Seç gönlünce bir otağ deyip,
Anadolu haritasını önüme serseler,
Neresi söyle, neresi deseler?
Sakarya ile Porsuk arasında,
Boztepeler denizi ortasında,
Bir höyük tepe vardır, orası,
Orasıdır, derim, dineğim, durağım, orası,
Bir eteği Sivrihisar, bir eteği Polatlı ovası,
Bakarsın ışıl ışıl Bozkır görünür,
Ta ileriden demiryolu geçer.
Susuz toprağın rüyasında söğütler salınır,
İnce bir su dalların boynuna dolanır,
İstasyonlar dinlenir Alpuköy, Sazlılar, Biçer.
O tepeden seyredip güneşin doğuşunu,
Ankara kalesini düşünürüm biteviye,
Tarih utmanın içinde başlar yeşermiye,
Bir rüzgardır, tezek kokusundan belli;
Uyanan fakir köy ocağının dili.
Ne güzel yazmış, Yakup Kadri bey yıllarca önce,
Anadolu haritasını önüme serseler,
Neresi söyle, neresi deseler?
Sakarya ile Porsuk arasında,
Boztepeler denizi ortasında,
Bir höyük tepe vardır, orası,
Orasıdır, derim, dineğim, durağım, orası,
Bir eteği Sivrihisar, bir eteği Polatlı ovası,
Bakarsın ışıl ışıl Bozkır görünür,
Ta ileriden demiryolu geçer.
Susuz toprağın rüyasında söğütler salınır,
İnce bir su dalların boynuna dolanır,
İstasyonlar dinlenir Alpuköy, Sazlılar, Biçer.
O tepeden seyredip güneşin doğuşunu,
Ankara kalesini düşünürüm biteviye,
Tarih utmanın içinde başlar yeşermiye,
Bir rüzgardır, tezek kokusundan belli;
Uyanan fakir köy ocağının dili.
Ne güzel yazmış, Yakup Kadri bey yıllarca önce,
Hala, Mehmet Ali'nin köyünü görünce,
İnce bir sızıdır başlar, bir düşünce,
Kökünü yitirmiş ağacın sızısı!
Siz, yüzyıllardır toprağa belenen kardeşler,
Yenemediniz mi hala alın yazınızı,
Etiler gibi sürüp toprağınızı,
Hala, bulutlardan dilenen kardeşler!
Gün ışığın, bölüşmeye, bir dost çoban,
Gelir yanıma, ahlat dalının gölgesine,
Susarız dalıp bir utman ibibiklerin sesine.
Gün nasıl ısıtırsa tabiatı, dostluk ta bizi,
Bıraktık mı kollarına alır, ısıtır kalbimizi,
Çatlak toprakları okşayıp gelir rüzgar
Üfler ateşimizi, keven sevinçle parlar,
Söz sözü açar, derken efendim cigaralar,
Çok şey bilir çoban, çok gördüğünden.
Anlatır, neydi, neymiş o eski günler,
Nasıl geçmiş gençliği çöllerde, Yemende,
Ama en sonra Mustafa Kemal gelende,
Niçin döğüştüğünü bilmiş asker.
O zaman seyrederim o tepeden,
Çakmaklı tüfeklerle geçen askerleri,
Duyarım, unutulmuş o sıcak türküleri,
Ankara'nın taşına bak, gözlerimin yaşına bak,
Dar vadileri örten kayalara çarparak,
Kırılan yorgun sesleri hatırlarım,
Sakarya'ya doğru ilerleyip hatıralarım,
Toprak siperlerde Asteğmen olur kalırım.
Niçin öldün diye sormayın, dağlar taşlar bana,
Ben dirilir yeniden ölürüm, ölmek eğer,
Bu kadar güzelleşir, bu kadar eşit olursa,
Geride, yurt işlenir, halk uyanır, vatan hür kalırsa.
O zaman ölüm de yaşamaya benzer.
Ve hatırlarım ki Asaf dayım vardı.
İstiklal harbinde mülazimievvel,
Yiğidim, kayın ağaçları kadar güzel,
Tek yönden eser onun rüzgarı,
Aşktan ölüme geçer kararı.
Macerası ta Rize'ye dayanır,
Orada çeteci ruhu uyanır,
Sakarya' da alkanlara boyanır,
A dayım, niye öldün derim,
Ha benim yeğenim, siz bileceksiniz der,
Siz bileceksiniz niçin öldüğümüzü,
Bizler kanla söyledik söylediğimizi,
Bizler, kemikleri güneşte ısınan ölüler.
Bir gün inip Sarıköy istasyonunda,
Postaları beklerim, Erzurum Samsun,
İsterim tren pencerelerinde aşinam olsun.
Kökünü yitirmiş ağacın sızısı!
Siz, yüzyıllardır toprağa belenen kardeşler,
Yenemediniz mi hala alın yazınızı,
Etiler gibi sürüp toprağınızı,
Hala, bulutlardan dilenen kardeşler!
Gün ışığın, bölüşmeye, bir dost çoban,
Gelir yanıma, ahlat dalının gölgesine,
Susarız dalıp bir utman ibibiklerin sesine.
Gün nasıl ısıtırsa tabiatı, dostluk ta bizi,
Bıraktık mı kollarına alır, ısıtır kalbimizi,
Çatlak toprakları okşayıp gelir rüzgar
Üfler ateşimizi, keven sevinçle parlar,
Söz sözü açar, derken efendim cigaralar,
Çok şey bilir çoban, çok gördüğünden.
Anlatır, neydi, neymiş o eski günler,
Nasıl geçmiş gençliği çöllerde, Yemende,
Ama en sonra Mustafa Kemal gelende,
Niçin döğüştüğünü bilmiş asker.
O zaman seyrederim o tepeden,
Çakmaklı tüfeklerle geçen askerleri,
Duyarım, unutulmuş o sıcak türküleri,
Ankara'nın taşına bak, gözlerimin yaşına bak,
Dar vadileri örten kayalara çarparak,
Kırılan yorgun sesleri hatırlarım,
Sakarya'ya doğru ilerleyip hatıralarım,
Toprak siperlerde Asteğmen olur kalırım.
Niçin öldün diye sormayın, dağlar taşlar bana,
Ben dirilir yeniden ölürüm, ölmek eğer,
Bu kadar güzelleşir, bu kadar eşit olursa,
Geride, yurt işlenir, halk uyanır, vatan hür kalırsa.
O zaman ölüm de yaşamaya benzer.
Ve hatırlarım ki Asaf dayım vardı.
İstiklal harbinde mülazimievvel,
Yiğidim, kayın ağaçları kadar güzel,
Tek yönden eser onun rüzgarı,
Aşktan ölüme geçer kararı.
Macerası ta Rize'ye dayanır,
Orada çeteci ruhu uyanır,
Sakarya' da alkanlara boyanır,
A dayım, niye öldün derim,
Ha benim yeğenim, siz bileceksiniz der,
Siz bileceksiniz niçin öldüğümüzü,
Bizler kanla söyledik söylediğimizi,
Bizler, kemikleri güneşte ısınan ölüler.
Bir gün inip Sarıköy istasyonunda,
Postaları beklerim, Erzurum Samsun,
İsterim tren pencerelerinde aşinam olsun.
Üçüncü mevkilerden taşan kebap kokusu,
İstasyon çeşmesinden garip garip akan su,
Höyük tepeyi saran yalnızlığı bir an unuturum,
Rayların ardından büyük, genişler umudum,
Kaderimsin, benim güzel, içli yurdum!
Daha içinde tepeler göreceksin tren,
Yurdumun kalbine bakan nice tepeler,
Bir ateş düşer gönlüme lokomotiften,
Dumanlar içinde kaybolur herşey hafiften,
Akasyalar üzerine yağmur çiseler.
Höyük tepeyi saran yalnızlığı bir an unuturum,
Rayların ardından büyük, genişler umudum,
Kaderimsin, benim güzel, içli yurdum!
Daha içinde tepeler göreceksin tren,
Yurdumun kalbine bakan nice tepeler,
Bir ateş düşer gönlüme lokomotiften,
Dumanlar içinde kaybolur herşey hafiften,
Akasyalar üzerine yağmur çiseler.
Ceyhun Atuf Kansu
Yanık Hava, 1950
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder