Sayfalar

30 Aralık 2017 Cumartesi

Sevgilinin Balkonundan

Al beni kollarına gece.
ak karların eğdiği kalçaların
Hafif hafif esen yelle
Irgalanıp duruyor öyle.

Ama görüyorsun ki iniyor güneş,
Al bir renge bürünüyor ağaçlar,
Bütün kış boyunca, her gece,
Salınacaksın genç bir gelin gibi.

El ele geçeceğiz seninle
Büyük Ayı'nın yüreğinden;
Berenice'in saçlarının arasında
Yatıp uyuyacağız seher vakti.


Cesar Baltag
Çeviren: Muzaffer Uyguner

Al Elma

Al bir elma
üzerinde masamın.
Rengiyle efsunlamış
kağıtlarımı, kitaplarımı, odamı.
Ala kesmiş her şey
Alevden bir dünya sanki.
Bir lekecik var
küçük,
ak,
yuvarlak
-gözyaşı gibi-
tam ortasında.
Bir yaprağın
marifetidir o.
Dikip gözlerimi
sılamdan gelen elmaya,
düşünüyorum,
anımsatıyor bir lekecik
büyüdüğüm bahçede
bana bakıp duran
tanıdık bir gözü.
arıların vızladığı çiçekli ağaçları,
yoncaları ve kaval seslerini,
ötüşen ardıç kuşlarını,
bütün çocukluğumu.


Aurel Rau
Çeviren: Muzaffer Uyguner

Boşun ve Dolunun Gizleri

Dilini ısıtıyordu güneşte
Çiçeklensin diye fırlatıyordu toprağa sırça parmağını
Hep üşüyor ve ovuşturuyordu ellerini
Ölüp ölüp gidiyor kunduralarını giyiyordu
Tarayıp duruyordu saçlarını kapatıyordu kilitli kapıları
Koşup koşup duruyor bakıyordu içinden buzların
Suya bakıp da daireler çiziyordu
Ve çözünce askılarını bacakları düşüyordu


Aurel Rau
Çeviren: Muzaffer Uyguner

Yürüyen Ağaç

Nereden fışkırdım, nerdeyim şimdi,
Uzaklardayım benliğimden bile.
Yürüyen bir ağaç gibiyim
Hiçbir kökü olmayan.
Büyüyor sessizliği dünyanın
Beni dinlemek için susuyor ıssız orman.
Ey ağaç kardeşlerim, durun.
Beni fışkırtan gücü anlatacağım.
Yürüyen bir ağaç gibiyim
Hiçbir kökü olmayan.


Tiberiu Utan
Çeviren: Muzaffer Uyguner

Ayrılış

Bırakıp gidiyorsun artık, ey gençlik;
Şölen bitti, boş bütün kadehler,
Karlar yağdı şakaklarıma.
Atıldı bütün köprüler arkamda.
Irmak ayırdı ikimizi,
Büyük yangınların üzerindeki
Duman gibi yitip gittin sen.
Geçip gitti gençlik sen yoldasın,
Çevir bana gözlerini...


Tiberiu Utan
Çeviren: Muzaffer Uyguner

29 Aralık 2017 Cuma

Güzellik

Güzellik, ey garip kuş,
Bahçemde uçup duran
Ve sonra bazen konan
Dallardan birine
Ve ürperten onları.
Bu kadar yakından görmek.
Açılıp kapanan kanatlarını.
Mırıldanmak ve yalvarmak
Dursun diye bahçemdeki uçuşu.
Ve dursun diye ötüşü,
Dinlensin diye biraz.


Tiberiu Utan
Çeviren: Muzaffer Uyguner

Madrigal

İnce bir mendille
sallanan eliniz
ışığa doğru, aniden,
fışkıran bir kaynak gibi.

Söyleyebilir misiniz, hangi usta demircidir,
altın bir makasla kesilmiş
maviye tutkun,
eşarbınızın göğündeki?

Altına gidin ağaçların,
bir piyano gibi uğulduyor yaprakları,
ve parlayan suyun üzerindeki
şaşırtıcı tahta köprülerden geçin.

Biz de, seninle ben,
gizlerle dolu yola çıktık:
kristaller arasındaki gün gibi.
dizeler doluyor içime.

Karşı karşıya kalınca
seherle, pencerede,
selam yolluyor bana gök
eşarbınızdan


Alexandru Andritoiu
Çeviren: Muzaffer Uyguner

Ne Güzel Şehirde Yaşamak

Havaalanı eve giden yol. Bükreş'te
Sonra o alışılmış soru:
Nerde çalışıyorsun? Nerde oturuyorsun ...

Günlük hayat sana şükürler olsun!

Her tramvayın numarası ayrı güzel
beş, yirmi, yirmi altı ya da on iki
Dilersen yürü
Telefon et istersen.

Tramvaylar, telefonlar size şükürler olsun!
Haftanın yedi günü
çalışıp, harcadığı yedi çeşit gün.
bazen güceniktir günler
bazen da duygulu.

Heyecanlı, zengin haftalar size şükürler olsun!

Her gün bir bayrama dönüşebilir.
Ama bazen pazar günleri kasvetlidir.
Eşyalar soğuk. Kulakları sağır eder sessizlik
Bakardık
birden
kefeni çalıverir biri


Nina Cassian
Çeviren: M. Roman - S. Sezer

28 Aralık 2017 Perşembe

Yalnızlar

Uyu! Taptaze bir hava getiriyorum sana;
Titrek kandil de sönüp gitmiş masada.
Alacakaranlıkta parlayan mücevher gibi
Yalnız közler ışıl ışıl parlamada.

Yağmur ve fırtına vuruyor camlara,
Kapkara bir gece, göz gözü görmez dışarda.
Soluk alıp konuşan damlalıklar
Unutulmuş bir zamanı anımsatmakta.

Bir tek ışık bile yok perdelerde.
Bilinmeyen dostlar var biliyorum
Karanlıklarda paylaşıyorlar mutluluğu.

Yalnızım, karanlığı bekliyorum.
Artıyor gürültüsü dışarda yağmurun.
Kara gözlerini öpmek için eğiliyorum.


Gheorghe Topiceanu
Çeviren: Muzaffer Uyguner

Yağmurlu Sone

Robenson gibi yapayalnızım,
Hiç kimse anmıyor adımı;
Ellerimle sürdüm sürgüleri
Rüzgar bile çalmıyor kapımı.

Daha mutluyum sanırım herkesten
Herkes yitti gitti gözümde,
Bir kız saçı var yayımda:
Özgür, uçup duruyoruz göklerde.

Ey yeryüzünün güzel tanrıçası,
Sıkılıyorsunuz kalabalık içinde;
Bense özgürüm böyle göklerde.

Biliyorum ki tek dörtlük de yeterdi,
Ozan yalnız, kızı da çeyizsiz işte,
Nerde o eski günler, nerde?


Gheorghe Topiceanu
Çeviren: Muzaffer Uyguner

Fildişi

Sonunda, ölü saatlerin bitiminde,
Sert ve yüksek, günden güne,
Geceden geceye, yükseldi Kale
Çevremde,
Yapayalnız, bekliyorum. Sessizlik. Her şey çok uzak.

Çölde bir haykırış:
Rüyalar nerde? kayalar nerde? sen nerdesin anne?
Hata kimin? beni ayıran ne?
Duyan yok sesimi. Bana seslenen de yok.
Çok geç artık. Kale yükseldi gecenin ortasında.


Ion Vinea
Çeviren: Muzaffer Uyguner

27 Aralık 2017 Çarşamba

Görüntü

Her taraf sessiz .. bir rüzgar
esmede ırmak üstündeki köprüde .. don
çözülüyor, kargalar ...
Duygular, hayat.
Her zamanki gibi yalnızım ...
Mor sis içinde dallar ...
Irmağın köprüsünde esiyor yeller ...
Vakit tamam., hayat.


George Bacovia
Çeviren: Muzaffer Uyguner

Bahar Canlılığı

Bahar,
Kokulu bir resim ve oyunu morların ...
Vitrinlerde, bilinmeyen bir ozanın şiirleri;
Şehirde, soluk alışı valslerin,
Yeni bir baharı bu düşlerin ve görüntülerin ...
Tatlı bir uzanışın ürpertisi; mırıltılar çevrede,
Parıl parıl ve yakıcı güneş.
Solgun bir işçi fabrikanın bahçesinde
Mavi göklere bakıyor mahzun mahzun.

