II. Söz Büyücülüğü
Dinleyin beni! İşte çılgınlıklarımdan birinin öyküsü.
Bütün olası görünümleri nicedir elimde bulundurmakla böbürleniyordum
ve gülünç buluyordum çağcıl resim ve şiirin ünlülerini.
Seviyorum saçma sapan resimleri, kapı aynalıklarını, dekorları, resimle
cambaz perdelerini, dükkan tabelalarını, halk bezemelerini; modası
geçmiş yazını, kilise Latincesini, yazımı bozuk sevisel kitapları, eski
operaları, budala nakaratları, yapmacıksız düzünleri.
Seferler düşlüyordum, öyküsü yazılmamış keşif yolculuklarını, hırgürsüz
cumhuriyetleri, bastırılmış din savaşlarını, töre devrimlerini, ırkların ve
anakaraların yer değiştirmelerini; inanıyordum bütün büyülere.
Rengini buldum seslilerin!-A kara, Ö ak, I kırmızı, O mavi, O yeşil.
-Saptadım her sessizin biçim ve devinimini ve içgüdüsel düzünlerle,
ergeç bütün duyulara ulaşabilecek bir şiirsel dil bulmakla gururlandım.
Saklı tutuyordum çeviri hakkını.
Bir denemeydi bu başlangıçta. Sessizlikleri, geceleri yazıyordum,
dile sığmazı not ediyordum. Kayda geçirdim başdönmelerini.
***
Şiirsel eskiliklerin önemli bir payı vardı söz büyücülüğümde.
Alıştım basit sanrıya: bir fabrikanın yerine bir cami görüyordum
düpedüz, meleklerin yaptığı bir davul okulu, gökyüzünün yollarında
faytonlar, bir salon bir gölün dibinde; canavarlar, gizli dinsel törenler;
büyük korkular dikiyordu önüme bir vodvil adı.
Sonra büyülü safsatalarımı sözcüklerin sanrısıyla açıkladım!
Kutsal buldum sonunda usumun düzensizliğini. Aylaktım, kurbanıydım
bir yüksek ateşin: imreniyordum mutluluğuna hayvanların, -
vaftizsiz ölen bebeler cennetinin masumluğunu simgeleyen tırtılların,
erdenlik uykusunu köstebeklerin!
Hırçınlaşıyordu kişiliğim. Hoşça kal diyordum dünyaya bir tür romanslarda.
Çölü sevdim, yanık meyve bahçelerini, rengi atmış dükkanları, ılımış
içkileri. Ayaklarımı sürüyerek yürüyordum pis kokulu daracık sokaklarda
Bütün olası görünümleri nicedir elimde bulundurmakla böbürleniyordum
ve gülünç buluyordum çağcıl resim ve şiirin ünlülerini.
Seviyorum saçma sapan resimleri, kapı aynalıklarını, dekorları, resimle
cambaz perdelerini, dükkan tabelalarını, halk bezemelerini; modası
geçmiş yazını, kilise Latincesini, yazımı bozuk sevisel kitapları, eski
operaları, budala nakaratları, yapmacıksız düzünleri.
Seferler düşlüyordum, öyküsü yazılmamış keşif yolculuklarını, hırgürsüz
cumhuriyetleri, bastırılmış din savaşlarını, töre devrimlerini, ırkların ve
anakaraların yer değiştirmelerini; inanıyordum bütün büyülere.
Rengini buldum seslilerin!-A kara, Ö ak, I kırmızı, O mavi, O yeşil.
-Saptadım her sessizin biçim ve devinimini ve içgüdüsel düzünlerle,
ergeç bütün duyulara ulaşabilecek bir şiirsel dil bulmakla gururlandım.
Saklı tutuyordum çeviri hakkını.
Bir denemeydi bu başlangıçta. Sessizlikleri, geceleri yazıyordum,
dile sığmazı not ediyordum. Kayda geçirdim başdönmelerini.
***
Şiirsel eskiliklerin önemli bir payı vardı söz büyücülüğümde.
Alıştım basit sanrıya: bir fabrikanın yerine bir cami görüyordum
düpedüz, meleklerin yaptığı bir davul okulu, gökyüzünün yollarında
faytonlar, bir salon bir gölün dibinde; canavarlar, gizli dinsel törenler;
büyük korkular dikiyordu önüme bir vodvil adı.
Sonra büyülü safsatalarımı sözcüklerin sanrısıyla açıkladım!
Kutsal buldum sonunda usumun düzensizliğini. Aylaktım, kurbanıydım
bir yüksek ateşin: imreniyordum mutluluğuna hayvanların, -
vaftizsiz ölen bebeler cennetinin masumluğunu simgeleyen tırtılların,
erdenlik uykusunu köstebeklerin!
Hırçınlaşıyordu kişiliğim. Hoşça kal diyordum dünyaya bir tür romanslarda.
Çölü sevdim, yanık meyve bahçelerini, rengi atmış dükkanları, ılımış
içkileri. Ayaklarımı sürüyerek yürüyordum pis kokulu daracık sokaklarda
ve gözlerim kapalı karşı karşıya bırakıyordum kendimi güneşle,
ateş tanrısı.
"General, yıkık tabyalarının üzerinde eski bir top kaldıysa eğer, topa
tut bizi toprak kesekleriyle. Görkemli dükkanların aynalarında! salonlarda!
Kendi tozunu yedir kente. Paslandır olukları. Kızgın yakut tozlarıyla
doldur kadınların süslenme odalarını ..."
Ah! hanın genel işeme yerinde esrimiş küçük sinek, hodanın vurgunu
ve erittiği bir güneş ışınının!
En sonunda, ey mutluluk, ey us, ayırdım gökyüzünden gök mavisini,
ki o karadır aslında ve yaşadım ben, katkısız ışığın altın kıvılcımı.
Sevinçten, bir anlam alıyordu yüzüm olabildiğince soytarı ve şaşkın:
***
Masalsı bir opera oldum: bütün varlıkların bir mutluluk yazgısı taşıdığını
gördüm: yaşam eylem değil, ama bir gücü boşa harcama biçimi,
bir kızgınlık, Beyinin yetersizliğidir aktöre.
Her varlığa, bana öyle geliyor ki birçok başka yaşam kendi varlığını
borçlu. Ne yaptığını bilmiyor bu bay: bir melek o. Bir yuva dolusu it şu
aile. Birçok insanın önünde, öteki yaşamlarından birinin bir anıyla konuştum
yüksek sesle. - Bir domuz sevdim, böylece.
Çılgınlığın safsatalarından hiçbirini, -tımarhanelik deliliğin- unutmadım:
hepsini söyleyebilirim yeniden, egemenim yönteme.
Tehlikedeydi sağlığım. Geliyordu büyük korku Birkaç günlük uykulara
dalıyordum ve kalkıp sürdürüyordum en kederli düşleri. Ölecek durumdaydım
ve bir tehlikeler yolundan dünyanın bir ucuna, karanlığın ve kasırgaların
yurdu Kimmerler ülkesinin sınırlarına sürüklüyordu beni zayıflığım.
Yolculuk yapmak, beynimde toplanan büyüleri oyalamak zorunda
kaldım. Yükseldiğini görüyordum avundurucu haçın beni bir kirden
paklayacakmış gibi sevdiğim denizin üzerinde. Gökkuşağı lanetlemişti
beni. Alınyazımda Mutluluk, pişmanlık acılarım, içimdeki kurt: güce ve
güzelliğe atlanmayacak kadar uçsuz bucaksız olacaktı hep yaşamım.
Mutluluk! Onun ölümde yumuşak gelen dişi uyarıyordu beni horozlar
öterken, ad matutinum, christus venit'de, -en karanlık kentlerde:
***
Bunlar olup bitti. Güzelliği selamlamayı biliyorum şimdi.
ateş tanrısı.
"General, yıkık tabyalarının üzerinde eski bir top kaldıysa eğer, topa
tut bizi toprak kesekleriyle. Görkemli dükkanların aynalarında! salonlarda!
Kendi tozunu yedir kente. Paslandır olukları. Kızgın yakut tozlarıyla
doldur kadınların süslenme odalarını ..."
Ah! hanın genel işeme yerinde esrimiş küçük sinek, hodanın vurgunu
ve erittiği bir güneş ışınının!
En sonunda, ey mutluluk, ey us, ayırdım gökyüzünden gök mavisini,
ki o karadır aslında ve yaşadım ben, katkısız ışığın altın kıvılcımı.
Sevinçten, bir anlam alıyordu yüzüm olabildiğince soytarı ve şaşkın:
***
Masalsı bir opera oldum: bütün varlıkların bir mutluluk yazgısı taşıdığını
gördüm: yaşam eylem değil, ama bir gücü boşa harcama biçimi,
bir kızgınlık, Beyinin yetersizliğidir aktöre.
Her varlığa, bana öyle geliyor ki birçok başka yaşam kendi varlığını
borçlu. Ne yaptığını bilmiyor bu bay: bir melek o. Bir yuva dolusu it şu
aile. Birçok insanın önünde, öteki yaşamlarından birinin bir anıyla konuştum
yüksek sesle. - Bir domuz sevdim, böylece.
Çılgınlığın safsatalarından hiçbirini, -tımarhanelik deliliğin- unutmadım:
hepsini söyleyebilirim yeniden, egemenim yönteme.
Tehlikedeydi sağlığım. Geliyordu büyük korku Birkaç günlük uykulara
dalıyordum ve kalkıp sürdürüyordum en kederli düşleri. Ölecek durumdaydım
ve bir tehlikeler yolundan dünyanın bir ucuna, karanlığın ve kasırgaların
yurdu Kimmerler ülkesinin sınırlarına sürüklüyordu beni zayıflığım.
Yolculuk yapmak, beynimde toplanan büyüleri oyalamak zorunda
kaldım. Yükseldiğini görüyordum avundurucu haçın beni bir kirden
paklayacakmış gibi sevdiğim denizin üzerinde. Gökkuşağı lanetlemişti
beni. Alınyazımda Mutluluk, pişmanlık acılarım, içimdeki kurt: güce ve
güzelliğe atlanmayacak kadar uçsuz bucaksız olacaktı hep yaşamım.
Mutluluk! Onun ölümde yumuşak gelen dişi uyarıyordu beni horozlar
öterken, ad matutinum, christus venit'de, -en karanlık kentlerde:
***
Bunlar olup bitti. Güzelliği selamlamayı biliyorum şimdi.
Arthur Rimbaud
Çeviren: Özdemir İnce
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder