Sayfalar

11 Nisan 2015 Cumartesi

Ancient Music

A parody of the Anglo-Saxon poem, Cuckoo Song


Winter is icummen in,
Lhude sing Goddamm.
Raineth drop and staineth slop,
And how the wind doth ramm!
Sing: Goddamm.

Skiddeth bus and sloppeth us,
An ague hath my ham.
Freezeth river, turneth liver,
Damn you, sing: Goddamm.

Goddamm, Goddamm, 'tis why I am, Goddamm,
So 'gainst the winter's balm.

Sing goddamm, damm, sing Goddamm.
Sing goddamm, sing goddamm, DAMM.


Ezra Pound

Bahara Kaside

Gezmekte bahçe bahçe mesîhâne bir nefes
Eylül sonunda ruhunu teslim eden heves,
Can bulmak üzredir yeni baştan bahar ile.

Mızrâb elinde, nağmeler ağzında, derbeder
Rüzgâr, ağaç ağaç, yeni bir şarkı meşkeder
Ülfet zamanı geldi çimenlerde yâr ile.

Bekler büyük bir avdeti her dalda bir çelenk,
Bülbülde ses, havuzda sükût, erguvanda renk;
Mehtâb ışık tutar yola, hasretle... Nerdesin?

Bir goncadır, ki ıtrini senden alır bahar;
Sensiz kalınca, yapma çiçekten ne farkı var?
Mevsim seninle kol kola gelmezse, gelmesin!


Faruk Nafiz Çamlıbel
Han Duvarları

Şair

Eşyayı tanırken hepimiz sâde dışından
Esrarına yol bulduk onun anlatışından.
Cemşîd eli dökmüşse nasıl cama sabûhu,
Mânâyı odur lâfza koyan, maddeye ruhu.
Bir mucizenin lûtfuna ermiş gibi, yer yer.
Can buldu asâsiyle dokundukça şekiller:
Bülbüldeki sevdayı sezip güldeki hüsnü
Nakşetti onun kudreti dünyâya ledünnü.

Her şekle hulul ettiği gündenberi bir can,
Pervanede âşık görünür, şulede canan.
Şâir kanı gezmiş gibi mermer damarında,
Hülyalar uçar heykelin âmâ nazarında,
Şi'rinde hayâl etmese endamını yârin,
Yalnız baş uçundaydı güzel servi mezarın

Gün geldi hayât ufkunu dar buldu cihanda,
At sürdü şeref mülküne Fâtih'le bir anda,
Gün geldi Muhammed'le nebî hâline girdi,
Gök perdenin ardında ne sır varsa belirdi.

Onlar ki beşer hayrına doğmuş, yaşamışlar,
Onlardan eserdir bu duyuşlar, bu dalışlar...
Onlar ki yanan fecr idiler dağda, denizde,

Her manzara onlardan akistir içimizde...
Onlar ki bugün gökte birer kasra çekildi,
Devrinde fakat hangisi mes'ûd olabildi?
Varsın seni ömrünce azabın kolu sarsın
Şâir! Sen üzüldükçe ve öldükçe yaşarsın!


Faruk Nafiz Çamlıbel
Han Duvarları

10 Nisan 2015 Cuma

Bir Genç Kıza Mersiye

Ne mavun bir beşikte geldi benim yuvama,
Ne ceviz bir tabutla bizi bıraktı, gitti.
Bir gölge vurur gibi bir camdan öbür cama,
Nasıl geldiyse öyle, sessizce aktı, gitti.

Kuştur desem, ne kanat çırpışı var, ne sesi,
Çiçek desem, kokusuz, renksiz gülümsemesi..
Rüzgâra çevrilince yazın ılık nefesi
O bir tüydü, savruldu, o bir yapraktı, gitti!

Bir hayaletti, sanki zulmetlerin sildiği;
Duyulmadı bir evden bir sesin eksildiği.
Yaşarken yoktu zâten hiç kimsenin bildiği
Gitmesi gönüllere dağ olacaktı, gitti.


Faruk Nafiz Çamlıbel
Han Duvarları

Benimle Yürüyene

Yolcu, keder çekme ki bu diyara düşenin
Yolunda otlar biter, mezarında çiçekler!
Karaltılar belirir başında her köşenin,
Her geçidin ucunda bir gözü kanlı bekler.

Gökten imdat isteme, güvenme gözyaşına,
Bakma düşman gözüyle bir sürü yoldaşına:
Murada ereceksin yarın sen tek başına,
Onlarsa yarı yoldan geriye dönecekler...

Varsın, tan ağarmadan kumral saçın ağarsın,
Sen sonu cennet olan yolundan dönme! Varsın,
Yolunu kesmek için zincirini koparsın
Dokuz yıl artığınla beslediğin köpekler!


Faruk Nafiz Çamlıbel
Han Duvarları

Yanarım

Düşen yapraklarının arkasından çırpınan
Bir dal gibi bakarım dünkü şiirlerime,
Zavallılıklarının suçu benimken, inan,
Onlara zulmedecek, zaman, benim yerime.

San'at, bahar günümde, çiçekli bir fidandı,
Kış gelince bir balta altında parçalandı...
Dün gölge veren ağaç, bugün ocakta yandı,
Şimdi bir yan bakan yok kül olan hünerime

Sevda başımda ateş, gurbet içimde düğüm..
Yangından çıkan eşya gibi kırık, döküğüm.
Fakat bunlar değildir uğruna yaş döktüğüm
Yanarım benden evvel can veren eserime.


Faruk Nafiz Çamlıbel
Han Duvarları

9 Nisan 2015 Perşembe

Deniz Hasreti

Akın Piyesi'nden


- Suna

Demir'in hediyesi bir çini...

- İstemi Han

Yeşil hem de!
Ben bu rengi taşırım her zaman can köşemde
Yeşilde ne arar da bulamaz insanoğlu?
Yeşil bu... Varlık dolu, gök dolu, umman dolu
Bir ucu gözlerinde, bir ucu engindedir,
Meyva veren ağaçlar bu çini rengindedir,
Bu çini rengindedir bahar, deniz, kır, orman,
Bana Tanrım gözükür yeşil dediğim zaman.
Toplanmış bütün bunlar yeşil çininde senin
Gizli arzuları var bunda bütün ülkenin,
Bunu ancak biz duyar, biz anlarız bu dilden...

- Suna

Yeter, Baba, bu kadar içlendiğin yeşilden.

- İstemi Han

Bir çini parçasında bütün hasretlerimiz!
Kalmadı Anayurt'da bir tek yeşil yerimiz,
Suları kumlar içti, güneş yedi ekini,
Asırlarca sarıya çaldı toprak rengini.
Çölde ölen ballara bir mezar olsun diye
Yeşilin hasretini Türk işledi çiniye.
Yurtta yeşillik ancak çinidedir, Yavrular!
(Dalgın ve heyecanlı)
Tanrım, nasıl kesildi köpüren, taşan sular?
Dağlar mı yassılaştı? Ovalar mı delindi?
Neden coşkun suların sesi gittikçe dindi?
Yalnız bu ırmakların suyu olsaydı dinen!
Tarlasiyle uğraşan, sürüsüyle geçinen
Anayurd'un sesi de bu sularla alçaldı,
Binbir göğüste ancak bir tek inilti kaldı...
Yıllarca bulutlara bakarak derin derin
Bekledik hiç gelmeyen yağmurunu göklerin.
Başaklar yandı gitti boyunu gösterirken,
Koyunlar can çekişti yavrusunu verirken,
Meyvalar kızarmadan dalı üstünde soldu,
Irmak yatağı kumsal, kırlar dikenlik oldu.
Su beklerken karadan, gökten, içdeniz bile,
Kabında eksilmeğe başladı bu derd ile.
Her ufkunda bir başka ufuk veren bir deniz
Toprak bir testi kadar çatlağından habersiz,
Yıllarca sularını sızdırmağa koyuldu.
Dalgalar, kıyıları her yaz daha dar buldu...
Karalar, susuzluktan çatlamış bir dudakla,
Kanmıyordu denizi bağrına boşaltmakla,
İçiyor, hiç durmadan içiyordu denizi...
Bu içiş asırlarca susuz bıraktı bizi.
Böyle uzaklaşınca ağır ağır o bizden
Biz ayrı düşmemeğe and içmiştik denizden,
Biz de uğultularla denizin ardı sıra
Başka bir deniz gibi dağdan aktık bayıra...
O gitti, biz yürüdük, o saklandı, biz sorduk,
Deniz geriledikçe bizler ilerliyorduk.
O kaça, biz yaklaşa, biz yürüye, o gide,
Bıraktık dünyâ değer ülkeleri geride!


Faruk Nafiz Çamlıbel
Han Duvarları

Yağmur Duası

Canavar Piyesi'den


- Emeti

Yolunu beklemekten gözlerimiz karardı,
Neye geç kaldın, Ağa?

- Ali Baba

Yağmur duası vardı:
Öğle üstü atımla kasabayı bulunca
Baktım ki halk uzanmış bütün yayla boyunca
Kadınlar, çocukların tutarak ellerinden,
Bir inilti hâlinde geliyordu derinden.
Yollara dökülmüştü çobanlarla davarlar,
Gürbüz delikanlılar, doksanlık ihtiyarlar.
Kızgın günün altında tutuşurken ortalık
Gitgide artıyordu gürültü, kalabalık...
Nihayet halkalandı musallada ahâli,
Dediler ki: "Duaya gelecek şimdi Vali!"
O zaman anladım ki hükümet kapalıdır,
Bizim iş kaldı dedim...

- Emeti

Zâten bugün salıdır,
Uğursuz gün demişler!

- Âli Baba

Doğru, sallandı işim,
Fakat pek de faydasız oldu sanma gidişim:
Amînim olsun diye yapılacak duada
Attan inerek durdum şöyle bir parça sağda.
Vâlî Paşa gelince, yüzler sevinçle yandı,
Cemâat yavaş yavaş ikiye parçalandı:
Analarla emzikli çocuklar başka safta,
Koyunlar bir tarafta... kuzular bir tarafta...
Bir mezar sessizliği aldı önce civarı.
Hocaların yükseğe çıktı en ihtiyarı,
Gökten su dilenerek elindeki tasına
Başladı en acıklı bir yağmur duasına:
"Yârabbî! Gönder bize rahmetini ufuktan,
Kullarının diyarı yanıyor susuzluktan.
Ekinler boy vermeden vakitsiz sararıyor,
Gökyüzünden her başak bir damla su arıyor!
Muradın mahvetmekse bizi bir zelzele ver,
Yaşatmaksa kavrulan tarlaları sele ver,
Tâ ki ecel kesmesin bu öksüz nefesleri..."
O ne mahşerdi. Yârab, ne Âmîn sesleri!
Bir tarafdan kuzular haykırıyor me... diye,
Bir taraftan çocuklar ağlıyor meme diye...
Eğer yağmur Allâhın gözyaşları olaydı
Bir lâhzada dünyâyı sele vermek kolaydı!


Faruk Nafiz Çamlıbel
Han Duvarları

Sına'ya İnen Nur

Güçtür hatırlamak sana ram olduğum demi,
Ey her bakışta bir daha ilhamı râm eden!
Bir yerde, bezm-i canda mı, dîvân-ı Cem'de mi
Bir yerde görmüşüm seni dünyâmı görmeden.

Târihi sende başladı âlemde ömrümün,
Kaydetti her geçen güne aşkın bir irtifa;
Her derde panzehir gelen ulvî tebessümün
Bir bir çiçekle kaynamış efsunlu bir şifâ.

Gönlüm ayak sesinde, gözüm merdivendedir;
Bir kavmi yok resule tecellî zamanısın;
En lâyemût eserlerin ilhamı sendedir,
En muhteşem kasidelerin kahramanısın!

Ferman sürer seninle bu âlemde hüsn ü ân,
Sensiz kalan gönül, kalan ömrünce yas taşır;
Destan değil, hikâye değil, senden ayrılan,
Ömrün bütün bedîalarından uzaklaşır!


Faruk Nafiz Çamlıbel
Han Duvarları
1949

8 Nisan 2015 Çarşamba

Denizle Konuşan Adam

Silmek istersem içimden ne zaman bir sızıyı
Açıyor koynunu kardeş gibi karşımda kıyı.

Bir nefes geçti mi inlerse nasıl bin yaprak,
Rüzgâr estikçe sulardan sayısız ses duyarım:
"Kime benzer benim Atlas Denizi nden koparak
"Seni tâ Marmara ufkunda bulan dalgalarım?

"Kim o Cengiz, ki cihangir olarak yoktur eşi;
"Kim o Fâtih, ki dayanmış kılıcın kabzasına,
"Doğduğundan beri Tanrıyle boy ölçen güneşe
"Geçirir miğferinin tuğ gibi altın tasına?

