Anımsıyorum şimdi, bir Akdeniz seferinde yapayalnız kalmıştım
Yıl bin dokuz yüz elli altı
Aylardan nisandı olsa olsa
Ne param vardı ne satacak bir şeyim
Gerçi gemide yatıp kalkıyordum ama
Takmıştım aklımı bir kere
Tahtadan bir Ren geyiğine
Gene tahtadan bir Truva atına
Bulmuştum kafayı çoktan: “Hey, çocuklar!
Bilen var mı, neresidir Truva?”
Demeye kalmadıydı gül yaprağı kemiren birisi
Taktıydı bir gül yaprağı yakama
Bir başkası kapıya sürüklediydi beni
Ve dediydi, “İşte,
Çenenin şurasında Truva!”
Hani yüzyıl yaşar da insan, nasıl
Unutmazsa taşın üstünde seğirten bir karıncayı
Kayan bir yıldızı göz açıp kapayıncaya
Unutmadım işte bunu da
Kan içinde kaldıydı ağzım burnum
Doğrusu dövülmeyi sevmesem de
Aklımdan bile geçirmezdim dövmeyi
Oysa gemiciler icat etmiş derler keyfine dövüşmeyi
Yalan!
“Sandal ağacı gibi olacaksın
Üzerine inen baltayı kokuna boğacaksın.”
Ben böyle öğrendimdi üvey babamdan
Hayal meyal hatırlıyorum gemiye döndüğümü
Rıhtımda bir iki sarhoş tayfa:
“Arkadaş tayfanın sarhoş olmayanı kurumuş dal gibidir
Gece karşına çıktı mı uğursuzluk getirir”
Güç halle kaçtımdı oradan da
Yırtık mavi gömleğimse rüzgârda
Köpürüyordu denizin bir parçası gibi
Ve burnumda o yabanıl kan kokusu
Kan! dedimdi kendi kendime, kan
Ne zaman çıkmaz ki yüze fırsatı yakalayınca.
Yıl bin dokuz yüz elli altı
Aylardan nisandı olsa olsa
Ne param vardı ne satacak bir şeyim
Gerçi gemide yatıp kalkıyordum ama
Takmıştım aklımı bir kere
Tahtadan bir Ren geyiğine
Gene tahtadan bir Truva atına
Bulmuştum kafayı çoktan: “Hey, çocuklar!
Bilen var mı, neresidir Truva?”
Demeye kalmadıydı gül yaprağı kemiren birisi
Taktıydı bir gül yaprağı yakama
Bir başkası kapıya sürüklediydi beni
Ve dediydi, “İşte,
Çenenin şurasında Truva!”
Hani yüzyıl yaşar da insan, nasıl
Unutmazsa taşın üstünde seğirten bir karıncayı
Kayan bir yıldızı göz açıp kapayıncaya
Unutmadım işte bunu da
Kan içinde kaldıydı ağzım burnum
Doğrusu dövülmeyi sevmesem de
Aklımdan bile geçirmezdim dövmeyi
Oysa gemiciler icat etmiş derler keyfine dövüşmeyi
Yalan!
“Sandal ağacı gibi olacaksın
Üzerine inen baltayı kokuna boğacaksın.”
Ben böyle öğrendimdi üvey babamdan
Hayal meyal hatırlıyorum gemiye döndüğümü
Rıhtımda bir iki sarhoş tayfa:
“Arkadaş tayfanın sarhoş olmayanı kurumuş dal gibidir
Gece karşına çıktı mı uğursuzluk getirir”
Güç halle kaçtımdı oradan da
Yırtık mavi gömleğimse rüzgârda
Köpürüyordu denizin bir parçası gibi
Ve burnumda o yabanıl kan kokusu
Kan! dedimdi kendi kendime, kan
Ne zaman çıkmaz ki yüze fırsatı yakalayınca.
Zamanlar geçti aradan, yıl bin dokuz yüz kırk iki
İçimi tüketen bir şenlik vardı İskenderiye’de
Kim bilir, bir başka yerde belki de
Gece yarısıydı, ellerim
Çılgınca kanıyordu
On parmağımdan akan kan on ayrı renkte
İçimde yakalanmaktan korkan bir gölge kuşunun nefesi
Tüyleri kahverengi eflatun
Boyu elli santimden fazla
Çırpınıp duruyordu. Sözlüğe bakmıştım da daha sonra
Yani şenlikten kurtulunca, tükenmekten
Bir gölge kuşu sahiden vardı
Ben ki gerçekle yiter, düşle ayılırdım hep
Bu çelişken yaşamım beni hiç bırakmadı
Sabaha doğru usulca havalandı oradan
Kaybetti sanki kumarda, var mıydı içimizde kumardan anlayan.
Ey Gülistan sokağı, bir tomar gazete unuttuğum ev
Kim bilir, bir başka yerde belki de
Gece yarısıydı, ellerim
Çılgınca kanıyordu
On parmağımdan akan kan on ayrı renkte
İçimde yakalanmaktan korkan bir gölge kuşunun nefesi
Tüyleri kahverengi eflatun
Boyu elli santimden fazla
Çırpınıp duruyordu. Sözlüğe bakmıştım da daha sonra
Yani şenlikten kurtulunca, tükenmekten
Bir gölge kuşu sahiden vardı
Ben ki gerçekle yiter, düşle ayılırdım hep
Bu çelişken yaşamım beni hiç bırakmadı
Sabaha doğru usulca havalandı oradan
Kaybetti sanki kumarda, var mıydı içimizde kumardan anlayan.
Ey Gülistan sokağı, bir tomar gazete unuttuğum ev
Yıl bin dokuz yüz otuz üç
Vurup da kapını çıktım dışarı
Dönüp arkama bakmadım bile
Taşıdım aylarca yalnız
Bağayla kaplanmış bir duvar saatinin tik takını
Öyle ya, bana sorarsanız terketmeli insan yaşamı
Ölümü göze almadan
Ve anlamalı bir ağaç gölgesi gibi durmaktaki sakıncayı
Gitmek
Durmadan gitmek
Ne ölümünü bilsinler ne yaşadığını.
Vurup da kapını çıktım dışarı
Dönüp arkama bakmadım bile
Taşıdım aylarca yalnız
Bağayla kaplanmış bir duvar saatinin tik takını
Öyle ya, bana sorarsanız terketmeli insan yaşamı
Ölümü göze almadan
Ve anlamalı bir ağaç gölgesi gibi durmaktaki sakıncayı
Gitmek
Durmadan gitmek
Ne ölümünü bilsinler ne yaşadığını.
Edip Cansever
Kirli Ağustos
Yerçekimli Karanfil
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder