Sayfalar

26 Kasım 2016 Cumartesi

Tufandan Sonra

Tufan anısı yatışır yatışmaz,
Bir tavşan, evliya otları, kıpır kıpır çan çiçekleri içinde
durdu, gökkuşağına yakardı örümceğin ağları arasından.
O güzelim taşlar, saklanan - bakıp duran çiçekleri daha şimdiden.
Pis ana sokakta kasap tezgahları kuruldu; bakır oymalarda gibi
yukarıya kat kat yığılmış denize çektiler kayıkları.
Kan aktı. Mavi Sakal'ın orda, -Tanrının mührüyle camları
sararttığı
cambazhanelerde, mezbahalarda, Süt ve kan aktılar.
Kunduzlar yuva kurdu hep. "Fincanlar" tüttü kahvehanelerde.
Daha suları damlayan büyük cam evde eşsiz görüntülere baktı
yaslı çocuklar.
Bir kapı çarptı; köy alanında çocuk savurdu kollarını şakır
şakır sağanak altında, - fırıldaklar ve çan kuleleri tepesinde
bütün yel horozları oyunu anladılar.
Bayan Alplere bir piyano yerleştirdi. Ayin ve ilk "bağlaşım"lar
yüz binlerce sunağında kutlandı katedral'in.
Kervanlar yola düzüldü. Allak bullak olmuş kutup gecesiyle
buzlar içinde kuruldu Splandid - Otel.
O günden beri, kekik çöllerinde cıvıldaşan çakalları işitti
ay - ve tahta kunduralı çoban şiirlerini, meyve bahçelerinde
gıcırdayan. Sonra tomurcuklanmış, mor ulu ormanda Eucharis
baharın geldiğini söyledi bana.
Fışkır, ey göl; köpük, köprülerden ak, ormanlar üzerinden aş;
-karaçuhalar, erganunlar, şimşekler, gök gürültüleri, yükselin,
yürüyün; -sular ve hüzünler, yükselin, getirin tufanları yeniden.
Çünkü onlar dağılan bir can sıkıntısı ki ... -Ah güzelim taşlar,
gömülen; o açılmış çiçekler! - Ve Ece, gömleği içinde korları
ateşleyen Büyücü Kadın bildiğini hiçbir zaman anlatmak
istemeyecek bize.


Arthur Rimbaud
Çeviren: Can Alkor

Sayıklamalar II Söz Büyücülüğü

II. Söz Büyücülüğü


     Dinleyin beni! İşte çılgınlıklarımdan birinin öyküsü.
     Bütün olası görünümleri nicedir elimde bulundurmakla böbürleniyordum
ve gülünç buluyordum çağcıl resim ve şiirin ünlülerini.
     Seviyorum saçma sapan resimleri, kapı aynalıklarını, dekorları, resimle
cambaz perdelerini, dükkan tabelalarını, halk bezemelerini; modası
geçmiş yazını, kilise Latincesini, yazımı bozuk sevisel kitapları, eski
operaları, budala nakaratları, yapmacıksız düzünleri.
     Seferler düşlüyordum, öyküsü yazılmamış keşif yolculuklarını, hırgürsüz
cumhuriyetleri, bastırılmış din savaşlarını, töre devrimlerini, ırkların ve
anakaraların yer değiştirmelerini; inanıyordum bütün büyülere.
     Rengini buldum seslilerin!-A kara, Ö ak, I kırmızı, O mavi, O yeşil.
     -Saptadım her sessizin biçim ve devinimini ve içgüdüsel düzünlerle,
ergeç bütün duyulara ulaşabilecek bir şiirsel dil bulmakla gururlandım.
     Saklı tutuyordum çeviri hakkını.
     Bir denemeydi bu başlangıçta. Sessizlikleri, geceleri yazıyordum,
dile sığmazı not ediyordum. Kayda geçirdim başdönmelerini.

***

     Şiirsel eskiliklerin önemli bir payı vardı söz büyücülüğümde.
     Alıştım basit sanrıya: bir fabrikanın yerine bir cami görüyordum
düpedüz, meleklerin yaptığı bir davul okulu, gökyüzünün yollarında
faytonlar, bir salon bir gölün dibinde; canavarlar, gizli dinsel törenler;
büyük korkular dikiyordu önüme bir vodvil adı.
     Sonra büyülü safsatalarımı sözcüklerin sanrısıyla açıkladım!
     Kutsal buldum sonunda usumun düzensizliğini. Aylaktım, kurbanıydım
bir yüksek ateşin: imreniyordum mutluluğuna hayvanların, -
vaftizsiz ölen bebeler cennetinin masumluğunu simgeleyen tırtılların,
erdenlik uykusunu köstebeklerin!
     Hırçınlaşıyordu kişiliğim. Hoşça kal diyordum dünyaya bir tür romanslarda.
     Çölü sevdim, yanık meyve bahçelerini, rengi atmış dükkanları, ılımış
içkileri. Ayaklarımı sürüyerek yürüyordum pis kokulu daracık sokaklarda 
ve gözlerim kapalı karşı karşıya bırakıyordum kendimi güneşle,
ateş tanrısı.
     "General, yıkık tabyalarının üzerinde eski bir top kaldıysa eğer, topa
tut bizi toprak kesekleriyle. Görkemli dükkanların aynalarında! salonlarda!
     Kendi tozunu yedir kente. Paslandır olukları. Kızgın yakut tozlarıyla
doldur kadınların süslenme odalarını ..."
     Ah! hanın genel işeme yerinde esrimiş küçük sinek, hodanın vurgunu
ve erittiği bir güneş ışınının!
     En sonunda, ey mutluluk, ey us, ayırdım gökyüzünden gök mavisini,
ki o karadır aslında ve yaşadım ben, katkısız ışığın altın kıvılcımı.
     Sevinçten, bir anlam alıyordu yüzüm olabildiğince soytarı ve şaşkın:

***

     Masalsı bir opera oldum: bütün varlıkların bir mutluluk yazgısı taşıdığını
gördüm: yaşam eylem değil, ama bir gücü boşa harcama biçimi,
bir kızgınlık, Beyinin yetersizliğidir aktöre.
     Her varlığa, bana öyle geliyor ki birçok başka yaşam kendi varlığını
borçlu. Ne yaptığını bilmiyor bu bay: bir melek o. Bir yuva dolusu it şu
aile. Birçok insanın önünde, öteki yaşamlarından birinin bir anıyla konuştum
yüksek sesle. - Bir domuz sevdim, böylece.
     Çılgınlığın safsatalarından hiçbirini, -tımarhanelik deliliğin- unutmadım:
hepsini söyleyebilirim yeniden, egemenim yönteme.
     Tehlikedeydi sağlığım. Geliyordu büyük korku Birkaç günlük uykulara
dalıyordum ve kalkıp sürdürüyordum en kederli düşleri. Ölecek durumdaydım
ve bir tehlikeler yolundan dünyanın bir ucuna, karanlığın ve kasırgaların
yurdu Kimmerler ülkesinin sınırlarına sürüklüyordu beni zayıflığım.
     Yolculuk yapmak, beynimde toplanan büyüleri oyalamak zorunda
kaldım. Yükseldiğini görüyordum avundurucu haçın beni bir kirden
paklayacakmış gibi sevdiğim denizin üzerinde. Gökkuşağı lanetlemişti
beni. Alınyazımda Mutluluk, pişmanlık acılarım, içimdeki kurt: güce ve
güzelliğe atlanmayacak kadar uçsuz bucaksız olacaktı hep yaşamım.
     Mutluluk! Onun ölümde yumuşak gelen dişi uyarıyordu beni horozlar
öterken, ad matutinum, christus venit'de, -en karanlık kentlerde:

***

Bunlar olup bitti. Güzelliği selamlamayı biliyorum şimdi.


Arthur Rimbaud
Çeviren: Özdemir İnce

Duyum (Sensation)

Mavi yaz akşamları, patikalarda, dalgın,
Gideceğim, sürtüne sürtüne buğdaylara.
Ayaklarımda ıslaklığı küçük otların;
Yıkasın, bırakacağım başımı rüzgara.

Ne bir şey düşünecek, ne bir laf edeceğim;
Ama sonsuz bir sevgi dolduracak içimi.
Göçebeler gibi uzaklara gideceğim;
Mesut, sanki yanımda bir kadın varmış gibi.


Arthur Rimbaud
Çeviren: Orhan Veli

Ofelya

Yıldızların vurduğu durgun, karanlık suda
Beyaz Ofelya, büyük, beyaz bir zambak gibi
Gelin esvapları içinde dalgalanmada.
Uzak ormanlarda yerlilerin gürültüleri.

Mahzun Ofelya, beyaz bir tayf gibi yıllardır
Dolaşır bu siyah nehrin suları içinde.
Deliliği içinde bir şarkı mırıldanır,
Bir çocukluk şarkısı, akşam serinliğinde.

Rüzgar göğsünü öper ve açar yaprak yaprak
Sularda ağır ağır savrulan etekleri.
Söğütler omuzlarına sarkar ağlaşarak,
Hülyalı alnına eğilir su çiçekleri.

Dört bir yanına üzgün nilüferler dizilir.
Uykudaki bir ağaç uyanır, zaman zaman;
Bir yuvadan küçük bir kanat sesi yükselir;
Sihirli bir şarkı gelir altın yıldızlardan!


Arthur Rimbaud
Çeviren: Orhan Veli

25 Kasım 2016 Cuma

Sarhoş Gemi

Ölü sularından iniyordum nehirlerin
Baktım yedekçilerim iplerimi bırakmış;
Cırlak Kızılderililer, nişan atmak için
Hepsini soyup alaca direklere çakmış.

Bana ne tayfalardan; umurumda değildi
Pamuklar, buğdaylar, Felemenk ve İngiltere;
Bordamda, gürültüler, patırtılar kesildi;
Sular aldı gitti beni can attığım, yere.

Med zamanları, çılgın çalkantılar üstünde,
Koştum, bir çocuk beyni gibi sağır, geçen kış
Adaların karalardan çözüldüğü günde
Yeryüzü böylesine allak bullak olmamış.

Denize bir kasırgayla açıldı gözlerim;
Ölüm kervanı dalgaları kattım önüme:
Bir mantardan hafif, tam on gece, hora teptim:
Bakmadım fenerlerin budala gözlerine.

Çocukların bayıldığı mayhoş elmalardan
Tatlıydı çam tekneme işleyen yeşil sular;
Ne şarap lekesi kaldı, ne kusmuk, yıkanan
Güvertemde: demir, dümen ne varsa tarumar.

O zaman gömüldüm artık denizin şi'rine,
İçim dışım sütbeyaz köpükten, yıldızlardan;
Yardığını yeşil maviliğin derinlerine
Bazen bir ölü süzülürdü, dalgın ve hayran.

Sonra birden mavilikleri kaplar meneviş
Işık çağıltısında, çılgın ve perde perde,
İçkilerden sert, bütün musikilerden geniş
Arzu, buruk ve kızıl, kabarır denizlerde.

Gördüm şimşekle çatlayıp yarılan gökleri,
Girdapları, hortumu; benden sorun akşamı,
Bir güvercin sürüsü gibi savrulan fecri.
İnsana sır olanı, gördüğüm demler oldu.

Güneşi gördüm, alçakta, kanlı bir ayinde;
Sermiş parıltısını uzun, mor pıhtılara.
Eski bir dram oynuyor gibiydi, enginde,
Ürperir uzaklaşan dalgalar sıra sıra.

Yeşil geceyi gördüm, ışıl ışıl karları;
Beyaz öpüşler çıkar denizin gözlerine;
Uyanır çın çın öter fosforlar, mavi, sarı:
Görülmedik usareler geçer döne döne.

Azgın boğalar gibi kayalara saldıran
Dalgalar aylarca sürükledi durdu beni
Beklemedim Meryem'in nurlu topuklarından
Kudurmuş denizlerin imana gelmesini.

Ülkeler gördüm görülmedik, çiçeklerine
Gözler karışmış, insan yüzlü panter gözleri
Büyük ebemkuşakları gerilmiş engine,
Morarmış sürüleri çeken dizginler gibi.

Bataklıklar gördüm, geniş, fıkır fıkır kaynar;
Sazlar içinde çürür koskoca bir ejderha,
Durgun havada birdenbire yarılır sular,
Enginler şarıl şarıl dökülür girdaplara.

Gümüş güneşler, sedef dalgalar, mercan gökler;
İğrenç leş yığınları bozbulanık koylarda;
Böceklerin kemirdiği dev yılanlar düşer.
Eğrilmiş ağaçlardan simsiyah kokularla.

Çıldırırdı çocuklar görseler mavi suda
O altın, o gümüş, cıvıl cıvıl balıkları.
Yürüdüm, beyaz köpükler üstünde, uykuda;
Zaman zaman kanadımda bir cennet rüzgarı.

Bazen doyardım artık kutbuna, kıtasına;
deniz şıpır şıpır kuşatır sallardı beni;
Garip sarı çiçekler sererdi dört yanıma;
Duraklar kalırdım, diz çökmüş bir kadın gibi.

Sallanan bir ada, üstünde vahşi kuşların
Bal rengi gözleri, çığlıkları, pislikleri;
akşamları, çürük iplerimden akın akın
Ölüler inerdi uykuya gerisin geri.

İşte ben, o yosunlu koylarda yatan gemi
Bir kasırgayla atıldım kuş uçmaz engine;
Sızmışken kıyıda, sularda sarhoş; gövdemi
Hanza kadırgaları takamazken peşine.

Büründüm mor dumanlara, başıboş, derbeder,
Delip geçtim karşımdaki kızıl semaları;
Güvertemde cins şaire mahsus yiyecekler:
Güneş yosunları, mavilik medüzaları.

Koştum, benek benek ışıkla sarılı teknem,
Çılgın teknem, ardımda yağız deniz atları;
Temmuz güneşinde sapır sapır dökülürken
Kızgın hunilere koyu mavi gök katları.

Titrerdim uzaklardan geldikçe iniltisi
Azgın Behemotların, korkunç Maelstromların.
Ama ben, o mavi dünyaların serserisi
Özledim eski hisarlarını Avrupa'nın.

Yıldız yıldız adalar, kıtalar gördüm; coşkun
Göklerinde gez gezebildiğin kadar, serbest.
O sonsuz gecelerde mi saklanmış uyursun
Milyonlarca altın kuş, sen ey Gelecek Kudret.

Yeter, yeter ağladıklarım; artık doymuşum
Fecre, aya, güneşe; hepsi acı, boş, dipsiz,
Aşkın acılığı dolmuş içime sarhoşum;
Yarılsın artık bu tekne, alsın beni deniz.

Gönlüm Avrupa'nın bir suyunda, siyah, soğuk,
Bir çukurda birikmiş, kokulu akşam vakti;
Başımda çömelmiş yüzdürür mahzun bir çocuk
Mayıs kelebeği gibi kağıt gemisini.

Ben sizinle sarmaşdolaş olmuşum, dalgalar,
Pamuk yüzlü gemilerin ardında gezemem;
Doyurmaz artık beni bayraklar, bandıralar;
Mahkum gemilerinin sularında yüzemem.


Arthur Rimbaud
Çeviren: Sabahattin Eyüboğlu

İkinci Türkü'den

Ey şaşmaz matematikler, baldan tatlı öğreti'niz
serinletici bir dalga gibi yüreğime akalı beri sizi
unutmadım. Beşikten bu yana güneşten eski
kaynağınızdan su içmek tutkusuyla yandım . .
Öğrencilerinizin en vefalısı olan ben, tapınağınızın
kutsal eşiğini hala aşındırıyorum. Bir belirsizlik
vardı düşüncemde, açıklayamadığım bir şey duman
gibi. Ama mihrabınıza ulaştıran basamakları dinsel
bir saygıyla çıktım. Ve siz, rüzgar kelebekleri nasıl
dağıtırsa, şu karanlık örtüyü öyle sıyırdınız. Sınırsız
bir soğukkanlılık, yetkin bir sakınganlık, şaşmaz bir
mantık koydunuz yerine. Güçlendirici sütünüz
yüzünden, size içten bir sevgiyle bağlı olanlara
sağladığınız aydınlık içinde kavrayışım gelişip
sınırsızlaştı. Aritmetik! Cebir! Geometri! yüce
üçlem! ışıklı üçgen! Sizi tanımayan, akılsızın biridir.
En kara işkencelerden geçirmeli onu. Çünkü bilisiz
rahatlığında kör bir küçükseme vardır. Ama sizi
tanıyan ve seven dünya malına önem vermez; büyülü
tüy gibi uçarak, tıpkı yükselen helezon gibi
göklerine yuvarlak kubbesine ulaşmak ister yalnız.
Yeryüzü, ahlaksal yanıltılar ve düşlerden başka şey
sunmaz ona! Oysa, ey şaşmaz matematikler, inatçı
değişmezliğiyle, evrenin düzeninde görülen yüce
doğrunun bir güçlü yansısını kamaşan gözlere
sunarsınız. Ama Pitagoras'ın dostu o dörtgenin dile
getirdiği kapsayıcı yetkin düzen daha da yücedir.
Çünkü Gücü-her-şeye-yeten, kendini ve yüklemlerini
kaosun ta içinden sizin teoremler hazinenizi ve ulu
göz kamaştırıcılığınızı çıkaran unutulmaz çalışmada
tepeden tırnağa açığa vurmuştur. Eski çağlarda ve
günümüzde, nice ulu hayal güçleri, yanık kağıt
üzerine çizilmiş simgesel biçimlerinizi, gizli bir
solukla canlanmış kavranmaz çizgiler gibi görerek
titrediler. Evrenden önce var olan ve daha sonraya
kalacak olan ölümsüz belitlerin ve hiyerogliflerin bu
göz kamaştırıcı açıklanışını sıradan insanlar
anlayamazdı. Hayalgücü, öldürücü bir soru işaretinin
uçurumuna eğilip matematiğin nasıl olup da bunca
etkileyici büyüklük ve tartışılmaz doğru kapsadığını
sorar ve bunları insanoğluyla karşılaştırmaya
kalkışırsa, insanoğlunda sahte gurur ve yalandan
başka şey bulamaz. O zaman, üzünç dolu bu yüce
kafa, insanoğlunun cüceliğini ve benzersiz çılgınlığını
iyice duyuran ulu öğütlerinizden ötürü, bembeyaz
kesilmiş yüzünü kupkuru ellerinin üzerine eğerek
doğaüstü düşüncelere dalar gider. Önünüzde, dizleri
bükülür ve tapınışı hem sizin tanrısal yüzünüze, hem
de Gücü-her-şeye-yetenin öz görüntüsüne bir saygı
belirtisidir. Çocukluğumda, bir Mayıs gecesi, ay
ışığında, pırıl pırıl bir derenin kıyısındaki taze
çimenlerin üzerinde göründünüz bana. Üçünüz de
utangaçlık ve incelikte birbirinizden geri
kalmıyordunuz. Üçünüz de kraliçeler gibi uluydunuz.
Birkaç adım yaklaştınız. Uzun elbiseniz bir buhar
gibi salınıyordu; sevgili bir oğulmuşum gibi beni,
kıvanç dolu memelerinize yaklaştırdınız. Hemen
koştum, ellerim beyaz göğsünüzde kenetlenmişti.
Doğurgan besininizle beslendim. İnsanlığın büyüyüp
yükseldiğini duydum kendimde. O çağdan beri sizi
bırakmadım ey karşıt kraliçeler. Yüreğimin
sayfalarında, bir mermere işlenmiş gibi duran nice
güçlü tasarı, nice yakınlık duygusu, aymış
düşüncemde-şafağın gece karanlığını dağıttığı gibi 
kurucu çizgileri yavaş yavaş sildiler. O çağdan beri,
ölümün, amacını gizlemeden, mezarları insanlarla
doldurduğunu, savaş alanlarını kasıp kavurduğunu,
insan kanıyla tombullaştığını ve ölü kemiklerinin
üzerinde sabah çiçekleri açtırdığını gördüm. O
çağdan beri, yeryüzünün devrimlerine tanıklık
ettim; depremler, çölün sam yelleri, alevli !avlarıyla
yanardağlar, ölüm saçan fırtınalar soğukkanlı bir
seyirci olduğumu gördüler. O çağdan beri çeşitli
kuşakların, son değişimini selamlayan kozanın
toy neşesiyle, kanatlarını ve gözlerini uzaya
çevirdiklerini ve akşam güneş batmadan önce,
rüzgarın yakarış dolu çığlığını salladığı solmuş
çiçekler gibi boyunları bükük, can verdiklerini
gördüm. Ama siz hiç değişmediniz. Hiçbir değişiklik,
hiçbir hastalıklı soluk özdeşliğinizin sarp kayalarına
ve sınırsız vadilerine dokunamaz. Sizin alçakgönüllü
ehramlarınız, tutsaklığın ve aptallığın yükselttiği o
karınca yuvalarından, yani Mısır ehramlarından daha
uzun ömürlüdür. Zamanın çöküntüsü üstünde
yükselen çağların sonu, gizemli sayılarınızın, kıpkısa
denklemlerinizin ve heykelsi çizgilerinizin Gücü-her -
şeye-yetenin intikamcı yanında yer aldığını
görecekler. Oysa yıldızlar, korkunç ve evrensel bir
gecenin bitimsizliğinde, kasırgalar gibi öfkeyle
çöküp gidecekler ve insanlık son yargıyla
hesaplaşmaya çalışacak. Bana yaptığınız yardımlar
için teşekkürler. Anlayışıma kattığınız yepyeni
nitelikler için teşekkürler. Siz olmasaydınız,
insanoğluna karşı açtığım savaşta belki yenilgiye
uğrayacaktım. Siz olmasaydınız beni yerlere yıkıp
ayağının tozunu yedirecekti; bir aşağılık pençeyle
etimi ve kemiklerimi paralayacaktı. Ama usta bir
sporcu gibi korudum kendimi. Tutkudan sıyrılmış
yüce görüşlerinizden titreyen soğukkanlılığı verdiniz
bana. Şu kısa yolculuğumun geçici tatlarını
küçümseyerek geri çevirmek ve benzerlerimin
sevimli görünen aldatıcı önerilerini kapımdan
savmak için bu armağanınızdan yararlandım.
Çözümleme, bireşim ve tümdengelim, hayranlık
değer yöntemlerinizde dile gelen şaşmaz
sakınganlığınızı verdiniz bana. Can düşmanımın
öldürücü hilelerini bozmak, sonra ona ustaca
saldırmak ve insanoğlunun en can alıcı yerlerine bir
hançer saplamak için yararlandım sizden. Bu hançer
saplandığı yerde kalacak, çünkü onulmaz bir yara
açmıştır. Öğretilerinizin ruhu olan bilgelik dolu bir
mantığı ve düşüncenin sakınmazlığını arttıran
dolambaçlı ama apaçık tasımlarınızı verdiniz. Bu
güçlü yardımcı sayesinde, alçaklara doğru yüzerken,
nefret kayalığının karşısında, iğrenç ve kapkara
fenalığı gördüm insanlıkta; öldürücü kokuşmalar
arasında çürüyor ve hayran hayran göbeğini
seyrediyordu. Bağırsaklarının karanlığında önce şu pis
alışkanlığı yani kötülüğü gördüm; onda iyilikten daha
üstündü. Bana ödünç verdiğiniz zehirli silahla,
insanlığın korkaklığından yapılmış yaratıcıyı
yerinden indirdim. Dişlerini gıcırdattı ve bu iğrenç
harekete boyun eğdi; çünkü karşısındaki kendisinden
daha güçlüydü. Ama uçuşumu alçaltmak için onu bir
paket sicim gibi bir yana bırakacağım...


Comte d'E Lautreamont
Çeviren: Selahattin Hilav

Birinci Türkü'den

Ailelere nifak tohumu ekmek için bir antlaşma yaptım
fuhuşla. Anımsıyorum bu tehlikeli ilişkiden önceki geceyi.
Önümde bir mezar gördüm. Bir ev kadar büyük bir ateşböceğinin
bana şöyle dediğini duydum: "Aydınlatacağım seni. Oku yazıtı.
Benden gelmiyor bu yüce buyruk." Görür görmez çenelerimi
çatırdatan,
elimi ayağımı kesen, uçsuz bucaksız, kan rengi bir ışık
taa ufka kadar yayıldı havada. Az kalsın düşüyordum, bir yıkık
duvara yaslandım ve okudum: "Veremden ölen bir yeniyetme
yatıyor burada: biliyorsunuz nedenini. Dua etmeyin ona." Birçok
insan benim kadar gözü pek olamazdı belki. Bu sırada, çırılçıplak,
güzel bir kadın gelip ayaklarımın dibine uzandı. Kederli
bir yüzle, "Ayağa kalkabilirsin." dedim kadına. Kardeş katilinin
kızkardeşini boğazladığı eli uzattım ona. Ateşböceği seslendi:
"Hey sen! bir taş al ve öldür onu. -Niçin? diye sordum ona."
Ateş böceği bana: "Kendine dikkat et, dedi; güçsüz olan sensin,
güçlü olan benim çünkü. Fuhuş'tur bu kadının adı." Gözlerimde
yaşlar, yüreğimde öfke, bilinmez bir gücün doğduğunu duyumsadım
kaldırdım ve omuzuma aldım taşı sonra. Bir dağı doruğuna kadar
tırmandım: oradan ezdim ateşböceğini. İnsan boyunda bir
çukura gömüldü toprakta başı; altı kilise boyu yükseğe sıçradı
taş. Sonra gidip bir göle düştü, bir anda, döne döne, uçsuz bucaksız,
ters bir koni oyarak çekildi suları gölün. Ortalık duruldu:
parıldamadı artık kan ışık. "Yazık! yazık! diye haykırdı
çıplak ve güzel kadın; ne yaptın böyle? - Ben seni yeğliyorum,
dedim ona, çünkü acırım mutsuzlara Sonsuz taze yarattıysa seni,
senin değil suç. "Yanıtladı beni:" Bir gün, dedi, hakkımı teslim
edecek insanlar. Söyleyecek başka sözüm yok. Bırak da gideyim,
sonsuz acımı derinliklerine gömeyim denizin. Bir sen varsın hor
görmeyen beni, bir de bu karanlık uçurumlarda kaynaşan iğrenç
canavarlar. İyisin sen. Elveda beni sevmiş olan sana! -Elveda!
dedim ona, tekrar elveda! Hep seveceğim seni .. Bugünden tezi
yok terk ediyorum erdemi. "işte bu iledenle, ey İnsanlar, kış
yelinin denizin üzerinde ve kıyılarda ya da uzun süredir
benim için yas tutan büyük kentlerin üzerinde ya da kutup
bölgelerinin soğuklarında uğuldadığını duyduğunuz zaman
şöyle söyleyin: "Tanrının ruhu değildir geçen: fuhuşun,
Montevideolu'nun acılı iniltileriyle birleşen derin kederli
iç çekişidir." Çocuklar, bunu ben söylüyorum size. Öyleyse,
diz çökün acıma duyguları içinde ve bitlerden daha çok olan
insanlar uzun uzun yakarsınlar.


Comte d'E Lautreamont
Çeviren: Özdemir İnce

24 Kasım 2016 Perşembe

Geçmiş Ola

Hatıralar, ne istersiniz benden?.. Sonbahar ...
Durgun gökte ardıç kuşları uçuşmadalar,
Güneşten, ölgün ve soluk bir ışık vurmada
İçinde poyrazlar esen sararmış ormana.

Yapyalnızdık, yürüyorduk, türlü hülyalarda;
Saçlarımız ve düşüncelerimiz rüzgarda.
Çevirip güzel gözlerini bana "Hangisi
En güzel günün?" diye sordu o billur sesi

Bir melek sesi kadar tatlı, o kadar derin.
Hafif bir gülümseyiş cevap verdi sesine
Öptüm ellerini, ibadet edercesine.

-Ah! İlk çiçekler! Ne güzel kokuları vardır!
Ne kadar sevimli bir mırıltıları vardır
Sevilen dudaklardan çıkan ilk evet'lerin!


Paul Verlaine
Çeviren: Orhan Veli

Şiir Sanatı

Musiki, her şeyden önce musiki;
Onun için tekli mısradan şaşma.
Kıvrak olur, erir havada sanki;
Ağır aksak söyleyişe yanaşma.

Kelime seçerken de meydan senin;
Bile bile bir nebze aldanmalı.
Dumanlısı güzeldir türkülerin:
Öyle hem seçik olsun, hem kapalı

Güzel gözler tül ardında görünsün
Gün ışığı titremeli şiirinde
Ak yıldızlar maviliğe bürünsün
Ilgıt ılgıt sonbahar göklerinde.

Ararengin peşindeyiz çünkü biz;
Rengin değil, ararengin sadece.
Ancak öyle sarmaş dolaş ederiz
Kavalı boruyla, rüyayı düşle.

Nükte belasından kurtulmaya bak;
Acı zeka, sulu gülüş neyine?
İşe karıştı mı bu cins sarmısak
Maviliğin yaş dolar gözlerine.

Tut belagatı boğazından, sustur
El değmişken bir zahmete daha gir.
Kafiyenin ağzına da bir gem vur
Bırakırsan neler yapmaz kim bilir?

Nedir bu kafiyeden çektiğimiz!
Hangi sağır çocuk, ya deli zenci
Sarmış başımıza bu meymenetsiz
Bu kof sesler çıkaran kalp inciyi

Hep musiki, biraz daha musiki;
Havalanan bir şey olmalı mısra
Deli bir gönülden kalkıp gitmeli
Başka göklere, başka sevdalara.

Dağılıp tozu sabah rüzgarına
Mısraların alsın başını gitsin
Kekik, nane kokaraktan, dört yana ...
Üst tarafı edebiyat bu işin.


Paul Verlaine
Çeviren: S. Eyüboğlu - Melih Cevdet Anday

Fatihler

Yuvalarından uçmuş bir sürü şahindiler;
Usanmışlardı mağrur fukaralıklarından.
Pallos de Moguer'den avare, asker, kaptan,
Çılgınca bir hayale doğru sürüklendiler.

Masaldaki madeni bulmak içindi sefer;
Sipangoo'nun varılmaz topraklarında yatan,
Geçerken garbın esrar dolu kıyılarından
Alize rüzgarında eğrilirdi serenler.

Ve her akşam bir destan sabahı umarlardı.
Medar denizlerinin fosforlu mavisinden,
Rüyaları altından seraplarla dolardı.

Beyaz kadırgaların sarkıp ilerisinden,
Seyre koyulurlardı denizlerin içini;
Yıldızların bir meçhul göğe yükselişini.


Jose-Maria de Heredia
Çeviren: S. Eyüboğlu - Orhan Veli

23 Kasım 2016 Çarşamba

Deniz Meltemi

Bütün hazları tattım, kitapları okudum,
Ah, kandırmadı; kaçmak, kurtulmak istiyorum.
Bir başka köpükle gök arasındaki kuşlar
Orada şimdi kimbilir ne kadar sarhoşlar!
Deniz çekiyor, deniz, kim tutabilir beni;
Gözlerde aksi yanan o eski bahçeler mi?
Geceler! Mahzun ışığı mı yoksa lambanın,
Beyaz kağıda vurur, korkar dokunamazsın;
Ne o; ne de çocuğuna meme veren taze;
Gideceğim, ey gemi, bilinmedik ellere.
Demir al, sallayarak direklerini. Sızlar
Yürek ümitle, ama sonra her şeyi anlar.
Belki de fırtınaları çağıran direkler,
Şu anda, rüzgarlar gelecek ölümü bekler,
O zaman ne yelken, ne de ümit, ama sen yine
Kalbim, gemicilerin şarkısını dinle.


Stephane Mallarme
Çeviren: Orhan Veli

Deniz Meltemi

Ten bitirdi hazlarını, tükendi kitap,
Kaçsam, kaçsam uzaklara üstümde mehtap.
Sanıyorum en güzeli mest oluşların,
Gökle engin arasında uçan kuşların.
Kim tutacak denizlere bağlı bu gönlü?
Ne göklere gülümseyen bahçemin gülü,
Ne sütbeyaz kaatlara aksi lambanın,
Ne dizinde yavrusunu emziren kadın.
Gideceğim güzel gemi, haydi demir al,
O ellere yelken aç ki sanılır masal.
Bir üzüntü, küskün ama ümitlerine,
İnanıyor mendillerin elvedasına.
Belki deli rüzgarlara uyan direkler,
Karayelde bir kazaya baş eğecekler.
Ve görünmez olacaklar, denizler derin,
Gönül, dinle türküsünü gemicilerin!


Stephane Mallarme
Çeviren: Kemalettin Kamu

Edgar Poe'nun Mezarı

Tam kendi olunca en sonu ölümsüzlükte,
Şair, yalın kılıç, meydan okuyor çağına.
Ürkmüş dünya, şaşıyor nasıl duymadığına
Ölümün çanlar çaldığını bu garip seste.

İrkildiler duyunca. kör dev gibi meleğin
Daha saf bir anlam kattığını kaba sözlere,
Dediler: Sarhoş, bir büyü katmıştır içine
O içtiği aşağılık kara kara içkilerin.

Yazıklar olsun! Duygusuz toprak ve buluttan
Bir heykel yuğurmazsa düşüncelerimiz yaşayan
Pırıl pırıl donansın diye mezarı Poe'nun.

Bir gök belasından arda kalan durgun kaya,
Şu granit bari, gelecekte, karşı koşun
Sürü sürü, kara kanatlı, kör kuşkulara.


Stephane Mallarme
Çeviren: Sabahattin Eyüboğlu

22 Kasım 2016 Salı

Seven Adam

Karısını çok mu çok seven bir adam vardı bir zamanlar
gücü kalmıyordu sevdadan başka bir şey yapmaya.
Ayağında paralanıyordu ayakkabıları, eskiyordu paltosu
örümcek ağına dönüşünceye kadar
ve fırlayıp gidiyordu gömlek düğmeleri bulutlara
adamın o seven yüreğinin bir tek vuruşuyla.
Sabrı tükeniyordu kadının bastırdıkça yoksulluk,
gözlerini dikmiş pencereden bakıyordu sefalet, her şey berbattı
ve hiçbir şey yapmıyordu erkek: sevmekten başka,
Rusya'da geçiyordu olay bir gaz lambasının ışığında,
insanların kar bakımından zengin olduğu zamanlarda
votkanın çatlak bardakta değerli taş gibi parıldadığı,
bir dilim hıyarın bir düş gibi ışıldadığı zamanlarda,
ve papazın evine bitişik taş ambarın yanında
bir köpeğin tasmasına bağlı çan çalıyordu düşlerdeki
çıngıraklar gibi.


Sırkka Turkka
Çeviren: Özdemir İnce

Dansa Çağrı'dan

VIII.

emek ve onur gerektiren her şeyde
kandırıldınız
bir o kadar da
iyi yaşam sözleriyle
hep altında ezildiniz
varlık yaratma yükünün
ve varlıklardan kurtulmanın
bana aldırmayın, söyleniyorum işte
at arabası ile eve dönerken
Herakleitos'u düşündüren bir günde
dağ sırtlarındaki kar beneklerini
parlatırken güneş
ve daha önce de koluna yaslandığınız
bir dost gibiyken dünya


XXXV.

hiçbir zaman eşdeğerli olamayacağım şiirlerimle
ben öksürüp tıkanırken
derin soluk alıyor onlar
başım öne eğik dolaşırken ben
onların burunları havada
küçük görüyorlar beni
coşkuyla dolaşıyorlar akşamları sokaklarda
ve sabahları tam vaktinde bürodalar
kalem ve masayı tıklatıp
kişi numarası soruyorlar
beni düş kırıklığına uğratıyorlar
ben yaratmadım mı onları?
şu yaptıklarına bir bakın
avrupalı ozanlar toplantısında alkış toplarken
bana karşı geliyorlar
ben park kanepelerinde uyuyup altıma ederken
ve yatarken hasta
hiç uğrarlar mı? Asla.
Biliyorum ben ölünce
çiçeklerle gelmeyecekler
onların iç organları yok
yaşlanmazlar
ben küçüldükçe büyür onlar
ben ölünce sapasağlam yaşarlar.


Pentti Saarikoski
Çeviren: Gürhan Uçkan

Yaşamak Senin Yanında, Yaşamak

Senin yanıbaşında yaşamak: yaşamak
geniş, değişken bir görünüm yanında.
Akışını görmek güneşin bulutta
ve buluttan çıkışını görmek.
Görmek batışını güneşin ağaçların ardında,
sezmek, karanlıkta, sınırları, uzaklıkları,
duymak soluk alışını yelin ağaçlarda,
iniltisini duymak, mutluluktan titremesini.
Keşfetmek dokunması güzel ilk karı. Duymak
kokusunu çiçeklerin, ağaçların, mantarların, otların.
Usulca yürüyüşlerini işitmek av hayvanlarının patikalarda.
Yaz yapraklarının açılışını görmek,
uçuşlarını görmek rüzgarda.
Işıklı parıltısını görmek boş manzaranın
sisin güzelim menekşe rengini görmek.
Tomurcuk, titreşim, yeni ilkbahar!
Karanlıkta yükselen sınırlar
Tanyeri ışığında.

Güneşin doğuşunu görmek.


Lassi Nummi
Çeviren: Özdemir İnce

21 Kasım 2016 Pazartesi

76

Çocuklar küçücüktür ezebilirsiniz onları.
Ya da kafalarına sivri külah geçirip ellerine
ucu yıldızlı değnek koyarsınız, tiz şarkılar
söyletirsiniz küçük iskemleli oyun odalarında
Sörnas Alanı'nda çoraplarını sıyırarak.
Çocuklar küçücüktür çekip çıkarabilirsiniz kollarını
sallanırsa dikebilirsiniz bir köşeye oturtursunuz
bırakırsınız koşar da koşarlar bir avluda
derken birisi düşer ya da sıraya dizersiniz
okulun soğuk bodrumuna sokarsınız onları zorla.

Karanlıkta gözlerinin ışığını yakabilirsiniz
el feneri ya da alev gibi parlayıncaya kadar onlar.


Bo Carpelan
Çeviren: Talat S. Halman

Şiirler

Kanın kırdığı
buz tarlaya yayılmış
kan açık ve belirgin
izler:
bilinmeyen.
Yanına almak yalnızca
vazgeçilmez olanı.
*
Dinle,
sessizlikte,
yok sessizlik:
tırnaklar,
duvar.
*
Yağmur damlası
gümüşleniyor, kararıyor, kayıp gidiyor
sanki hiç ayrılmamış gibi
damın kıyısında,
*
Her şey uzak
kök salmış ağaçlar dışında
deniz,
beni bırakın
yankı.
*
Alır başını gider
ölür
unutursun onu
kapı kapanır
Sürgüyü bulmak için elinle yoklarsın
bir oda var orada
herkes, sanki uyuyor
herkes, taş uykusunda
*
hepsi
görüyor seni.
*
Odam
boş
deniz sağda
görüntünün dışındayım ben.
*
Nice boşluk
yalnızca bir beyaz kar tanesi
yükseliyordu dönerek
imi gibi
karanlığım


Bo Carpelan
Çeviren: Özdemir İnce

Şiirler

Konuşur gibi yaz ve her gün
başka türlü soluk al.

Göz yumma sakın yaşlanmana
ne de bir "mevki sahibi" olmaya çalış,
böyle özgür olabilirsin ancak-
ve örneğin böyle bir bahar günü
oturup bir büyük mağazanın merdivenine
külah dondurmanı yalayabilirsin tadını çıkara çıkara.

Bu kutup bölgesinin temel gereksinimi
yiyecek, ışık, ısınma, temizlik, güvenlik.

Sesin perdesi de çok önemlidir.


Helena Anhava
Çeviren: Özdemir İnce