Sayfalar

17 Eylül 2016 Cumartesi

Sevgili Yakınlığı

Seni hatırlarım sulara günün
Şavkı vurunca;

Seni hatırlanın. dağlara ay
Renkler verince.

Seni görür gözüm uzak yollarda
Tozlar kalkarken;

Derin gecelerde, dağ yollarında
Yolcu titrerken.

Seni işitirim, boğuk seslerle
Su yükselince;

Kırlarda sükutu dinlerim gece
Her şey susunca;

Uzakta da olsan, ben yanındayım,
Sen yanımdasın.

Gün söker, yıldızlar ışık gökte, ah.
Burada olsaydın.


Goethe
Çeviren: Selahattin Bata

Savahilice

Ana yüreğindedir en sıcak sevgiler, başka yerde bulunmayan
Ve sen Savahilice anadilimsin benim, en değerli varlığımsın
Tutuşan bir kalpten yükseliyor şiirim, bunu sunuyorum sana
Ki seni bilmeyenler sana koşsunlar bununla
Anne yüreğindedir en sıcak sevgiler, başka yerde bulunmayan
Çocukluğumun dili, beni getiren bugüne; olgunlaştırarak içinde
Algıladım güzelliğini ve benim oldun her şeyinle
Gül kokusu gibisin rüzgarla gelen, en temiz havasın bana
Senin övgünü yayacağım okyanus ötelerine ve sahraya baştanbaşa
Anne yüreğindedir en sıcak sevgiler, başka yerde bulunmayan


Şaban Refik
Çeviren: Şaban Özdemir

Renklerimiz

Tanrı bağışıdır rengimiz cezalandırması değil
Buğday ekmeği yiyen de darı ekmeği yiyen de birdir
Yaşıyor ve ölüyor buğday yiyen de mercimek yiyen de
Tanrı bağışıdır rengimiz cezalandırması değil

O süslüyor gülleri yaseminleri donatıyor yıldızları Cennetleri
Tanrı'nın kudretini gösterir rengimiz ancak ve değildir bedenimizin kiri
Ne bir çirkinliktir o ne bir gazap imidir ve ne de günahtır
Rengimiz Kadir-i Mutlak Yüce Tanrı'nın sınırsız güzelliğidir

Kanıtlanması için bir Tanrı bağışı olduğunun
Güzelliğin sahibi olan ve hamdedilen Yüce Tanrı
Ayıplayanları maskara eder dünyada rengimizi
Tanrı bağışıdır rengimiz cezalandırması değil

Tanıyoruz Kadir-i Mutlak Yüce Tanrı'yı pek çok işaretlerle
En güzel belgelerdir büyük sanatçılar
Ve gerçeğin kanıtlarıdır yeryüzünü ısıtan Ayetler
Rengimiz Kadir-i Mutlak Yüce Tanrı'nın sınırsız güzelliğidir

Zor değildir O'na donatmak Cenneti, canlıları ve ulusları
Bilgelikler doludur her buyruğunda Yüce Tanrı'nın
Ölümle ve doğumla değiştirendir canlıları dünyada
Tanrı bağışıdır rengimiz, cezalandırması değil


Şaban Refik
Çeviren: Şaban Özdemir

Amina

Amina, sana geldi gitme sırası, seni seçti ölüm
Bir gonca gülün soluşu gibi, henüz baharındayken
Senin için Cennete götüren ışık olsun dualarım
Bağlıyor ikimizi hiçbir şeyin çözemeyeceği aşkımız

Ne çok diledim kavuşmanı sağlığına, ne çok dualar ettim
Hastalığa yenilmemeni, kaybedenin sen olmamanı ne çok istedim
Tanrı buyruğu bu; sana geldi gitme sırası, seni seçti ölüm
Bağlıyor ikimizi hiçbir şeyin çözemeyeceği aşkımız

Seni düşünüyorum dayanılmaz bir kedere boğuluyorum
Anılarınla çevriliyim, bir düşteyim geçmişi yaşıyorum bugünde
Bu ölüm yaşamın sonu değil, buna inanıyorum
Bağlıyor ikimizi hiçbir şeyin çözemeyeceği aşkımız

İnanıyorum ölümsüzdür ruh, yaşar sonsuzca
Ölüm bir kurtuluştur, bekler vaktini gelmeye
Canım benim, sen Cennettesin, yaşamaktasın orda
Bağlıyor ikimizi hiçbir şeyin çözemeyeceği aşkımız

Bildiğim ve unutmadığım bir şey var ki şimdi sen
Acının artık sana ulaşamayacağı bir yerdesin
İşte acılarımı unutturan şimdi bana kalan ödül bu
Bağlıyor ikimizi hiçbir şeyin çözemeyeceği aşkımız

Bitiyor şiirim senin için yaptığım bir duayla
Toprağa dağılan beden yeniden oluştuğunda, geri döndüğünde ruh
Ve artık yok olduğunda ölüm aşk doğsun yeniden
Bağlıyor ikimizi hiçbir şeyin çözemeyeceği aşkımız


Şaban Refik
Çeviren: Şaban Özdemir

16 Eylül 2016 Cuma

Derdine Yan Zavallı Zenci

Derdine yan küçük Zenci
Kırbaç ıslık çalıyor bak
Sırtında okşadıkça
Kanlı kanlı terli terli

Derdine yan küçük Zenci
Gün uzun yollar uzun
Taşı durmadan işin ne
Beyaz fildişi beyaz Efendine

Derdine yan küçük Zenci
Alışsın çocukların açlığa
Bomboş kaldı kulüben
Sevgili karın uyuyor
Efendinin yatağında

Derdine yan zavallı Zenci derdine
Bir kez vurmuş bahtın damgasını rengine


Leopold Sedar Senghor
Çeviren: Gürkal Aylan

Akbabalar

O günlerde
Uygarlığın yüzlerimizi tekmelediği
Kutsal suyun uysal alınlarımıza çarpıldığı o günlerde
Akbabalar pençelerinin gölgesine diktiler
Kanlı vesayet anıtını
O günlerde
Acı kahkahalar vardı yolların madensel cehenneminde
Boğuyordu tek düze ritmi duaların
Sömürgedeki ulumaları o günlerde
Ey zorla alınan öpücüklerin acı anıları
Bir savut namlusunda bozulan vaatlerin
Yığınlarla kitap okudukları halde yine de
Yabancısı olan insanlıkların sevgilerin
Ama biz bu eller bu döllediğimiz topraklar
Sizin gurur dolu şarkılarınıza
Yıkık köyterine karşın Afrika'nın
Taşıyoruz bir kale gibi umutlarımızı içimizde
Swaziland'ın madenlerinden Avrupa'nın fabrikalarına dek
Yeniden çiçeklenecek bahar aydınlık adımlarımızı bastığımız her yerde.


Leopold Sedar Senghor
Çeviren: Gürkal Aylan

Afrika

Afrika Afrika'm benim.
Baş eğmez savaşçıların Afrika'sı
Hani o ata yadigarı ovalara adını yazmış
Hani o büyükannemin şarkılarındaki
Karşı ırmak boylarındaki
Savaşçıların Afrika'sı
Ben seni hiç görmedim
Kanın damarlarımda oysa
O güzelim kara kanın
Kırları bayırları sulayan
O güzelim kara kanın
Bulaşır terlerine
Kölelikten canı çıkan çocuklarının
Afrika söyle bana Afrika
Senin sırtın mıdır bu
İki büklüm ezilgin olan
Küçük görmelerin ağırlığı altında
Kızıl yaralar açan sırtında çiçek çiçek
Kırbaç kırbaç inleyen sen misin yaz sıcağında
Erkek bir ses yanıtlıyor
Mert oğlum büyüyor işte yiğit ve güçlü
Burada bunca viranlığın ortasında
Beyaz soluk çiçeklerden bir ağaç
Afrika bu senin Afrikan
Yeniden dallanıp yeşeriyor bak sabırla inatla
Sunarak ürünlerine yavaş yavaş
Acı tadını özgürlüğün.


