Sayfalar

3 Kasım 2015 Salı

Büyük Annelerimiz

Çırçıplak uzandı ıslak toprağa,
sazların hışırtısı
yaprakların fısıltısı ve
av köpeklerinin uluyan arzusu ve
avcıların alt üst ettiği dalların gürültüsü arasında.

Mırıldandı, hürriyete doğru başını kaldırarak
kıpırdamam, kıpırdamayacağım.

Çocuklarını topladı,
gözyaşları kara yanaklarından yağ gibi kayıyor,
çocuk gözleri deliliğin sabahlarını ikna etmek ister gibi.
Anacığım, Sahip yoksa yarın
seni satacak mı bizden uzağa?

Daha az konuşup
Daha çok yürümezsiniz
Evet.
Efendi Sahip
beni bütün buyruklardan azat etmezse.
Evet.
Ve ömürleriniz
hiçbir zaman bana ait olmadı zaten,
İdam edilecek masumların katledildiği siyaset meydanında.
Kalbime ve sözlerime kulak verip
Benimle birlikte söylemezseniz eğer,

kıpırdamayacağım.

Virginia’nın tütün tarlalarından
Kuyruklu bir piyanonun kıvrımına yaslanan,
Arkansas yolları boyunca,
Georgia’nın kızıl tepelerinde,
zincirlenmiş ellerinin ayalarına doğru,
haykırarak lanet okudu kara kaderine,
Mahvetmek istediniz beni,
Ondandır her gün can vermem yeniden,

kıpırdamayacağım.

Tüm dünyası nedir ki onun
en sonunda ağaçlardan ayaklarına dökülen,
her seferinde yeni bir sesle çığlığa dönüşen
bir siyah bedenden başka,
Tüm geçmişim bir mağlubiyeti hızlandırıyor,
el koyuyor aşkımdan doğan mutluluğa,
ve hak tanımazlık mahkum ediyor beni yatağına,

yine de kıpırdamamalıyım.

Tarihin rüzgarında fırıl fırıl dönen şeritler gibi,
kendisine verilen isimleri de duyuyordu:
gündüz feneri, zenci orospu, sığır,
analık, mal, yaratık, maymun, şebek,
kahpe, yelloz, eşya, şey.
Dedi ki:
Ben kendimce var olduktan sonra bu dünyada
sığmaz benim tarifim sizin dilinize,

ve kıpırdamam, kıpırdamayacağım.

Hiçbir melek kanatlarını germedi,
evladının başı üstüne, onları korumak için,
hayatlarının keşmekeşi üzerinde
kanat çırpmadı ve estirmedi akıl rüzgarlarını.
Taze yaban otları gibi sürgün verdiler
ama ne koruyabildi onları serpilip göğerirken
cehaletin bileyli hançerinden
ne de anlamlı şekiller verebildi onları budayarak.
Onları uzaklara gönderdi, yer altından, yer üstünden
gittiler, at arabalarında ve
yalın ayak.
Yine de
Öğretin öğrenince
verin alınca, dedi.
Ve bana gelince,

kıpırdamamalıyım.

Ummanlarda doğrulup toprağı aradı.
Yüzünü görmek istedi Tanrı’nın
Emindi
sunaklarda görevini tastamam yaptığından,
bundandır iman örtülerine bürünmesi
ama mabetlerin kapısında belirdiğinde
hiç kimse buyur etmedi onu.
Siyah Büyük Anneyi. Yine de
Girdi içeri.

Tüm soluğuyla,
tüm günahlarıyla haykırdı.
Hiç kimse, hayır, hiç ama hiç kimse
cesaret etmesin beni
Tanrı’dan mahrum bırakmaya.
Tek başıma ileri atılacağım ve
on binlerce çıkacağım onun karşısına.

Sağ yanımdaki ilah
yönlendiriyor beni Hürriyet kapısına
sonsuza dek açık tutabilmem için.
Sol yanımdaki kutsal ruh beni
durmaksızın, hakkın obasına
ve hürlerin çadırlarına yönlendiriyor.
Bu anne çehresi, bu limon sarısı, bu erik moru,
bu bal rengi yüzü ekşimiş ve altüst olmuş
bütün o seneler boyunca.
O Belkıs ve Sojourner,
Harriet ve Zora
Mary Bethune ve Angela ve
Annie’den Zenobia’ya kadar.

Kürtaj kliniğinin önünde duruyor,
tercih şansı olmadığına
lanet ederek.
Sosyal yardım kuyruğunda bekliyor,
acınası sadakanın karşısında küçülerek.
Minberlerden takdir görüyor,
korunuyor,
kimsenin bilmediği sırlarla.
Ameliyathanelerde koruyor
hayatı.
Koroda Tanrı’yı
tutuyor hançeresinde.
Issız sokak başlarında,
bedenini satıyor.
Ve seviyor sınıflarında
dersini anlayan çocukları.

Tam ortasında dünya sahnesinin
sevdiklerine ve onu sevenlere
düşmanlarına ve iftiracılara
şu şarkıyı söylüyor:
Anlaşılsam da kandırılsam da,
cahil olsam da bilgiç olsam da,
bir kenara koyun korkularınızı
yoksa tamam olamayacağım.

İşte bu yüzden
kıpırdamayacağım.


Maya Angelou
Kafesteki Kuşun Şarkısı
Türkçesi: Faris Kuseyri

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder