Sayfalar

10 Eylül 2016 Cumartesi

Güldün De Güldün

Senin kulağında benim şarkım
motoru bozuk otomobil
boğuk seslerle sarsılan;
güldün de güldün.

Senin gözünde benim yürüyüşüm
garip, yabansı bir yürüyüştü
senin "yüce zekana" sığmayan,
güldün de güldün.

Şarkıma da güldün,
yürüyüşüme de

Büyü dansımı yaptım sana
simgesel bir konuşmanın ritmiyle
yalvarıyordu tamtamlarını, ama kapadın,
gözlerini, güldün de güldün.

İç dünyamı açtım, mistik dünyamı
sonuna dek, gökler gibi
gelgelelim sen girdin arabana
Güldün de güldün.

Dansıma da güldün,
iç dünyama da.

Güldün de güldün.
Kahkahaların buz gibiydi ama
içini dondurmuştu gülüşün,
sesin kulaklarını dondurmuştu,
kulakların gözlerini, dilini.
Gülme sırası bende artık;
gülüşüm buzdan değil ama;
soğuk değil. Çünkü kulunuz
ne otomobil bilir, ne de buz.

Gülüşüm ateşidir
göğün, toprağın,
havanın ateşidir
denizlerin, ırmakların, balıkların,
ateşidir hayvanların, ağaçların,
içini ısıtan bir ateştir gülüşüm
eritir buzlarını sesinin,
kulaklarının, gözlerinin,
dilinin.

Birden bir mucize olur
utangaç utangaç fısıldarsın:
"Nasıl olur bu?"
Yanıtlarım hemen:
"Atalarımı da, beni de yaşatan
yüce sıcaklığıdır toprağın, coşkun,
çıplak tabanlarımla dokunduğum."


Gabriel Okura
Çeviren: Gürkal Aylan

Çağrı

Kim boğmuş olacak kız kardeşimin
yorgun sesini ücra yerlerde? ..
Gelmez oldu artık her sabah
uzun uzun yürümekten yorgun,
kilometreler ve kilometreler yutarak
sonsuz çığlığıyla: Makala!
Yok, gelmez oldu artık, çiseleyen yağmurda ıslanmış
elinde eteğinde çocuklar ve olacağa boyun eğmiş ...
Ve bir yüzle; dingin, duru bakışıyla kendini ele veren!
Ah, biliyorum, biliyorum; son kez, bir veda pırıltısı vardı
mahzun gözlerinde,
ve sesi boğuk bir mırıltıydı nerdeyse,
dokunaklı ve umutsuz ...
Ey Afrika, toprak anam benim, söyle bana:
N'oldu benim ücra yerlerdeki kız kardeşim,
hiç kente gelmemiş olan kız kardeşim
sonsuz çocuklarıyla?


Noemia Da Souza
Çeviren: Eray Canberk

Armağan

Yolların çakılları üstündeki
güneş
Gümüş yaprakları titreten
rüzgar
ve dereler,
ılık toprağın damarlarından akan ...
Bütün bunlar bir armağandır sana
oğlundan.
Uzak
çocukluk zamanlarından,
derin düşlerinden sana uzanan.
Bir yaşam isteğiyle
keskin ve buyurgan
durmadan canlanan
anılarından.
Mısır çiçeklerinden bir taçtır bu,
oğlunun alnına koyduğu
senin bayramında
senin gününde, ana!
Haylazlıklarımı bağışladığın
günlerdeki gibi
tıpkı o zamanlardaki gibi
işte geldim gene bugün
başımı göğsüne koymaya.
Uyumaya, salınarak
gözlerindeki dalgaların
uzaklardan taşıdığı
ninnilerle dalmaya
kollarından doğan düşlere doğru.
işte,
ana,
yorgun ayaklarının
Ağaçlar
dallarının çiçekleriyle donatıyor kollarını
ve gölgesine sarıyor seni
umutsuz bir dinlenişin.
Doğduğun
toprakların armağanı
dereler
akıyor gövdenin vadisinden
yıkayarak ellerini.
İşte benim gelen
ana!..


Marcelino Dos Santos
Çeviren: Onat Kutlar

İstemeden Askere Giden Bir Askere Şiir

Korkmaktan
korkarak
gitti oraya.

(Aman Tanrım, köyümde
bıraktım kadınımı...)

Utanarak
gitti oraya.

(Aman Tanrım, belki de bir çocuk öldüreceğim,
benim de iki yavrum var...)

Oraya gitti
başkası istedi diye.
Oraya gitti ama
ne cesareti onundu
ne de nefreti-hiç
onun olmamıştı ya
Başkasının öfkesi
bulaşınca ona
o da öldürdü, öldürdü.
Ta ki bir gün
-bir hakaret gibi gelen
tam güneşi varken, umudu varken
kadını varken
oğulları anası ve mektubu
her şey varken
tepesine düşene dek
gagası sarı
kuyruğu kırmızı
korkunç bir kahkaha ile
el bombaları.


Rui Nogar
Çeviren: Gürhan Uçkan

9 Eylül 2016 Cuma

Katrandan Bir Tanrı İçin

Makine çalışacak,
güneş demeden,
yağmur demeden,
unla, fasulyeyle,
makine toprağı açacak.

Ay yüreği gizliyor,
altın geliyor elmas
yontulacak,
gemi geliyor,
ambar makineyle dolu,
Kömürden kukla geliyor,
Emmet Till'in tarihi,
geliyor Cadillac'ı patronun.

Makine çalışacak
havanda dövülen unla.
Geliyor mısır,
geliyor fasulye tarlası,
geliyor koca makine
katrandan tanrıya.
Havanda dövülen unla
çalışacak makine!


Jose Craveirinha
Çeviren: A. Kadir - A. Timuçin

Büyücünün Soluğu

Gece gelecek ve önemli hiçbir şey olmayacak
Umut sönecek ve belki yürek susacak

Gün geçip gitti, bütün günler gibi
insanlar çalıştı, hiçbir şey düşünmeden.

Gece ilerleyecek, herkes yalnız kalacak
Bizsiz bağlanan demetleri yığacak düşler.

Hayvan gibi uyunmuyor, insanız
Tadını çıkarmalı uykunun, gündüz yorucu;

Olumlu iki şey, görmeliyiz düşlerde
hep böyle yaşamak tat vermiyor artık ...


Ouologuem Yambo
Çeviren: Muzaffer Uyguner

Amilkar Kabral'ın Anısına

I.

Yüzünü anımsıyorum senin
Askerin yüzü
Emekçinin
Ve peygamberin.
Gözlerini anımsıyorum
Bakmıştım onlara
kendi gözlerime bakarcasına.
Sesini anımsıyorum
Kararlı net temiz
toprakçasına.

Seni anımsıyorum
Projektörlerin kesiştiği yerde
Flaşları altında fotoğraf makinelerinin
Mikrofonların çiti arkasında.
Seni
Kömürleşmiş köylerin
duman kokusuyla ...
Sırtındaki asker gömleğinden
bir barut acılığı yükselirdi...

Gülümseyişini anımsıyorum
Ruha alevler saçan.
Ellerini
ki mavi yanıklar göğerirdi onlarda
düşman bazukalarının armağanı.
Parmaklarını anımsıyorum
ki jestleri
incelik, yoğunluk ve iradeyi birleştirirdi.

Seni anımsıyorum.
söylevini.
Sesini sevgili oğlunun
dinlerdi Afrika
Ve Asya
dururdu yanında onun
öz bacısı gibi.
Söz ederdin
yurdundan
ki orada
taşmıştır özgürlük nehri
ve öfkeyle parlamaktadır
partizan dağlarında ateşler.

Konuşurdun sen
Ve yanardı yürekler
Savaşın müziğiyle mest.
Zırhlı arabaların uğultusu
infilaklar
ve makinelerin takırtısı
ve kurşunun ıslığı
ve dikenli tellerin çatırtısı
ve zafer çığlığıyla ...

Anımsıyorum seni
Amilkar ...
Derdin ki
Özgürlük
dünyada son tutsak
koparıp attığı zaman zincirlerini
ancak o zaman başlayacak...


II.

Amilkar
Umut yerleştirdin sen
acılı, milyonlarca yüreğe.

Onları
yakan mutluluğun duyumuyla doldurdun.
Kestin sonsuz geceyi
gerçeğin meşalesiyle
Yönelttin halkını
çetin yollarına
yiğitlik ve açık yürekliliğin.
Ve işte, iki adım kala şafağa
düştün
ve donup kaldın sonsuzca.
Ve kanın
yıkıyor
gökte yükselen şafağı.

Öldürdüler seni.
Çünkü sen
Gerçek yaşamın yolunu seçtin
yolunu başkaldırının
Çünkü sen
eline silah almış adalettin
Çünkü sen
acımızdın
her şey için hesaplaşmaydın düşmanla.
Çünkü sen
ümidiydin
emeği ve onuru yağmalananların.

Gine-Bissau'da
ve Yeşil Burun adalarında
ağlıyor rüzgar
Palmiye korularında
kırmızı bir toz kaldırarak.
Dalgalar vuruyor kıyılara.
ve acıyla gürüldüyor anafor.
Titriyor cengeller
inliyor derinlikleri ormanların

Afrika ana
sevgili oğlunun
cesedi üstünde ağlıyor ...

Bir canavara döndü onlar.
Sen gözü pekçe yaşamaktaydın
Geberiyordu onlar korkudan
Sen cisimleşmiş akıldın
Akılsızlıktı onlara egemen olan.

Öldürdüler seni
Fakat al kanın
atardamarlarımızda
ateşle fışkırıyor.
Ve yüzün
tekrarlandı
milyonlarca yüzde.
Ve vücudun
bir parçası oldu toprağımızın
onun taşısın sen, toprağı ve kumu.

Ve yüreğin senin
filizlenerek
yaşam ağacı olacak
bizler ve çocuklarımız için


III.

Ellerin canlanacak
Ve yoğuracak
balçığını geleceğin.
Ve biz, yeni bir yaşam
yapacağız ondan.

Yüreğin canlanacak
ve başlayacak savaşarak geri almaya
özgürlük
aşk ve iyilik zamanını.

Gözlerin canlanacak
Ve görecekler
şafağın doğuşunu
altın bir alev içinde ufuktan.
Cesedinin üstünde
yemin ederim
her şeyimi
vereceğime
en uzak köşesinde
toprağımızın
son zincir halkası
parçalanana kadar. ..

Nerede güneş
gülümseyiş ve türküler varsa
ve uç veren filiz;
orada sen
canlısın
Amilkar...


Gaoussou Diavara
Çeviren: Ataol Behramoğlu


Amilcar Lopes Cabral (12 Eylül 1924 – 20 Ocak 1973) Afrikalı ziraat mühendisi, yazar, marksist ve vatansever siyasetçi. Cabral, Gine Bissau ve Cape Verde Adalarındaki bağımsızlık hareketinin önderlerindendir. 1973 yılında Portekizli ajanlarca suikast sonucu öldürülmüş, ölümünden kısa bir süre sonra da Gine Bissau tek taraflı olarak bağımsızlığını ilan etmiştir.

8 Eylül 2016 Perşembe

Bir Afrika Fırtınası

Aceleci bulutlar belirdi
Batıdan
apansız ve kararlı
oraya buraya üşüşen çekirgeler gibi
döne döne
kuyruğu boyunca bir şeyler bırakarak
bir hiç peşinde koşan
deliler gibi

Gebe bulutlar
at sırtında gibi
birleşerek tepelere konan
kötü amaçlı kara kanatlar gibi;
rüzgar ıslık çalıyor
ve geçsin diye o
ağaçlar eğiliyor.

Köylerde
coşku dolu çocukların çığlıkları
uçuşuyor
ve attıkları çığlıklar
rüzgara karışıyor
sırtlarında bebeleri kadınlar
içeri dışarı
fırlayıp duruyor çılgınlar gibi
rüzgar ıslık çalıyor
ve geçsin diye o
ağaçlar eğiliyor.
ipe dizili giysiler
pırtık bayraklar gibi sallanıyor
dalga dalga
uçup gidiyor
sallanan memeleri ortaya çıkararak
kör edici yıldırımlar gibi hava
gürlüyor, titriyor ve patlıyor
bunca ateş-duman tufanında
ve fırtınanın coşkusunda
rüzgar ıslık çalıyor
ve geçsin diye o
ağaçlar eğiliyor.


David Rubadiri
Çeviren: Gürhan Uçkan

Sıradan Bir Aşığın Türküsü

Beni sevme, tatlım,
gölgen gibi,
gölgeler silinir akşamları,
güneş doğana kadar
uyanık kalmasını isteyemem,
karabiber gibi de sevme;
biber mideyi yakar,
acıkınca isteyemem,
yastığın gibi de sevme;
gündüz bir araya gelemeyiz,
buluşuruz ancak uyku saatlerinde
pirinç gibi de sevme·,
bir kere yendi mi
akla gelmez bir daha,
sessiz konuşmalar gibi de sevme;
tatlıdır bal ama
herkes bilir tadını,
beni güzel bir düş gibi sev;
sen gecede yaşarsın,
benim umudum günde,

beni sev,
birazcık para gibi
yanımda bulundurduğum,
yolculuğun boyunca
yanında giden bir yoldaş gibi
koca bir su kabağı gibi
çinde su biriktirilen,
çaldığım gitar gibi
müzik parçası gibi
beni sev.


Flavien Ranaivo
Çeviren: Eray Canberk

Antsa

Ada!
Alev heceli ada,
Adın hiçbir zaman
bundan pahalıya mal olmadı ruhuma!
Ada,
bu denli hoşuna gitmedi yüreğimin!
Alev heceli ada,
Madagaskar!

Ne yankı!
Sözcükler
eriyor ağzımda:
Ormanlarının gizeminde
aydınlık mevsimlerin güzelliği,
Madagaskar!

Bakir ve kırmızı etini dişliyorum
sönmekte olanın ışık dişli
doymak bilmez tutkusuyla,
Madagaskar!

Bir suçsuzluk dayanağı
açlık içindeki yüreğimde,
en ateşlisi aşıklarının,
en sadık olanın
coşkusuyla uzanacağım göğsünde,
Madagaskar!

Ne önemi var gece kuşlarının,
ve kundaklanmış evin çatısında
can sıkıcı ve alçak uçan baykuşların
ne önemi var! ah, tilkiler,
civciv kanı kokan,
telli turnaların kanıyla şereflenmiş
derilerini yalasınlar!
Biz diğerleri, gök sanrılılar,
bulut mavisinin sonsuzluğuna takılmışız çılgınca,
Madagaskar!


Jacques Rabemananjara
Çeviren: Ferda Keskin

7 Eylül 2016 Çarşamba

Hangi Görünmez Fare

Hangi görünmez fare
gecenin duvarlarından inip
sütlü ay pastasını kemiren?
Yarın sabah,
ay çıkıp gidince,
kanayan diş izleri kalacak.

Yarın sabah
bütün gece içenler
kağıtları düşürenler ellerinden
yan kapalı gözlerle aya bakıp
kekeleyecekler:
"Kimin şu para
yeşil masada yuvarlanıp giden?"
"Ah!" diyecek içlerinden biri,
"dostumuz her şeyini yitirdi de
öldürdü kendini!"

Hepsi yarım gülümseyecek
sendeleyip düşecekler.
Ay orda olmayacak artık:
fare alıp götürdü onu deliğine.


Jean-Joseph Rabearivelo
Çeviren: Ali Küçüktavşanlı

Afrika'nın Yakarışı

Ben sen değilim
ama sen benim
fırsat vermiyorsun
ben olmama

"Ben senin yerinde olsaydım" -
ama biliyorsun ki
ben sen değilim
yine de bırakmıyorsun
ben ben olayım

Her işime burnunu sokuyorsun
sanki bunlar
senin işinmiş
sen de benmişsin gibi.

Duygusuzun, kafasızın birisin
aptallık olur düşünmek
benim sen olabileceğimi,
senin gibi konuşup
senin gibi davranacağımı.

Tanrı beni ben yapmış
seni de başka yaratmış
bırak Tanrı aşkına
ben ben olarak kalayım.


Roland Tombekai Dempster
Çeviren: Gürkal Aylan

Portre

Benim var bir büyüm
büyüm
büyüm
sessiz birden uyanışım
sarılan dalgalı kollarına Kongo'nun
istemez bir fırtınalı geçit yüreğime
pırıldayan bayrakçıklarla bombalanmış
gümüş gerdanlığımı düşünüyorum
yüzlerce sessizlik adacığı ol
bayılıyorum inatçı sabrına
okapi'nin
açık gökleri döven mavi kuş
hangi batan gemi
Onu hiçlik körfezine düşürdü
gece yakarılarından yoksun hiçlik

Ah tutulmamış direnişler
ah! çığlıklı delikler
onları koruyanlara yönelsin kaderim
üç alçak adam

Üç diyorum sayarak 1 2 3
kim bulandırıyor atalardan kalma aynayı
senden başka kaçak görüntü
gözü kararmış öfkenin en yücesinde bulacağım seni
bekle takayım yüzüme kan maskemi
yakında göreceksin
bir bayrak gibi dalgalandığını dilimin


Antoine-Roger Bolamba
Çeviren: Ali Küçüktavşanlı

6 Eylül 2016 Salı

Çalı Ateşi

Ateş ırmak demek bu
deniz içmek ardından kumların
ayaklar eller
yürekte sevmeye
insanla dolduruyor beni içimde yaşayan bu ırmak
bir sana söyledim çevresinde ateşin

ırkım
akıyor orda burda bir ırmak
alevler bakışları
üstünde kuluçkalayanların
söyledim sana
ırkım
hatırlıyor
tadını tunç esrik sıcak öfkenin.


Tchicaya U'tamsi
Çeviren: Ali Küçüktavşanlı

Debout

...İşte ırmak yine gökkuşağı altında
ellerimi saçlarımı alan ırmak
çakallar dişlerim gibi
sinsi yılanın kokusunda
belleğimdeki delikte gizlenen
baykuş gözlüyor atmamı
yıldızlarla sarhoş ilk adımlarımı

yaşamım öldürücü bir yaşam
al onu
bırakma ölüme
anlıyorum ki Kongom
hür yaşamak istiyor
özgürlük
dişlerim için
çakallar olmak
güzel kokulu
hangi elma olsa işe yarar
aşk üzüntülüyse
gece inecek ruhum hazır


Tchicaya U'tamsi
Çeviren: Gürkal Aylan

Afrika'nın Yüreğinde Sabah

Binlerce yıl, Afrika'm, bir hayvan gibi acı çektin,
Çölü yalayıp geçen rüzgarda savruldu küllerin.
Gözalıcı, büyülü tapınaklar yaptı zalimler
Ruhunu acılardan kurtarmak için
Barbarların yumruğu, beyazların kırbacına karşı
Yalnız ölmekti senin hakkın bir de ağlamak,
Totemine bitip tükenmez açlık, tutsaklıklar oydular,
Ağaçların kabuğunda bile korkunç, zalim bir ölüm ·
Sinsice seni gözlüyor, sana doğru geliyordu
Ağaçların deliklerinden, ucundan çıkan dallar gibi
Ölüm vücudunu, tedirgin ruhunu sarıyordu.
Göğsünün üstüne kocaman hain bir engerek yılanı koydular:
Boynuna sert içkilerden bir boyunduruk geçirdiler,
Canın ciğerin karını aldılar elinden, ucuz incilerle göz boyayıp
Varını yoğunu inanılmaz, paha biçilemez.
Kulübenden tamtam sesleri karanlık geceye,
Yüce kara ırmaklara zalim seslenilen taşıdı;
Aldatılan kızların, gözyaşlarının, kanların,
Ve küçük adamların kaynaştığı, doların kral olduğu
Anavatan dedikleri o ilençli ülkelere giden
Gemilerin öyküsünü söyleyip.
İşte orada çocuğum, öğüttüler karını gece gündüz
Amansız, korkunç bir değirmende, yok oldu büyük acılar içinde,
Sen de ötekiler gibi birisin. İyi kalpli beyaz Tanrının
Sonunda bütün insanları uzlaştıracağına inanmanı istiyorlar.
Ateşler yakıp ağladın, içler acısı şarkılarını söyledin
El kapılarına çöken evsiz barksız dilencinin
Derken bir şeyler oldu, bir şeyler kımıldadı içinde
Kanın yanıp tutuştu geceleyin
Dans ettin, bağırdın babadan kalma tutkuyla.
Bir fırtına gibi azgın, ama insancıl bir tonda
Bir güç doğuverdi binlerce yıllık felaketten sonra.
Cazın madensel sesinde, önlenmesi güç bir bağırışla
Bir dev kıpırdanışıyla sarstın her yeri.
Şaşırdı herkes, duman oldu bütün dünya
Kanının çılgın ritmini, cazın delice ritmini duyup
Sapsarı kesildi beyazlar bu yeni şarkıyla
Mor meşaleyi karanlık geceye diken bir şarkıyla.
Sabah işte, kardeşim! Sabah! Yüzümüze bak,
Yeni sabahlar başlıyor eski Afrika'da.
Yalnız bizim olacak artık bu ülke, bu su, bu kutsal ırmaklar,
Binlerce yıl anası ağlayan zavallı Afrika.
Tüm gücüyle güneş bizim için parlayacak,
Gözümüzün yaşını, suratımızdaki tükürükleri kurtularak,
Zinciri kopardığın an, koca zinciri,
Kötülüklerin, işkencelerin köküne kibrit suyu,
Hür ve şen bir Kongo doğacak kara topraktan,
Hür ve şen bir Kongo-kara çiçek, kara tohumdan!


Patrice Emery Lumumba
Çeviren: Gürkal Aylan

5 Eylül 2016 Pazartesi

Bir Gün Anlayacaksın

Bir gün anlayacaksın
derinin kara, dişlerinin
ve ellerinin içinin ak
ve dilinin pembe
ve balta girmemiş ormanların sarmaşıkları gibi
kıvırcık olduğunu saçlarının

Sus.
Bir gün öğrenince
kırmızı olduğunu damarlarındaki kanın
kahkahalarla gül,
ellerini vur birbirine,
deliler gibi sevin
bu söz karşısında.
Sonra bu neşeli halini bırak,
takın ciddi tavrını
ve sor çevrendekilere:
Damarlarındaki kırmızı kan
yetmez mi kabule
insan olduğumu?

Babamın keçisinin de
kırmızıdır damarlarındaki kan.
Sonra çok eğlendiğini söyle onlara
Biliyorsun ki hiç anlamadılar,
Hayvana ve insana kırmızı kanı
Tanrının verdiğini,
Hiç bilmez göründüler
İnsan başı konulduğunu babamın keçisine
Yaşa ve çalış
Böylece adam ol.


Francis Behey
Çeviren: Muzaffer Uyguner

Türkü

Bütün karıları babamın
linç ediyorlardı anamı
Fakat bilmiyorlardı dansı
Babamın yerini ben alınca
Ve kraliçe olunca anam
Karım olunca bütün karıları babamın
ve uşakları anamın
Dansı beceremeyen anamın
fazla çocuğu yoktu
Salgınlar alıp götürmüştü onları
yalnız ben kalmıştım
Bir ırmak mıydım?
gümüş gibi akıyordum
Ve birlikte olmadığımız zamanlar
ceberrutlaşıyordum
Bir domuz taciri idim
ve tavuk satıcısı
İncirleriniz, çıngıraklarınız varsa
satın alırım.
Bir tek oğul
Güvenlidir baba koltuğundan
Bütün dansları da biliyorum
Annemse şahin eti yiyor yalnızca.


Patrice Kayo
Çeviren: Muzaffer Uyguner

Acı

Parkta yaprak kımıldamıyordu
soluk soluğa bir haberci gibi
gelip de rüzgar söyleyene dek
barbarların geldiğini.
Fısıl fısıl konuşan dallar
çaresizliğe kapıldılar.

Size o öfkeli fırtınayı
anımsatmak isterim:
Hani çaresiz kalan çiçekler
bir buket olup vermişlerdi kendilerini
tacı meteorlarla süslü kötü krala ...

Fırtına başlayana dek susup da sonra konuşan
o dallar gibi biz de bekledik
keskin soğuğuyla görünmez bir kılıç
çarpıp kesene dek bizi.

Her parçamız bir yere gitti.
Sürüklenip yağmur suyunda,
her parçamız
kanımız dışında
ağaç gövdesindeki yaban balı gibi
olduğu yerde kaldı


Mbella Sonne Dipoko
Çeviren: Gürhan Uçkan