Leopold Sedar Senghor
Çeviren: Gürkal Aylan

15 Eylül 2016 Perşembe

Anı

Bugün Pazar,
Kardeşlerimin taş yüzlü kalabalığından korkuyorum.
Acıyla doldurulmuş cam kulemden, hep kusur bulan Atalar
Damlara, tepelere bakıyorum siste
Sessizlikte-bacalar ağırbaşlı ve çıplak.
Eteklerinde uyuyor ölülerim, bütün düşlerim toprak
Bütün düşlerim, caddeler boyunca dökülüyor cömert kan,
mezbahaların kanlarına karşılık
Ve şimdi, bu gözlem kulesinden şehrin varoşlarından gibi
Düşlerimin belli belirsiz akıp gittiğini görüyorum caddelerden,
tepelerin eteklerine yayıldığını,
Irkımın yol göstericileri gibi Gambia kıyılarında ya da Saloum,
Şimdi Seine'de, bu tepelerin eteklerinde.
Ölülerimi düşüneyim!

Dün Toussaint idi, koca yıldönümü güneşin
Hiçbir mezarlıkta anılmadı.
Ah, ölmeyi hiç kabul etmeyen ölüler, ölümle nasıl savaşıldığını bilen
Seineae ya da Sineae, benim güçsüz damarlarıma yenilmez kanı
dolduran,
Koruyun düşlerimi oğullarınızı korur gibi sezgili ayaklarla
dolaşanlar.

Ah Ölüler, koruyun Paris damlarını Pazar sisinde
Benim ölülerimi koruyan damları
Ki korkulu tehlikesizliğinden kulemin inebileyim caddelere
Katılmak için aralarına mavi gözlü kardeşlerimin
Kaba elli.


Leopold Sedar Senghor
Çeviren: Ali Küçüktavşanlı

Kara Kadın

Çıplak kadın, kara kadın!
Giyinmişsin yaşamın kendi olan renginle, güzellik olan biçiminle!
Gölgende büyümüştüm, ellerinin yumuşaklığı örtmüştü gözlerimi.
Sonra, yazın ve öğlenin sıcağında, birden buldum seni adanmış
toprak, kavrulan
yüksek bir tepenin üstünde
Ve güzelliğin uçan bir kartalın çakışı gibi çarpıyor yüreğime.

Çıplak kadın, kara kadın!
Olgun yemişin sıkı eti, kararmış şarabın acıdan koyulaşan
renginde, ağzımı şiirlere
iten ağız
Arı çevrenli çayırlık ürperiyor Doğu yelinin tutkusu okşayışıyla
Tam tam oymalı çevrenin üzerine gerili gergin deri, inildiyor
Fatihin parmakları altında
Senin derin içten sesin kutsal ezgisidir en Yüce olanın.

Çıplak kadın, kara kadın!
En ufak bir solukta dinginleşiyor yağ, yarışçının böğrü üstündeki
yağ, Mali
Prensi'nin böğrü üstünde
Gök tutuşlu ceylan, çiğ damlaları derinin gece göğünde yıldız
O bağışlamaz usun tatları, çilli derinde al altın yansımalarıdır,
saçının kara gölgesinde kara sevdam aydınlanır doğan güneşiyle
gözlerinin,

Çıplak kadın, kara kadın!
Yiten güzelliğini türkülüyorum, ölümsüz bir kalıba sokuyorum onu
Kıskanç bir kader seni yaşamın köklerini beslemek için
döndürmeden küle.


Leopold Sedar Senghor
Çeviren: Güven Turan

Senin Adını Söyleyeceğim

Tama için


Senin adını söyleyeceğim, Naett, senin adını
     haykıracağım, Naett,
Adın tarçın kadar uçucu Naett, kokusu bir limon
     bahçesi gibi.
Naett, çiçek açarken nasılsa kahve ağaçları öyle
     saydam, adın,
Öğle güneşinin ve tutkunun yarattığı koyu nemli
     bir gölgelik, çiçekler açan,
Çiğe benzer adın, daha taze demirhindi ağacının
     gölgesinden,
Günün sıcağı azalıp akşam olunca nasılsa öyle,
     kısa akşam saatlerinden daha taze,
Naett, sen öfkeli kasırga, şimşeğin gürültüsü,
     gecem, güneşim,
Şimdi de büyücün oldum senin adını
     söyleyebilmek için her şeyi göze aldım,
O uğursuz günde Futa'dan sürülen Elissa
    prensesi.


Leopold Sedar Senghor
Çeviren: Eray Canberk

14 Eylül 2016 Çarşamba

Sine Gecesi

Koy alnıma pelesengi andıran ellerini, kadın, koy, kürkten de yumuşak ellerini.
Yukarda, akşamın esintisinde hışırdayan hurmalar salınıyor
Daha şimdi. Sütannenin türküsü başlamamış bile.
Bizi sallayan, ahenkli sessizlik.
Dinleyelim türküsünü, dinleyelim koyu kanın damarlarımızda çarptığını, dinleyelim.
Yitip gitmiş köylerin sisi içinde Afrika'nın nabzının attığını
İşte yorgun ay durgun denizden yatağına doğru eğiyor başını
İşte kahkahalar azalıp seyreliyor, düşüyor başları anlatıcıların annesinin sırtında uyuklayan çocuğun başı gibi
İşte ağırlaşıyor raks edenlerin ayakları; art arda türkü söyleyip çığıranların ağırlaşıyor dili

Yıldızların ve düşünceye dalmış Gece'nin saatidir şimdi
Dayamış dirseğini bu bulut tepesine, süt beyaz peştamalıyla örtünmüş tepeye
Işıldıyor hafif ten kulübelerin damları. Ne diyorlar acaba böyle gizliden yıldızlara.
Sönüyor içerdeki ocak, yakıcı ve yumuşak kokularıyla mahremiyetin
Yak yağ lambasını, kadın, yak da çevresinde yarenlik etsin büyükler ataların yaptığı gibi, dinlesin çocuklar yatakta
Elissa'nın Eskileri'nin dinleyelim seslerini. Biz sürgünler gibi
Ölmek istememişti onlar, yitip gitse de kumların arasında tohum selleri.

Dinleyeyim, tanıdık ruhların konuk gelen yansısını tütsü kokan kulübede
Başım, ocaktan çıkan bir dang kadar sıcak göğsünün üzerinde
Duyayım kokusunu ölülerimizin, derleyim ve söyleyim yeniden onların yaşayan seslerini, öğreneyim
Uykunun o derin boşluğuna inmeden önce yaşamayı.


Leopold Sedar Senghor
Çeviren: Eray Canberk

Dyptique

Çividi asmakabağının ucunda
ipe asılı güneş
günü doyururken,
ışık kızlarının yaklaşmasından ürken
karanlık

dağların eteklerine sokulur.

Savana aydınlık ve hamdır.
Her şey gözler önündedir, biçimler ve renkler.
Bunaltan sessizlikteki uğuldamada
ne boğuk ne keskin ufacık gürültüler;
bizi saran ve ürküten
duyarsız ve yürek ezen gizlerdir
Duyarsız uçsuz gizler.

Toprağa serilmiş
ışık dokulu, koyu renkli peştamal
gecenin yatağını açarken,
karanlık kızlarının yaklaşmasından ürken
köpek uluyor, at kişniyor
ve insan kulübesinin kuytusuna saklanıyor
Gözlerden saklanır, biçimler ve renkler,
ışığını yitirmiş savanada

Bunaltan sessizlikteki uğuldamada
kimi boğuk kimi keskin,
bitip tükenmeyen gürültücükler;
gizin dolambaçlı yolları
çekip gidenler ve geri dönenler için
usulca aydınlanırlar.


Birago Diop
Çeviren: Necmiye İşgören


Dyptique: İki katlı kanattan oluşan, sık sık bir altarda yer alan resim.

Sesler Başlıyor Yine

Sesler başlıyor yine:
Gecenin ortasında siren
kapıda fırtına
acı çeken sinirlerin çığlığı

Yarım ay gibi keskin
acı çeken yüzler
salt sonsuz haykırış
özgür olmayanların tanıdığı

Sağanak gibi iniveren
görüntüler acı saçıyor havaya
sirenlerin hemen ardından
çizmelerin tıkırtıları ve
başlıyor benim seslerim yine.


Dennis Brutus
Çeviren: Gürkan Uçkun

13 Eylül 2016 Salı

Martha'ya Mektuplar

17.


Hapiste
bulutlar önem kazanıyor
ve kuşlar

Düşmanlığın duvarları ile
kesilmiş gökyüzü
bir yanda ezenler varken
yukarı dönüyor akıl
-dönebildiği zaman-

Yıldızları görme umudu yok:
arada
Elektrikli teller ve lambalar var,
siliniyor onlar

Kuşların
beceri dolu hava bilgileri
ve şen gösterileri
ilgisini çekiyor insanın
kuşların özgüllüğüne ilişkin
bilinen sözler
ve bakımsız serbestlikleri
anlam kazanıyor
Ve bulutların ince özgün hareketleri
-bir çeşit müzik, şiir, dans-
insana etkileyici ritimler gönderiyor
imgelere bırakıp gidiyor:
Nereye gidiyorlar nerede çözülecekler
Evdekiler görecek mi onları
Kimleri sevindirecekler?


Dennis Brutus
Çeviren: Gürkan Uçkan

Yağdığını Düşünüyorum

Yağdığını düşünüyorum onun
Kuraklıktan salıverilmiş diliyle
Ağzının açılmamış tepelerinden, dolarak
Yüklü müjdeyle,
Onun yükseldiğini gördüm
O apansız bulutu, küller içinden. Yerleşerek
Buluştular kül rengi bir çemberde, içinde
Durmadan dönen bir ruh.
Ah, o yağmalı elbette
Akıldaki bu kuşatma tutmalı bizi
Tuhaf kederler içinde, öğreterek
Kederin sessizliğini.
Ve onun nasıl çırpındığını
Ürkütüp saydam şeyleri kanatları üstünde
Bizim isteklerimizin, koyu özlemleri yakıp
Kaçınılmaz vaftiz törenlerinde.
Yağmur düdükleridir çalınan
Boyun eğme inceliğinde, buralardan uzakta.
Hala boyun eğmeyen, bu, benim
Çıplak kayaları çöken dünyamın
Buluşmasıdır seninle.


Wole Soyinka
Çeviren: Haydar Ergülen

Mevsim

Pas olgunluktur, pas
Ve benzi sarı mısır tüyleri;
Çiçek tozları çiftleşmek üzeredir
Kırlangıçlar dansa durduğu zaman
Okun ucundaki tüy gibi
Uçuşmakta mısır saplarının iplikçikleri
Işığın hizasında. Ve biz işitmekten sevinçli
Rüzgarın toplu yürüyüşünü, işitmek
Ovadaki bıçkı sesini, mısırların bırakıldığı yerde
Bambu kıymıkları gibi içine işlediğini.
biz toplayıcılar, şimdi
Püsküllerin üstündeki pası beklerken, çekilir
Alacakaranlıktan uzun gölgeler, kaplanır çelenk gibi
Sazdan samandan arabalar tütsüler içinde. Su yüklü saplar
Tohumun çürüğüne yürürler-biz bekleriz
Pasın söz verdiğini.


Wole Soyinka
Çeviren: Haydar Ergülen

12 Eylül 2016 Pazartesi

Yük

Bana giz miz verme dostum,
Yüreğim yükünü
Çekemez onun, kafam ezilir
Ağırlığı altında.

Beni bir kalem geçiver, n'olur,
Dilsiz olmak istemiyorum
Susuk, bir labirent gibi
Kalbimden gelen yol
Nasıl olsa kıvrıla kıvrıla
Bir sokağa açılacak sonunda
Konuşmalar sokağına.

Bana giz miz verme dostum
ayağının altını öpeyim,
başka ne istersen yaparım
Ama ne istersen -
Dilsiz olmamı isteme de.


