Sayfalar

7 Kasım 2015 Cumartesi

Düşman

Üç beş yerine parlak güneşler vuran
Karanlık bir fırtına oldu gençliğim;
Bitik bahçemde yıldırımla yağmurdan
Tek tük pembe yemiştir bütün derdiğim.

Vardım düşüncelerin güzüne demek,
Suyun yer yer mezarlar gibi oyduğu
Sele gitmiş toprakta düzlemem gerek
Kürekler, tırmıklarla her bir oyuğu.

Gelişir mi bilinmez bir güç bulur da
Düşündüğüm o yeni çiçekler burda,
Kumsal gibi yıkanmış yerde, kim bilir?

- Ey acı! Ey acı! Varlığı yer Zaman,
Yitirdiğimiz kanla büyür, serpilir
Bağrımızı kemiren o sinsi Düşman!


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri
1855

Kötü Keşiş

Yüksek duvarlar üzre eski manastırlar
Kutsal Gerçekliği hep göz önüne sermiş,
Dindar gönülleri bu yoldan ısıtırlar,
Soğuk sofuluklarına son verirlermiş.

İsa tohumları çiçekteyken o yıllar,
Şimdi pek anılmayan birçok ünlü keşiş
Gömüt alanlarını hep işyeri kılar,
Ölüm'ü sadelik içre yüceltirlermiş.

- Ben kötü keşişe bir mezardır ki ruhum,
İçinde ezelden beri döner dururum;
Süsleyen şey yok bu pis manastırı, bu ini.

Canlı görüntüsünden acı çöküntümün
Sağlar mıyım bilmem, ben tembel keşiş, bir gün
Elimin ürünüyle gözümün özlemini?


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri
1842-1843

Fenerler

Rubens, unutuş ırmağı, erinç bahçesi,
Körpe et yastığı, ki orda sevemeyiz,
Ama sürer yaşamın coşup devinmesi,
Gök içre hava gibi, deniz içre deniz;

Leonardo da Vinci, derin, karanlık ayna,
Yurtlarını kapatan çam ve buzulların
Gölgesinde melekler belirir yan yana
Tatlı, gizemli bir gülüşle, cana yakın;

Rembrandt, yalnız bir büyük haçla süslenen,
Fısıltılar dolu, soğuk sayrılarevi,
Gözyaşlı dualar taşar süprüntülerden,
Birdenbire gelip geçer bir kış alevi;

Michelangelo, o pusarık yerde Herküller
Görülür İsalara karışan ve yarı
Karanlıkta dev gölgeler dinelir yer yer
Kefenlerini yırtıp gergin parmakları;

Boksör öfkesinden fauna kabalığına dek,
Hoyrat güzelliğini toplamayı bilen
Sarı, argın kişi, övünçten taşan yürek,
Puget, forsaların kederli sultanı, sen;

Watteau, o karnaval ki ünlü yürekler
Kelebekler gibi dolaşır yana yana,
Avizeler bu baloya çılgınlık serper
Hafif ve yeni süsler çıkarıp meydana;

Goya, o kara düş bilinmeyen şeylerden,
Pişirilen dölütler şabat zamanları,
Aynada cadılar, çoraplarını çeken
Çıplak kızlar, ayartmak için şeytanları;

Delacroix, kötü ruhlar basmış kan gölü,
Yeşil bir çam ormanıyla gölgeli, derin,
Garip boru sesleri geçip gider, ölü
Gök altında, boğuk bir ahınca Weber'in;

Bu küfürler, yalvarışlar, bu ilenmeler,
Çığlıklar, coşkular, yaşlar, Te Deum'lar bu,
Bin labirenti dolaşan bir yankı yer yer;
Ölümlü yüreklerin tanrısal afyonu!

Bu bir sesleniş ki bin nöbetçi yineler,
Bir buyruğun bin ses borusundan çıkışı;
Bin kalenin burcunda yakılmış bir fener,
Sık ormanlarda yitmiş avcılar çığrışı!

Şurası gerçek ki Tanrım, onurumuzdan
Verebildiğimiz en iyi kanıt, bu tutkun
Hıçkırıktır hep, çağdan çağa akaduran,
Varır, kıyısında diner sonsuzluğunun!


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri
1857

6 Kasım 2015 Cuma

Eşduyumlar

Doğa bir tapınak, canlı direklerinden
Anlaşılmaz sözlerin yayıldığı yer yer;
İnsan orda simgeler ormanından geçer
Bildik bakışlarla gözlenirken derinden.

Birleşen uzun yankılar gibi uzakta
Bir karanlık ve bir derin birlikte yalnız,
Gece gibi, ışık gibi uçsuz bucaksız,
Renkler, sesler, kokular söyleşip durmakta.

Diri kokular vardır çocuk tenlerince,
Obua tadında, çayırlarca yeşildir,
- Kimi de var, ayartıcı, gür, zengin nice,

Genişleyen, yayılan sonsuz şeylerle bir,
Misk, amber, buhur ve günlük benzeri, uzun
Coşkusunu şarkılar duyuların, usun.


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri
1846

Yükselme

Göllerden yukarı, vadilerden yukarı,
Dağ, deniz, bulut, orman, hepsinden öte,
Güneşin, havanın dışındaki bir gökte,
Yıldızlı boşluğun sınırlarından ayrı,

Ruhum, devinirsin nasıl da yeğin, çevik,
Ve, suda bayılan yüzücü gibi usta,
Yol açarsın kendine derin sonsuzlukta
Dile gelmez ve erkekçe bir hazla, esrik.

Çok yükseğe uç, unut bu iğrenç leşleri,
Artık kendini yüce, eşsiz bir uzayda,
Ve iç, bir tanrısal, katkısız içki say da,
Saf boşluğu dolduran parlak ateşleri.

Ağırlığıyla sisli varlığa yüklenen
Can sıkıntıları, bitmez dertler ardında,
Ne mutludur güç bulup da kanatlarında
Aydın, duru alanlara doğru yükselen!

Düşünceleri birer kuş gibi art arda
Havalanır gider göklere sabahleyin,
- Süzülür yaşamın üzerinde, her şeyin,
Dilsiz çiçeklerin dillerinden anlar da!


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri
1857

Albatros

Tayfalar sık sık yakalar, iş olsun diye,
Koca deniz kuşlarını, albatrosları,
Keskin çukurlar üstünden kayan gemiye
Eşlik eden o kaygı bilmez dostları.

Ama bırakıldılar mı güvertelere,
O gök kralları ne sünepe, ne sarsak
Seriverir koca kanatlarını yere,
Yanlarında sürünen kürekler gibi, ak.

O kanatlı yolcu ne miskin, ne sümsüktür!
Ne çirkin, ne gülünçtür o güzel kuş şimdi!
Topallar kimi, uçan sakata öykünür,
Bir pipoyla gagasını dürtükler kimi!

O bulutlar prensine benzer Ozan da,
Fırtınayla senlibenli, yaylara gülen;
Yere sürülmüştür yuhalar arasında,
Yürüyemez devce kanatları yüzünden.


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri
1842

5 Kasım 2015 Perşembe

Kutsama

Ne vakit yüce güçler bir buyruk verirler de,
Şair bu pis dünyaya atarsa adımını,
Annesi yumruğunu sıkar dehşet içinde
Hâlini çok acıklı bulan Tanrı’ya karşı:

- “Ah! keşke bir engerek yılanı doğursaydım,
Bu garip yaratığa meme vermek yerine!
Günahımın cezası ile bak doldu karnım,
Lanet olsun bir anlık zevklerin gecesine!

Mademki beni seçtin onca kadın içinden
Tiksinti vermek için gönlü kırık kocama,
Elbette alevlere fırlatıp atamam ben,
Bu cılız musibeti, aşk mektubu da olsa.

Geri püskürteceğim beni ezen kinini
Pis huylarının berbat aleti üzerine,
Ve bu sefil ağacı öyle bükeceğim, ki
Özsu yürümeyecek vebalı filizine!”

Böylece tekrar yutar kininin köpüğünü,
Sonrasız yazgılara asla kafa yormadan,
Cehennem’in dibinde hazırlar kütüğünü
Anneye değgin suçlar için kutsal sayılan.

Ne var ki, görünmez bir Melek esirgeyince,
Reddedilen o Çocuk güneşle sarhoş olur,
Ve yediği içtiği hemen hemen her şeyde
Cennet taamı ile kevser şarabı bulur.

O rüzgârlarla oynar, bulutla konuşur, ve
Kendinden geçer haç’ın yolunu şakıyarak;
Ağlar ardındaki Ruh bu hac ziyaretinde
Onu bir orman kuşu gibi görüp şen şakrak.

Sevmek istedikleri onu korkuyla gözler,
Veya, cesaret alıp o çok durgun halinden.
Araştırıp dururlar can acıtacak bir yer
Denerler üzerinde vahşetlerini hemen.

Onun ağzına layık şarabı ve ekmeği
Karıştırırlar küle ve pis tükürüklere;
Riyakârca atarlar dokunduğu her şeyi,
Basmayı suç sayarlar adım atılan yere.

Karısı meydanlara çığlık atarak koşar:
“-Madem tapacak kadar güzel buluyor beni,
Eskil put sanatına benim de hevesim var,
Ve yaldızla bezenmek isterim onlar gibi;

Kafayı bulacağım günnük, misk ve ıtırdan,
Dalkavukluğa, ete, şaraba gömülerek,
Hiç gasp eder miyim bana hayranlık duyan
Bir yürekte tanrısal saygıları gülerek.

Bu kâfir şakalardan çok sıkılınca canım,
Narin güçlü elimi koyacağım üstüne;
Ve kartal tırnağına benzeyen tırnaklarım,
Bir yol açacak elbet onun yüreciğine.

Titreyen ve çırpınan gencecik bir kuş gibi,
Bu kıpkızıl yüreği sökeceğim göğsünden,
Ve, doyurayım diye gözde hayvanımı, ki
Fırlatacağım yere onu hor görerek ben!”

Göğe doğru, çok parlak bir taht görüp ardından,
Mutlu şair kaldırır dindarca kollarını,
Ve aydınlık ruhunun geniş şimşeği ondan
Saklı tutar öfkeli halkın manzarasını:

- “Şükürler olsun, Tanrı’m, sanki acı sunarak
Tanrısal ilaç gibi pisliklerimize ve
Sanki en iyi ve en temiz içki olarak
Hazırlar güçlüleri o kutsal lezzetlere!

Bilirim ki Şaire saklamaktasın bir yer
En mutlu saflarında o kutsal Birliklerin,
Bitimsiz şölenine çağırırsın her sefer
Egemenlik, Erdem ve Taht adlı meleklerin.

Bilirim ki her acı soyluluktur ve tektir,
Ne dünya diş geçirir ona, ne de cehennem,
Ve gizemli tacını örmek için gerektir
Bütün zamanlara ve mekânlara hükmetmem.

Ne var ki, Palmyra’nın yitik mücevheri ve
Denizdeki inciler, bilinmedik madenler,
Elinle takılsa da, ne biri ne diğeri
Bu göz alıcı, parlak, güzelim taca değer;

Çünkü o pırıl pırıl ışıktan oluşacak,
Bulunup tan yerinin kutsanmış ocağında,
Karanlık ve zavallı birer aynadır ancak
Ölümlü gözler, onun görkemli kucağında!”


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri
1848

Okura

Eli sıkılık, sersemlik, günah, yanılgı
Gövdemizi işler , yer tutar içimizde,
Besleriz o canım pişmanlıkları biz de
Bit beslediğince dilencilerin tıpkı.

Günahlarımız inatçı, gevşek tövbemiz;
İç döker, acısını çıkarırız bol bol,
Ve dönerken sevinç verir bize batak yol,
Kirlerimiz pis yaşlarla yıkanır deriz.

Kötülük yastığı üstünde sallar durur
Şaşkın ruhumuzu Koca İblis her zaman,
Ve zengin madenini istemin o yaman,
O bilge simyacı duman gibi savurur.

Bizi oynatan ipleri Şeytan tutmada!
Öğürtücü şeylerde ne tatlar buluruz;
Leş gibi karanlıkları geçip, korkusuz,
İneriz cehenneme her gün biraz daha.

Öpüp dişleyen zavallı çapkın gibiyiz
Bereli göğsünü geçkin bir orospunun,
Bulduğumuz kaçamak zevki, uzun uzun,
Susuz portakalca sıkmasını biliriz.

Milyonca kurtçuk gibi yoğun, gide gele
Ziftlenir beynimizde bir Şeytan oymağı,
Ve her solukta Ölüm'ün gizli ırmağı
İner ciğerlerimize boğuk bir sesle.

Irza geçme, zehir, hançer, yangın giderek
Güzel nakışlarını işlememişlerse
Acınacak yazgımıza, o rezil beze,
Yazık! Pek atılgan değil ruhumuz demek.

Ama av köpekleri, çakallar, panterler,
Maymunlar, akbabalar, akrepler, yılanlar,
Tırmanan, böğüren, uluyan, bağıranlar
İçinde, kötülüklerimizin o beter

Ağılından biri var, öyle pis, yaman ki!
Yok büyük çığlıkları, büyük edimleri,
Yok ya istedi mi yakıp yıkar her yeri,
Şöyle bir esnese dünyayı yutar sanki;

Can sıkıntısı o! - Gözü yaşarır birden,
Çubuğunu yakıp kurar darağaçları.
Onu bilirsin, okur, o nazik canavarı,
- İkiyüzlü okur, - benzerim, - kardeşim, sen!


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri
1855

Sabahın Nabzında

Taş, Irmak, Ağaç
O yitip gitmiş canlılara kucak açar
İzini taşır mamutların,
Dinozorların, kısacık ömürlerinden
Bu dünya denen gezegende
Kupkuru yadigarlar kalmış,
Silinmiş, telaşlı kıyametlerin alametleri
Asırların ve toz bulutlarının kasvetinde.

Ama bugün haykırır o Taş, apaçık ve yumruk gibi,
Gelin ve doğrulun benim üzerimde
Dönün yüzünüzü uzak kaderinize,
Fakat bir sığınak aramayın gölgemde benim,
Saklanacak hiçbir yer bulamayacaksınız orada.

Siz neredeyse melekler kadar kıymetli
Yaratılmadınız mı,
Sinip kalmışsınız o çürüten karanlıklarda
Uzanmışsınız koynunda cehaletin,
Kıyımları çağırır ağzınız,
Saçar silahlanmış sözleri.

Bugün haykırır yüzümüze o Taş,
Doğrulabilirsiniz üzerimde benim,
Fakat gizlemeyin sakın yüzünüzü.

Her köşesinde dünyanın,
Enfes bir türkü söylüyor Irmak. Çağırıyor,
Kıyıcığında dinlenmemiz için.

Her biriniz, hudutlarla çevrili ülkeler,
Ne kadar narin olsanız da gururlusunuz,
Yine de bitimsiz, haşin kuşatmalar altındasınız.
Çıkar uğruna giriştiğiniz tüm o savaşlar
Yıkımların getirdiği mecburiyetlerden
Başka bir şey bırakmıyor geriye.
Ve göğsüme kadar yükseliyor süprüntü selleri.
Irmak boylarına çağırıyorum yine de sizi,
Eğer ezber etmeyecekseniz savaşmayı bir daha.

Gelin, barışa bürünün,
Ve ben söyleyeyim
Taşla, Ağaçla bir olduğum zaman
Yaradanın bana bahşettiği türküleri.
Alın çatınızı dağlamadan kara cahil olduğunuzu.
Irmak söylerdi ve yine söyler türküsünü.

Türkü söyleyen Irmağa ve bilge Taşa
Eşlik etmek için can atıyorlar.
Bunu söylüyor Asyalılar, Latin Amerikalılar, Yahudiler,
Afrikalılar, Amerikan yerlileri, Siyular
Bunu söylüyor Katolikler, Müslümanlar, Fransızlar, Yunanlar,
İrlandalılar, Hahamlar, Rahipler, İmamlar,
Bunu söylüyor Eşcinseller, Heteroseksüeller, Vaizler,
seçkinler, evsizler, Öğretmenler.
Duyuyorlar. Hepsi duyuyor
Ağacın sözlerini.

İlk ağacın ve sonuncunun insanoğluna
Seslenişini dinliyorlar bugün.
Gelin bana,
İşte buraya, kıyısına Irmağın.
Burada kök salın kıyısında Irmağın.

Her biriniz, göçüp gitmiş bir seyyahın neslisiniz,
Ödendi hesabınız.
Siz, ilk ismimi veren sizsiniz bana, siz,
Pavniler, Apaçiler, İrakualar, siz,
Çeroki halkı, benimle huzura erdiniz,
sonra sürüldünüz kanayan ayaklarınızla,
Terk ettiniz beni, gözünü kar hırsı bürümüş,
Doymak bilmez altın heveslisinin ellerine.

Siz, Türkler, Araplar, İsveçliler,
Almanlar, Eskimolar, İskoçlar,
Siz İtalyanlar, Macarlar, Polonyalılar,
Siz Aşantileri Gine’nin, Nijerya’nın Yorubaları, Kruları Liberya’nın
Satılan, çalınan ve düşler için dua ederken
Bir kabusa uyananlar.

İşte buraya, yanı başıma kök salın.
Ben Irmağın diktiği o Ağacım,
Hiç kimse yerimden söküp alamaz beni.
Ben Taşım, Ben Irmağım, Ben Ağacım,
Sizinim, tüm harçlarınız ödendi.
Düşürmeyin yüzünüzü, delicesine bekliyordunuz
Sizin için ışıyan bu sabahı.
Canınıza okumuş olsa da tarih
Silinemez artık, elverir ki cesaretle
Karşılayın onu, bir daha yaşanmasın acılar da.

Sizin için söküyor şafak,
Açın gözlerinizi.
Yeniden can verin
Düşlere.

Kadınlar, çocuklar, erkekler,
Alın onu avuçlarınıza,
En gizli ihtiyacınızın biçimini
Verin ona. Bir heykel yapın ondan
Ve sunun tüm insanlara.
Mühür vurmayın kalbinize.
Yeni bir şanstır
Her yeni saat
Yeni merhabalar için.
Baş eğmeyin ebediyen korkulara,
Kaldırıp atın bütün o barbarlıkları rağmen
Yabanıllığın prangalarını.

Ufuk serilmiş önünüze,
Değişim için yepyeni
Adımlar atın diye.
İşte burada, bu güzel günün nabzında,
Üzerimden, Taş, Irmak, Ağaç ve yurdunuza doğru,
Yukarıya ve ileriye bakmak için toplayın cesaretinizi.
Midas’a da yer var dilenciye de.
Mamutlara da yer var sana da.

İşte burada, bu yeni günün nabzında
Kıvancını hissedin yukarı ve ileri bakmanın
Ve kız kardeşinizin gözlerine
Ve erkek kardeşinizin yüzüne
Yurdunuza bakın,
Sonra sadece
Evet sadece
Umutla dopdolu,
Günaydın deyin.


Maya Angelou
Kafesteki Kuşun Şarkısı
Türkçesi: Faris Kuseyri

4 Kasım 2015 Çarşamba

Ulu Ağaçlar Devrildiği Zaman

Ulu ağaçlar devrildiği zaman,
uzak tepelerde ürperir kayalar,
boy atmış otların arasına
pusar aslanlar,
ve filler bile güvenli bir yere
ağır ağır yürümeye başlar.

Ulu ağaçlar devrildiği zaman
ormanlarda,
ufarak yaratıklar sessizliğe çekilir,
duyuları siner
korkunun gölgesinde.

Ulu insanlar öldüğü zaman,
hafifler etrafımızdaki hava
çoraklaşır, seyrelir.
Tökezler nefesimiz.
Gözlerimiz ansızın görmeye başlar
acıtan gerçekleri.
Hafızamız birden keskinleşir,
sorgular,
kemirir söylenmemiş tatlı sözleri,
vaat eder
hiç yürünmemiş yolları.

Ulu insanlar ölür ve
onlara mecbur hakikatimiz
veda eder bize.
Büzülür, kurur
onların şefkatine muhtaç
ruhlarımız.
Eksilir,
onların aydınlığıyla
biçimlenen ve aydınlanan bilincimiz.
Bu kadar hiddetlenmemişizdir hiç,
tarifsiz cehaletine mahkum edilinceye değin
karanlık ve soğuk mağaraların.

Ulu insanlar öldüğü zaman,
az sonra huzur çiçeklenmeye başlar
ağır ağır ve hiç kural tanımadan.
Sakinleştirici bir titreşimle
dolar bütün boşluklar.
Duyularımız yenilenir,
eskisi gibi olmaz asla
ve fısıldarlar kulağımıza.
Onlar bu dünyada yaşadılar.
Yaşadılar. Biz… Daha güzel
olabiliriz. Yaşadığı için onlar.


Maya Angelou
Kafesteki Kuşun Şarkısı
Türkçesi: Faris Kuseyri

Diyorlar Ki

Biri merak edip diyor ki bana
güçlü kuvvetli bir kız benim gibi
başvurup normal bir işe
neden maaşlı çalışmaz ki.
Ona öğretmek istiyorum ben de
hiçbir boşluk bırakmadan
Küçük insanlar bile yaşayamaz
adam gibi para kazanmadan.

Biri merak edip diyor ki bana
neden seni hafta boyu bekliyormuşum.
Ama kifayetsiz kalıyor kelimelerim
bana neler yaptığını anlatmaya.
Suların sellerin akışı var senin yürüyüşünde
bunu anlatıyorum ona
bilmecelerimi çözerken
kılını bile kıpırdatmaz diyorum hatta.


Maya Angelou
Kafesteki Kuşun Şarkısı
Türkçesi: Faris Kuseyri

Missouri’mdeyken

Missouri’mdeyken
Kaba bir adam tanımıştım
Sert bir adamdı
Soğuk bir adam
Yaralıyordu hatta öldürüyordu beni
Buz gibi bir adamdı
Katı bir adam.

Herhalde bundandır, ben de hiçbir zaman
Tatlı bir adamla tanışamayacağımı sandım
Kibar bir adamla
Hakikatli bir adam
Karanlıktayken bile güven veren bir adamla
Emin bir adam
Bir adam.

Ama Jackson Mississippi’de iyi adamlar var
Kuvvetli adamlar
Siyah adamlar
Bir orduymuş gibi yürüyen tatlı adamlar
Koyu renkli adamlar
O adamlar.

Oberlin Ohio’da, candan adamlar vardı
Evet adamlar
Adil adamlar
Elini uzatan, can veren sıcak adamlar
İyi adamlardı
O adamlar.

Artık biliyorum ki iyi ve kötü adamlar var
Kimi hakikatli adam
Kimi acımasız adam
Siz kadınlar, kendi adamınızı aramaya devam edin
En iyi adamı
Size göre olanı
O adamı.


Maya Angelou
Kafesteki Kuşun Şarkısı
Türkçesi: Faris Kuseyri

3 Kasım 2015 Salı

Yedi Kadının Yedi Kutsal Güvencesi

I.

Hakkımda bir şey söyleyeyim,
ufak tefek biriyim,
ama kendime birini bulurum
nereye gidersem gideyim.


II.

Bana fasulye sırığı derler
upuzun olduğumdandır.
Erkekler beni görünce,
Düşeceklerini sanır.


III.

Şebnem gibi tazeyim
gencim ben sabah gibi.
Elbet beni severler
sevsene sen de beni.


IV.

Yağ gibiyim şişmanım
tatlıyım hem şekerden.
Sallanınca geçilmez
iç çeken erkeklerden.


V.

Ufacığım sıskayım,
bal gibiyim tatlıyım.
Beni almak isterler
“Bi’ kahve içelim” derler.


VI.

Kırkımı geçince ben
bıraktım rol yapmayı,
zira sever erkekler
akıllı kadınları.


VII.

Elli beş çok iyidir,
elli dokuzum şimdi,
zira erkeklerin de
dinlenmesi gerekli.


Maya Angelou
Kafesteki Kuşun Şarkısı
Türkçesi: Faris Kuseyri

Büyük Annelerimiz

Çırçıplak uzandı ıslak toprağa,
sazların hışırtısı
yaprakların fısıltısı ve
av köpeklerinin uluyan arzusu ve
avcıların alt üst ettiği dalların gürültüsü arasında.

Mırıldandı, hürriyete doğru başını kaldırarak
kıpırdamam, kıpırdamayacağım.

Çocuklarını topladı,
gözyaşları kara yanaklarından yağ gibi kayıyor,
çocuk gözleri deliliğin sabahlarını ikna etmek ister gibi.
Anacığım, Sahip yoksa yarın
seni satacak mı bizden uzağa?

Daha az konuşup
Daha çok yürümezsiniz
Evet.
Efendi Sahip
beni bütün buyruklardan azat etmezse.
Evet.
Ve ömürleriniz
hiçbir zaman bana ait olmadı zaten,
İdam edilecek masumların katledildiği siyaset meydanında.
Kalbime ve sözlerime kulak verip
Benimle birlikte söylemezseniz eğer,

kıpırdamayacağım.

Virginia’nın tütün tarlalarından
Kuyruklu bir piyanonun kıvrımına yaslanan,
Arkansas yolları boyunca,
Georgia’nın kızıl tepelerinde,
zincirlenmiş ellerinin ayalarına doğru,
haykırarak lanet okudu kara kaderine,
Mahvetmek istediniz beni,
Ondandır her gün can vermem yeniden,

kıpırdamayacağım.

Tüm dünyası nedir ki onun
en sonunda ağaçlardan ayaklarına dökülen,
her seferinde yeni bir sesle çığlığa dönüşen
bir siyah bedenden başka,
Tüm geçmişim bir mağlubiyeti hızlandırıyor,
el koyuyor aşkımdan doğan mutluluğa,
ve hak tanımazlık mahkum ediyor beni yatağına,

yine de kıpırdamamalıyım.

Tarihin rüzgarında fırıl fırıl dönen şeritler gibi,
kendisine verilen isimleri de duyuyordu:
gündüz feneri, zenci orospu, sığır,
analık, mal, yaratık, maymun, şebek,
kahpe, yelloz, eşya, şey.
Dedi ki:
Ben kendimce var olduktan sonra bu dünyada
sığmaz benim tarifim sizin dilinize,

ve kıpırdamam, kıpırdamayacağım.

Hiçbir melek kanatlarını germedi,
evladının başı üstüne, onları korumak için,
hayatlarının keşmekeşi üzerinde
kanat çırpmadı ve estirmedi akıl rüzgarlarını.
Taze yaban otları gibi sürgün verdiler
ama ne koruyabildi onları serpilip göğerirken
cehaletin bileyli hançerinden
ne de anlamlı şekiller verebildi onları budayarak.
Onları uzaklara gönderdi, yer altından, yer üstünden
gittiler, at arabalarında ve
yalın ayak.
Yine de
Öğretin öğrenince
verin alınca, dedi.
Ve bana gelince,

kıpırdamamalıyım.

Ummanlarda doğrulup toprağı aradı.
Yüzünü görmek istedi Tanrı’nın
Emindi
sunaklarda görevini tastamam yaptığından,
bundandır iman örtülerine bürünmesi
ama mabetlerin kapısında belirdiğinde
hiç kimse buyur etmedi onu.
Siyah Büyük Anneyi. Yine de
Girdi içeri.

Tüm soluğuyla,
tüm günahlarıyla haykırdı.
Hiç kimse, hayır, hiç ama hiç kimse
cesaret etmesin beni
Tanrı’dan mahrum bırakmaya.
Tek başıma ileri atılacağım ve
on binlerce çıkacağım onun karşısına.

Sağ yanımdaki ilah
yönlendiriyor beni Hürriyet kapısına
sonsuza dek açık tutabilmem için.
Sol yanımdaki kutsal ruh beni
durmaksızın, hakkın obasına
ve hürlerin çadırlarına yönlendiriyor.
Bu anne çehresi, bu limon sarısı, bu erik moru,
bu bal rengi yüzü ekşimiş ve altüst olmuş
bütün o seneler boyunca.
O Belkıs ve Sojourner,
Harriet ve Zora
Mary Bethune ve Angela ve
Annie’den Zenobia’ya kadar.

Kürtaj kliniğinin önünde duruyor,
tercih şansı olmadığına
lanet ederek.
Sosyal yardım kuyruğunda bekliyor,
acınası sadakanın karşısında küçülerek.
Minberlerden takdir görüyor,
korunuyor,
kimsenin bilmediği sırlarla.
Ameliyathanelerde koruyor
hayatı.
Koroda Tanrı’yı
tutuyor hançeresinde.
Issız sokak başlarında,
bedenini satıyor.
Ve seviyor sınıflarında
dersini anlayan çocukları.

Tam ortasında dünya sahnesinin
sevdiklerine ve onu sevenlere
düşmanlarına ve iftiracılara
şu şarkıyı söylüyor:
Anlaşılsam da kandırılsam da,
cahil olsam da bilgiç olsam da,
bir kenara koyun korkularınızı
yoksa tamam olamayacağım.

İşte bu yüzden
kıpırdamayacağım.


Maya Angelou
Kafesteki Kuşun Şarkısı
Türkçesi: Faris Kuseyri

Nur Yağmuru

Bir nur yağmuru başlar
Haçımızın üstüne
kimsesizliğin ağıdını
ağlarken biz
nefret ki
boynumuza asılı
ve ayaklarımızın altında
serili taşın safrasıdır.
İpekten giysiler
dokuduk
ve giydirdik çıplaklığımızı
kaba kumaşla.
Bu karanlık dünyanın
toprağında
sürünerek başladık
ve yükseldik
bulutların arasından
kuşların da ötesine
ve yolumuzu uğratmadan nefrete
çaresizliğe
kardeşlerimize şeref, kız kardeşimize neşe getirdik.
Kendi yarınlarımızdan
beslense de korkular
büyüyeceğiz onların rağmına.
Boy vereceğiz.


Maya Angelou
Kafesteki Kuşun Şarkısı
Türkçesi: Faris Kuseyri

2 Kasım 2015 Pazartesi

Ekmek Teknem ve Ben

Limanda çalışıyorum bir işim var.
Üç gün haftada zor değil o kadar.
Kiramı zamanında öder, ekmeğimi alır
ve biraz da azık işte.
Karım da çalışıyor elbette.

Üç evladım var hepsi okulda,
elbise isterler pabuç sorarlar,
verebilirsem istediklerini
sokaklardan uzak dururlar.
Efendi çocuklardır aslında.

Hayatım ne ilginç ne de o kadar hazin.
Çok daha beterleri var etrafımda.
İhtiyacım da yok zaten
yabancıların acıyan bakışlarına.
Ben istemem siz saklayın onu

başkalarına.


Maya Angelou
Kafesteki Kuşun Şarkısı
Türkçesi: Faris Kuseyri

Aşk Bu Mu?

Ebeler ve darmadağın olmuş çarşaflar
bilirler doğurmanın nasıl da zor olduğunu
ve ölümün bayağılığını
ve yaşamın sınanma anlamına geldiğini.

Neden yıldızlar arasında rivayetler
gibi fısıldaşarak gezip duruyoruz?
Bir boyut mu yitirdik yoksa?
Yoksa aşk bu mu?


Maya Angelou
Kafesteki Kuşun Şarkısı
Türkçesi: Faris Kuseyri

İnsanlık Ailesi

Apaçık farklarıyla
tanıyorum insanlık ailesini.
Kimimiz pek ciddiyiz,
kimimiz hep neşeli.

Şaşmaz bir bilgelikle yaşadığını
ilan eder kimi,
öteki iddia eder, gerçekten
yaşadığını gerçek gerçekliği.

Ten renklerimizin farklılığı
şaşırtır, afallatır, memnun eder belki,
kahverengi ve pembe ve bej ve mor,
taba ve beyaz ve mavi.

Yedi denizde yelken açtım
ve uğradım her limana,
tüm harikalarını gördüm dünyanın
görmedim başkasının aynısı bir insan daha.

On bin kadın tanıdım
Jane ve Mary Jane’di adları,
fakat daha rastlamadım
hiç yoktu birbirinin aynısı.

İkizler dahi farklıdır
çehreleri benzese de,
yan yana uzanan sevgiler vardır
aynı şeyi düşünmezler yine de.

Sevip de kaybedince Çin’de
ağlarız İngiltere kırlarında,
gülünce ve üzülünce Gine’de
serpiliriz İspanya kıyılarında.

Fin ülkesinde başarı ararız
doğarız ve ölürüz Meyn’de,
çok az farkımız var aslında
çok benziyoruz birbirimize.

Her türün ve her tipin
farklarını gördüm, anladım
benziyoruz birbirimize
benzemediğimizden çok dostlarım.

Benziyoruz birbirimize
benzemediğimizden çok dostlarım.

Benziyoruz birbirimize
benzemediğimizden çok dostlarım.


Maya Angelou
Kafesteki Kuşun Şarkısı
Türkçesi: Faris Kuseyri