Sayfalar

6 Ağustos 2016 Cumartesi

Mezarlık

Dün akşam gün batmadan,
Yaşlı ölülerin arasına
Bir küçük misafir geldi.
Çocuk bahçesinde kovası kalmış,
Kumların üstünde küçük küreği.
Besbelli çok yorgun, hemen uyudu.
Doğruldu yerinden yaşlı bir ölü
Örttü örtüsünü;
Madem ki burda annesi yok,
Bu küçük kız bize emanet.
İlerde yatan başka bir ölü
Yavaşça seslendi:
Başındaki kurdelâyı çözüp katlayın
Ütüsü bozulmasın.


Baki Süha Ediboğlu

Bolluk

Yonca pazar günü toplanır, insan pazartesi
Peygamber çiçeği bilmeden ölür
Omaholar çiçek koparmaz gece
Çünkü bolluğu ölüler getirir bize
Suda boğulmuş martı ölümsüzdür
Ve yaşlandım, buzlu camın havailiği gibi
Savaşan yalnızlığın gökyüzü kış
Sabah yumuşak karla yükseldikçe
Artık ölüm tümden yeşermezmişcesine
Belleğin eşiği yunmuş yıkanmış

Deniz sen her zaman kusursuz düşündürdün
Çok eskidenmiş gibi ölüyorum
Tanımadığım otlarla içiçe
Çünkü bolluğu ölüler getirir bize
Ama bir şey daha var, biliyorum


Melih Cevdet Anday
Güneşte

Çiftlikteki Gece

Ot almaya gittikti Kalver çiftliğine, 
On araba, ne güzeldi kıyının elma rengi, 
İkindiye doğru kızardıkça kızarmış. 
Yoksul köylerin sessizliği de katıldı 
Akşamın dar yolunda bize. 
Susup kalmıştık tüylü harupların 
Ve kederin çiti boyunca garip. 
Derken türkü çağırmaya başladı asker. 
Uyanan güzel bir deniz rüzgârı gibi, 
Yarım bir sevinç gibi gökyüzünden inen. 
Şaşkın bir kuş gibi ardımız sıra koşar. 
Gecenin sarnıcına düştü boş bir yıldız, 
Çam kozalağı gibi gümbürtüyle, 
Atlarımızın kusursuz sessizliğinde, 
Yaşlı zeytinlerin altından girdik 
Ölmüş ot kokulu çiftliğe, sıcak; 
Sonra çözdük hayvanları, bıraktık 
Uçsuz bucaksız otlağa karanlıkta. 

Arabada, samanların üstünde yattım. 
Ya atlar çekip giderse, unutmam, 
Uykumda onlarla otladım. 
Gözüm ve dudağım şişmişti sabahleyin, 
Ağulu otlak sineği ısırmış. 
Ağzımda çıtır çıtır saman. 
Baktım, kırk adım ötemizde atlar, 
Ala ala kırk adım yol almışlar, 
Uzun gecenin uykusuz otunda. 


 Melih Cevdet Anday
Ölümsüzlük Ardında Gılgamış
1981

Salyangoz

İşçi geliyor ağaç budamaya,
O ne tafra, o ne krallık,
Bir omuzunda balta, ötekinde ıslık,
Yer değiştiriyor kuşlar dallarda.

Kente dönen çılgın mızıkacılar,
Çiçek tozu içinde tunç bir davul,
Borular arı gibi parlıyor güneşte.

At da sallanıyor, sevinç de,
Sokağa dökülen sesin demeti.

Kadın çıkmış salyangoz toplamaya,
Etekliğinde yılın beşinci mevsimi,
Bakıyor gürültüsüyle memelerinin.

Ve ağzında nar çiçeğiyle
Çocuk gider tayı sevmeye.

Yüreği tedirgin eden bilgelik.


Melih Cevdet Anday
Ölümsüzlük Ardında Gılgamış

5 Ağustos 2016 Cuma

Sabah

Uyanır seccadeler üstünde din,
Aklın endişeleri yayılır şehre,
İnsan kastle, güneş vakitle temas eder
Taşa, toprağa..herşeye!..

Serinlik bir ihtiyardır ki şehrin üstünde
Gerinir sabahla beraber;
Kurtarır gecenin karanlığından
İnsanı, hayata davet eder.

Şarkın çekilen perdeleri içinden
Uzanır devamın eli zamana,
Korkusu, düşüncesi, endişesi..insanın
Toplanır sığar bir ana.

Açılan kapılardan fırlar dışarı
Günlük meselesi insanlığın;
Çırpınan bir endişe halinde çarpar
Düşen başların içinde yarın!..

Celal Sılay
Acaba

Gitti

İşitmek istediğini bir sağırın
Sezdi havamızdan geçen şarkı
Duyuramadı sesini, bu sağıra
Eridi, gitti!

Yürümek hasretini bir kötürümün
Hissetti koltuk değnekleri,
Kaldıramadı yatağından hastasını
Çürüdü, gitti!

Körün görmek arzusunu duydu
Bahçenin kenarında bir çiçek
Gösteremedi yapraklarının rengini
Dağıldı gitti!

Ve duydu bir açın yemek ihtiyacını
Buğday tarlasındaki başak
Utandı büyümesindeki şehvetten
Kurudu, gitti!


Celal Sılay
Acaba

Akşam Balığın Karnında Bekliyor

Bir yağmurla çıkıyor rıhtımına
sıkıntının, büyük kayıkların
dönüşünü gözlüyordu,
akşam balığın karnında bekliyor.
Fitili tütüyordu servilerin
ve yazılar dallar arasında.

Mahallenin deniz koktuğu
kamburun atla dolaştığı
saatlerin saatlere benzediği
bir günde bekliyordu
insanların dönmesini oraya
oysa bir delik kalıyordu
yerinde umutların, kara bir yelken
yarını olmayan iskelede.
Mevsim, tonozların altından
geçerek basıyordu toprağa,
çöp yığınları leşler
yeni sözcükler otta ve yaprakta
yabancı bir kıpırtı ruhumuzda.

Bir tüy düşüyordu suya
karayelin dişlerinden geçirdiği.

Akşam balığın karnında bekliyor.


Oktay Rifat
Koca Bir Yaz

4 Ağustos 2016 Perşembe

Güllerin Arasından

Güllerin arasından geçmek için
Kara giymek, o denizi bulmakla
Başladı. Boştu ev, bahçe kapısı
Aralık. Bir yol kıvrıldı incecik.
Eski bir resim sanki, unuttuğum,
Şaşırtıcı ilk bakışta ve bildik.
Belli ki yüzünüzü gizliyordu
Arılar, uzun saplı şemsiyeniz.
Baktım yalnızlığına içim ezik.
Her küçük bahçede açan o çiçek,
Adımlara denk o ufak sessizlik,
Kırık bir pancurla sarkmış burada,
Yabanıl bir yaseminle değişik.


Oktay Rifat

Bahçede

Bir mumla ayırdık geceden kendimizi,
Kurduk bir mumla bu çadırı bahçemize
Kıpkırmızı. Unuttuk bir bostan kuyusu
Gibi korkulu gökyüzünü. Arkamızda
Kaldı yol yol reçinalar sızan, budaklı
Ve kalın kabuklu ağaçlarıyla orman.
Bu yaprak ve ot kokusu ordan geliyor.
Şu duyduğum bir masal kuşu değil puhu.
Sansardan, tarla faresinden ve böcekten
Yalnız pervanelerdir bize dek sokulan.
İn usulca ürküntünün merdiveninden!
Karanlıkta kalan yüzünü çevir bana!
Konuş! Biç, bir solukta diz boyu büyüyen,
Yabanıl otlarını sessizliğin! Gece
Islak ve güzel, ama ışıktaki yüzün,
Yüzün ışıktan ve geceden daha güzel!


Oktay Rifat

Bir Aşka Vuran Güneş

Öyle sevdalar vardır, biter biter başlar;
Buruk tatlar vardır, ağızda sürüp giden;
Bir aşka vuran güneş kolayca batmıyor.
Yanıyor bin kollu şamdanı, tutuşuyor
Ufkunuzda camları göksel konağının
Ve bir yaz akşamı buhurdan gibi tüten
Hanımellerinin morumsu buğusunda
Bekliyor bahçenize dönük balkonunda
Sarmaşık gülleri kokladıkça kırmızı
Hüzünler, japonfenerleri arasında.
Öyle günler var, öyle anlar, hiç bitmeyen!
Nasıl bir ışık emmişler ki sevginizden
Ansızın başka bir yüzle güzel, kopmuşlar
Büyük Irmak'tan, ayrı düşmüşler desteden
Yağmışlar ilkyaz yağmurlarınca ve özlem
Açmış yaban çiçeklerini tarlanızda.
Ölümsüz günler onlar, bir hiçle beslenen;
Zaman dışı güvercinler, uçma bilmeyen;
Uzay ötesi ovalar, ayak değmemiş;
Başka bir mevsim, başka bir dal, başka yemiş.
Esrir kim bassa o toprağa ve kim tatsa
O yemişten. Balla dolar testi, açılır
Açılmayan kilit, çiçeğe durur badem
Dolanır bilgelikle mutluluk yüreğe.
Ak bir bulut bekler üstünüzde havada
Kuşlar iner, devinme birden bitiverir
Çıt çıkmaz evrenden. İşte ortadasınız
Havuz, ağaç, deniz, ne varsa size göre.
İşte aydınlık size göre. Kısarsınız
Güneşi, gökyüzünü yakarsınız. Neden
Sonra, uzaklarda çektirilmiş bir resim
Gibi kalır aklınızda, gölgeniz, duru
Küçük bir bahçede susar gibi yaparak
Karşılıklı gizemlere daldığınız gün.


Oktay Rifat

3 Ağustos 2016 Çarşamba

Araba

Arkasında başak kokusundan
Yakamozlar bırakan araba
- Dağ gibi demet yüklü araba - 
Cırcır böceklerinin türküsü
İçinden geçti gitti ovada.
Çocukluk kırlarımı düşündüm.
Elma şekeri gibiydi güneş,
Kala kaldı elimde, havada.


Oktay Rifat
Şiirler

Elleri Var Özgürlüğün

1

Köpürerek koşuyordu atlarımız
Durgun denize doğru.


2

Bu uçuş, güvercindeki,
Özgürlük sevinci mi ne!


3

Öpüşmek yasaktı, bilir misiniz,
Düşünmek yasak,
İşgücünü savunmak yasak!


4

Ürünü ayırmışlar ağacından,
Tutturabildiğine,
Satıyorlar pazarda;
Emeğin dalları kırılmış, yerde.


5

Işık kör edicidir, diyorlar,
Özgürlük patlayıcı.
Lambamızı bozan da,
Özgürlüğe kundak sokan da onlar.

Uzandık mı patlasın istiyorlar,
Yaktık mı tutuşalım.
Mayın tarlaları var,
Karanlıkta duruyor ekmekle su.


6

Elleri var özgürlüğün,
Gözleri, ayakları;
Silmek için kanlı teri,
Bakmak için yarınlara,
Eşitliğe doğru giden.


7

Ben kafes, sen sarmaşık;
Dolan dolanabildiğin kadar!


8

Özgürlük sevgisi bu,
İnsan kapılmaya görsün bir kez;
Bir urba ki eskimez,
Bir düş ki gerçekten daha doğru.


9

Yiğit sürücüleri tarihsel akışın,
İşçiler, evren kovanının arıları;
Bir kara somunun çevresinde döndükçe
Dünyamıza özgürlük getiren kardeşler.
O somunla doğrulur uykusundan akıl,
Ağarır o somunla bitmeyen gecemiz;
O güneşle bağımsızlığa erer kişi.


10

Bu umut özgür olmanın kapısı;
Mutlu günlere insanca aralık.
Bu sevinç mutlu günlerin ışığı;
Vurur üstümüze usulca ürkek.

Gel yurdumun insanı görün artık,
Özgürlüğün kapısında dal gibi;
Ardında gökyüzü kardeşçe mavi!


Oktay Rifat

XXXI

Köşe başını tutan leylak kokusu
Yakamı bırak da gideyim


Oktay Rifat
Perçemli Sokak

2 Ağustos 2016 Salı

VII

Güzel günlerin sokakları bunlar
Güzel günlerin insanları bunlar
Yoksa ne durulur ne yürünür


Oktay Rifat
Perçemli Sokak

Pembe Yalı

Kızlar vardır kıvırcık salata gibi
Ağızları burunları kıvır kıvır
Bacak bacak üstüne vapurlarda
Rüzgâr eser oraları buraları görünür
Baktıkça fık fık eder adamın içi

Vay canına tükürdüğümün İstanbul'u
Bir oynak olur Fındıklı önlerinde
Elimde yüz iğnelik çapari
Poyraz gibi dalarım palamutlara
Altımda Turgut Reis motoru

Rumelihisarı'nda Orhan'ın mezarı
Ne gittim ne gördüm gitmek de istemem
Taze ekmek bir parça beyaz peynir
Şimdi olsa şuracıkta rakı içer
Denize mi bakar kim bilir

Ben rıhtımdan suya atlarım
Altımda balıklar
Üstümde bulutlar
Ağzımın kenarında çırpıntılı Boğaz suyu
Pembe yalıya doğru yüzerim


Oktay Rifat
Karga ile Tilki

Sandalda

Şu havaya bak reis şu suya bak
Deniz kadın gibiymiş hadi be
Marika’dan da güzel bu mübarek
Tövbeler olsun katil olur insan
Sağımız adalar solumuz dalyan
Ben kürekteydim Mehmet karşıda
Mavi beynime vurmuş
Mehmet dedim Mehmet yahu
Ateşle dinamiti fırlat gitsin
Yüze vursun karagözü izmariti istavriti
Hiç unutmam yine böyle bir gün
Ada’da Hıristos tepesinde
Deniz tabak gibi önümüzde
Sedef adası Medef adası Maden
Böyle şey görmedim ömrümde
Bir hışırtı insanı ürperten
Binlerce on binlerce leylek
İstanbul’a döndüler üstümüzden
Bir daha anladım denize karşı
Uzandım sandala yumdum gözlerimi
Yaşamak mademki bunca güzel
Dövüşülür uğrunda ölünür
Anladım ki hürriyet aşkı barış aşkı
Yaşama sevincinden ayrı değil
Günümüz bu inançla böyle taze
Mavilik bu yüzden pırıl pırıl


Oktay Rifat
Karga ile Tilki

1 Ağustos 2016 Pazartesi

Karıma

Sofalar seninle serin
Odalar seninle ferah
Günüm sevinçle uzun
Yatağında kalktığım sabah

Elmanın yarısı sen yarısı ben
Günümüz gecemiz evimiz barkımız bir
Mutluluk bir çimendir bastığın yerde biter
Yalnızlık gittiğin yoldan gelir


Oktay Rifat
Aşağı Yukarı

Anış

Her dakikasını ayrı hatırlarım
Erenköy'de geçen zamanımın
Rüyama girer bir arada
İstanbul bahar ve Türkân'ım

Bir odamız vardı etrafı sarmaşık
Bostanlara bakan penceremiz
O güller kadar taze
Ben ona deli gibi âşık

Bir yastıkta dinlenir başlarımız
Saçlarım saçlarına karışırdı
O güzel bir kızdı ince alımlı
Ne giyse yaraşırdı

Yeter ki gönüller şen olsun
Şarkılar söylerdik yolda
Hep karşıma otururdu ellerini tutardım
Akşam üstü eve dönerken paraşolda

Ağaçlar çiçekteydi
Türkân'ım sağ beraberimde
Kalbim sevda içindeydi
İstanbul bahar içinde


Oktay Rifat
Yaşayıp Ölmek Aşk ve Avarelik Üzerine Şiirler

Toplumcularımız

Toplumcularımız ileri derlerken
Son sesleri asılı kalır dağa
Yok olur birey
Katarlar yaşamlarını
Bayrağa

Şehitler büyük toplumcularımız
Onlardır yurdumuzun ulusal beği
Uğruna-
Düştükleri toprak
Hepimizin ekmeği

Sonsuzluk çoğuldur
Neye yarar kamuya adanmamışsa can
Suyu ormanı yeraltını değil
Yabana vermezler bir yudum göğü bile
Onlardır ev ağaç soluk aldıran

Yalaza dönüşürlerken görevlerinde
Bizi aydınlatırlar birer birer
Onlardır büyük toplumcularımız
Besbelli bugünden yarına yurt boyu
Özgürlüğü söyliyecekler


Fazıl Hüsnü Dağlarca
Gösteri
Haziran 1983