Franceso Yetunde Pereira
Çeviren: Gürkal Aylan

Mango Fidesi

Christopher Okigbo'nun anısına


Modern bir iş hanının
Yüksek penceresinden bakarken
Yeni çıkmış mango fidesi gördüm
Geniş beton çıkıntının üzerinde
İki kat aşağıdaki,
Mor, iki yapraklı, duruyordu ikiye yarılmış
Kara yumurtasının üzerinde. El ediyordu neşe içinde
rüzgara ve güneşe
İki sağanak arasında-ziyafet çekiyordu her gün kendine
Bol bol tohumundaki nişastasıyla

Ne kadar sürer?
Ne kadar, yağmurların yıkadığı bu taş gömüt
uçurumundan bu mutlu el sallayış?
Ne kadar sürer toprak tencerenin
dibinde kalmış unla doyunmak?
Belki de inancı hiç ölmeyen
Bir pencere gibi durmuş bekliyordu
Ormandan gelecek, o pösteki saçlı
Gücüyle tohumu sonsuza dek dondurabilen kutsal adamı.
Ya da belki kocaman bir şeyin sebze kasesine yerleştirilmiş
Hindistancevizi yumrusunun durmadan yenilenen lekesi üzerinde
Yaşlı kaplumbağanın tansıktı sofrasını umuyordu
Bu masaldan uzak, inançtan uzak günlerde?
Daha sonra gördüm onu
Yürekli bir yalnızlıkla dururken

Yerle gök arasında çıkan ilk ağız dalaşında
Kahramanca kök salmaya çalışırken
nesnelliğe, havanın ortasındaki taşa
Bu kavgayı ilk başlatan yağmurun
Bir gün iyice güçlenip çılgınca bir çağlayanla
Koruyucusu olduğu fidanı indireceğini düşündüm
Aşağıdaki toprağa. Ama yağmur yağdığı her gün
Beton dilinin üzerinde küçük seller oynaştılar
Dans ettiler onun ayak ucunda ikiye ayrıldılar,
Sonra yeniden birleşip devam ettiler yollarına.

Hastalıklı yeşile dönüştü mor rengi
Ölmeden önce.
Bugün hala görüyorum onu -
Kurak ayların tozu güneşi içinde kupkuru tel gibi ince -
Tutkulu cesaretin küçük molozları arasında bir mezar taşı.


Chinua Achebe
Çeviren: Kevser Kavala

Bir Zamanlar

Bir zamanlar, oğlum,
içten yürekten gelirdi gülmeler
gözlerinin içi gülerdi insanların;
gel gör ki herkes sırıtıyor şimdi.
buz kesilmiş gözleri
gözleri bir kuşkular denizi.

Başkaydı o zamanlar, başka
el sıkışmada bile içtenlik vardı;
ama hepsi tarihe karıştı, oğlum.
Şimdi soğuk soğuk yapıyorlar bu işi
o yetmezmiş gibi
sol elleriyle boş cepleri yokluyorlar.

"Burası sizin eviniz": "Gene buyrun"
önden bol keseden atıyorlar ama,
sonradan iş değişiyor,
bir kez, iki kez güleryüz gösterip
üçüncüde kapıyorlar kapıyı suratıma.

Neler öğrendim neler.
Yüz değiştirmeyi öğrendim sözgelimi
giysi değiştirir gibi -
evyüzü, işyüzü, sokakyüzü, konukyüzü,
kokteylyüzü - her birinde ayrı bir anlatım
bir fotoğraf gülüşü.

ben de öğrendim oğlum
dişlerimi gösterip sırıtmayı,
soğuk soğuk el sıkmayı,
içten "defol" demeyi
Hiç sevmediğim halde
"Gördüğüme sevindim''
kafam kazan olduğu halde
"Ne güzel konuşuyorsunuz" demeyi
ben de öğrendim.

Ama inan bana, oğlum,
sen yaştayken nasılsam
yine öyle olmak istiyorum. Ağırıma
gidiyor numaralar öğrenmek.
Özellikle nasıl gülüneceğini
yeniden öğrenmem gerek,
bir gülüyorum aynada, dişlerim
zehirli dişleri oluyor bir yılanın.

Öğret bana oğlum,
nasıl gülüneceğini; göster
nasıl gülerdim bir zamanlar
sen yaştayken


Gabriel Okura
Çeviren: Gürkal Aylan