Sayfalar

30 Temmuz 2016 Cumartesi

Cahit Sıtkı'ya Ağıt

Cahit Sıtkı ben seni nasıl ağıt edeyim
Binbir anı yaşarken binbir yıldızda
Bilsin yeni kuşaklar yalnızlıktan küçük bir şişe gelir
İkindi üstleri ıssız karanlık
Kim yavaş yavaş içiyorsa Cahit'dir

Sever yoldan geçenleri bulutu uçan kuşu
Kadınlar erkekler çalışırken güzel öpüşürken güzel her yerde
Gökyüzü yeryüzü mavilikle bir
İyimserdir ama durunuz
Kim canı sıkılıyorsa Cahit'dir

Orası, bağırsan bağırsan sesin çıkmaz dışarı
Orası soluğun kocaman bir devin ağzında
Duvarlar taş kapılar demir
Alıştığı bir şeydi yaşamak
Kim ölümden korkuyorsa Cahit'dir


Fazıl Hüsnü Dağlarca
Uzun İkindi

Sait'e Ağıt

Ölmüş Sait
Deniz mavisinden erken
Bunca sevgiden sonra
Ölmüş annesini öperken

Ölmüş eli ayağı uzak
Çamların üstü buğu
Olmüş çocuklar izin vermeden
Yüzünde sarışın çocukluğu

Yıldızlar gitmez gün doğmaz
Ölmüş korkunç uykusu yerde
Ölmüş belli belirsiz düşcek
Üşür balıklar öykülerde

Ölmüş
Ölmüş ağaç bir gölgesi iki
Ama neden ölmüş
Ölmek yaşamaktan iyi mi ki


Fazıl Hüsnü Dağlarca
Uzun İkindi

Çıplak'tan

Mut

Soyunuyorlardı
Ülkelerden
Yollardan
Kendilerine


İçeri

Soyuna
Soyuna
Kimse yok
Gibiydiler


Gün Ağarırken

Öyle seviştiler ki
Kadın erkekte kaldı
Erkek
Kadında


Kokudan Uyuyamamak

İki
Çiçektiler
Döktüler yapraklarını
Aralarına


Kök

Duyuyorlardı kanter içinde
Ağacın sallandığını değil
Kökün
Sallandığını


Fazıl Hüsnü Dağlarca

Bilgisayar'la Konuşmalar

Milyarları saysın çelik dev ne çıkar
Yaşamam tek
Kocaman bir gözüm kocaman bir ağız
İşte akar düşüncemde gece su
İşte akar yüreğimde su çiçek.

Anlatır mı beni hayır
Mavi yeşil kırmızı sarı
Değiştirir görüntüsünü evrelerce
Söyler mi söylemez mi upuzun
Nereler oraları.

Hayır sığmaz ki acıkmış ağaçlarım
Kendi elmalarına portakallarına dutlarına
Aydınlığın ağırlığını parlasa da yıldızlar
Ölçülerim sığmaz ki
Sayı gerçeğinin boyutlarına.

Derinliklerde yeryağ özlemdir
Mavilikle çağdaşken deveyle kuzu
Kimin sessizliği soyutsa o evren değil ha
Peki konuşa dursun
İkiyi sekiz üç dokuzu.

Ey bilgisayar'ağım ne gösterirsen göster şimdi
Yaşayacak kımıldamamalar içinde kımıldamalar
Sevgi uçsuz bucaksız
Ben olmasam da
Yokluğum var.


Fazıl Hüsnü Dağlarca
Nötron Bombası

29 Temmuz 2016 Cuma

Geçen Şey

Kocaman yıldızlar altında ufacık dünyamız,
Ve minnacık bir "hane":
Kokar kır çiçekleri gün ağarmadan,
Anısız, uykusuz,
Kokar nane.

Ta öncelerden beri mestolmuş herkes,
Bir bakıma her şey "mestane".
Hayal edilir nazlı yar yönlerden,
Aşk ile kuşlar süzülür,
Değişir gökler şahane.

Farkında değil gönül,
Sanki hepten divane;
İçimizden, dışımızdan
Geçer vakit
Zalim, zalimane!


Fazıl Hüsnü Dağlarca
Aç Yazı

Kızılırmak Kıyıları

Kardaş, senin dediklerin yok,
Halay çekilen toprak bu toprak değil.
Çık hele Anadoluya,
Kamyonlarla gel, kağnılarla gel gayrı,
O kadar uzak değil.

Çamı bitmiş, kavağı azalmış,
Gamla örtülü bayırlar, çıplak değil.
Yedi ay kıştan sonra,
Yeşeren senin yaşamındır,
Yaprak değil.

Yersin, içersin sofrasından, üç yüz senedir,
Kuvvetlisin ama kuvvet hak değil.
Bakımsızlıklarla göçüp gitmiş bir cihan,
Mevsimler soğumus, sular azalmış,
Buğday, Selçuklulardan kalan başak değil.

Parça parça yarılmış öküz ardında,
Parmağı üç pare, tırnağı ak değil.
Utanır elin ayağın,
Korkarsın yakından görsen,
Eli el değil, ayağı ayak değil.

Gün doğar, tarla kuşları uçuşurlar,
Ağır bir aydınlık, bildiğin şafak değil.
Öyle dalmış ki yüzyıllar süren uykusuna,
Uyandırmazsan,
Uyanacak değil.

Dertle, sefaletle yüklü,
Siyah leşlerle kararmış, berrak değil.
Çağlayan ne,
Akan kim,
Kızılırmak değil.

Kardaş, görmüyorum ama hala duyabiliyorum,
Geçmiş zamanlar gelecek zamanlardan parlak değil.
Vakte şahadet edercesine yükselmiş,
Akşam parıltısından, bütün zaferler üzerine,
Dağlar dalgalanmakta, bayrak değil.


Fazıl Hüsnü Dağlarca
Toprak Ana

Ağaçsız Köy

Ne kavak, ne kaysı, ne iğde, ne çam,
Rüzgarlar aman vermemiş, ha dememiş sabah sisi.
Ağaçsız kalmış köyümüz.
Kuşlar besmelesiz kalmış.
     Ne kavak, ne kaysı, ne iğde, ne çam.
     Netsem gönlümü avutamam.

Mevsimler değişir, eksilmez bendeki gam,
Bahar gelmiş, çiçek açmış, essah mı ağa?
Ağacım yok ki çizsin bozsun.
Yeşilin yazısını.
     Mevsimler değişir, eksilmez bendeki gam,
     Üç beş yaprak üstünde yatamam.

Bayırdan inince dal dal akşam,
Fakirlik, kimsesizlik bir kez daha artar.
Kara toprak sevmemiş bizi be,
Göndermemiş bir muhabbet, göndermemiş.
     Bayırdan inince dal dal akşam,
     Dal dal olduğum anlatamam.


Fazıl Hüsnü Dağlarca
Toprak Ana

28 Temmuz 2016 Perşembe

Ölü

Hangi mahallede imam yok,
Ben orada öleceğim.
Kimse görmesin ne kadar güzel,
Ayaklarım, saçlarım ve her şeyim.

Ölüler namına, azade ve temiz,
Meçhul denizlerde balık;
Müslüman değil miyim, haşa,
Fakat istemiyorum, kalabalık.

Beyaz kefenler giydirmesinler,
Sızlamasın karanlığım havada.
Omuzlardan omuzlara geçerken sallanmayayım,
Ki bütün azalarım hülyada.

Hiçbir dua yerine getiremez,
Benim kainatlardan uzaklığımı.
Yıkamasınlar vücudumu, yıkamasınlar,
Çılgınca seviyorum sıcaklığımı...


Fazıl Hüsnü Dağlarca

Kainatın Akşam Yoklaması

Bir an, akşamın fikirden geçmesi,
Çık insandan son insana kadar, daima.
Kendimi ve herkesi boşlukta hissediyorum;
Dairemsi bir müddet iniyor ruhuma.

Bir an, coğrafyanın dışında,
Ve bütün sathı, atmosferin.
Sevgilerin en samimi olduğu saat;
En çok düşünceye benzedigi vakit, çiçeklerin

Bir an, zamanın gölgesi yüze değer.
Ve aralığı hayatın ölümün aralığı.
Bembeyaz bulutlar gibi geçer göklerden,
Kör bir adamın bahtiyarlığı.

Bir an; bütün anaların şefkati,
Ve maviliklerde rüyası, bütün genç kızların.
Merhametin büyük varlığı gibi silik,
Kalpteki ışığı gibi uçan yıldızların.

Bir an, kaybolmuş sonsuzluğu göz yaşlarının,
Hatıraların kaybolmuş mesafesi.
Bir misafirliğin ilk manzaraları kaplar,
Ve gurbet kaplar, herkesi.

Bir an, hayalden hendeseler dünyasında,
Kürelerin mesafelerindeki ahenk.
Bütün sessizliğiyle hayatın uzunluğu,
Denizlerden, gözlerde mazi olan renk.

Bir an üstümüzde elbise,
Kızını okşayan bir adamın avuçlarındaki sıcaklık.
Ve bütün atomları kaplar habersiz,
Gençlikleri ölümden uzaklık.

Bir an, bir an ki her şey farkında.
Her gün aynı vakit semadan geçer.
Ve susar bir insan gibi hüzünle,
Taşlar, bulutlar, ışıklar, fikirler.

Bir an ki cesaretin büyük sessizliği,
Hissin ve aklın sonsuz memleketinde.
Allaha mevcut veriliyor,
Kainat hazır ol vaziyetinde!


Fazıl Hüsnü Dağlarca

Devam Eden

Çeşmeler ki rahatsızlık verir kalbe,
Gece yarısı, geçen arabalar gibi.

Meçhul bir çocuk yastıkta yer değiştirir
Ve bir serinlik duyar hayatın nasibi.

Harap şehirleri çeviren çirkin dağlar,
Varlığın talihine iştirak etmek.
Ve bilinmez serçeler ki bahçeme kondurur,
İçim onları uzaktan severek.

Yüzüme değdikçe bazı bazı,
Beni dehşetle titretir elim.
Komşularım ki gündüzleri işe gider,
Gece ne yaparlar ah bilmek isterim.

Uyku içinde bir göl ki yalnız rüya,
Neden sonra yaşamak,
Dallar nedametle eğildi yerlere,
Kalmadı topraktan başka inanacak.


Fazıl Hüsnü Dağlarca

27 Temmuz 2016 Çarşamba

Yarı Aydınlıklar Ki Sahipsiz

Yarı aydınlıklar ki sahipsiz
Ve mavi serçeler sabahtan erken.
Çocuğum şarkı söyle sokaklarda
Sesin güzelliğini kaybetmeden.

Kapılar açılır ardına kadar
Kuşlar uçar hatıralar içinden.
Çocuğum bol bol masal dinle
Henüz inanırken.

En uzak gemileri korsanların
Seyretmek yıldızların silinmesini.
Çocuğum sor neden akşam oluyor
Ayıplamaz kimse seni.

Bazı sahillerin serinliği
Ve unutulmayan ilk demet.
Çocuğum sana yalvarıyorum
Ellerin çirkinleşmeden dua et.


Fazıl Hüsnü Dağlarca

Vücudu Yaratmak

Toplansın baş ucuma dilenciler
Bir dilim ekmek lezzetinden bahsedelim.
Mevsimle vaktin arasında
Körler gibi karanlıktan emin
O kadar tenha, herkes hatırasında.

Şükür ateşleri yanar karşı dağlardan
Doymuş çobanların adeti.
Kuşların konduğu yalnızlık,
Anacak kaybolmuş saadeti
Kalbimiz daha sadık.

Sıhhat dolu hayvanlar emniyet verir
Abdal ve saygısız obur ve serbest.
Hülyamızda şehzadeler uyurken,
Hicap duymaksızın bahsetsin herkes
Vücudunu yaratmak zevkinden.


Fazıl Hüsnü Dağlarca

Çocuk, Gece, Ayakkabılar

Gece olunca herkesten gizli
Bir işimiz vardı çok garip.
Ayakkabıları dizerdik kardeşimle
Hırsızlar gibi taşlığa inip.
Babamınkiler bir yanda benimkiler bir yanda
Biz iki erkek.
Gecenin ve mesafenin karanlığına karşı
Kim bilir neler düşünerek.


Fazıl Hüsnü Dağlarca

26 Temmuz 2016 Salı

Çocuk Gülüşleri

Çocuk gülüşleri . . . İlk gülüşler, tatlı, gevrek ...
Dile gelir gibiyken etrafta bütün eşya,
Duvarlarda resimler, saksıda açan çiçek.
Pencerenin içine kuşlar gelmişken renk renk
Gülmek ... Sabah, güneşe; akşam, damdaki aya,
Kış, daha bir sevinçken, kar tanesi, kelebek.
Gülmek, gülen anneye, eve dönen babaya;
Yaşamak, daha tatlı, daha güzelken dünya.


Ziya Osman Saba
Geçen Zaman
1946

Ana. Baba. Evlat.

Bilinmez talih, anlaşılmaz kader,
Ömürleri bir sabah birleşecek oldu,
Seviştiler; evlendiler,
Bir çocukları oldu.

Bir beşik içinde şimdi
Bütün sevinçleri, küçücük,
Küçük ayakları, küçücük avuçları,
Daha kaç günlük!

Beceriksiz nefes alışları duyulur,
-Ana, baba, evlat, küçük odada üçü-
Etrafında deste deste nur,
Ağzında ak bir koku annesinin sütü.

Kuşlar gibi, henüz konuşmak bilmez sesi.
Güneş görmemiş gözler, el değmemiş ten.
Belli, Allahım, besbelli,
Onu var eden.

Senden gelen herşey o: her sabah doğan güneş,
Her yıl dönen bahar, kuru toprağa yağış.
Senden,
Bu eve bu bağış.

Baba, karşımda düşünür:
"Ana hasreti değil, aşka benzemiyor bu:
O kadar taze, o kadar başka!
Meğer sevecekmişim oğlumu ... "

Basıp bağrına annesi, der:
"Onu ben doğurdum, ninnisini söylüyorum,
Allahın bile değil!
O, yalnız benim yavrum ... "


Ziya Osman Saba
Geçen Zaman
1946

Patik Yap, Kunduracı

Patik yap, kunduracı, bol bol patik;
Bebeler için, ilk adımı atacak
Çocuklar için, koşacak oynayacak…
Terzi abla, minimini elbise dik,
Yazlık, kışlık, mevsimlik…
Saçlarına kurdelâ,
Bileklerine bilezik…
Ama şu dünya hali, bin türlü kaza, belâ,
Ama bunca hastalık, gıdasızlık, verem;
Tabutçu, ölçünü büyük tut, büyük!
Çocukların öldüğünü istemem…


Ziya Osman Saba
Nefes Almak
1950

25 Temmuz 2016 Pazartesi

Kanat

Ey bulutları uçuşan gök,
Kokusunu duyduğum bahar,
Ey gözlerden saklı tabiat.
Beklemek neye yarar? - Rüzgar,
Mesafeleri içime dök!
Gideyim bırak beni hayat,
Gideyim ... Tren, gemi, kanat ...


Ziya Osman Saba
Geçen Zaman
1936

Sebil ve Güvercinler

Çözülen bir demetten indiler birer birer,
Bırak, yorgun başları bu taşlarda uyusun.
Tutuşmuş ruhlarına bir damla gözyaşı sun,
Bir sebile döküldü bembeyaz güvercinler...

Nihayetsiz çöllerin üstünden hep beraber
Geçerken bulmadılar ne bir ot ne bir yosun,
Ürkmeden su içsinler yavaşça, susun, susun!
Bir sebile döküldü bembeyaz güvercinler...

En son şarkılarını dağıtarak rüzgâra,
Beyaz boyunlarını uzattılar taslara...
Bir damla suya hasret gideceklermiş meğer.

Şimdi bomboş sebilden selviler bir şey sorar,
Hatırlatır uzayan dem çekişleri rüzgâr
Mermer basamaklarda uçuşur beyaz tüyler.


Ziya Osman Saba
Geçen Zaman
1928

Sulh

İşte gün, dışarda serpilen ışık
Düşen ses, solan yüz ve birkaç sayı .. .
Yüzün pençe pençe, saçın dağınık,
Beyaz örtüsüyle kurdum masayı.

"Sofra hazır!" Hava dalgalı ılık,
Sesin andırıyor gergin bir yayı.
Ve sen çok güzelsin sevgilim, artık
Sildim başımdaki günlük tasayı.

Bu anda uzakta, daha uzakta,
Evde, su başında yahut sokakta
Konuşan, sevişen ve hıçkıran var,

Onların da kalbi böyle vurmakta,
Onlar da seviyor ve bekliyorlar
Ne zaman gelecek diye ilkbahar ...


Hamit Macit Selekler
Dünden Bugüne Şiiriler