Sayfalar

12 Ocak 2017 Perşembe

Yağma

Ümit Yaşar'a


Boğaz'ın bir kıyısında, aydınlık 
Pencerelerde -her bulutun yolu- 
Bir mevsim, seninle başbaşa kaldık, 
Yaşadıkdı bir zaman İstanbul'u.

Akan suda kuş gibi gemilerle, 
Eski evler ve tenha sokaklarla, 
Şarkı gibilerle, düş gibilerle 
Sarmaş dolaş... Olmaz gibi bir dünya.

Mutluluklar şehri bir İstanbul'du, 
Şiirler, buluşmalar, aşklar... 
Şimdi Akşam olan bir gün gibi son buldu; 
Ne şiir kaldı, ne aşk, ne beklenti.

Tığ gibi minareleriyle, kendi 
Kendisinde güzel, tek, yüce, kutlu 
Bir ölümsüzlükler, zaferler kenti 
Bugün yenilgilerle, yasla dolu.

Bir songün hali, bir taş taş üstüne; 
Hem mide, hem ruhta bir açlık, ejder 
Örneği saldırmada dörtbir yöne; 
Toz, duman, inilti, akıntılar, çöpler...

Niçin geri geldik bunca yıl sonra? 
Batık bir ülkeyi aramak gibi. 
İşte gençliğimiz: ta uzaklara, 
Çok uzaklara bak. Orada belki.

Ama gizlice bak, olur ki ürker. 
Yaşantıdan fazla anılardan kork, 
Bize gülümsüyorsa geçmiş günler; 
Belki yalandır, belki o bile yok.

Orda elinde bir simitle, ufak, 
Süzgün bir çocuk, çocukluğum işte; 
Nasıl kaçıyor benden, nasıl bir bak, 
Yaban domuzu görmüş gibi düşte.

Boğaziçi, daha sağken gömülmek 
İçin dönüşmüş beton mezarlara; 
Bir hippi kız, bir deccal, şimdi 
Bebek Koylarında ilham, arsız, farfara.

Ölebilirsin ha yol ortasında, 
Yanılıp gökyüzüne bakma sakın. 
Bir sevi vaktinin bile havasında 
Yok artık o mahrem örtüsü aşkın.

O güzelim aşkın vücudu yağma, 
Şarkısı ne mahur beste, ne Itri... 
Tenekeler çalıp çığlık çığlığa 
Yarı bir sevişme, ayaküzeri

Ve ekmek kapanın elinde. 
Hayat Haklı değil. Tanrı ve kul ortada. 
Darağacında sallananlardan tut 
Yargı kürsüsüne kadar yürü, taa... 

Herşey değişiyor, kalbimiz bile, 
Ama yüzyıllarla besli bir şehir 
İnsan yaşamından daha da hızla 
Bunca çabuk nasıl yok olabilir?

Hani o masal dünyası yalılar, 
Hani o kayıklar ki kızca beyaz, 
Hani o kadınlar ki sevdalılar, 
Renk renk şemsiyeler altında bin yaz?

Ve o İstanbullular... Doygun, uçuk, 
Sanki bir gelecek tufandan haber 
Almışlarcasına hep, çoluk çocuk, 
Göksel gemilere binip gitmişler.

Gidiş o gidiş… Ve kimbilir kaç yıl 
Bu göç, fakiri, zengini elele 
Usulca... Ve artık hiç... Hayal meyal 
Görünmüyorlar bulutlarda bile...

Kurabilir misin tekrar, düşünsen? 
Hayallerimizi bile yitirdik; 
Dağılmış bir sofra bu, bitti şölen. 
Sona kalmışlarsa biz gibi yenik.

Ne kadar yalnızız şu akşam vakti, 
Bir selam bile yok artık verilen; 
Anlamsız turistler gibiyiz şimdi 
Kapalıçarsı'da sen, Köprü'de ben.

Söyle her doğruyu bilen güzel'im, 
Sulara vurmuş gökyüzü mü? Neydi? 
Uzanıp yıldızları tutsa elim 
Bulur muyuz yeniden o cenneti?

Ruhumuz Boğaz'da, o eski yerde, 
Yeni akımları umursamadan, 
Bir hayalet gibi pencerelerde 
Ne denli beklese de.. Hiç bir zaman.

Bir Tanrı ve tarih güzeli, tabu; 
Güneş ve sular mucizesi, bir giz... 
Her zaman sonsuz elbet, İstanbul bu. 
Körelen belki de biziz.. Kalbimiz...


Ahmet Muhip Dranas

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder