Sırılsıklam ıslanmış, ıslak bavullardan kişiler seçiyordum.
Eğri bir düzlükte durduklarını görüyorum, rüzgara yaslanmış,
eğri yağmur altında, belirsiz, uçurumun kenarında.
Hayır, ikinci bir yüz değil. Havanın suçu
böyle solgun oluşları. Uyarıyorum onları, sesleniyorum örneğin,
yol eğri bayanlar baylar, uçurumun kenarındasınız. Onlar, doğal olarak,
soğukça gülüp, cesurca karşı bağırışa geçiyorlar:
Teşekkür ederiz, size de.
Gerçekten de birkaç düzine olup olmadıklarını soruyorum
kendi kendime,
yoksa tüm insan soyu muydu orada asılı duran,
tıpkı belirsiz bir müzik gemisindeki gibi, hurda
ve yalnız bir tek amaca yönelik, yani batışa?
Bilmiyorum. Gözümü kapatıp dinliyorum. Zor söylemesi,
bu insanların kimler olduğunu, her biri bir bavula,
açık sarı bir uğura, bir dinozora, bir defne çelengine sarılmış.
Güldüklerini duyuyor ve onlara anlaşılmaz sözler sesleniyorum.
Kafasında yaş gazeteler olan, tanınmayan kişinin
K. olduğunu sanıyorum, yolcunun işi peksimetçilik;
şu sakallının kim olduğundan haberim yok, boyalı bastonlu
adamın adı Salomon P.; durmadan hapşıran kadın
Marilyn Monroe olmalı;
beyaz elbiseli adamsa, şu elinde siyah yağlı kağıda sarılı
notlar olan, mutlaka Dante'dir.
Bu kişiler umut dolu, ürkütücü bir erk dolu!
Bardaktan boşanan yağmurun altında dinozorların ipinden
çekiyor, bavullarını açıp sonra gene kapatıyorlar,
ve koro halinde şarkı söylüyorlar: " 13 Mayıs dünyanın
sonudur,
artık daha fazla yaşayamayız, yaşayamayız daha fazla."
Kimin güldüğünü söylemek güç, bu çamaşırhanede kimin
beni saydığını ya da kimin saymadığını ve
uçurumun ne genişlikte ve ne derinlikte olduğunu söylemek.
Yavaşça nasıl battıklarını görüyorum kişilerin ve onlara
şunları sesleniyorum: Nasıl yavaş yavaş battığınızı
görüyorum.
Yanıt yok. Uzaktaki müzik gemilerinde, donuk ve cesur
orkestralar çalıyor. Çok üzülüyorum, hiç de hoşuma
gitmiyor,
öyle hepsinin ölmesi, ıpıslak, bu çiseleyen havada, yazık,
ağlayabilirim, ağlıyorum: "Ama kimse bilemedi", diye
ağlıyorum,
"hangi yılda olduğunu, ne hoş:"
Ya dinozorlar nerede kaldı? Ya bu ıpıslak bavullar,
binlerce ve binlerce, bomboş ve sahipsiz,
suyun üzerine nereden sürükleniyor? Yüzüyor ve ağlıyorum.
Her şey, diye ağlıyorum, istendiği gibi, her şey yalpalıyor,
her şey denetim altında, her şey yolunda, insanlar eğri
yağan yağmurun
altında boğuluyordur herhalde, yazık, neyse, ağlamak
için o da iyi,
belirsiz, söylemesi güç, neden, hem ağlıyor hem yüzüyorum
Eğri bir düzlükte durduklarını görüyorum, rüzgara yaslanmış,
eğri yağmur altında, belirsiz, uçurumun kenarında.
Hayır, ikinci bir yüz değil. Havanın suçu
böyle solgun oluşları. Uyarıyorum onları, sesleniyorum örneğin,
yol eğri bayanlar baylar, uçurumun kenarındasınız. Onlar, doğal olarak,
soğukça gülüp, cesurca karşı bağırışa geçiyorlar:
Teşekkür ederiz, size de.
Gerçekten de birkaç düzine olup olmadıklarını soruyorum
kendi kendime,
yoksa tüm insan soyu muydu orada asılı duran,
tıpkı belirsiz bir müzik gemisindeki gibi, hurda
ve yalnız bir tek amaca yönelik, yani batışa?
Bilmiyorum. Gözümü kapatıp dinliyorum. Zor söylemesi,
bu insanların kimler olduğunu, her biri bir bavula,
açık sarı bir uğura, bir dinozora, bir defne çelengine sarılmış.
Güldüklerini duyuyor ve onlara anlaşılmaz sözler sesleniyorum.
Kafasında yaş gazeteler olan, tanınmayan kişinin
K. olduğunu sanıyorum, yolcunun işi peksimetçilik;
şu sakallının kim olduğundan haberim yok, boyalı bastonlu
adamın adı Salomon P.; durmadan hapşıran kadın
Marilyn Monroe olmalı;
beyaz elbiseli adamsa, şu elinde siyah yağlı kağıda sarılı
notlar olan, mutlaka Dante'dir.
Bu kişiler umut dolu, ürkütücü bir erk dolu!
Bardaktan boşanan yağmurun altında dinozorların ipinden
çekiyor, bavullarını açıp sonra gene kapatıyorlar,
ve koro halinde şarkı söylüyorlar: " 13 Mayıs dünyanın
sonudur,
artık daha fazla yaşayamayız, yaşayamayız daha fazla."
Kimin güldüğünü söylemek güç, bu çamaşırhanede kimin
beni saydığını ya da kimin saymadığını ve
uçurumun ne genişlikte ve ne derinlikte olduğunu söylemek.
Yavaşça nasıl battıklarını görüyorum kişilerin ve onlara
şunları sesleniyorum: Nasıl yavaş yavaş battığınızı
görüyorum.
Yanıt yok. Uzaktaki müzik gemilerinde, donuk ve cesur
orkestralar çalıyor. Çok üzülüyorum, hiç de hoşuma
gitmiyor,
öyle hepsinin ölmesi, ıpıslak, bu çiseleyen havada, yazık,
ağlayabilirim, ağlıyorum: "Ama kimse bilemedi", diye
ağlıyorum,
"hangi yılda olduğunu, ne hoş:"
Ya dinozorlar nerede kaldı? Ya bu ıpıslak bavullar,
binlerce ve binlerce, bomboş ve sahipsiz,
suyun üzerine nereden sürükleniyor? Yüzüyor ve ağlıyorum.
Her şey, diye ağlıyorum, istendiği gibi, her şey yalpalıyor,
her şey denetim altında, her şey yolunda, insanlar eğri
yağan yağmurun
altında boğuluyordur herhalde, yazık, neyse, ağlamak
için o da iyi,
belirsiz, söylemesi güç, neden, hem ağlıyor hem yüzüyorum
H. Magnus Enzensberger
Çeviren: Sezer Duru
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder