Sayfalar

3 Eylül 2016 Cumartesi

Adeus à Hora da Largada

Minha Mãe
(todas as mães negras
cujos filhos partiram)
tu me ensinaste a esperar
como esperaste nas horas difíceis

Mas a vida
matou em mim essa mística esperança

Eu já não espero
sou aquele por quem se espera

Sou eu minha Mãe
a esperança somos nós
os teus filhos
partidos para uma fé que alimenta a vida

Hoje
somos as crianças nuas das sanzalas do mato
os garotos sem escola a jogar a bola de trapos
nos areais ao meio-dia
somos nós mesmos
os contratados a queimar vidas nos cafezais
os homens negros ignorantes
que devem respeitar o homem branco
e temer o rico
somos os teus filhos
dos bairros de pretos
além aonde não chega a luz elétrica
os homens bêbedos a cair
abandonados ao ritmo dum batuque de morte
teus filhos
com fome
com sede
com vergonha de te chamarmos Mãe
com medo de atravessar as ruas
com medo dos homens
nós mesmos

Amanhã
entoaremos hinos à liberdade
quando comemorarmos
a data da abolição desta escravatura

Nós vamos em busca de luz
os teus filhos Mãe
(todas as mães negras
cujos filhos partiram)
Vão em busca de vida.

(Sagrada esperança)


Agostinho Neto


Monangamba

Bu koca çiftlikte ekinleri yağmur değil
alın terim sular
Bu koca çiftlikte olgun kahve
kırmızı kiraz var
kanım damla damla besledi özsularını.
Kahve kavuracak
ezilip, öğütülecek
kararacak, kararacak; ırgatın kara
rengini alacak
Irgatın kara rengini!

Şakıyan kuşlara sor
tasasız, kıvrılıp akan ırmaklara
ve içerden içerden esen rüzgara:
kim kalkar erkenden? kim yollanır tarlaya?
Kim taşır ağanın tahterevanını uzun yollarda?
Ürünü devşiren kimdir, parasını alan kim?
Kim yaşar kokmuş mısır, kokmuş balık ve aşağılanmayla
paçavralar için 50 anglores gündelikle
ya kim yer sopayı karşı çıkınca?
Kim?
Kim büyütür darıyı
ve çiçeklendirir portakal bahçelerini?
-Kim?

Ağaya, otomobiller, araçlar makineler,
metresler ve bir sürü zenci tutması için
parayı kim sağlar?
kim zenginleştirir beyaz adamı
kim şişirir göbeğini ve cüzdanını?
-Kim?

ve şakıyan kuşlar
tasasız akan ırmaklar
ve içerden esen rüzgar
yanıtlayacaklar:

Gamba kopuklarımı
(- Monangambeeeee ... )

Ah! bırakın hurma ağaçlarına tırmanayım hiç olmazsa
bırakın çekeyim, çekeyim hurma şarabını
sarhoşluğumda boğulup, UNUTAYIM
- Gamba kopuklarımı
(- Monangambeeeee. ..)


Antonio Jacinto
Çeviren: Tuğrul Tanyol


Monangamba: Gamba çocukları

Melez (Mulato)

Yenmesi gereken bir kuşaktanım ben
ve yeni yollar açmayı denemesi
acunun dört yanına
ne durur ne yorulurum ben
ne de bir korku duyarım
ne de şikayet ediyorum şimdi
sessizlik boğuklaştırdı sesleri.

Bir bildiri gibi doğdum ben
her kıtada kökü olan

Sevebilir yaptılar beni
ve yaratabilir yaptılar
yüklü omuzlarım
kesinliklerle
ve bana bir yürek verdiler
tüm engellerin üstesinden gelecek

Ama salt insanım ben

Sen gibi her Avrupa’nın kardeşi
ve sen kardeş, içinde ışıyacak
geleceğin Afrikaları.


Costa Andrade
Çeviren: Güven Turan

Şiir

Ne zaman çekip gidecek bu kuru dönem
ve gelecek güneş gülümsemeye damın üstünde?

... eskiden, çocukluğumun günlerinde
sac damın
küçük delikleri vardı
aralarında güneşi gözlediğim ...

Eskiden...

Ne zamana dek çekip gidecek bu kurşun gök
ve maviliği eskinin
gelecek gülümsemeye damın üstünde?


Antonio Cardoso
Çeviren: Güven Turan

2 Eylül 2016 Cuma

Ayrılık Öncesinde Veda

Anacığım!
Öldürdüler evlatlarını senin
Ve sabretmeyi öğrettiler sana.

Anacığım!
Yılları senin yaşamının
benziyor birbirine
mezar taşları gibi,

Ve acı çekmeyi öğrettiler sana
umut bağlayıp göklere.

Fakat senin evlatlarının
daha başka oldu yazgısı
Çatladı sabır taşı
ve çatladı
tohumu acının
ve öfke ağacı fışkırdı ondan
Ve göklere bağlanan umudun
sonu geldi.

Umut biziz, kendimiz!

Biz ki, dünün
Köleleri;
çıplak ırgatlar
kahve plantasyonlarında:
Biz ki, aç her zaman,
her zaman susuz,
biz ki, aydınlıktan
yoksun;
kör, cahil,
ve bildiğimiz tek okul
efendilerimizin buyruğu...

Korkardık
yürümekten toprak üstünde
altında atalarımızın yattığı;
severdik,seni
hırsızlama
bir başkasının malını çalar gibi;
sana biz, "ana" diye
seslenmeye korkardık...

Anacığım, yurdum!
Şimdi değiştik artık.
Kendimiz kurtardık
boynumuzu boyunduruktan
Ve dönüşü yok artık bu yolun

Yaşamdan korkmuyoruz
bu, ölümden de korkmuyoruz demektir.
Biziz umudu
Angola'nın
Ve bizim
savaşımız
sana mutluluğu getirecektir!


Agostino Neto
Çeviren: Ataol Behramoğlu

Ateşler ve Ahenkler

Yol üstünde zincir şıkırtıları,
                    Kuşların şarkısı.
Ormanların ıslaklığı altında,
Hindistan cevizi ağaçlarının
                    yumuş ak musikisinin serinliği
Ateşler,
                    çimende ateş,
                    Kayat'ın madensi sıcak yapraklarında
                    ateş.
İnsanlığın büyük göçlerini
bağrında taşıyan
       geniş keçi yolları,
kapalı ufuklara doğru
geniş keçi yolları,
silah zoruyla
açılmış keçi yolları.
                    Foguerias'lar,
                                   danslar,
                                               tamtamlar,
                                                                ahenkler.
Aydınlığın ahengi,
Rengin ahengi,
Sesin ahengi,
Hareketin ahengi,
Çıplak ayakların
                     kana bulanmış zincirlerinin ahengi
Sökülmüş tırnakların ahengi,
                     Ahenkler,
                                  Sonsuz ahenkler,
ey Afrika'nın kederli sesi.


Agostino Neto
Çeviren: Eray Canberk

İstanbul'a Hasret

Behçet Necatigil'e


İstanbul'un bir başka hatırası
Sigara dumanı dolu kahve
Güven olmaz erkenden gitmeli eve
Kararsızdır eylül güneşinin seması

Sonbahardır yağmur yağacak elbet
Baksana, kuşlar yuva derdinde
Sen ekmek parası peşinde
Ah dayanılmaz bir hale geldi gurbet.

Dayanılmaz yolumun üstünde meyhane
‘çek canım çek’
‘çek gülüm çek’
‘çek İstanbul aşkına bi tane.’

Ne iştir ben de bilmem
İçtikçe hatırlıyorum
Hatırladıkça içiyorum
Doldur kadehi anam babam.


Muzaffer Tayyip Uslu
Şimdilik

1 Eylül 2016 Perşembe

Gramer Dersi

"Sevmek" bir kelimedir
"Sarı saçlı" dersem bir kız için
Sıfat söylemiş olurum.
"Ben sarı saçlı bir kız sevdim"
Bir cümledir, Sevda dolu bir cümle
Nokta koymalı, durmalı zira
Zira "açlık" da bir kelime
Cümleye gelmez sarı saçlı kız gibi
Ah elbet dolaşırsa ölüm sık sık dilime
"Öleceğim, ölüyorum, öldüm"
Diyeceğim bir gün.


Muzaffer Tayyip Uslu

Büyük Şehir

Büyük ve kalabalık şehirlerin
Islak asfalt caddeleri
Bol ışıklı aydınlık geceleri
Kürk mantolu güzel kadınları
Büyük ve kalabalık şehirlerin

Büyük ve kalabalık şehirlerde
Sayılmayacak kadar insan vardır
Kaldırımlarda, tramvaylarda, otomobillerde
Apartmanlarda, evlerde ve kahvelerde
Hastanelerde, hapishanelerde
Sayılmayacak kadar insan vardır
Büyük ve kalabalık şehirlerde

Gazete satan çocukların sesleri duyulur
Akşam olunca
Işıkları yanar meyhanelerin
Sonra bir kalabalık birikir
Sinemaların önlerinde
Ve sokaklara dökülür
Bahtı kötü kadınlar

Sokaklara dökülür
Bahtı kötü kadınlar
Güzel veya çirkin
Esmer veya sarışın
Bahtı kötü kadınlar
Ve bir takım insanlar
İplik gibi zayıf ve uzun
Anası ölmüş gibi mahzun
Bir takım insanlar

Büyük ve kalabalık şehirlerde
Zavallı işçi
Unutuvermiştir kendini
Ev ve fabrika
Fabrika ve ev arasında


Muzaffer Tayyip Uslu

Barış

Barış ilan edildi nihayet
Her şey eski halini aldı
Ne olduysa cephede ölene oldu
Bir sabah aldılar evinden
Güneşli bir gün vardı dışarda
Ağaçlar da henüz çiçeklenmişti
Ne kadar durgundu Allahım deniz
Ve bir daha dönmedi geri
İşte bütün hikaye
Annesi ağlıyor şimdi


Muzaffer Tayyip Uslu
Şimdilik

31 Ağustos 2016 Çarşamba

Buğdaydan Öğrendim Şiiri

Buğdaydan öğrendim şiiri
Canım kara buğdaydan
Tadı tat binlerce yıldır
İyilik cömertlikle alır
Sofralarda yerini.

Akan sulardan öğrendim
Kimsesiz çeşmelerden kırda
Duru pınarlardan dağların beleninde
Denizden ya da, yazlar kışlar geçer
Tükenmez bize anlattıkları.

Kır çiçeklerinden öğrendim
Ürerler dağ bayır kendiliğinden
Renkleriyle kurumlanmadan
Ayırmadan çobanı beyi
Sunarlar güzelliklerini.

Köy kahvelerinde öğrendim
Yağmur, toprak, kadınlar, severek
Bir ömür sözünü ettikleri
Ne kıtlıklar kırar umutlarını
Ne istekleri biter tükenir.

Çarşıda pazarda öğrendim şiiri
Küfürlerinden balıkçıların şoförlerin
Saysam ustalarım hep böyle gider
Adsız ağaçlar, göğün değişimleri
İçgüdüleri kuşların böceklerin...

Nasıl renk renk açarsa kır çiçekleri
Kayanın dibinden patlarsa kaynak
Sevince sarhoş olunca bizlerden biri
İndirir yumruğunu yırtarsa gömleğini
Şiir yazarım ben de kanımı akıtarak...


Necati Cumalı
Bozkırda Bir Atlı

Anna Karenina

Tekerler durur
Lokomotif susar
Leningrad garında
Durmayan
Anna Karenina'nın
Kalp çarpıntılarıdır
Bakınır
Gülüşleri ürkek
Giysileri
Taşan yüreğine dar
Artık ne kendine
Ne başkasına yar
Sallanır ayakta
Taşları oynamış duvar


Necati Cumalı
Ceylan Ağıdı

Kar Aydınlığında

Uyandım kar aydınlığında
O küçük kasaba uykuda
Uykusuz bir sıra kavak
Hem gider hem dinlerim
Düş önüme yol göster derem benim
Kar mıhı atımın nallarında
Cebimde bir şişe konyak

Evlerinin avlusunda ayna nar
Sedirinde acı biber rengi bir kilim
Odan ıslak tahta kokar biraz da toprak
Gözlerim sana değer ısınır
Uzattım mı mangalına ellerimi
Her yanım tane tane mısır
Sanırdım patladı patlayacak

Sen sıcaktın yataklar sıcak
Pencerende aydınlık kar
Ateşim kömürüm esmerim benim
O günlerin tadı başka nerde var
Gençtik âşıktık deliydik
Seviştikçe ağardı karanlıklar
Bunca dağın karlarını erittik


Necati Cumalı
Başaklar Gebe

30 Ağustos 2016 Salı

Kısmeti Kapalı Gençlik

Melih'e


Maçka'dan aşağı bir tütüncü tanıdık
Bir şişe rakı bir merhaba maksat hatır
Her akşam ayaküstü birkaç lâf atardık
Ardımdan o kalkar dükkânını kapatır
Ben açardım İstanbul'a karşı rakımı

İstanbul'a karşı iç iç düşün bu ne iştir
Günün bir yarısı çamur öbür yarısı
Durup dururken başlıyan o baş ağrısı
Bunca yıl yalan okuduk yalan söyledik
Aklına kim gelirse gelsin bağır ver veriştir

Üzgün kısmeti kapalı koca bir gençlik
Karşımızda canım İstanbul canım deniz
İçtik içtik kahırlandık bunca yıl dilsiz
Kimdik ki yaşamımızı berbat ettiniz
Sizlere el uzattık düşman gibi itildik

Fakat İstanbul dev gibi büyük bir şehir
İyi kötü ne günler görmüş geçirmiştir
Geceleri yorgun çocuklarının terli
Alınlarında o doğurgan ana eli
Dinlendirir dizlerinde ümitlendirir

Kimse alamaz elimizden bu ümidi
Bunca yıl bu ümit bizleri tutan dimdik
Neydik düne kadar daha üç beş kişiydik
Çektik kapıları çıktık evlerimizden
Meydanlara sığmıyoruz kardeşler şimdi.


Necati Cumalı
Yağmurlu Deniz

İthaf

Küçüğüm, sen şimdi onsekizindesin
Güzelliğin gün günden dillere destan
Hatıramda herbiri seninle canlanan
İzmir'in günlerinde gecelerindesin

Sönmüş yanardağlar, kaleler eteğinde
Yüzyıllardır uyuyan şu bizim İzmir
O âşık kadınları, levent erkekleri nerde?
Sahiden yaşayıp göçtüler mi kimbilir?

Balkonlara, yalılara dalar düşünürüm
O günler uzaklaşan yelkenlerin peşi sıra
Akan bulutlar gibi geçmiş: ne iz, ne hâtıra!
Sır şimdi bunca güzel hayat, güzel ölüm!

Sır şimdi gözyaşları, saadet dilekleri
Bize gelen yüzyılların hikâyesi sır
Eski İzmir diye ne varsa şunun bunun bildiği
Yaşlıların kırık dökük anlattığıdır

Aşkı şehirler yaratır, şehirler yaşatır
Ben gönlümce yaşadım, gönlümce sevdim
Bilirim saadetim, yalnızlığım bundandır
Seni bulduğum, kaybettiğim günden bilirim.

Aşklarının tarihi bir şehrin tarihidir diyorum
Gün gelir aşklariyle anılır şehirler anılırsa
Niyetim sevdalı sözler etmek de olmasa
İzmir için ne yazarsam sana adıyorum!


Necati Cumalı
İmbatla Gelen

Güneş Saati

Darılmışım kendi kendime
Artık hiçbir şey açmaz beni
Ne kadın, ne şarkılar, ne etrafta manzara
Ah, her zaman insanın içi nasılsa
Dışı da öyle

Saatlerdir elimde değnek
Deniz kenarı sazdan bir kahvede
Toprağı eşerim
Sanki Robenson´un adası
Oturduğum masa ile iskemle

Vakit ikindi
Biri beni geçti
Seni de geçecek
Biz seninle sevişemedik
Sevişemiyeceğiz de
Gölgeler önümde bir karış ileri gitti

Ağaçlar denize doğru gidiyor
Deniz karşı dağlara doğru
Gittikçe küçülüyor, ufalıyorum
Olduğum yerde
Neredeysen uzat ellerini
Başım dönüyor.


Necati Cumalı
Güzel Aydınlık

29 Ağustos 2016 Pazartesi

Hürriyete Övgü

Boşuna değil dökülen kan
Hatıran daha aziz çıkacaktır
Bu felaket senelerinden
Asırlardır bu böyledir
Bütün kötülükler geçer
Yaşar iyi ve güzel olan

Sen çalışmanın ve düşünmenin hakkısın
Kanunların, nizamların üstünde
Talihisin insanlığın
Her sevgi hayatla biter
Yalnız senin aşkın kalır
Genç çocuğa babadan

Boşuna değil dökülen kan
Şehirlerde, köylerde çocuklar büyüyecektir
Daha zeki daha çalışkan
Bütün acılar unutulacak
Şarkılar daha yürekten söylenecektir

Yıkılan evler köprüler
Daha sağlam kurulacaktır tekrar
Yeniden fabrikalar yükselecek
Tarlalar genişleyecektir

Boşuna değil dökülen kan
Tarihin akışından anlıyorum
Kuvvet zamanla yıkılır
Yalnız senin uğrunda ölür insan
Yarası acımadan.


Necati Cumalı
Harbe Gidenin Şarkıları

Karda Ayak İzleri Var

Karda ayak izleri var
Vurulup düştükleri yere kadar
Yüzleri tanınmayacak bir halde
Öldüğü yerde kalmış cesetleri

Onlar için hatıra yok
Saat durmuş
Onlar için değil
Yıldızlar ve bu gece
Onlar için değil gelen güneş
Artık onların yok
Uzak şehirlerde
Sevdikleri

Artık hepsi bitti
Açlık, susuzluk ve kin
Ne matara ne ekmek torbası lâzım
Ne silâh
Elbise ve düşen şapka da lüzumsuz
Artık üşümezler ki

En güzel ocak ateşleri
Artık ısıtamaz ellerini
İsimlerini en yakın tanıdık
Söylese işitmezler
Kurt mu, dost mu, düşman mı?
Bilmeyecekler baş uçlarına geleni
Artık ne tren, ne gemi
Onları getiremez bir daha


Necati Cumalı
Harbe Gidenin Şarkıları

Bebeğin Gözleri

bir akan ırmaklar bir göldeki su
bir hızla giden ak bulutlar
bir karanlıkta dağların uykusu
oturmuş bebek anasının kucağına
bakarım, altın parıltılı yüzüne
mavi gözlerinden geçer eli yıllık ömrüm

senin dünyana yürüyünce aydınlık
ben belki çoktan gitmiş olacağım
gene dizilecek dallara kuşlar
sen eğilip bakınca aynasına
deniz yeşili pul pul gümüşi balık
hızla girecek yosun dünyasına


Ömer Faruk Toprak