"Kim o Kayser, ki şeref kardeşidir bunlarla?
"Çarmıhından sana bir put çıkaran îsâ kim?
"Kim o dâhî, ki onun yaptığı kaanunlarla
"Yedi kat gökteki yıldızlara oldun hâkim?...

"Kahramanlar zaferin sırrını benden duydu,
"Benden öğrendi gönüller sevilip sevmesini;
"Sularım coşmamış olsaydı hayât uykuydu,
"Fırçalar rengini bulmazdı ve teller sesini!"

Dağılır şehre dönerken sise benzer kederim,
Sanırım, yükseliyor başların üstünde kafam;
Ve müsâvî mi tutar kendini herkesle, derim,
Böyle kardeşçe denizlerle konuşmuş bir adam?...


Faruk Nafiz Çamlıbel
Han Duvarları
1934

Yeşil Köşe

Köy camii. Meşruta. Muvakkit yeri. Meydan.
Meydanda köyün çeşmesi. Kestane. Çınar. Çam.
Çay, nargile: Mermerde tüten çifte buhurdan...
Gönlümle gözüm tütsülenir böyle her akşam.

Seccadeyi sermiş Boğaz' ın bir tarafında,
Dar bekler ezan vaktini birkaç mütekaaid.
Kalmış gibi yıllarca kütüphane rafında,
Yüzler, yazılar, manzaralar, hep düne âid.

Rüzgâr o sihirbaz ki temas ettiği anda
En taze şekiller bile efsaneleşirler;
Bir dem sürerim dört asır evvelki cihanda:
Hep eski hayâl, eski edâ, eski şiirler...

Herkes beni çepçevre sarar her gün o yerde
Bir yolcusu gelmiş gibi kervanla Yemen'den
Az çok seçilirken şehir üç fersah ilerde,
Hasretle sorarlar yine İstanbul'u benden


Faruk Nafiz Çamlıbel
Han Duvarları
1948

Ferhat

Taş kesilsem duramam, dağların ötesinde
Kanı kalbimde çarpan bir kadın gel desin de!
Ben batıya koşarken, kulaklarım sesinde,
Rüzgâr göğüs geçirir, dere çağlar yolumda.

Yaydan kopan ok gibi kanat açtım derine,
Kapanmak istiyorum bu hızla dizlerine...
Delmek için nefesim yetti külünk yerine,
Birer küme buluttu sıradağlar yolumda.

Akdeniz'in dalgası gönlüm kadar taşmadı,
Hey ne dağsın ki, dalgam zirvene yaklaşmadı!
Bin geçit aştı gönlüm, bir kalbini aşmadı,
Geçtiğim dağlar bugün, bana ağlar yolumda.


Faruk Nafiz Çamlıbel
Han Duvarları

7 Nisan 2015 Salı

Ebediyyet Yolunda

Fecre benzettiği bayrakla kefenlenmiş Ata,
Çıktı bir kor gibi mermer kapısından sarayın;
Gönlümüz, bayrağı öğrendiği günden beri tâ,
Duymamıştır bu kadar hüznünü yıldızla ayın.

Gidiyor, gizliyerek sır gibi bizden sesini,
Çıkıyor, ilk olarak, bir yola Başbuğ, bizsiz;
Biz ki dünyâda bırakmazdık onun gölgesini,
Bu ne hicranlı seferdir ki beraber değiliz!

Sen ki Gayyâ'ya düşen bir nice milyon Türkün
Dehşetinden sararırken yüzü yaprak yaprak,
Onu bir anda çevirmiştin ölümden daha dün,
Tunç elin, yalçın irâdenle, kolundan tutarak...

Ve bugün bir nice milyon geliyor bir yere de
Ebedî yolculuğundan seni döndürmek için,
— Seni hicranlı yolundan alıkoymak nerede? —
Gücü ancak yetiyor kabrine yüz sürmek için!


Faruk Nafiz Çamlıbel
Han Duvarları
1938

Kolsuz

Sağ kolu kesilmiş omuz başından,
Dev adımlariyle bir yolcu gitti:
Solunda bir kılıç gibi sallanan
Tek kolu anlattı, bu bir yiğitti.

Bir dağdı, gölgesi kararttı yolu,
Ardınca yürürken, içim yas dolu,
Canlandı gözümde kesilmiş kolu,
Sınırda düşmanı göğsünden itti.


Faruk Nafiz Çamlıbel
Han Duvarları

Yeni Kerem

Gerçek mi, yalan mı duyduğum haber
Baharla, dediler, köye dönmüşün.
Kucakta çıkmıştın yola bir seher,
Sılaya bir akşam yaya dönmüşün...

Bembeyaz teninde tüterdi yer yer
Daha dün anandan emdiğin sütler,
Gelişmiş görünce seni bu sefer
Dedim ki: Bir içim suya dönmüşün!

Zambağın toziyle çizilmiş kaşın,
Dersini ceylândan almış bakışın,
Sevinci şakıyor sende her kuşun...
Kısrakla boy ölçen taya dönmüşün

Açılsan hasretin denizlerine
Varamaz, sevdiğim, su dizlerine...
Dökülmüş saçların omuzlarına,
Bulutla örtülen aya dönmüşün.

Kırılıp dökülen çağdasın nazdan,
Aşkı öğrenmene yıl var en azdan,
Bana varmak için verdiğin sözden
Ben de anlamadım, niye dönmüşün


Faruk Nafiz Çamlıbel
Han Duvarları
1935

6 Nisan 2015 Pazartesi

Sofra

Ufku bir fırçada hasbahçeye döndürdü bahar,
Erguvan göklerin altında sular leylâkî...
Mevsimin çizdiği cennette bir ıssızlık var:
Bir benim bahçede, bir pîr-i mugan, bir sâkî.

Dalarım, görmediğim yüzlere hayran, oturup,
Uhrevî âlemi etrafıma toplar bu gurup;
Nice devletlilerin ruhuna elpençe durup
Nice bir hâtıradan bahsederim, âfâkî.

Can atar bahçeye mihmanlarım akşam ezanı
Gelecek sormaya nerdeyse Kerem, Aslıhan'ı
Gelecek soframa avdette Mohaç kahramanı,
Nevhalar dinletecek mersiyesinden Bakî.


Faruk Nafiz Çamlıbel
Han Duvarları
1942

Ayşe Sana

Saklıyor içinde yüzen hayâli
Ne zaman gözlerin yaşlansa, Ayşe!
Diyemem boynuna olsun vebali
Sevdiğin o güzel çobansa, Ayşe!

Gönlünü yorarak bütün bütüne
Benzedin sararmış yaban gülüne.
Güvenme sana andiçtiği güne,
Ya bütün sözleri yalansa, Ayşe?

Canına karışmak istiyor canı
Kim görse bu güneş başlı çobanı.
Günyüzlü Zeyneb'in çekildi kanı,
Göz yaşı döküyor Kezban'sa, Ayşe.

Çobanın bir kızıl yele saçları,
Ateştir, alınmaz ele saçları,
Ah hele saçları, hele saçları...
Yakar parmağına dolansa, Ayşe!

Ayşe, kaç çobandan, tehlikelidir,
Kendini ateşe atan delidir.
Kuşlara emniyet etmemelidir.
Buluştuğunuz yer ormansa, Ayşe!

O ne, birdenbire karşımda soldun,
Bir anda boşaldın, bir anda doldun?
Yoksa, dün çocukken, ana mı oldun
Yanarım kederin bundansa, Ayşe!


Faruk Nafiz Çamlıbel
Han Duvarları

Mehmetçik'e Kaside

Ey milletimin lâhzada halkettiği ordu!
Baktın ki bütün bir vatan elden gidiyordu,

Boğdun coşarak düşmanının gayzını kanda
Derler ki, esaret denilen halka cihanda

Bir geçti mi hür boyna, asırlar kıramazmış
Bir secde eden, bir daha baş kaldıramazmış

Ancak sen o zinciri söküp kırmayı bildin;
Cicikten geniş alnınla ne taptın, ne eğildin

Dünyâ seni sehpâya çekerken gözü bağlı;
Mağlûbu o gün gördü cihan gaalib edalı...

Bir taştı, fakat, benliğin en sonra kabından
Sarsıldı cihan kükremiş arslan gazabından.

Çarpıştın ölümlerle, boğuştun heyecanla;
Sildin kara gözlerden akan yaşları kanla!

Memnun kapanır gözlerim ölsem de vatanda;
Mademki cihan neş'eli, mademki bu anda

Seyretmede bir kaafile Türk ordularından
Şarkın ebedî fecrini İzmir sularından!


Faruk Nafiz Çamlıbel
Han Duvarları
1922