Sayfalar

8 Ekim 2015 Perşembe

Karacaahmet

Deryada sonsuzluğu fikretmeye ne zahmet !
Al sana derya gibi sonsuz Karacaahmet !
Göbeğinde yalancı şehrin, sahici belde;
Ona sor, gidenlerden kalan şey neymiş elde ?
Mezar, mezar, zıtların kenetlendiği nokta;
Mezar, mezar, varlığa yol veren geçit, yokta...
Onda sırların sırrı: Bulmak için kaybetmek.
Parmakların saydığı ne varsa hep tüketmek.
Varmak o iklime ki, uğramaz ihtiyarlık;
Ebedi gençliğin taht kurduğu yer, mezarlık.
Ebedi gençlik ölüm, desem kimse inanmaz;
Taş ihtiyarlar, servi çürür, ölüm yıpranmaz.
Karacaahmet bana neler söylüyor, neler !
Diyor ki, viran olmaz tek bucak, viraneler,
Zaman deli gömleği, Onu yırtan da ölüm;
Ölümde yekpare ân, ne kesiklik, ne bölüm..
Hep olmadan hiç olmaz, hiçin ötesinde hep;
Bu mu dersin, taşlarda donmuş sükûta sebep ?
Kavuklu, baş örtülü, fesli, baş açık taşlar;
Taşlara yaslanmış da küflü kemikten başlar,
Kum dolu gözleriyle süzüyor insanları;
Süzüyor, sahi diye toprağa basanları.
Onlar ki, her nefeste habersiz öldüğünden,
Gülüp oynamaktalar, gelir gibi düğünden.
Onlar ki, sıfırlarda rakamları bulmuşlar;
Fikirden kurtularak, ölümden kurtulmuşlar.
Söyle Karacaahmet, bu ne acıklı talih !
Taşlarına kapanmış, ağlıyor koca tarih !


Necip Fazıl Kısakürek

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder