzümler oldurmayı.
O sağır cenderelere
dökülecek üzümler,
kendi uysal kanlarıyla
boyanmış fıçılara sonra,
ve orada, korkulu toprakla
ürkmüş olarak
hayatta kalır şarap çırılçıplak.

Manzara ya da zaman hakkında
hiç anım yok,
ne de yüzler ya da figürler hakkında:
yalnızca ele gelmez tozu anımsarım,
yazın sonunu
ve mezarlar arasında
uyuyan annemi görmem için
beni götürdükleri mezarlığı.
Ve o zamandan beri hiç görmediğim için
annemin yüzünü,
görmek için çağırdım onu ölülerin arasından,
fakat diğer gömülmüşler gibi
ne bilir ne işitir, yanıt vermez,
orada yalnız durur, oğulsuz,
ruhlar arasında
içine kapanık ve kaçamaklı.
Ve oralıyım ben,
toprağı titreyen Parral’danım ben,
ölmüş annemden
fışkıran
üzüm hevenklerini
barındırır o toprak.


Pablo Neruda
Memorial de la Isla Negra
1964

13 Ağustos 2014 Çarşamba

Doğumlar

Yıldızlar dönüştüğünde
toprağa ve metale, ve ölüp gittiğinde
onların erkesi ve şafağın kadehi
ve kömür döküldüğünde ve ateş
sunulduğunda meskenlerinde,
düştü deniz yanan bir damla gibi
mesafeden mesafeye, zamandan zamana:
küre oldu mavi ateşi onun,
tekerleğindeki hava çalan bir çan gibi,
en içteki yaratığı onun titredi köpükte,
ve tuzun ışığında yukarı kaldırıldı
o yayılmış teşrihin çiçeği.

O yalıtılmış yıldızlar
dinlenirken giderek sönen lambalar gibi
ve inceltirken onların dokunulmaz saflığını,
doldurdu deniz kendi muazzam uzayını tuzla
ve yara iziyle, şeneltti günün yayılışını
yalayan ışıltı ve devinimle,
yarattı toprağı ve serbest bıraktı köpüğü,
kaybolduğu yerde kauçuktan bir iz bıraktı,
doldurdu uçurumu heykellerle,
ve kanın temeli atıldı onun sahillerinde.

Dalga kabarmasının yıldızı, ana su,
ana madde, yenilmez ilik,
balçıkta yükseltilmiş titreyen kilise:
sendeki hayat taciz etti gecesel taşı,
geri çekti kendini dokunduğunda yaraya,
çekip gitti kalkanlarla ve taçlarla,
berrak dişleri çekti,
yığdı savaşı karnında.
Karanlığın biçimlediği şey, parçalandı
şimşeğin soğuk özüyle,
yaşıyor senin hayatında, Okyanus.

Dünya yarattı insandan kendi cezasını.

Öldürülmüş canavar, çökmüş dağlar,
inceledi durdu ölümün yumurtasını.

Fakat senin çağının koşusu altında hayatta kaldı
o boğulmuş zaman diliminin kanatları,
ve yaratılmış ihtişam taşıyor
aynı kepekten zümrütleri,
o aç çamlar yutuyor
mavi çember ağızlarıyla,
dalgalı saç emiyor boğulmuş gözleri,
savaşan gezegenlerden yıldız mercanı,
ve balinanın yağla doymuş gücünde
kayıyor o toz eden karanlık.

Eller olmaksızın dikilmiş katedral,
gelgitin sayısız vuruşu altında,
tuz bir iğne ucu oldu,
kuluçkaya yatmış sudan bir bıçak ağzı oldu,
ve saf varlıklar, yeni saçılmış,
kaynaşıp durdu ve iç içe geçirdi duvarları
– mantarın gri mücevheriyle
kuş yuvalarından gruplar gibi –
kayana dek o kızıl tunik yere,
o sarı tanrılaştırma yeni bir hayat buldu,
büyüdü o kireç beyazı horozibiği.

Her şey oluşun kendisiydi, titreten öz,
et yiyen, ısıran taçyaprakları,
üst üste yığılmış çıplak kitle,
tohum ağırlığı bitkilerin bir seğirtişi,
nemli kürelerin kanaması,
yaratıkların bölünmüş sınırlarını deviren
sonsuz bir mavi rüzgâr.
Ve işte böyle dönüştü o dokunulmaz ışık
kendi menekşe cevherlerini ısıran bir ağza.
Okyanus, daha uysal bir biçim oldu,
hayatın apaydınlık mağarası,
karnında hayata gebe, kayan kitlesi
üzüm salkımlarının, dölyatağının dokusu,
filiz dişler savurmuş bilgiyi,
o sabah tazesi lenfin kılıcı,
çiftleşmenin keskin kokulu organları:
her şey zonkladı sende hayatla ve doldurdu suyu
boşlukla ve sallamalarla.
İşte böyle aldı hayatın tacı
kendi yabanıl aromasını, kendi köklerini,
ve dalgalar bir yıldız istilası oldu:
bel ve bolluk hayatta kaldı,
hotoz ve yayılma kaldırdı
köpüğün altın konuklarını.
Ve sahiller üzerinde titredi daima
denizin sesi, suyun gelin yatağı,
o rüzgârla uğultulu, yok eden deri,
yıldızın hiddetlenmiş sütü.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı

12 Ağustos 2014 Salı

Doktor Francia

Sahraların nemli bölgelerindeki Paraná,
titriyor başka ırmaklardan ötürü,
su şebekesi Yababiri’nin ırmakları
Acaray ve İgurey ikiz takılar gibi
boyanmış quebracho ağacıyla,
copal ağacının tacıyla çevrilmiş,
nazaret ağacının dut renkli
baş dönmesini ve kumlu uykularındaki
köklerini curapayen ağacını da beraberine alarak
çağlıyor Atlantik çarşaflara doğru.

Fokurdayan çamurdan, yırtıcı
timsahın arazisine, yabanıl ormanın
bulaşıcı hastalığı ortasından
oturdu Dr. Rodríguez de Francia
Paraguay’ın başkanlık koltuğuna.
Ve yaşadı orada arasında
kırmızı duvarlardan yapılmış pencere süslerinin,
karanlık örümcek ağlarıyla örtülü
kepaze bir Sezar bozuntusu.

Aynalarla dolu salonda
yalnız majesteleri, siyah
korkuluklar kırmızı peluşlarda
ve gecelerde ürkütülmüş fareler.
Sahte sütunlar, sapık
akademi, cüzzamlı bir kral
bilinemezciliğiyle, çevrilmiş
engin çobanpüskülü tarlalarıyla
soğuruyor platonik sayıları
idam edilmişlerin darağaçlarının altında,
konuşmuştu yıldız üçgenleri hakkında,
araştırmıştı gök cisimlerinin anahtarlarını
ve gözetlemişti Paraguay’ın
turuncu korlu şafağını
penceresindeki bir saatle
kurşuna dizilmişin ölüm savaşında,
bir eli zincirlenmiş şafağın sürgüsünde.

Masada bilge yazılar,
gözler gök kubbenin ayartmalarıyla
büyülenmiş, geometrinin
aldatıcı kristalleriyle,
dipçik darbesiyle öldürülmüş adamın
bağırsaklarındaki kan
akıyorken basamaklardan,
yutulmuş yeşil, pırıldayan
sinek akını tarafından.

Kapattı Paraguay’ı bir kuş yuvası gibi
egemenliği için, işkenceyi
yapıştırdı ve kiri sınırlarına.
Silueti geçtiği zaman
caddelerde, çeviriyor yerliler
bakışlarını duvara doğru:
kayıp gidiyor gölgesi ve bırakıyor arkasında
korkudan iki duvarı.

Ölüm gelip karşılaşmak istediğinde
Dr.Francia’yla dilsizdir,
kıpırtısız, kendisinde hapsolmuş,
deliğinde yalnız, bağlanmış sıkıca
felcin darağacı ipine,
ve ölür yapayalnız, kimse gelmeden
odasına: kimse cesaret edemez
dokunmaya hükümdarın kapısına.

Ve yılanlarıyla sırılsıklam bağlanmış,
dilsiz, kendi iliğinde kızartılmış,
ölümle savaşıyor ve acizce ölüyor
sarayın yalnızlığında,
giderken gece
işkenceyle lekelenmiş
sefil kitap bölümlerini
yutan bir kürsü gibi.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı

11 Ağustos 2014 Pazartesi

Dokuma Tezgahları

Biliyorsunuz uyandığını karın
ovaların üzerinde, ya da daha doğrusu
Güney’in karanlık ilkbaharıdır, bu siyah kuşlar
göğüslerindeki bir damla kanla
görülür titredikleri, kanatlarını açan
sis muazzam bir kıştan, sıradağlardan
ve bakırdan ağırlığı altında direk.
Ve dokuma tezgâhları iplik iplik uğraşırken
çiçeği tekrar yaratmaya, yükseltti tüyü
o kızıl imparatorluğa, mavi
ve safran sarısıyla dokunmuş, ateşin
yağı ve onun sarı hükümdarlığı,
ağacı o menekşe şimşeğin,
kertenkelenin yeşil kumu.
Halkımın dokuma tezgâhlarındaki elleri,
derinde eksik olan yıldız tüyünü
tek tek işleyen o yoksul eller,
kasvetli renklerden Anayurt,
lif lif dolduruyor yerini gökyüzünün
insanlar aşk ve dörtnallar hakkında
şarkı söyleyebilsin diye, ateşe sürsün diye mısırı.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı