Sayfalar

7 Mart 2016 Pazartesi

Cadı Ağacı III

bir mezarlığın önüne geldik, bu taş ustası kim
taşları bu kadar iyi bilen bu taş ustası kim
onları yonta yonta böyle bu taş ustası
ben telaşsız duruyorum yarattığım yolda ki
mezarlık u ve h sesleri karışımınca uzuyor
bunu duymazlıktan gelemem
bir ses gibi, yeni kolalanmış bir örtü gibi
bunu duymazlıktan gelemem.

taşçıyla bir adam ağır ağır konuşmaktaydılar
adamın yüzü hiç kımıldamadan konuşmaktaydılar
taşçı adamın yüzüne yazılar kazıyor gibi konuşmaktaydılar
ve onlar o kadar çok “idi”ler ki, ben onlara
bir masal gibi bakmaklıktan gelemem
pamuk beyazı bulutların insana benzer yan yana gelişleri gibi
durmaktaydılar sonra
her an dağıldı dağılacak gibi
zaten taşçının sert parmakları adamın dizine dokundukça
adamın dizi sisler gibi dağılıyordu
yeni biçimler oluyordu böylece, bunu görmezlikten gelemem
gelemem de
mezarlar bol ışık altında o kadar beyaz idiler ki
bir damla kan yeterdi onları canlandırmaya
nasıl ki ben kırmızı karanfilleriyle hatırlarım hep
bir evin camlara doğru çok boşalan içini
— gene bir gün bir deniz hayvanını karnından ikiye bölmüştüm
bembeyaz bir kan yollamıştı parmaklarıma —
taşçıyla o adam ağır ağır yürümekteydiler
belki de oturuyor olmalıydılar, ama yürümekteydiler
birbirlerini dağıtmıştılar ki, ben kendi yarattığım
şehirlerde oluyordum
neden derseniz, ben işte oralarda oluyordum
ışıklar, vitaminler, antibiyotikler
ve insanlar benim dünyamdaki çizgileriyle
duruyordular ki
ve sokakların ıslanmış taşlarında o kadar duruyordular ki
hiç dağılmadan
ve dağılmaktan korkar gibi lokantalarda
ve pastahanelerde, gece kulüplerinde
omuz omuza içilen meyhanelerde o kadar çok duruyordular ki
bunu anlamazlıktan gelemem
ölüme bir ölüyle karşılık veriyorlardı arada
birini gönderiyorlardı içlerinden, ona tahtadan bir tabut yaptırarak
ve tabutun üstüne neler koymuyorlardı ki
haçlardan tutun, ayyıldızlardan, içki şişelerine kadar
bu törenlerden ne umarlardı, bilmem ama
bir gün birinin ölüsünü çok gezdirdiler
ordan oraya boyuna
yaşamla ölünün dünyasızlığı arası hiç mi hiç kısalmadı
kısalmadı da, ölü gecikti, çok gecikti mesela
yıllarca gezdirildi, ben bunu böyle anladım
ölü durdu, bir başka hayat buldu yepyeni dünyasında
bunu görmezlikten gelemem
kavgalar ediyorlardı. bir ölüm sınırında sesleri oluyordu
tabutu unutuyorlardı arada
ve konuşmaları oluyordu ölüyle. benim yarattığım dünyaya sorarsanız
her yerleriyle o kadar sarı idiler ki
sapsarı bir kâğıttı ölüm de. ve taş ustası
ölümün imza kalemi gibi
bir yığın taşlar yontuyordu bu uzun yolculukta
ben o taşları beğendim mi, doğrusu pek bilmiyorum
bilmiyorum da
kilise önlerinde, iskelelerde, balık pazarlarında
gezdirip durdulardı ölüyü
din adamlarını kovdulardı. sanırım içki filan içtilerdi çukurunun
başında
çok sıcak yaz günleri insanı delirten caz parçaları
vardır ya
öyle bir dalgalanışla göğüslerini açtılardı
yüzlerini tuttulardı dünyaya
başkalarının içi yanıyordu. gözlerine bakamazdınız
ölümün dışa vurmuş biçimleri gibiydi onlar
ve alkol nereye götürüyor olmalıydı ki onları
ölüyse nereden geliyor
olmalıydı ki... artık bu sokağın adı ne
yeni açmış bir çiçeğin, pembe
adı ne
bir güneş parçasının, bir salkım söğütün
dönüp duran yaprakların üstünde
adı ne, o noel süsleri gibi göz alan.

(baylar! inecekler insin, öyle değil mi
herkes çiçeklerini isterse bıraksın
bir iki şey var zaten yapacak, yolumuz uzun
hem size söyleyeyim, benim aklımda kadınlar dizili
bir sürü evler duruyor
yataklar .perdeler, kolonya şişeleri
ve çiçekler, prezervatifler
rengârenk perşembeler dizili
bir sürü evler duruyor
ben istersem oralardayım, haberiniz olsun.)

ölü bir balığın bir suyu ölü bıraktığı yerde
işte o gibi bir yerde ben
doğanın ve bütün canlılıkların ölü yerlerine bakıyorum
kendimden ne kadar öldürdüğüm sorulursa
buna bir şey diyemem
diyemem de, ben gözlerimi açsam dünya bir başka türlü genişliyor
bir şeyler azalıyor bir kâğıdı ikiye bölsem
öyleyse ben nasıl bir şeyim ki, bilmem ki
bildiğim, dünyanın adamakıllı yansımış bir parçası olmalıyım
yani gerekli bir olmanın yüküyüm sanki.

taş ustasıyla o adam bir yerde gene oldular
benim kendime yarattığım dünyayı bulursanız
sisler gibi dolaşıyorlar orda onlar
durmadan değişerek
bense mezarlığa bir damla kan bırakıyorum
ya da kokina dedikleri kıpkırmızı bir çiçek.


Edip Cansever
Çağrılmayan Yakup
Yerçekimli Karanfil

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder