Sayfalar

14 Mayıs 2016 Cumartesi

Ölümlü Yaşamaya Hergünkü Çağrı - 2

RAHAT AYRILIKLAR İÇİN GİRİŞ

sosisli sandeviçlerin en seçmesi sizin için
hardallar ve denizaşırı bitkileri
gönlünüze göre aygın baygın ezgiler
inanmışlığınız, sevinmişliğiniz, uygunluğunuz
bir adamın bakışı size
bir kadının kalçalarını oynatması size
gök mavi oldumuydu sizin içindir
aşkolsun size
sizden utanıyorum özür dilerim
gelecek günlere başsağlığı dilerim

Artık bütün iş buluttaydı anlıyorsunuz.
Üstelik onların söyledikleri beni hiç ilgilendirmiyordu.
Ama doğrusu bulutun neler söyleyeceğini merak ediyordum.
Bir bildiği var gibiydi.
Polis ona baktı söyledi sonunda 


ÖLÜMLÜ YAŞAMAYA ÖVGÜ 

herkesin aşkının bir parça azımsandığı yerde 
ben üç kişi biliyorum
ben bir ekmekle tuz biliyorum
bir de aşk biliyorum (Dedi)

benim işim gece gündüz gökyüzünde durmaktır
meryem oğlu İsa’nın ballandıra ballandıra anlattığı yerdeyim
köhne ama güneşli sokaklara bayılıyorum
şarkıların adam öldürmek için yettiği kenar sokaklara
meymenet sokağı böyle bir sokaktır
29 Ekim bayramında gider üstünde dolanırım
14 Temmuz gecesi ne yapar yapar Van Gogh’un cümbüşüne
giderim
yıldızlı yüzler hava fişekleri dereler gibi akıp giden sevgi
ezberlediğim esenlikleri sonra bir bir anarım
ezberlediğim dudakları sonra bir bir anarım
bu bir adamın türküsüdür
bu adamın türküsü nedir bilmiyorum
bu adam da türküsünü bilmiyor
unutmamış sanırım yeniden hep yeniden yaratacak
işte siz de buradasınız ben de buradayım
gökyüzünde parça parça bir yağmur varsa
istekli parmaklarında uysal bir mermer varsa
elleriyle birlikte bir kadının yanında yatıyorsa
kan varsa ortada çizgiler kırılıyorsa
her nerede salkım saçak bir ateş yanıyorsa
her nerede vakit sabaha karşıysa
bu adam orada var

Polis ‘eh evet evet dedi.Anladığım bana yetecek sanırım.şarkılara tellim güvendim zaten. 
İnsanlar bir orda doğrusunu söylerler.
Sevildiklerini, kovulduklarını, küçüklüklerini, büyüklüklerini, ne getirdilerse dünya şarkılarıyla getirdiler.’ 
Sokak lambasını haince bir gölgesini çiziyordu polisin.
Işığın sarışınlığında kapkara bir gölge. 
Toprakta.
Bundan aydınlık gece olamazdı sanıyorum.
Dedim ki, daha bir diyeceğim var dedim.
Söyle dedi.
Söyledim.

Oturdum Her Kopuğu Düğümledim.

Çoktandır herşeyim uzakta.
Vakitli vakitsiz aynalara bakıyorum
Dönüyorum bir daha bakıyorum
Bir kadın gelse ayaklarıma kapansa ölse
Daha önce yitirdiğim bir vakit aklıma geliyor
Dönüyorum bir daha bakıyorum

Örneğin defneler parkta yahut laz kirazları
Güneş vurmuş sokaklar kat kat evler
Duvara oyulmuş kadersiz heykellerin patlak gözleri
Su kurbağaları gelip geçen bir çizgi gözlerimden ince
Bana birşeyler hatırlatmaya uğraşıyorlar
Ama hatırlar mıyım benim aklım var
Öyle birşey yok elbet hatırlamam
Laz kirazının da kırmızı balıkların da çabası boşuna
Ne varsa şurda var diyorum
Dönüyorum bir daha bakıyorum
Sanıyorum ben yanında değilken dalgınken yahut
Yahut sevişmezken yahut ölürken
Dünya kalleşçe değişiyor uzaklaşıyor
Namussuzca kaçıyor
Ya onu tutuyorum ya ardından koşuyorum telaşla
İşte ya öyle sanıyorum şaşarsınız

Sonuç İçin Giriş

Bizim ma giyimlerle güneşlendiğimiz yerlerde
Dişlerimizin arasında bir çöple güneşlendiğimiz yerlerde
Ne insan tükenir ne gökyüzü
Bir çift al beygirin çektiği bir kupa çektiğinde
Ya da yaseminler satılan bir köşebaşında akşamüzeri
Yoğun duygularla evrenle karşı karşıya
Kan çirkin değil

Sonuç

Ben insanım bu kaygılarım da geçer
Yalan söyledim geçmez değişir
Her gelen gün üşünmeden yeniler beni
Bugün vurduğum adam
Yarın boğulduğum deniz
Utanmam tek başıma sevinirim
Utanmam sevinirim


Turgut Uyar
Divan

İlkin

Bunu kimse söylemedi belki düşündü
çünkü vardır insanın yaşamasında
uyku ve öfke gibi vardır
kimse söylemedi
tuzunu çoğaltan bir denizde
nasıl batarsa güneş öyle
bende kaçırdım
ki gözüm bütün gün
günboyu lekelerde
kaçırdım ama şöyle de söylenebilir
şiirin bütün geçmişinin dışında
önceden açıklanan her şeyin dışında
örneğin en sıcak ülkelerin yazında
en soğukların kışında
yanarım üşürüm berbat olurum
hiç bir şeye yaramam
ama yinede seni severim
o zaman sende beni sev
evet


Turgut Uyar
Divan

Hiçsizliğe

Tanrı sen ne kadar güzelsin
bir hiç olarak
ormansın belki bilmiyorum
belki ormanda bir ağaçsın şuncacık
bir pazartesi günüsün
insanları dupduru edemeyen
bütün karayollarında ve demiryollarında
gider gelirim bütün dünyada
ama biliyorum Kırşehir’de mezarsın
bir kilisesin Kapadokya’da
sözgelimi yumurtada zarsın
ustasın sabahları yapmada
akşamüstlerinde biraz gaddarsın
sular ve zamanlar kararırken

ne yapalım
bari bağışlayalım birbirimizi


Turgut Uyar
Divan

Bir Gün Sabah Sabah

Bir gün sabah vakti kapıyı çalsam,
Uykudan uyandırsam seni:
Ki, daha sisler kalkmamıştır Haliç'ten.
Vapur düdükleri ötmededir.
Etraf alacakaranlık,
Köprü açıktır henüz.
Bir gün sabah sabah kapıyı çalsam...

Yolculuğum uzun sürmüş oldukça.
Gece demir köprülerden geçmiştir tren.
Dağ başında beş on haneli köyler,
Telgraf direkleri yollar boyunca
Koşuşup durmuş bizle beraber.

Şarkılar söylemişim pencereden,
Uyanıp uyanıp yine dalmışım.
Biletim üçüncü mevki,
Fakirlik hali.
Lületaşından gerdanlığa gücüm yetmemiş,
Sana Sapanca'dan bir sepet elma almışım...

Ver elini Haydarpaşa demişiz,
Vapur rıhtımdadır pırıl pırıl,
Hava hafiften soğuk,
Deniz katran ve balık kokulu
Köprüden kayıkla geçmişim karşıya,
Bir nefeste çıkmışım bizim yokuşu...

Birgün sabah sabah kapıyı vursam,
- Kim o? Dersin uykulu sesinle içerden.
Saçların dağınıktır, mahmursundur.
Kimbilir ne güzel görünürsün sevgilim,
Bir gün sabah vakti kapıyı çalsam,
Uykudan uyandırsam seni,

Ki, daha sisler kalkmamıştır Haliç'ten
Fabrika düdükleri ötmededir.


Turgut Uyar
Divan

13 Mayıs 2016 Cuma

Arz-ı Hal

Ben de günahkâr kullarındanım Allahım...
Bir "Kulhuvallahi" bilirim dualarından,
Bir de "Yarabbi şükür" demeyi doyunca.
Bir kere oruç tutmam ramazan boyunca,
Ama çekmediğim kalmadı sevdalardan.
Ben de günahkâr kullarındanım Allahım!..

Benim gibi kulun çok dünyada, Allahım!..
Eğer bilmiyorsan işte, haberin olsun.
Ekmek derdi, aşk derdi unutturdu seni.
İnsan hatırlamıyor dün ne yediğini.
Zaten yediğimiz ne ki hatırda dursun.
Benim gibi kulun çok dünyada, Allahım!..

Yazdıklarıma sakın darılma Allahım!..
Meleklerin sana bunları söylemezler.
Artık, pek yarattığın gibi değil dünya
İnsanlar hem sabuna karıştı, hem suya:
Ne olursun, hoşuna gitmediyse eğer,
Yazdıklarıma sakın darılma Allahım!..

Sana bir şey soracağım, affet Allahım!..
Beş vakit kızlar doluyor camilerine,
Beyaz yaşmaklı, beyaz tenli, masum kızlar...
Benim bir defa görüşte yüreğim sızlar;
Sen tutulmadın mı, içlerinden birine?
Sana bir soracağım, affet Allahım!..

İşte insanlar bu minval üzre, Allahım!..
Kıt kanaat sere serpe yollar boyunca...
Sen, bizim için hâlâ o ezeli sırsın.
Sen de, bizi bilmiş olsan, başkalaşırsın..
Herkesin kederi, gailesi boyunca.
İşte insanlar bu minval üzre, Allahım!..


Turgut Uyar
Divan

Akşam Üstü Rüyası

Şimdi gemiler geçer uzaklardan
Gönlüm güvertede sereserpedir.
Işıklı geceler, saz sesleri, peynir ekmek
Ne biletim ne param ne dostum var
Pır pır eder yüreğim bakındıkça...
- Uyan Turgut um, garibim, uyan Bura Terme'dir.

Terme köprüsünden kamyonlar geçer,
Irgatlar üç orada beş burada konuşurlar
Bir gece başlar, yarı siyah, yarı kırmızı
Cigaramı yakar evime dönerim...
- Gidin gemiler, gidin vardığınız yerlere selam edin
Gün olur bütün kaygılardan uzak
Ben de gelirim...


Turgut Uyar 
Divan

Akçaburgazlı Yekta'nın Mahkeme Kararını Aldığında Söylediği Mezmurdur

Önce onların yanında çok iyi yüz gördüm.
Beni kapıdan karşılayıp ağırlarlardı.
Sofralarına konuk ederlerdi.
Onlar iki kişiydi ben birdim.
Bana elmadan sıkılmış soğuk sular sunarlardı. Kapılarını kapım bellemiştim.
Evlerinde oturacak yerim vardı.
Önce onların yanında çok iyi yüz gördüm.
Evleri gürültülü şehirden iki bin ayak uzaktaydı.
Tahtadan yapılmıştı.
Beni kapıdan alırlardı, - hoş geldin - derlerdi, onları sevindirirdim.
Birlikte yaşıyorlardı, çocuksuzdular.
Birinin adı Gülbeyaz'dı, o kadındı, öbürünün adı Sinan'dı, o erkekti.
Ben otuzunda Yekta'ydım,
Akçaburgazlıyım, oradan geldim,
Herkes bir yerlidir çünkü, Ben, Yekta bunu pek hoş buluyordum.
Sonra az ışıklı odalarına çıkardık. Bana yeniden - hoş geldin Yekta, bizi
sevindirdin senin yanında birçok şeyleri hatırlıyoruz - derlerdi. Serin
örtülü minderlere oturmak için ayakta dururduk. Beklerdik, Perdeleri
beyaz nakışlı olurdu. Halıları bütün odanın döşemesini usulca mor mor
örterdi. Patlıcan örnekleri ve turuncu güneşler vardı üstünde.
Birden hepimizin aklına o denizler gelirdi. Ayakta durmayı istemezdik. Serin
örtülü minderlere otururduk.
Bana - serin örtülü minderlerimizin üstüne otur - derlerdi.
Bana elmadan sıkılmış soğuk sular sunarlardı. Evlerinde oturacak yerim vardı.
Tütün sunarlardı.
Bir dinlenme zamanı kadar birbirimizi duyardık. Alışmak için zorluk çekmezdik.
Çünkü karşıt yerlerimiz kalmamıştı bilirdik. Girintilerimiz çıkıntılarımız
uygundu. Sussak da ses çıkarmazdık.
Karanlık her yere girerdi. Çünkü her yerde gece olur, Ben, Yekta bunu pek hoş
buluyordum.
Karanlık, serin örtülü minderleri sarmalayan az ışıklılığı altedemezdi. Çünkü
biz öyle bellemiştik. Halı da az ışıklı kalırdı, onun güneşleri,
patlıcanları da, minderlerin serinliği de. Az ışık, bizim, yani onların ve
benim, Yekta'nın, kaçtığımız yer değildi. Birbirimizin ışıktan kaçıracak
yerlerimiz yoktu. Az ışıkta da çok ışıkta da değişmezdik. Hep tıpkı
kalırdık.
Orda buluşmayı severdik yalnız.
Sarı bir kuşları vardı.
Adına kanarya derlerdi. Küçük bir kafeste odayı doldururdu.
«Ama ben onların ölümlü, yanılgan insan,
Geçen ve bir daha geri gelmeyen bir rüzgâr
olduklarını unuttum. »
Çünkü unutmak bana göreydi.
Çünkü ben de ölümlüydüm. Ben, Yekta, bunu pek hoş buluyordum.
Bu unutmak değildi, içinde olmaktı onun.
Önceleri daha iyi mi idi, bilmiyorum.
Gidip geldiğim,
Durulduğum koyu geceler vardı. Yıkık değildim.
Yıkılıp yeniden kurulmamıştım ama, yıkık değildim.
Gaz lâmbaları yakardık,
Ensiz çalgılar çalardık geceye.
Tekliğimiz ayışığına boğulur giderdi.
Teker teker üçer kişi olurduk. Öyle de iyiydi.
Ben ona, Gülbeyaz kadına, eski yalnızlığımı söylerdim.
Ben söyledikçe eskirdi,
Uzaklaşırdı.
Onunla. Gülbeyaz'la bakışır ısınırdık.
Sonra yanılgan insanlığım başladı.
Birinde üç gece dört gündüz orada, evde kaldım.
Üç gece dört gündüz Sinan'ın yatağında kaldım.
Gülbeyaz'la Allahın emri olduk.
Ne o beni kandırmıştı,
Ne ben onu baştan çıkarmıştım. İkimiz de bildiklerimizin ötesine,
bulduklarımızın üstüne çıkmak istemiştik. Bir noksanlığı vardı sanıyorduk
bütün olanların belki. Ama aslında bütünlüklerimize bahaneydik. Sinan
uzaktaydı. Sinan çemberimizin dışındaydı. Sonra ne bulduk.
Süregeldikçe kutsal gibi,
Kesildikçe kirli, utandırıcı.
Ama utancından kaçmayı biliyorduk.
Kutsal gibiliği üç gece dört gündüz kurtlar gibi bizi kovaladı.
Sonunda öyle bulduk.
Utandırıcılığı öbür insanlardan değildi.
Karşılaştırmadan değildi.
Birdenbire kendi boşluğundandı,
Gelip geçen avutuculuğundandı. Beklemesi vardı.
Kanaryayı görmek ayaklarımızı dolaştırıyordu.
Minderler serin değildi artık. Ben, Yekta, bunu pek hoş bulmuyordum.
Ama dördüncü gecenin yalnız sabahında yine,
O, Gülbeyaz
Benim ilk aklıma gelendi.
O kıyıdaki denizlerin mavişiydi artık.
Önce ve birden değişen dağlar oldu.
İstemek ve vermek başlamıştı çünkü.
Alamamak başlamıştı çünkü.
Gitgide düzelirdi biliyorduk.
Bunu bekliyorduk.
Yeni yeni yerler bulmuştuk birbirimizde
Onunla, yani Gülbeyaz'la ben.
Kaybettiğimizi bir zaman unuttururdu.
Bir zaman yerine yenilerini koyardı
Artık çok ışıktan kaçıyorduk. Gizleyecek yerlerimiz olmuştu birbirimizden.
Hem ikimizin ondan, yani Sinan'dan, hem birbirimizden.
Yine bir eksikliğimiz tamamlanmıştı galiba. İyice seçemiyorduk ama,
anlıyorduk. Uzun yaz gecelerinin durgunluğunu, geniş yapraklarının salıntısı
ile tamamlayan gizli bitkiler gibiydik. Kaçmamız telâşlı değil
sevindiriciydi önce. Ben o zaman, Tanrının, benim yapıma kattığı tatların,
bende ötedenberi durmakta olduğunu, daha ötelere kadar da durmakta
süregideceğini farkettim. Bu beni kendi yanımda yüceltiyordu. Gülbeyaz benim
toprağımı işleyen, kazmaydı. Günah olamazdı yaptığımız. Ben onun çeliğine
göreydim ancak. Biz her şeye inanmıştık. Her şey bizi inandırıyordu ama,
O'nun, Gülbeyaz'ın yanına artık,
Serin minderlerde oturmaya gitmiyordum.
Akşamüstleri yakıcı kırlardan suvata inen kır hayvanları gibi gidiyordum.
Kapıları benim çeşmemdi.
Ekmeğimi edindiğim ocaktı.
Bir bu benim dengemi sarsıyordu.
Beni. ateş sıcağında kavuruyordu.
Suvata inen yanık kır hayvanları gibi gitmemeliydim.
Kapısı ekmeğimi edindiğim ocak olmamalıydı.
Benim bu kavurgan sanılarını belki gizlediğimizdendi.
İnandığımı kurtarmalıydım.
Beni bulup çıkaran, ekleyip bütünleyen,
Bu duyguyu - Kurtulursa eğer bu güçlülüktü -
Arı duru etmeliydim, temizlemeliydim.
Önce onlardan çok iyi yüz gördüm.
Beni elimden tutar belliyordum.
Ona, Sinan'a - Bizi kov - dedim.
Onun kovduğu bizi ödeyecekti.
Onun gözünde kovulmuş olacaktık ama, biz kendimizi kutsanmış belleyecektik.
O, Sinan bizi kovmadı.
İnsanların adaletini, yani öcü, aramaya başvurdu.
Bizi yakaladılar.
Yani Gülbeyaz'ı ve beni, Beni. Akçaburgaz'lı Yekta'yı. otuzunda.
Yargıçların katına diktiler umudum nerdedir.
Bizim inanarak ettiğimizi yerlere çaldılar, ululuğu nerdedir.
Biz onu bulmuştuk, tükürdüler.
Bizi kirlettiler, yazıklar oldu bize.
Benim donumu ve Gülbeyaz'ın donunu
Ve yattığımız yatağın örtüsünü
Yüreksiz kişilere gösterip onları güldürdüler.
Halbuki biz o örtülerde yatarken,
Aklımız en ulu yerlerdeydi gücümüz.
Biz o zaman yaptıklarımızın günahını değil, yüceliğini biliyorduk. Bu, iki
gücün bir yeniye varması, bir yeni yaratmasıydı. Bu çiftleşme değil
tekleşmeydi. Tekleşmenin bir yönüydü. Yazık bize. O zaman bütün insanlara
inanıyorduk. Yıkmak istediler yıktılar. Yazık bize. Herkesin bir gün
ağlayabileceği, herkesin varamadığı için kutsallığını bulamadığı bir yere
götürüp, yüreksizleri güldürdüler, bizi alçaltıp ağlattılar. Yazık bize.
Olsun yaptılar şimdi kime sığınalım.
Nereye gitsek o yıkıntı bizimle artık.
Yeniden kursak korkarız.
Bu yıkıntı toz duman. Donumuzu gösterdiler.
Yazık bize şimdi nereyi tutalım.
Hangi yolu belleyip oraya düşelim.
Önceleri onlardan iyi yüz görürdüm
Bana elmadan sıkılmış sular sunarlardı.
Serin minderleri vardı, Ben, Akçaburgaz'lı Yekta, Cahil çocuksuz, bunları
pek hoş bulurdum.
Yanılmadım pişman değilim bu da vardı.


Turgut Uyar
Divan

12 Mayıs 2016 Perşembe

Acıyor

Mutsuzlukdan söz etmek istiyorum
Dikey ve yatay mutsuzluktan
Mükemmel mutsuzluğundan insansoyunun
sevgim acıyor
Biz giz dolu bir şey yaşadık
Onlarda orada yaşadılar
Bir dağın çarpıklığını
bir sevinç sanarak

En başta mutsuzluk elbet
Kasaba meyhanesi gibi
Kahkahası gün ışığına vurup da
ötede beride yansımayan
Yani birinin solgun bir gülden kaptığı frengi
Öbürünün bir kadından aldığı verem
Bütün işhanlarının tarihçesi
Bütün sözvermelerin tarihçesi
sevgim acıyor

Yazık sevgime diyor birisi
Güzel gözlü bir çocuğun bile
o kadar korunmuş bir yazı yoktu
Ne denmelidir bilemiyorum
sevgim acıyor
Gemiler gene gelip gidiyor
Dağlar kararıp aydınlanacaklar
Ve o kadar

Tavrım bir şeyi bulup coşmaktır
Sonbahar geldi hüzün
Kış geldi kara hüzün
Ey en akıllı kişisi dünyanın
Bazan yaz ortasında gündüzün
sevgim acıyor
Kimi sevsem
Kim beni sevse

Eylül toparlandı gitti işte
Ekim filanda gider bu gidişle
Tarihe gömülen koca koca atlar
Tarihe gömülür o kadar


Turgut Uyar
Divan

Denize Gidip Dönen Mavilerin Bire İndirgenen Üçlüğü

yalanlı dolanlı alçak doğruca yaşanmamış bir
bir gözsüz kulaksız elsiz ayaksız güdük bir gün
bütün yitiklerim karalarım üstüste üstüste bütün karışıklığım
gelip geçtiğim macera şu kadar binler yıllık
şu kadar binler yıllık karalarım karışıklığım üst üste
usul usul insan insan ölüm ölüm üst üste
şu kadar güneş şu kadar su şu kadar su yılanı şu kadar düzen
ben sebepliyim denizlere aylara kavgalara umursuzluğa
bir maviyi durup dururken birine benzetiyorum
bir balığın ağzını anıyorum durup dururken
serinliyorum

ben üç yer tasarlamıştım üçü de sana bana uygun
biri günebakanlarda biri otuz yaşta birini sorma
birini sorma gün gelir ben söylerim
daha usta olurum daha yiğit o zaman söylerim
bu kırgın karanlığı bir ışıtalım ilkin
yeniden şehirler kuralım şimdikilerine benzeyen
baştan başlayalım susamlara ekmeklere deniz aşırılarına
sevmelere

gidip dönelim
belki bir yerde bir tohumda bir durumda belki
belki o ses o yudum o yumuşak döşekler yeşil yeşiller
ben taş çekerim yılmam çamur kararım yol döşerim
bakarsın göneniriz gidip dönelim
ben yılmam taş çekerim çamur kararım ben
senin de gürül gürül saçların var nasıl olsa.


Turgut Uyar
Divan

Kaçak Yaşama Yergisi

Günlerden o gün alıp başımı evin yolunu şaşıracağım
Taze ekmeğim eski kanlarım benim ellerim şaşıracak
Ya da tek başına acıkacaksın sen tek başına gözlerin
Hiç umurumda değil ya şundan şundan şundan korkuyorum
Kim uydurdu bu haziranı bu temmuzları bu yaşamaları gizli kapaklı
Bu yulafları oğlakları bardakları bu bütün puştlukları bu şarkıları
Hiç umrumda değil yoksa yalnızlıklar, bozuk paralar, uzun boylu ayışıkları,
gelip gelip giden sarhoşluklar, sabahleyin yalnız
yatakta az az üşümek, hani insanın kendi kendini bulamadığı,
hatırlayamadığı saatler olur ya, işte onlar. Bir keresinde
böyle saatlerin birinde bir şarkı duymuştum da işimi gücümü
koyup sokak sokak bir kadın aramaya çıkmıştım.
Sonra bulamamıştım. Bir iğrenmiştim nedense, gidip bir köşede kusmuştum.
Akşamları eve hep arka sokaklardan dönüyorum
Pencerelere bakmıyorum dükkanların mostralarına bakmıyorum
Kadınların eteklerine bakmıyorum hiç
Sağıma soluma bir baksam biliyorum sapıtmak işten değil
Bir baksam ertesi gün kimbilir nerelerde olurum
Uzak şarkıları dinliyorum sıkı sıkı aşık oluyorum
İyi niyetle merhaba ağaçlar evler bildik bulutlar
Öğrenciler memur kişiler bana benzeyenler
Ben kaçmaya çabalıyorum hoşnut muyum
Siz kaçtığınız yerde hoşnut musunuz
Konuşup gülüşüyoruz umumhaneye nasıl gittiklerimizi
anlatıyoruz
Hiç yanıma yöreme bakmıyorum
İlle şeytan minarelerini düşünüyorum büyük pullu deniz dibi
balıklarını
Kadınlar adamlar şehri uğultularla dolduran namussuz kalabalık
Yorgun kalabalık iyi kalabalık alaycı düzenbaz kalabalık
Bir karışsam içlerine bir uysam biraz gülmesem
Ertesi gün kim bilir nasıl yaşarım
Bir çalıştığım oda var üç pencereli, bir arka yol, bir gökyüzü, göre
göre önce sevdiğim sonra alıştığım sonra ezberlediğim ar-
tık kurtulduğum ağır aksak gökyüzü, her gün her sabah bir
şu kadar kuşun, adamın, uçağın, yağmurun yunup arındığı
gökyüzü, bir de geceye karışmaya başlayan tek tük ışıklı, ama
nasıl sıcak ışıklı tanıdık evler, Zekeriya Bey'in evi, Süheyla
Doğrusöz'ün evi, Ali Özaçar'ın bakkal dükkanı, Temiziş Kolacısı Süleyman,
sonra kendi evim, yatağım, yorganım, çorbalar
Gidiyorum geliyorum dünyayı bu kadarcık belliyorum
Halbuki ben ne hinoğlu hinim aslında, iyice biliyorum, açlıklar,
inadına kanlar, çıngıraklar, dövüşken horozlar var, ormanlarda 
zaman zaman unuttuğumuz haydutlar, enginar tarlaları,
pamuk tarlaları, ırgatlar, sekiz yüz kadem derinliğinde kömür arayanlar,
zorlu aşklar, buğdaylar buğdaylar, ilaçlar ilaçlar
Halbuki biliyorum biliyorum ama ne ben yokum ne onlar eksik
Akşamları hep arka sokaklardan dönüyorum
Biraz bıkkın bir parça kırık korkunç umutsuz ve sakin
Eve geliyorum seni buluyorum bir seviniyorum bir kızıyorum

Sonra biliyorsun


Turgut Uyar
Divan

11 Mayıs 2016 Çarşamba

Yokuş Yola

güllerin bedeninden dikenlerini teker teker koparırsan
dikenleri kopardığın yerler teker teker kanar

dikenleri kopardığın yerleri bir bahar filân sanırsan
Kürdistan’da ve Muş - Tatvan yolunda bir yer kanar

Muş – Tatvan yolunda güllere ve devlete inanırsan
eşkıyalar kanar kötü donatımlı askerler kanar

sen bir yaz güzelisin, yaprakların ekşi, suda yıkanırsan
portakal incinir, tütün utanır, incirler kanar

bir yolda el ele gideriz, o yolda bir gün usanırsan
padişahlar ve Muşlar kanar, darülbedayiler kanar

Muş – Tatvan yolunda bir gün senin akşamın ne ki
orada her zaman otlar otlar ergenlikler kanar

el ele gittiğimiz bir yolda sen gitgide büyürsen
benim içimde çok beklemiş, çok eski bir yer kanar


Turgut Uyar
Divan

Cumartesi



yarın pazar
yarınki pazarların sessizliği


Turgut Uyar
Yenilgi Günlüğü
Divan

Salı

birden karışmış gördüm. - karışmış olduğunu gördüm -
otobüs duraklarıyla reklam levhalarının
tutunduğum bir sarmaşık değildi
bir kayıştı otobüste

güdümlü bir sağnak saat beşleri beklerdi
yaz kış herkesin elleri suda
dizlerime tutunup kalktım.
bir ses değişmesinin en güzeli vardı göklerde
dizlerime tutunup dizlerime
attım pazartesi alışkanlığını.
bir vurgunum, ve aşkı
yeni yeni tanınıyordu suların göke
birden karışmış olduğunu gördüm, bildim
kadınla erkeğin, emekle evrak çantasının
bir yarı karanlıkta

. . . . . . .

vakit akşamdı. ikinci gün
vakit akşamdı.
birden bazı yerlerde ışıklar yandı
ayrıldım.
eve döndüm
evi buldum.


Turgut Uyar
Yenilgi Günlüğü
Divan

10 Mayıs 2016 Salı

Perşembe

uygundur uçakların uçtuğu bugün
sonsuz bir karmaşanın üstünden
iplere asılı çocuk bezlerinin
iplere asılı kadın külotlarının
işçi tulumlarının
üstünden
cılız çocuklara havalardan öğütler atarak
ve 60 bin ile 70 bin arasında bir sayıda
ölümler atarak
uygundur
yersiz bir hamaratlık, bir görev duygusu
bir sarı lale kadar makbulse
akşamüstü bir kadına sunulan
uygundur uçakların uçtuğu.
uçsunlar.

çaresizlik değil yenilgi. (sonradan övülecek)
herkesin içinde yürekle buluştuğu bir yerdi
ben masamı topladım, saatimi kurdum
(tanrım, saatim olmasaydı ne olurdum?)
biraz sevinç ve alacalık
karşıya geçmek için tam 39 yıl bekledim
arabalar, otobüsler, bisikletler, beygirler
soluk soluğa geçiyorlardı
geçsinler
(domatesler yaşlandı elimde)

o zaman sanılır ki bir olumsuzluk akşamını seçtik
biraz kolay sanılan biraz alımlı, biraz parlayan
baktıkça içinde şişelerin ve kırgınlıkların kımıldadığı
kışlaların ve karakolların kımıldadığı.
polisin bandosunu alkışladık caddelerde
çiçek falan satın aldık
durduk ve yenilgiden umutlandık
başkaları başka şeyleri seçtiler
seçsinler

öyle sanıyorum her şey biter
bir doğurgan hücre ve
bir yanlışlık daima kalır.

yer, kuru toprak. sonra yeşerdik
çarşamba günü sanki her şeyimiz tamdı
motorlar sirenler gidip gelişler
koyduğunu koyduğun yerde buluşlar
belki güzel birtakım şeyler
ama artık vakit akşamdı.
uygundur uçakların uçtuğu artık
uçsunlar.

. . . . . . .

geldim. oturmadım. çiçekleri suladım
bir onlar kalsın dedim akşamı beğendim
- bir günlük yanılmayla evi buldum -
perşembe.
bir uzun ses bekledim. oturmadım
berberlere ve matematikçilere
uçak homurtularıyla
oturmadım...

sabahı bekledim. cumayı.


Turgut Uyar
Yenilgi Günlüğü
Divan

Pazartesi

kanatır akışını akarsuların çıplak şimdiki
başarılmamış bir geçmişten artakalan şaşkınlık
şimdiki çıplak. yarı aydınlanmış bir duvardaki
bir yenilgiden çıkarılmış bir deney. bir yaşlılık
soluğunu ağartırdı bir altın damarının

(bir alıntı)
"bir adamı söylerdi
bir kitaba konuydu
hep böyle kalmasaydı
hep böyle ne olurdu"

karşımda bir harita, kahverengi ve mavi
neresi başkasının neresi benimki
(özel)
artık buldum herkesin çılgınca sezdiği
kıyısında dolaştığı yüksek çin duvarını
artık herkesin belli belirsiz bezdiği
artık kendim ısıtıyorum sularımı.

karartılmış, yerlere vurulmuş yenilgi, seni
yeni bir tanrı sayan soydandı o. seni,
betondan ve çelikten
pazartesi günleri bir mutlu gebelikten
akşama sabaha uygulayan, seni
seven, saygı duyan, yaslanan sana
mermerden yanılan, pelikülden, insan onurundan
mermere yenilen, peliküle, insan onuruna
seçim sandıklarına, otuzüç dönülü plaklara
yenile yenile şaşkın, şimdiki çıplak
bir yaşlılık
ağartır soluğunu bir altın damarının.
yenile yenile şaşkın
arta arta kendi diline aktardığı,
sıkıntısına. seni.
o, bir yanılma sanıldı, sabaha bırakıldı
(sabaha kaldım)
bir çerçeveyi ansıyordu, baktıkça kımıldamayan..

"kutsal yenilgi!.. şimdiki.
o'na bağımsızlığını hatırlatıyorsun şimdi
her şeye yeniden başlamanın
kanattıkça..."


Turgut Uyar
Yenilgi Günlüğü
Divan

Pazartesi

benim adımı bağışla
. . . . . . . . .
sabah uyandırıldığında pazartesiydi
bunu iyice bildi, ağzı çirişli
yersiz, ürkek, yeni yaratılmış gibi
coşkun bir göke uyumsuz ama kararlı
durmaya, direnmeye, aşk olmaya sanki
elleri ve beyni hemen çalışkan kesildi
sonra birden bir ışık bir ışık bir ışık

hazır bir biçimlenmeyi aldı geldi
çünkü - anlar gibiydim - biraz yenildi
hemen bir coşkuya gidiverir alışkanlığı
oturur tıraş olur, ekmek kızartıp yer
kolunda sonsuz bir güç, elinde hüner
olağan sanıverir doyumsuz karanlığı
inanırım böyle başlar bütün pazartesiler

yenilmenin tohumunu taşır her pazartesi
çünkü yoktur dağların ve yaratılışın öncesi
insan uzatır ellerini bir perdeyi çeker

ve pazarsızlık kişiyi şaşkın eder
siner buğular gibi düşüncemize
her şeyin en haklısı en incesi

beklemek bir tepenin mutluluğunu
bir acının yakıp geçmesini beklemek...

karanlık!
aldım kocaman yaprakları yatağıma getirdim
bir çeşit zina gibi yaratılışla
ki ben kocaman balıklar tuttum, sonra bıraktım
akşamlara işi bıraktığım sorumsuzluk adına

benim adımı bağışla,
beni iklimler coğrafyasının ta kendisi
sanırım suyum başkalarınca ısıtılır
pazartesi.

kendimi bir yılların içine kapadım
kendimi koyverdim bir sulara
çok öldüm çok dirildim anlamadım
kendimi kendi akrostişime adadım
kendimi gerekçesiz oralara buralara

karanlığı düşündüm, kimler yapardı onu
karanlık bir simge değildir, bir yaşama
durmadan bağırırım ona, bağırırım
ölümü ve gömülmeyi ayırt etmem ama.
aldım pazartesi akşamı bir okka sucuk
öncesiz ve beceriksiz geldim odama

seni en sona sakladım alçakgönüllü ışık
hızını hiç kesmeden avadanlıklarımı bileyen
geliyorum. bana hazırlanan her şeye hazırım
ki bu hazırlığına katıldığım suların en güzelcesi

. . . . . . .

çaldım kapıyı açtılar. odama
kravatımı çıkardım
gökleri yadırgamadım
güleryüzlü ama yeni
çünkü ortada ben vardım.


Turgut Uyar
Yenilgi Günlüğü 
Divan

9 Mayıs 2016 Pazartesi

Çarşamba

aslında buydu beni geliştiren
lut gölünün ve karanlık mevsimlerin karşısında
ordan uzayıp geldikçe kararan resimlerin karşısında
her gün seslendiğimiz isimlerin karşısında
(sinek kovalayan bir berber çırağı gibi
bütün işi sinek kovalamak olan
ustasından sinen ve sinek kovalayan.)
birden perdeleri açan bir sevgisizlik
şaşılacak bir balık iriliğinde
bu temmuz nasıl olsa birkaç yıl sürer
akşamları ve sabahları birtakım ilişkilere değiştiren
yani birbaşına kalmanın mutsuzluğunu.

istesem ne olur kurtulmayı
- serin değil ki bildiğim sokaklar, sinekli -
renkli camlar gecesinden, keten ter mendilinden
uzayıp gelen resimlerin karanlığından
ve rumeli beylerbeyinden
ve taksitle satışlardan
kurtulmak.
kurtulmak!
bir sonsuz kelime
bilmediğim bir eski zaman diliminden
bir güzel aşk ölümü belki

hiçbir şeye hazırlıklı değildik
oyunlar oynandı, gökler kapandı, yenildik
ama şehirlere koyverdiler bir menekşeyi
bir menekşeyi
o zaman başından sezdik yenilgiyi

o zaman şehre çıktım bir elimde fırça
bir elimde sineklik
öbüründe bir sinema bileti
kim varsa gelsin artık yeniden oynayalım
hızım bir araba dolusu aşk gibidir
gölün rengiyle asfaltı karıştırıp
kızım, ne varsa hep yeniden boyayalım.

aslında buydu beni geliştiren, aşksızlık!..
aşksızlık büyütür beni
yeni bir aşka doğru ve
öyle sanıyorum ancak birkaç yıl sürer
insanın sebepli umutsuzluğu
. . . . . . .

üçüncü gün. yorgun
ev aklımda. gitmeyi unuttum.


Turgut Uyar
Yenilgi Günlüğü
Divan

Cuma

ne söylenebilir! tam çağıydı. olağandık.
sabahlarda süzgündük, ancak akşamlarda vardık.

ne söylenebilir! her şey düzeliyor sandık.
odalarda çok geniş alanlarda dardık
hiçbir şeye yeterince inanılmadan. toplandılar
orada biz de vardık.

ne söylenebilir! tam çağıydı. belli aldandık.
otlarla yeşerdik, güllerle sarardık.
bir uykudan doyarak uyanılmadan. toplandılar
orada biz de vardık.

ben sokakları severim. deniz boyunda
her şey bir eskidir. ellerim acır onları taşımaktan
ben sözümona sokakları severim deniz boyunda
oysa ensem ve şakaklarım döküldü kaşımaktan
bir genelgeyim, gündüzüm ve gecem bir
bir anı bile değilim eski olmaktan.

gücüm tazelenmedi, suratım eski. yırtık.
her şeyleri bıraktım. geniş kıyılara dadandım.
aşk diye geceleri çözümledim. aldandım.
hep tozları silkeledim üstümden. hep
bir pantolon için dört kere şehre indim
bayramlara hazırlandım. sadece hazırlandım.

ne söylenebilir! tam çağıydı. oyalandık
suyun, ateşin, havanın toprağın çalışkanlığına daldık.
bir acıya kahramanca katlanılmadan. toplandılar
orada biz de vardık
ve uzun uzadıya orada kaldık.


Turgut Uyar
Yenilgi Günlüğü
Divan

Palyaço

kaç kişiyi öldürdüm düşlerimde
kaç kilo çekerdi yalnızlık
kaç kere ezildim altında
yaz yağmurlarının

belki de palyaçolar ağlardı pazartesi sabahları
her sirk geldiğinde ağlamaklı olurduk
hep ağlamaklı olurduk gülünecek halimize

kim sevmezdi çiçekleri filan
”ben sevmezdim” dedim, “yalan” dedi

bunu palyaço söyledi,
palyaço söyledi ben yazdım
yazdım, yazmasam ağlayacaktım

herkes ağlarmış biraz, ben de ağladım
sırf bu yüzden mi ağladım
alçaklık gibi bir şey oldu bu biraz

biraz birazdım her şeyden
dün biraz sinirlenmiştim mesela
yarın bir kadını seveceğim biraz
biraz biraz kör oldum bugünlerde

ama rakı kadehlerini boşaltmayın
eksilmesin hiçbir şey
hiçbir şeyden dahi olsa
kalsın biraz


II

umursamıyorum yılgınlığımı filan
çünkü sessizce yaşanmalı her şey
bir devrim sessizce olmalı mesela
ve her sözcüğüne inanmalı bir palyaçonun

bir palyaço neden yalan söylesin ki
ben palyaço olsaydım söylemezdim
marangoz olsaydım da söylemezdim
ben insan olsaydım yalan söylemezdim!

hem nereden çıkardınız palyaçonun yalnızlığını
kaç kilo çeker ki bir palyaço
hem neden yüzüme vuruyorsunuz
bir çirkin ördek yavrusu olduğumu

gocunmam ki ben, ben gocunmam
bir palyaço ne kara gocunmazsa
o kadar, o kadar gocunmam işte

rakı doldurun! eksilmesin


III

bitmedi, yazacağım daha
yazmazsam ağlayacağım çünkü
alçakça olacak biraz

hem biz o zaman kimdik ki, nerelere giderdik
her sokakta biraz daha eksilirdik
bilirdim, geceleri puslu puslu olurdu bazen
bazen birisi fısıldarmış gibi olurdu
”duyamadım”, derdim, “tekrar et!”
sessizliğe bürünürdü o vakit her şey
sokaklar daha bir puslu
palyaçolar daha bir ağlamaklı olurdu
ve ben daha bir alçak olurdum
ağlardım biraz

hem sen kimsin, çekiştirme diyorum
hatta kuyruğuma basma diyorum
acıyor, tırmalarım,-
diyorum

kahrol, kahrol!
diyorum


IV

geçen gün yüzüme rastladım bir ilan panosunda
korktum birden, kusacak gibi oldum
”olur öyle” dedi palyaço,
”herkes alçaktır biraz”
”otur ulan!” dedim, bağırdım ona
ben bazen bağırırım biraz

”rakı doldur!” dedim, “eksilmesin!”
ben bazen eksilirim biraz
aslında hepimiz eksilirmişiz biraz
bunu sonradan öğrendim

ben aslında her şeyi sonradan öğrendim
herkes herkesi sonradan öğrenirmiş
bunu da sonradan öğrendim

örneğin;

geçen gün bir kadınla seviştim
biraz değil çok seviştim

ya işte öyle palyaço
diyorum ki,
bunu da yeni öğrendim
sevişmek de eksilmekmiş biraz


V

kim sevmezdi ki kuş ötüşlerini filan
”ben sevmezdim” dedim, “yalan”
dedi
bunu palyaço söyledi
palyaço söyledi, ben yazdım
yazmasam, alçak olacaktım
hem ben roman da yazdım biraz

bazen diyorum ki, palyaço,
sen olmasan ben ne yaparım
alçakça eksilirim belki biraz
her yağmur yağışında yerindi dibine girerim
hiçbir kadının kasıklarını öpemem belki
ya da unuturum sonradan öğrendiklerimi

biraz biraz anlıyorum ki,
yüzler eller, o terli vücutlar filan
her şey plastikmiş biraz


VI

haydi sirtaki yapalım palyaço
rakı doldur, yine eksildik biraz.


Turgut Uyar
Divan