Yıllanmış acılar üzerine bir yeni bahar,
İşte köylülerle dolu kırlar,
Sanki kımıldıyor toprak, yüreği oynatıyor:
Her şey yerli yerinde ve kalacak öylece
Her şey beklenecek gene de duracak öylece.

Bilmem ne zaman söz edeceğim başka bahardan.


George Bacovia
Çeviren: Muzaffer Uyguner

Mezamir

Masal kahramanı gibi karadan ve havadan,
Dolaştım ülkemin kırlarını ve ormanlarını;
Doruklara çıkınca gördüm uçurumlara açılan
Erişilmez yüksekliklerini, yüksek dağlarını.

Gecelerin o bilinmez parlaklığında, yıldızlar
Çağırıyordu beni göklere, bense çukurdaydım.
En uzun ve yakıcı çöl yollarını seçtim de
Bir iz bile bulamadım gene, hala yollardayım.

Seni aradım dizelerimde, sözcüklerde, hecelerde,
Kah, dizlerimin üzerinde, kah, sürüner-ek yerlerde.
Bu sonsuz işkencede iyilikler umarak
İnandım ki muhtacım senin merhametine.

Uzun süredir yalvarıp yakarıyorum böyle
Kendimde buluyorum seni, inan ki seviniyorum.
Eşiğine yüz sürüp dualar okuyarak, seni,
Sürgülerde, zincirlerde, parmaklıklarda duyuyorum.

Bütün gücümle atılıp kırmak istiyorum engelleri
Sen geçiyorsun önüne, sıkılı bırakıyorsun elleri


Tudor Arghezi
Çeviren: Muzaffer Uyguner

26 Aralık 2017 Salı

Küf Çiçekleri

Duvardaki çıplak hücrenin sıvasına
Tırnaklarımla yazdım
Karanlıklarda yalnızlığımla
Ne boğa, ne aslan, ne de kartal
Yardıma koşamadılar
Onlar çevreyi düzelttiler, taradılar
Luka için, Marku için, Joan için
Bunlar yaşsız dizelerdir
Çukur yırları
Günün koşukları
Şimdi gökçe tırnaklarım kör olunca
Salıverdim büyüsünler diye
Ve büyümediler
Büyüseler de belki duyamazdım
Karanlıkta, yağmur uzaktan geliyor
Parmaklarım acıyordu bir pençe gibi
Ve hiç yumruk olmuyordu
O vakit sol elimin tırnaklarıyla yazdım.


Tudor Arghezi
Çeviren: Nevzat M. Yusuf

Akşam Yemeği

Soğuk ve çamurda
Hırsızlar kafilesi yürüyor ikişer ikişer
Zincirler ayaklarında
Ter ve koyu çamuru yaratarak
Yemek hazır
akşam, yağmur çiseliyor ak
Kürek kadar ağır kepçe
Çorba dağıtıyor iki fıçıdan

Birkaçı insan öldürmüş
Birkaçı hırsızlık ya da bir düş için tutuklu
Neyse tümü bir arada-bükülmüş
Ha zengini yatırırsın- Ha yoksulu kaldırırsın
Hortlaklar bahçesi gibi-sürü
omuzları, kalçaları, ayakları eğri-büğrü
Kendi kanlarını götürüyorlar
Sıcak tasta sarımsı buhar


Tudor Arghezi
Çeviren: Nevzat M. Yusuf

İçerik

Toprak, tarlalar, hasatlar,
Hepsi benim omuzlarımda,
İnsanlar, sürüler ve hayvanlar,
Saban izleri,
Daracık yollar ve saz damlar.
Sis, yağmur ve rüzgar
Hıçkırıklar, korku ve acı.

Nasıl sığdı içime ülkem?
Nasıl toplandı her şey üzerinde küreğin?
Ormanlar nasıl toplandı köhne vazoda?
Ve bütün deniz bir su bardağında?

Ben de
Aynı çamurdanım onlarla,
Hepimiz parçasıyız Tanrı'nın.


Tudor Arghezi
Çeviren: Muzaffer Reşit

25 Aralık 2017 Pazartesi

Gecikmiş Sevda

Evet, karşılık verebilirdim tutkuna senin.
akıl olmaz diyordu, olur diyordu gönlüm.
Senin ateşine yanmam için sanıyorum ki
Fırtınalarla sürüklenip gideceğim ben.
Nerden çıktın böyle yalaz yalaz
Ateş yıldızlarıyla sarmak için dört bir yanımı?
Aldırmasan da şimdi ortada ve açık.
Çocuğum yerindesin benim,
Ya da çocuğum olabilirdin.
Aşkın kanatlanıp uçuşu hep birden olur,
Ayrım gözetmez, bir araya toplar insanları,
Önemi kalmaz yaşın, eşitlenir,
Tutkulu, ateşli ve çekici olur kadın.
Sen nasıl da tazesin, fidansın, yaşam dolu.
Senin olmamı istiyorsun, kuşkusuz, endişesiz,
Benimle ilgili ne varsa, seninle ilgili ne varsa.
Kurban edilmiş akşamdan sabaha.
Kendini bana vermek istedin, bırakıp dünyanı,
Benim şiir evrenime.


Tudor Arghezi
Çeviren: Eray Canberk

Şair

Ulusumun ruhunda erimiş ruhum ben
Onun sevinçleridir haykırdığım, onun kederi.
Yarasında duyduğu acıyım ben,
İçtiğin zehir yakar yüreğimi
Ecel, şerbetini sununca sana
Seçtiğin yol ne olursa olsun.
Orası tapınak olacak bana.

Ulusumun ruhunda erimiş bir ruhum ben,
Onun sevgileridir haykırdığım, onun kinleri.
Tutuşturan yelim ben, ateş olunca sen.
Bir tek iradeyiz biz, çünkü tektir her zaman
Ne varsa bizim olan, bizi kaygılandıran ...
Kaynaksın sen, türkülerimin ereği.
Alın yazının dediğine uymayan
Tek söz çıksa ağzımdan
Yıldırımın hazırdır, yüce ve kutsal halkım.
Vurur ağzıma susturur beni!
Nice kişilerin peşinde koştukları
Başkaları için ne boş şeylerdir ya.
Ama her şeyi bilir o, pergelini dünyanın
İki ucuna koyan, ölümle yaşam arasına.
Belli olmaz verdiği, bazı kara bazı ak
Oysa içimde yüreksin sen, yüreğinim senin de
Yüzyıllar gelip geçer açıp kapayarak
Kaderin ölümsüz defterini ve ben
Ruhundan bir parçayım, halkım benim.
Hiçbir zaman bölünmeyen.


George Cosbuc
Çeviren: Muzaffer Reşit

Toprak İsteriz

Yersiz, yurtsuz, aç, çıplak,
Taşıdım sırtımda insafsızca vurarak,
Köpeğindim çünkü!
Nerden kopup gelmiş, yabanın dölü.
Şeytanla uzlaşman varsa eğer,
Vur vurabildiğin kadar, köpeğin olalım gene,
Katlanırız bütün yüklere, sefalete
Eyvallah boyunduruğunuza, gem'inize.
Yeter ki toprak ver bize!

Bir ekmek kırıntısı dünden artmışsa
aldın elimden onu da
Çocuklarımızı sürdün savaşa,
Kızlarımızı yatağına!
Sövdün, ne din bıraktın ne iman,
Yabancı sana utanç ve inanç,
çocuklarımız kırılır yollarda açlıktan.
Acısı çöker yüreğimize,
Hepsine katlanırız, hepsine,
Hele toprak ver bize,

Göz koydun köyde mezarlarımıza,
Sürdün, tarla ettin birer birer,
Aç gözlü sabanın ardında
Sürüklendi kemikler.
Sızlattın çukurlarında kemiklerimizi
Ne umurunuzda! Sürdün damımızdan bizi
Soğuğa ve rüzgara çırılçıplak,
Ölülerimizi bile topraktan çıkararak,
Ah, onlar için onlar rahat uyusunlar diye,
Toprak ver bize!

Bir şey daha bilmek isteriz biz de
Kalacak mı rahat kemiklerimiz
Biraz insaf olacak mı sizde
Dünyadan göçünce biz!
Öksüzlerimiz ya analarımızı
Kabrimizin başında isteseler ağlamak
Bilecekler mi hangi çukurdayız-!
Yok bize ölmek için bile toprak.
Oysaki dindaşız sözde.
toprak ver bize.

Vaktimiz yok hatta duaya bile
Zamanımız da sizin elinizde.
Oysa biz de taşıyoruz can.
Unuttunuz çoktan!
Yemin etmişsiniz sanki birlikte.
Hakkımız ve sözümüz olmasın diye!
Bağırsak, dayak var, işkence var,
Kıpırdamak zincirler, prangalar.
Olsa olsa kurşun verirsiniz tek
Toprak verin desek!

Ne gömdünüz bu toprağa siz?
Siz buğdayınızı, atalarımızı biz,
Koynunda analar, kardaşlar, bacılarımız var,
Çekilin yolumuzdan yabanlar!
Bizim toprağımız değerli ve kutsal
Beşiğimiz o bizim ve mezarımız
Koruduğumuz sıcak kanımızla
Ve ne kadar ıslattık onu ne kadar
Acı gözyaşlarımızla biz,
Toprak isteriz.

Gayri ne halımız kaldı, ne dermanımız
Böyle yaşamaya dilenci gibi
Yolunuza sebil oldu kanımız,
Yabanın dölleri!
Sabrımızı tüketmeye görsün
Açlık bizi diretmeye görsün
Tanrı korusun, görmeyelim biz o günü
Toprak değil, kan istediğimiz o günü
İsa da olsanız kurtuluş yoktur size
Mezarlarınızda bile!


George Cosbuc
1894
Çeviren: Y. Nevzat - M. Reşit

Yıllar Geçiyor

Yıllar geçiyor -ovaların üzerinde upuzun bulutlar-
Ama artık bir daha geri dönmüyorlar.
Artık avutmuyor beni eskiden başımı döndüren ne varsa:
Masallar, çalgılar, oyunlar, boş inançlar.
Çocuk alnıma dinginlik armağanı getiren şeyler.
Anlamakta güçlük çekiyorum, oysa apaçık anlamları.

Bugün boş yere sarıyorsun beni gölgelerinle.
Gizemlerin saati, günün veda saati.

Hayatın geçmişinden bir ses koparmak isterdim,
Tekrar titreyesin diye sen, ruhum, onu duyunca.

Elim dolaşıp duruyor boş yere lirin telleri üzerinde.

Her şey yitip gitti gençliğin ufkunun arkasında
Ama tek sözcük çıkmıyor zamanın güzel ağzından!

Saatler, günler, aylar, yıllar yığılıyor arkamda.

Bense gittikçe gömülüyorum dipsiz karanlıklara.


Mihail Eminescu
Çeviren: Özdemir İnce

23 Aralık 2017 Cumartesi

Kuşatma Haberleri

Senin yansızlığını kullanıyorum,
ince yüzünü, duru güzelliğini
kapılar önünde yol gözleyenlere
kuşatma haberlerini iletmek için.

Çektiğimiz acıları anlatırsın onlara
saçlarımızı ağartan güç günleri:
duygularımızı anlatırsın, söylersin
saçlarına sakladığımız sözleri.

Anlatırsın onlara, beslediğimiz kini,
nasıl siperler kurduğumuzu çevremizde
açlık ve acı gecelerine karşı
kurduğumuz o kin siperini.

Rahatça sıyrılır gözcülerden
o yansızlığın sıyrılır geçer,
fotoğraflar götürürsün yanında,
bir harita, iki mektup, gözyaşı.

Nasıl yorgunuz sessizlikte, onu anlatırsın,
nasıl sessizlik yiyor sessizlik içiyoruz,
nasıl yaralanıyoruz sessizlikte
ve nasıl ölüyoruz, anlatırsın.

Git bakalım elinde ışıkla,
surlar dışında kimi bulursan anlat,
anlat dünyamızı onlara,
korkularımız anlat, ölen şiirimizi.

Git bakalım, gazetelere anlat
duvarlara yaz asitle,
Gördüklerini, bildiklerini dile getir,
iki akın arasında sana dediklerimi.

Söyle onlara, korusunlar
kurmakta olduğumuz kalelerin gizini...
Ama o kalelerden sarkan alev alev bir çiçek
duru adını açıklıyor dünyaya.

Bu kentte direniş var, söyle onlara
bombaların yıktığı bu kentte,
su azalırken, yiyecek tükenirken
öfke çoğalıyor, umut artıyor şimdi.


Egito Gonçalves
Çeviren: Ülkü Tamer

Kuşkulu Gece

Odamda yapayalnız unutuşun ışığında yazıyorum.
Bırak da yazayım ilerleyen gecede:
Alacakaranlıktan bir parçayım.

Buruk tadıyım bu acılığın
yaratıldığım toprak kadar umutlu,
savaşın bize vaat ettiği tek yasa olan
gelecek barışın gerçeğiyim.

Masalların ve inançsızlığın uçurumlarıyla,
nerede olduğunu bilmediğim yerlerden geliyorum.
Fablların ve öykülerin hayvanını yaratan benim
gizli sevinciyim ben insanoğlunun.

Öyle bir tutsağım ki
zorla kabul ettirilen bu bayağı sessizlikte,
kaç kez gömülmüşüm böyle
yüreğimin derinliğine.

Bırakın diyeyim diyeceğimi geceler boyunca
uykusuzluk nasıl da uzun ve zor.
İşte seherin aydınlığıyla süsleniyor dizelerim,
yeni vatanın toprağıdır çağıran bizi.

Ateşin alevleri kör edemez bizi asla
ve bu hüzün de benim değil artık.
Portekiz ağladığı için ağlıyorum ben
yaklaşan ışığı büyültmek için.

Evlerin üstünde duyuyorum yelin uğultusunu,
daha iyi dinlemek için duruyorum bir an:
Dönüp duran kuş mudur, denizle hüznün
yendiği bir halkın uçuşu mudur?

Sözlerin ve eşyanın mırıltısıdır bu
sesinin gölgesinin kucağında böyle:
Yıldızların ve gömütlerin dirilişidir bu
dünyanın uzanan kollarıdır bize doğru.

Ülkenin ve yelin gürültüsüdür
pencereme vuran ve bana yaz diyen:
Sensin, sevgilim ve siz, insanlar, düşünceler,
geceleyin de gören ve bana gelen hepiniz.

Yazarak tüketiyorum sürgün günlerimi
kımıldayan eşyanın karmaşası içinde.
Açık duruyor kitaplarım üstünde masanın
Beni öven sessiz sayfalar ile.

Meyveler gibi kesik, beni rahatsız eden
gerçeği aradığım olgular gibi kesin:
kitaplar basit, ateşli, doğru,
yasak bütün sertlikler.

...................................

İnsanların ve eşyanın sesini dinleyerek,
Yaşama ve yellere bırakıyorum kendimi
- Sen inebilirsin sessizce
dizelerime, unutuşun ışığı.


Carlos De Oliveira
Çeviren: M. Uyguner

Ossonobra Yıkıntılarındaki Romalı Baş

Yitip gitmiş baş, katı,
kesilmiş halinle ne kadar güzelsin.
hiçbir şey taşımıyorsun kudretli imparatorluktan:
Boş gözlerin bir şey anlatmıyor artık.
alaylar yürümüyor dudaklarında,
öldürülen ve tartaklanan
insanlar dolaşmıyor tepesinde burnunun.
Seyre dalınan hayatın tatlılığı
sessiz sağduyunun soğuk değişmezliğinde
biraz -ve yalnız bir an- bırakıp
düşünceye delilik katmaya
zorunlu olduğunu bilerek,
Düşlenen bir erdem: tutsak,
vücudun hüzünlü saatlerinde, hiç kimse
giremez onun kalbine ve kocası
belki doğuran odur onu, hiçbir zaman
uzun uzun bakarak düşünmedi kendine dönüşü.
Yaşadı, öldü, sütunlar ve insanlar arasında.
çayırlar ve dereler, gölgeler ve ekinler.

Tiyatrolar, bağbozumları arasında, -peri gibi.
Fakat nerede? İmparatorluk geniş.
Bütün tanrılar onundu, tanrıların yüzü
yoktu. Ve insanlar,
tanrılaşmak için hazırdılar
kendi yüzlerini bırakmaya. Bu
yitip gitmiş baş direnmiş:
ne peri ne kadın, yalnız bilim
ve bizden bizi kurtaramayan.


Jorge De Sena
Çeviren: Muzaffer Uyguner

Gelecek İçin Kaside

altın yaldızlı bir düş gibi
söz edeceksiniz bizden. Konuşmalar sessiz.
Hareketler ağır. Tatlılık, müzik.
Düşünce acı. Gülüş keskin.
Boşlukta geçip giden görüntüler.
özgürdük. Konuşuyorduk.
Bilgindik ve sevimiz
tatlılık ve sükunla doluydu.

Azalmış, hüzünlü bir can sıkıntısıydı
sizin düşlerinizdeki.

Ve fırtınalar, düzensizlikler, haykırışlar.
Geçip gittiğini bilemediğimiz baharlar
şiddet, alay, kinci bir karmaşa
ne kadar yakınımızdaydı tepelerde,
hapisler, ölüm, satılık sevi.
gözyaşları ve savaşlar,
aradığımız yaşamın umutsuzluğu
- sizin düşlediğiniz altın çağda
bu hüzünlü can sıkıntısı olmayacak.

Ve gizlice, özlemli ve sevinçli.
bizi konuşacaksınız -bizi- bir düş gibi.


Jorge De Sena
Çeviren: Muzaffer Uyguner

22 Aralık 2017 Cuma

Biliyorum

Biliyorum, yalnızım ve donmuşum yapraklar arasında.
Hiçbir mağara saklayamaz beni artık
Varlığımdan kopmuş bir göl gibiyim
Gözlerimde sönüyor görüntüler.

Boşlukta yarattığın melodiyi
söylüyorum içimden. Düşüyorum görüntülerden
ölü bir kuş gibi donmuş toprağa
düşen kuru yapraklar gibi.


Sophia De Mello Breyner Andresen
Çeviren: M. Uyguner

İşte

İşte
Soyunmuşum bütün giysilerimden
Ayrılmışım büyücülerden, kahinlerden ve tanrılardan
Yapayalnız kalmak için sessizliğin karşısında
Sessizliğin ve yüzünün güzelliği karşısında

Fakat sen yoksun arasında bütün yoklukların
omuzun dayanmıyor elin dokunmuyor
Senin bulunmadığın zamanın merdivenlerini iniyor kalbim
ve rastlıyor sana
Ovalarda ve sessizliğin ovalarında

Kapkaranlık gece
Kapkaranlık ve saydam
Fakat yüzün ötesinde donuk zamanın
Ve oturmuyorum sessizliğin bahçelerinde
Çünkü sen yoksun arasında bütün yoklukların.


Sophia De Mello Breyner Andresen
Çeviren: Muzaffer Uyguner

Fernando Pessoa

Gölgelere adanmış gerçek türkü
Senin hayatından çıkarılmıştır
İnsan olmamak cesaretin
Bir pusulaya dayanan gemiciliğin
Yıldızların olmadığı sonsuzluk denizinde
Senin kendine has doğru görüşün

Yarattın ölçülü şiirini
Ve sen dört yüzü olan bir tanrı gibisin
Ve sen birçok adı olan bir tanrı gibisin
Alınyazısının olmayan anıtısın
Şimdi olmayan varlığını koruyan
Ve yok olan yollarda
Toplanamayan otlara benzedin


Sophia De Mello Breyner Andresen
Çeviren: Muzaffer Uyguner

21 Aralık 2017 Perşembe

Hiçbir Şey Kalmayınca

Bir gün çırılçıplak bir büyük
Zenginliğin ortasına oturtacağım seni
Su gibi ağır giysilerin olacak
Meyvelere güzel kokusunu veren kadın çorapları
Kocaman kocaman kasketler olacak
Ve türlü türlü metaller

Siyah bir manzaranın ortasında
Çırılçıplak görmek istiyorum seni
Bronzların şamdanların vazoların ortasında
Burcu burcu tüterken vanilyalı punç
Azgın köpeklerin burunlarına

Bir Rembrandt'ın böyle bir tutkusu olmalı
Ölüme gömülen Saskia'sının tararken saçlarını
Üzümün ağırlığıyla ona engel olmak istermiş gibi
Zincirlemek istermiş gibi şamdanların
O ölçüye gelmez paha biçilmez ışığında


Stanislaw Grochowiak
Çeviren: Özdemir İnce

Coşkunluk

İnsanın burun deliklerini genleştiren bir rüzgar
böyle bir rüzgar var işte
İnsanın çene kemiklerini donduran bir soğuk
böyle bir soğuk var işte
Sen benim için ne kekiksin sen gülsün
bir şey ay ışığında tatlı bir an kadar
ama bu kara yel
ama bu beyaz don

Kadının dudaklarını aralayan bir rüzgar
böyle bir rüzgar var işte
kadının kalçalarını aydınlatan bir ışık
böyle bir ışık var işte
Bende güven falan aradığın yok senin
ne de destek olabilecek bir omuz aradığın
ama bu tuzlu yağmur
ama bu yazdıklı ışık

Aşıkların vücutlarını kül eden bir ateş
böyle bir ateş var işte
aşıkların gözlerini yerinden fırlatan ölüm
böyle bir ölüm var işte
Ve işte Sevinç'in ıslak çayırları üzerinde
yükseliyor bembeyaz bir fildişi kule
Temiz ateş gibi
Ve pürüzsüz ölüm gibi


Stanislaw Grochowiak
Çeviren: Özdemir İnce

Sen ve Ben

Pasın renkli kabuğunda
bir horoz olduk
uçmak için gazete parçalarına
yığmak için ince dallar.
Sonra dalgalı bataklık üzerinde
yellere bıraktık kalyonlarımı.

Açık denizde
gözlerimizden ırak
yalpalayıp sallanıyorlar.
Uğulduyor üstümüzde cılız ağaçlar
ve titreşiyor güneş.
Şu anda da
kıyısında bir ırmağın
ya da köpüklenen denizin
Yuvarlanıyor çakıllar
yuvarlanıp duruyor.

Böyle başladık konuşmamıza
bizim için konuştu
çıplak dalları kışın
ve bir meşeden yelkenli
uzaklaşıp gitti karadan.


Adam Czerniawski
Çeviren: Muzaffer Uyguner

20 Aralık 2017 Çarşamba

Sobamı Alırlarsa

Bir çini sobam var
bir zafer anıtına benzer sobam

Çini sobamı aldılar elimden
zafer anıtına benzeyen sobamı

Geri verin benim çini sobamı
zafer anıtına benzeyen sobamı

Aldılar elimden sobamı

Boz
renkli
bir boşluk
kaldı
ondan geriye
çıplak boz delik,
Ama yeter bana:
çıplak boz delik
çıplak -boz- delik
çıplakbozdelik.


Miron Bialoszewski
Çeviren: Özdemir İnce

Hep Aynı Şeyler

Sanki okulda gibi bitirme sınavları döneminde
Bir sessizlik bir sessizlik
Ayak uçlarına basa basa girilir
Ağırbaşlı herkes koyu renk giysiler içinde, kopya yasak
Bulutların geçtiği görülür ve birden bir yığın şey anımsanır
Islak leylağın kokusu ve arıların dansı yazların sonsuz dinginliğinde
Ama bitirmek ve vermek gerek yaptığın şeyi dört gözle bekleyene
Yağmurlu güz ayları geldi işte sürükleniyoruz kayın ağaçları
     altında bir kil ve çamur denizinde
Dön dolaş hep aynı şeyler gene


Artur Miedzyrzecki
Çeviren: Özdemir İnce

Sende Yansıyorum Ben

Sende yansıyorum ben -der şu seyirci insana
Haber benim - der gazetenin muhabiri
Dünya benim - der su damlası
Ağacım uçtu - der düşerken yaprak

Ama umursamaz bu görüşleri rüzgar
Suyu karıştırır sürükler gazeteyi
Meşeleri soyar
Kırar yağmuru

Çağını tanımak kuruntusuna kapılmasın kimse


Artur Miedzyrzecki
Çeviren: Özdemir İnce

19 Aralık 2017 Salı

Ne Yapmalı - Ne Yapmamalı?

Aya aşık olmamalı insan.
Elinde ağırlığını yitirmemeli balta.
Bahçesinde buram buram kokmalı çürük elmalar
Biraz da ısırgınlar boy vermeli.
İnsan konuşurken kullanmamalı en sevdiği sözleri.
Yarmamalı bir tohumu içinde ne var diye.
Ekmek kırıntısı dökmemeli yere, tükürmemeli ateşe
(Litvanya'da bana bunu böyle öğrettilerdi).
Izbandut, mermer merdivenlerden çıkarken
Çizmesiyle basamakları çentiklemeye kalkabilir
Merdivenlerin sonsuz olmadığını hatırlatmak için.


Czeslaw Milosz
Çeviren: Talat Sait Halman

Bir Görev

Korkudan titreyerek düşünüyorum da yaşamım muradına ererdi
Ele güne itirafta bulunmayı göze alabilseydim.
Açığa vurabilseydim bir yalanı, kendimin ve çağımın:
Cücelerle iblislerin dilinde çığlık atmamıza izin verdiler
Ama yasakladılar saf ve cömert sözleri
Öyle yaman cezalar koydular ki bir tanesini bile söyleyen
Kendini kayıplara karışmış sayıyordu.


Czeslaw Milosz
Çeviren: Talat Sait Halman

Kaçış

Kaçıyorduk yanmakta olan kentten:
Tarlalardan geçen ilk yolda durup geri baktık da
Dedim ki: "Otlarla örtülsün ayak izlerimiz.
Yangında sessizliğe gömülsün amansız peygamberler,
Ölüler anlatsın olup bitenleri başka ölülere.
Bizim yazgımız, yeni bir vahşet kabilesi doğurmak
Uyuklayıp duran kötülükten mutluluktan öte.
Gidelim" ve alevli bir kılıç, yeryüzünü açtı bize.


Czeslaw Milosz
Çeviren: Talat Sait Halman

18 Aralık 2017 Pazartesi

Üçüncü Ağıt

Gözlerim kamaşmıyor artık, kamaşmıştı bir zamanlar
hemen gözlerimi kapatıyorum kum fırtınasına karşı
yıllardır geciken sözcükleri çağırıyorum yanıma
güzel olmasına güzel, ama bomboş yıllar

Paldır küldür dalıyorum dilin dehlizlerine
ortaya çıkmak istiyorum gün ışığıyla birlikte
kimi zaman az konuşuyorum kimi zaman da fazla
imler yoruyor beni, kendimi nesnelere yaslıyorum

Sen ki kırlangıçların kaygılarını giderensin
anladın beni anlamasına, ama harfi harfine
uzaklaşıp gitti dünya ve taşlaşıyor kuş
insan yüzüne gelince: dönüşüyor manzaralara.


Adam Vazyk
Çeviren: Özdemir İnce

Baykuşlar

Ne yapar baykuşlar gündüzleri acaba?
İşleri başlarından aşkındır geceleri.

Penceremin altına kurulup öterler
uzun uzun şafaklara kadar

Yaşayanların baykuşudur biri
bir tavan arasında oturur
Berkley ya da Londra'da

Bir tek cümle bilir
ve onu tekrarlar bu baykuş
anımsamıyorum, hiçbir şey anımsamıyorum

Ne tangoyla dans ettiğim Wanda'yı
ne kirazların o görülmemiş bolluğunu
ne de bunca iyi oluşunu bize karşı

Zaten öyle kirazlar da çıkmıyor artık
anımsamıyorum, hiçbir şey anımsamıyorum

Öteki baykuş ölülerin kuşu
tüneyip bir daha bağırır da bağırır
anımsıyorum anımsıyorum

anımsıyorum sen de sevebilirdin

bir tek yanıtım vardır hep onu tekrarlarım
anımsamıyorum, hiçbir şey anımsamıyorum.


Yaroslaw Ivaszkiewicz
Çeviren: Özdemir İnce

Menekşe

İyi bak
şu menekşenin yapısına
sanki küçük bir katedral
ve adak taşında bir sarı leke
ortada

daha güzel
hem Paestum'dan
hem bütün tapınaklardan
adı bile anılmaz
Torun ve Cnacow kiliselerinin
onun yanında.

Belki sen oturursun
bu katedralde
ölümden sonra.


Yaroslaw Ivaszkiewicz
Çeviren: Özdemir İnce

Sanki Nedir Milletler?

Prangaya mahkum iskeletler.
Gençlik bağla bana kanatlarını
Ebedi göklerin yüksekliğinden

Ram edeyim bu köhne kainatı
Yılların izi yüzünde çizilen.
Alnı hüzünle toprağa eğilen
Dermansız göz kapaklarının çizdiği
O mahut çevrede kalır kişi,
Ey gençlik! kanatların götürsün seni
o vakur kartalın süzüldüğü yere
Keskin nazarların dalsın güneş gibi
İnsanlığın yayıldığı bütün aleme
Bak ayaklarında koyu bir sis

Gördüğün her şeyi karartmakta.
Bu kitle ki alçaklıklar
Etrafını bir tel gibi sarmış
İşte odur bütün dünya
Sana selam olsun Hürriyetin fecri
Ardından doğacaktır kurtuluş güneşi.


Adam Mickiewicz
Çeviren: Fuat Pekin

16 Aralık 2017 Cumartesi

Sana

Paydos düdüğü çaldı nihayet
Saat yine beşi oldu akşamın
İşçiler dağılıyorlar fabrikadan
Sen de aralarındasın.

Ne güzel baskın bu diye koşarak
Sevinçle uzattın ellerini bana.
Gülümsemenin öte yanında bitkinlik,
Gölgeler çevrelemiş gözlerini ama.

Ellerini avuçlarımla sarıyorum
Dokunuyorum onlardaki yorgunluğa, yaralara
Makinelerden doğru geliyorsun biliyorum:
Zalim öpüşlerin izi her yanında damga damga.


Rudolf Nilsen
Çeviren: Ata Karatay

Dua

Bombalar düşüyor: koparıyor başlarını çocukların,
Yakıp kül ediyor bir anda ihtiyarları
Kardeşinin gelini değil mi şu parça parça olan
Annenin göğsünde bak işte bir onmaz yara

Neredesiniz şimdi, ta güneşe dek uzattığımız kutsallıklar,
Cana yakınlık, anlayış ve ak yücelik?
Görmem zorunlu mu yok ediciliği tekrar tekrar
Hep sessiz bakıp kalacak mıyım olup bitenlere

Nereye kaçılabilir, insanlar öylesine dehşet içindeyken,
Kan ve gözyaşından gayrı beklenen kalmamışsa
Boğmuşken baygın türkülerin sesini yalan, korku
Çığlık çığlık biçerken tırpanıyla dört bir yanı

Doğa beşiği ve gömütü olan her şeyin
Tazele beni, kurtar varlığımı bu pis karanlıktan
Geri ver sevincimi, umudumu, şarkılarımı
Geri ver bana insan yaşamının kaderini.


Johannes Ur Kötlum
Çeviren: Ata Karatay

Kapatılmadan Önce Mektup

Kapatılmadan önce mektup
Ve taş üzerine isim henüz kazınmadan
Her şey söylenmiştir
Ama kimse okumamıştır daha.
Kelimeler yaprak gölgeleri gibidir
Yol üzerinde
Ve benzer yorgun adımlara -
Donmuş gecede.

Tutuşur gözlerde aydınlık
Karanlık şarkı söyler bir deniz gibi -
Kalpten doğru.
Oysa tek kelime okunmamıştır.
Hani acılar vardır:
Her kapıyı çalar, kaçınılmaz
Ve güçsüzlükler duyulur güzellik önünde
Tıpkı öyle.


Astrid Tollefsen
Çeviren: Ata Karatay

Bir Genç Adamın Düşü

İhtiyarlığımda
Bir evde yaşamak istiyorum deniz kıyısında
Önünden yüzmeye giden çocukların geçeceği

Penceremden içeri baktıklarında
Ellerimi görmeli onlar
Masa üzerinde kenetlenmiş duran
Mor damarlarla kaplı ellerimi

Akşam Üzerleri
Kapımdan geçmeli balıkçılar
Ağlarında o günün kısmeti
Ve ara sıra
Bir küçük armağan bırakmalılar
İyi geceler dilekleriyle

Bir saat vurmalı saat başlarını
Bitişik evde
Sonra bütün gece
Yağmur yağmalı
Tıpır tıpır
Çatıya, toprağa, otlar üzerine

Bir şarkı oluvermeli anılarda
Yağmur sesi
Sabaha doğru
Gelmeli uyku, sessizce

Yelkenleri ıslanmış bir gemi
Ağır ağır
Kayıp gitmeli açık denize

Bir evsiz barksız kedi
Beni dost, komşu edinmeli
Ve bir kayın ağacı gölgesi
Gerilip yatmalı odamda
Mehtaplı güz geceleri.


Astrid Tollefsen
Çeviren: Ata Karatay

15 Aralık 2017 Cuma

Çok Basit

Çok basit. Buğday olgunlaşır
ve ılık günün soluğunda
rüzgarın anaç parmakları
tepelerin taçlarını öperken
altın başaklar dalga dalga salınır.

Çok basit. Gündüzün ruhu dans eder
meltemin titreyen kollarında,
ve güneşin parıldayan ışınları altında
biçerdöver makineleri gidip gelirken toprak ve gökyüzü arasında
yabansı bir yaz mitologyasını anımsatır.

Zamanın ölçümü kesindir:
gündüz uzar geceye ve geçer onu,
gecenin mavi serinliğine
ve tanın uyanışına karışır.

Zamanın dili kesindir:
bir saat zevkle dinle bir bak
ellerin flamalar gibi uçuşan
yeni doğmuş ekinlere dokunsun.
Kesin barışa evrensel bir inanç vardır;
bu barış, biçilip, dövülen ve tane tane
ayrılıp ekmek yapılan ekin için olursa.

Çok basit. Bir adamla karşılaşırsın tarlada,
adını bilmediğin,
ve ona "İyi şanslar!" dersin,
ve o da sana bir sağolla karşılık verir.
Bu minnettar toprak üstünde
bir efendi gibi dimdik durur,
ve buğdaylar dalgalar halinde kabarırken çevresinde,
başaklar hacılar gibi saygıyla eğilirken,
alnına kaldırır elini
ve siler alnındaki ışıldayan, boncuk boncuk
dürüst ter tanelerini.


Andrei Lupan
Çeviren: Yusuf Eradam

Akşam

Bazen, giderken hiçbir yerden hiçbir yere
yakalarım ay televizyonunu ve bakarım
insanlığın geleceği konulu yayımladığı izlenceye
ve haykırırım sokaklarda
yeryüzüne sadık bir iyimser olarak
protestolarımı,
ortaya çıkıncaya kadar birkaç insan
kurşun izleri taşıyan evlerle
köşe başındaki meyhane arasında

Kimse çıkmaz
benim için bildiri dağıtacak.


Anna Pardi
Çeviren: Özdemir İnce

Ordular Yolu (Samanyolu)

Ne kan, ne ateş, ne devrim,
Pazartesi, salı, çarşamba, perşembe, cuma yalnızca


Anna Pardi
Çeviren: Özdemir İnce

14 Aralık 2017 Perşembe

Keleti Anna Keleti

Keleti Anna Keleti
İşte yılların yaprak dökümü
Yok olmuş çocuk düşleri
Başladı yolculuğun

En kızıl ana doğru
Büyüyor ışıltılı yıldızın
Zaman içinde, artıp giden
Senin gittiğin gibi zaman içinde
Saçlarım sensizlikte
Okşayan parmaklarından yoksun

Neden doğmadın daha önce benim için
Bunca kadının oyuncağı olan!
Duygularımızı uyutan zaman
Aldatır, ihanet eder bize,

Arzularımızın çıplak kutuplarında
Ancak ellerimizdir birleşebilen
Kaderin bağlamış seni
Yalan bilmeyen bekçi.

Neden gelirsin, umut maskesi
Yüzünün baharıyla.
Aynamın gecikmiş aksi
Ben başka bir çağın yavuklusuyum.

Anna Keleti, sevgili Anna
Ne bir çare, ne de vaat,
Beklemiyorum seni bekleme beni
Çağırma beni, beni bırak.


György Timar
Çeviren: Yaşar Nabi

Akşam Türküsü

Severim, çalışıp doyasıya ve avuçlarım ağırlaştığında artık,
Ve ruh, dingin ve dışında günlük kaygıların;
Durmayı sessizlikte, yükselen mavi sis bulutlarıyla yan yana,
Bakmayı, yolun bitiminde gitgide koyulaşan görüntüsüne ağaçların.

O zaman, erken akşamın yumuşak fosforunda
Seçerim, yaprakların bakırdan dökülmüşçesine koyu kırmızı rengini,
Üstünde onların kırpar gözünü bir yerde ilk yıldız,
İnekler sallayarak seçer sütten gerilmiş memelerini.

Ve bir akşam böcekçiği, uçarken yanıbaşımda
Çarpar bana, gülümseyerek alırım onu elime;
Ve salarım karanlığına akşamın bu vızıldayan yolcuyu,
Uçup gider, bir gönül yoldaşı arayarak kendine.

Ben de öylece, çıkardım aramaya seni, öyle körlemesine;
Sonunda, herhangi bir uzaklıkta, seni mutlaka bulacağımı bilmeme rağmen.
Çünkü her zaman, karanlığında evrenin, bulur birbirini
İki uzak yıldız, karşı konulmazca birbirine akan iki beden ...

Severim bu akşam vaktini; çalışmış olarak doyasıya
Duyarım omuzlarımda tüm yorgunluğuyla erkek yükümün ağırlığını.
Ve dururum kımıltısız, dinlerim akşamı ve göçmen kuşlarının
Akşam sisinde durmaksızın bağırışlarını.


Ferenc Juhasz
Çeviren: Ataol Behramoğlu

Kasımpatı

Kasımpatı açtı babamın mezarı üzerinde,
Kar gibi tıpkı: soğuk ve beyaz
Ay gibi tıpkı: güzeller güzeli.
Güzelleştiriyor sona eren şu ekim akşamını,
Bu sisi ve bu yası.

Toprağın altında babam, eller kavuşmuş,
Bir kemikler kalmış o diri gövdesinden
Bir tahta üzerine uzanmış.
Gülümsüyor kafa kemiği
Oyuncak bebekler nasıl gülümserlerse.
Bir gömü gibi bastırmış göğsüne
O güzelim acısını.

Acımasız görünüyor sakin tatlı yüzü,
Sert mi sert.
Görüntüsü yükseliyor gün batımlarına karşı
Gelip yerleşiyor gövdemin içine
Ve bakıyor benden mezara.
Beyazdır kasımpatı, titremeye başlıyor
Ağlıyor belki de.


İmre Takacs
Çeviren: Özdemir İnce

13 Aralık 2017 Çarşamba

Kuş

Omuzumda durur bir kuş,
Doğduğumda gelip konmuş.
Öyle büyük, öyle ağır,
Adım atsam dizim acır.

Ey inme, ey sırtımdaki yük!
Boştur kovalasam ne kadar.
Bir çam kök salmış, büyük,
Etimin içinde pençeleri var.

Kulağımda duyarım bütün
Vuran o iğrenç kuş yüreğini.
Uçacak olsa bir gün.
Cansız bırakır beni.


Agnes Nemes Nagy
Çeviren: Yaşar Nabi

Şairin Özgürlüğü ve Tutsaklığı

Şair, çevresinde değişip duran mevsimlerin, yıldızların durumlarının, birbirlerini çeken ve iten binlerce evrensel gücün, yakın ve uzak gökcisimlerinin saldığı ışınların ve bu cisimlerdeki lekelerin, hem iyi hem kem bakışları, horgörünün ve hayranlığın, (zanaatının ayrılmaz yol arkadaşları olan) inatçı karşı koyuşun ve utanç verici tapımının, küçüklerin kıskançlığının ve bu dünyanın büyüklerinin tumturaklı umursamazlığının, her zaman ve her yerde onu tehdit eden ve olağanüstü bir hafiflikle kötüyü iyiye ya da iyiyi kötüye çeviren anlayışsızlığın, düşündaşlarının ihanetinin ve başka türlü düşünenlerin kuşkularının, kötülüğe dönüşen aptallık ya da aptallığa dönüşen kötülüğün zehirleyici iğnelerinin, kitaplarının yazgısını etkileyebilecek sayısız rastlantılar riskinin, dindarların gerçeğinde düş kırıklığına uğrama ve yalancıların yalanına kanma olasılığının; kentinde, ülkesinde ve dünyadaki tüm çekişmelerin ve çelişkilerin, halkının tüm önyargılarının, yakınlarının anlayışsızlığının, ailesinin ve çocuklarının yabancılaşmasının, dostların vefasızlığının, aşık olduklarının bencilliğinin, yakındakilerin umursamazlığı ve uzaktakilerin unutuşunun, aptallıkla karışık erkek fitnesiyle fitneyle karışık kadın aptallığının, çoğunlukla güzel ve akıllı çocukların zamanla yetişkin ve ahmak olmaya doğru onulmaz eğilimlerinin; yaşamın sonsuzca bayağı, sonsuzca kaba, sonsuzca acımasız yasalarının; birbirlerini kemirmekte olan insanların yiyip içme, çiftleşme ve egemen olma konularındaki açgözlülüğünün... egemenliği altındadır. (Tüm varlıklar gibi o da bu açgözlülük iğnesiyle doğdu, fakat başkalarını sokmak için değil de kendisini soksunlar diye ve günün birinde bir yara açtıysa bile, ölen kendisi oldu yine; tıpkı birini soktuğunda kendi yaşamını ve iğnesini kurban veren arı gibi.) Şair, başkalarının gücünün ve güçsüzlüğünün, nefretin ve aşkın inanılmaz geriliminin ve hepsinden daha önemli olarak da onu her zaman ve her yerde tehdit eden ölümün dehşetinin egemenliği altındadır. 

Ve ayrılıp gider şair, toprağından, göğünün altından; sürünerek
çıkar vücudundan ve derisinden, atomdan atoma ayrıştırır her şeyi ve
her şeyi atomdan atoma yaratır.

Ve o zaman ayak basar özgürlük toprağına
çünkü özgürlük olanaklıdır, eğer şair
güçsüzlükten gücü yaratacaksa, döverek örsünde.
silahsızlıktan, silahı
ürkütücü boşbeyinlilikten, aklı
başkaldıran rastlansallıktan, yasayı
yaşama saldıran başıboşluktan, düzeni
karmaşık belirsizlikten, yazgıyı
süprüntüden, değeri
ve ideali yaratacaksa, döverek örsünde, kurnazca ve
buram buram tüten maddeden ...

Tutsağım, şairim çünkü-böyle başladı bu.
Hizmet ediyorum, çünkü şairim-böyle sürmekte.

Tutsaklığım, yaptığım hizmettir.

İnsanlık soylulaşıyor benim acımda; dünyanın tüm başkaldırıcılığını,
tüm utancını onun, yıkılabilirliğini ve utkusunu keşfediyor.


Sandor Rakos
Çeviren: Ataol Behramoğlu

Tahttan İndirme

Boynuna asıyoruz tarihini,
Bir levhaya yazılı.


Janos Pilinszky
Çeviren: Özdemir İnce

12 Aralık 2017 Salı

Dün ve Bugün

Dün yağmur çiseliyordu ve önümüzde
diz çökmüş bir insan gibi duran çalılıktan, çayırlığa
iki sevdalı çıktı ve uzaklaşıp gittiler
Çiçekler gibi açılmış dudaklarıyla.

Bugünse yamaçtan bize doğru sürünen
toplardır ve balçık içinde dönen tekerlekler.
Miğferlerle örtülü alınlar
Ve arkada kan ve ter kokuları bırakarak
Yürüyen askerler.

Kumral çocukluk! Çoktandır yoksun artık!
Yaşlılıksa ulaşılmayacak kadar uzak!
Dizlerine kadar kan içinde duruyor şair
Söylediği her türküyü son türkü sayarak


Miklos Radnoti
Çeviren: Ataol Behramoğlu

Denizin Kılıçları

Yatağına çekilince deniz
Kasıp kavurduktan sonra bizi
Yapraklarımız serilmişti yere
Savaş alanında, savaş alanında

Ah, kıyının zavallı ağaçları
Tomurcuk umutlarımız yatıyor yerde
Çılgın deniz yere serdi hepsini
Yeşil kılıçlarıyla, yeşil kılıçlarıyla.


Zoltan Zelk
Çeviren: Yaşar Nabi

Sessiz Akşam

Dal eğilir bir ağ gibi
Sessiz akşamın suyuna dalar
Sonra yükselirken ağır ağır
Kızıl bir kaynaşmayla dolar


Zoltan Zelk
Çeviren: Yaşar Nabi

11 Aralık 2017 Pazartesi

Halk

Bir eliyle sarılmış sabana
Öbür eliyle kılıç tutmakta.
Böyle görülür uysal halk karşıdan
Durmadan alın teri dökmesi bundan
Ve bulanması al kanlara.

Gereksinimleri o denli az ki
Bunca alınteri doğrusu boşuna!
Yiyeceğini ve giyeceğini
Çalışmasa da verir belki
Kendisine Toprak Ana.

Düşman geldiğinde can veren hep o
Kılıç sallayan hep o, bakın.
Niçin? Hep yurdu savunmak için mi?
Hakkı olduğu yeri yurt bilir ancak kişi
Hiçbir hakkı yok olsa bu halkın!


Sandor Petöfi
Çeviren: Tahsin Saraç

Bir Düşünce Beni Üzüyor

Bir düşünce bana acı veriyor:
Yatakta, yastıkların arasında ölmek,
Gizli bir böcek dişinin kemirdiği
Bir çiçek gibi yavaş yavaş solmak ...
Boş bir odada bırakılmış
Bir mum gibi sessiz sedasız sönmek...
Böyle bir ölüm verme Tanrım
Bana böyle bir ölüm verme!
Yıldırımın vurup geçtiği.
Ya da fırtınanın kökünden söktüğü
Bir ağaç olayım.
Yeri göğü sarsan gök gürültüsünün
Tepeden vadiye yuvarladığı bir kaya olayım ...
Bir gün bütün köle uluslar
Boyunduruktan usanarak ortaya atılınca,
Kızarmış yüzlerle, al bayraklarla,
Bayraklarında "kutsal dünya özgürlüğü" parolasıyla:
Bu parolayı haykırsınlar,
Haykırsınlar Doğudan Batıya kadar.
Baskı onlarla çarpışsın
İşte ben orada öleyim,
O savaş alanında.
Genç kanım yüreğimden orda aksın.
Dudaklarımda sevinç dolu son sözüm çınlarken
Onu çelik şakırtıları
Boru sesleri, top gürültüleri yutsun.
Soluyan küheylanlar kazanılmış zafere doğru dört nala koşarak
Cesedimi çiğneyip geçsinler.
İşte beni orda bıraksınlar, çiğneneyim.
Dağılmış kemiklerimi orda bir araya toplasınlar ...
Yarın büyük gömme töreni günü gelince,
Orda görkemli ve büyük yas müziği ile
Kara tüllere sarılı bayraklarla
Kahramanları ortak bir mezara koysunlar;
Onlar ki ey dünya özgürlüğü, senin uğrunda öldüler.


Sandor Petöfi
Çeviren: Sami N. Özerdim

Şiir

Hiç bilmezler kadrini senin, ey kutsal şiir!
Soysuzlaştıralım şunu, derler,
alırlar ayaklar altına seni,
bir güzel çiğnerler.
Kulak ver şu imansız papazların çığlıklarına:
Yokmuş farkın bir beyzadenin salonundan.
yaldızlı, göz kamaştıran, baktıkça bakılan.
Ama o salona kimler girer?
Yalnız cilalı ayakkabısı olan.
Yalancı dudaklar, susun!
Kesin sesinizi, yalancı peygamberler!
Şiir hiç de bir salon değil,
kibar takımının çene çalmaya geldiği.
Bütün insanlara açık bir kapı.
Yani, kutsal bir tapınak,
yalınayakların da girebileceği.


Sandor Petöfi
Çeviren: A. Kadir - Ş. Hulusi

Tutuculara

Düşmana savaş açtık biz
Ve atıldık yiğitçe ileri
Tutucular! Geride bir yerdeydiniz
Savaş ağırlıklarının sürüklendiği.
Gölgesi yürüyüş kollarının
O kof vücutlarınıza düşüyordu
Güneşin kavurduğu saatlerde
Bu gölgeler sizi serinletiyordu.

Savaş başladığı anda da
Kendi kendinizle tutarlı kaldınız.
Engel olmak için çarpışmaya
Paçalarımıza sarıldınız
"Geriye! Geriye!" diye haykırarak
Yükselttiniz korkak bir uluma
"Ateş etmeyin! Ateş etmeyin!
Dayanamıyoruz barut kokusuna."

"Geriye! Geriye zaman var daha
Başka çıkış yolları da var
Evlere dönelim bir an önce
Ne güzel çıtırdar şimdi soba!
Kırbaçla dövsünler bizi ne çıkar
Kellemiz yerinde kalsın da
Evlere dönelim, evlere dönelim
Kırbaç kılıca yeğdir ne de olsa!"

İşte tam böyle bir savaş türküsü
Zırlayıp duruyordunuz gerilerde.
Tanrı yardım etti de bu savaş
Sonuçlandı büyük bir zaferle.
O zaman nadide bir kuş sürüsü
Olup yükseldiniz başımızın üstünde
Ve bu baykuşlar, sizler yani
Başladınız zafer marşını öttürmeye.

Ah eğer susmanız zorsa bu denli
Yavaş ötemez misiniz biraz daha
İnanın daha çok saygı duyarız-
Size o zaman ... Nedir bu yaygara?
O ikiyüzlü, hain coşkunuzla
Kendinizi aldatıyorsunuz ancak:
Zaferle biten her savaş sonunda
Bizi aldatabileceğinizi sanarak!


Sandor Petöfi
Çeviren: Ataol Behramoğlu

9 Aralık 2017 Cumartesi

Marmelat Dükü

Ah benim güzel, balrengi Marmelat Dükü'm!
Kimbilir nerede şimdi Pongo'lu timsahların,
Afrika baobablarının yuvarlak mavi gölgesi nerede,
Nerede şimdi orman kokan, çamur kokan on beş karın?

Artık yiyemeyeceksin o çıtır çıtır kızarmış çocuğu,
Öğle uykunda bitlerini kıramayacak o evcil maymun,
Sevimli gözlerin ovanın sıcak sessizliğinde
Ayak izlerini göremeyecek incecik zürafanın.

Gitti o geceler artık, şenlik ateşleri gitti,
Gitti gece karanlıklarına damlayan tamtamlar,
Sen ki gömülürdün o derinliklere, çamura gömülür gibi
Atalarının son kıyılarına ulaşıncaya kadar.

Şimdi gösterişli çevresinde lacivert elbisenin
İncelik yüklü gülücükler dağıtıyorsun herkese,
Pırıl pırıl çizmelerinden ayakların bağlıyor:
Balilongo, sarayın perdelerine tırman! diye.

Nasıl da salınıyor Dük'üm kemanların dalgalarında,
Kadifeli bir salınış, kolunda Madam Sütlükahve,
Aristokrat eldivenlerinden elleri bağırıyor:
Balilongo, yık şu karıyı güllü divana! diye.

Uzaklarda, atalarının son kıyılarında
Sıcak sessizliğinde ovaların bu akşam
Neden ağlıyor dersin Pongo'da o timsahlar
Ah benim güzel, balrengi Marmelat Dükü'm?


Luis Pales Matos
Çeviren: Ülkü Tamer

Şiir

Hayır
gülmüyorum
ölüme.
Sadece
korkmuyorum
ölmekten
kuşlar
ve ağaçlar
arasında.


Javier Heraud
Çeviren: Ülkü Tamer

Şiir Sanatı

Doğrusunu isterseniz, açıkçası
güç iştir şiir
ya kazanılır yıllarla
ya yitirilir.
(Gençse insan
dökülen çiçekler toplanmamışsa eğer
geceleri yazar da yazar
yüzlerce, yüzlerce kağıt doldurur.
Bir de böbürlenir üstelik:
"Yazdığımı gözden geçirmem hiç,
sokağımdaki selvilerin dudak büktüğü
ilkyaz gibi uçup gidiyor
şiirler ellerimden.")
Ama geçtikçe zaman
şakaklar arasından süzüldükçe yıllar,
çömlekçinin işi olur şiir:
ellerin tutuşturduğu balçık olur
diri alevlerin biçim verdiği balçık.

İnanılmaz bir şimşektir şiir,
sessiz sözcükler yağmurudur,
hıçkırıklar, umutlar ormanıdır,
ezilmiş halkların türküsüdür
ve bağımsızlığa kavuşanların
yeni türküsü olacaktır yarın.

Sevgidir şiir,
ölümdür,
kurtuluşudur insanın.


Javier Heraud
Çeviren: Ülkü Tamer

Bu Şarkı Devrim Yiğitlerine Adandı

Kiralık tabancalar ateşlendi ansızın
Daha dün gibiydi, gencecik döküldüler
Aralı dudaklarında bir mutlu gülümseyiş vardı
Çizgi çizgi özgürlüktü parıldayan yüzlerinde.

Gel bir bak, ta yakından.
Daha dün gibiydi, ansızın vuruldular
Belki yirmi tetikti belki daha çok
Namlular utanmıştı insanlar değil
Namlular şaşkındı, bitkindi çaresiz.

Düştüler toprağa özgürce, korkusuz
Kurşun sesi deşildi bir sevdalı gülüştü
Düştüler dimdik, özgürce, yalın
Öldüler ama çoğaldılar ölümsüz.

Gel bir bak yakından şu yiğitlere
Daha dün gibiydi acımasız devrildiler
Kan bir kara görüntüydü göğüslerinde
Ölüm çirkindi onlar güzelleştirdiler.

Yeniden yaratmak sesini orduların
Ufuklardan çizgi çizgi büyüyen
Savaşları çoğaltmak yüce düzen adına
Uykular bir daha kaçmasın diye
Sömürülmesin diye şu çocuk eller.

Gözyaşları yaraşmaz o ölülere
Onlar için en soylu örtüler gerek
Gerelim hıncımızı alev alev yeniden
Devrim şarkılarından haykıralım onlara.

Ölmediler onlar, ölemezler ki
Bu yadsınmaz gerçeği bilmedi satılmışlar
Onlar bir atardamardı halkların yüreğinde
Gecelerde yıldız yıldız tutuşan

Unutma söz etmek yok gözyaşlarından
Yaylar şimdi daha güçle gerildi
Yarın adına göğüs göğüs kuşandık gecede
Gecede en yenilmez güç bizde gönendi
Ölüler koştular ordu ordu dağlardan
Ölüler ansızın içimizde dirildi.


Luis Nieto
Çeviren: Engin Aşkın

8 Aralık 2017 Cuma

Hain Kurt Masalı

" Kurt Amca, Kurt Amca,
kuzu postunda Kurt amca:
bu radar niye?''

"Ormanda saklanırsan
izini bulayım diye."

"Kurt Amca, Kurt amca,
bu infrared kamera niye?"

"Çantadaki konservenin
resmini çekeyim diye."

"Kurt Amca, Kurt Amca,
bu lazer niye?''

"Seni bir güzel pişirip
afiyetle yiyeyim diye."

"Kurt Amca, Ölüm Amca,
kuzu kim, sen kim,
hadi bakalım gazla,
ense tıraşını görelim!"


Arturo Corcuera
Çeviren: Ülkü Tamer

Gözlerim Birer Çocuktu Çünkü

yüreğim
bir
düğme
deli gömleğimde
daha

Ama gözlerim uzun pantolon giyiyor bugün
ayak sesleri dilenen sokağa bakıyorum.


Carlos Oquendo De Amat
Çeviren: Ülkü Tamer

Delilik Şiiri

Korktum

döndüm deliliğin kapısından

Korktum
bir taşıt
bir renk
bir ayak sesi olmaktan


Carlos Oquendo De Amat
Çeviren: Ülkü Tamer

7 Aralık 2017 Perşembe

Ölü Bir Genç

Ölü bir genç. Bir silahın yüreğini nasıl çevirebilir.
Hiçliğin gölgelerini nasıl yaralayabilir acıyla.
Bir şeyler akıp gidiyor yaralarından,
dönmemek üzere bir daha.

En büyük yalnızlığıdır kahramanın
kendini ölümün kollarına atması.
Sırt çevirmeyin ona.


F. Gordillo Cervantes
Çeviren: Ataol Behramoğlu

Ölü

Ölü, ölü
Destek olacak silahına devrimcinin
Koruyacak kalabalığın sesini
Yol gösterecek sabanına köylünün

Ölü...

Ona kim engel olabilir?..


F. Gordillo Cervantes
Çeviren: A. Behramoğlu

Şimdi Biliyorsun Onun Öldüğünü

Şimdi biliyorsun onun öldüğünü
Biliyorsun nerdedir mezarı kardeşinin
Ve diliyorsun ona bir gömüt töreni yapılmadığını
Çünkü
Kalbindir onu örten tek toprak

Bütün günlerimiz bundan böyle
Onun mezarında filizlenen çiçeklerin içinden fışkıracak


F. Gordillo Cervantes
Çeviren: A. Behramoğlu

6 Aralık 2017 Çarşamba

Hoşçakal Mutluluk

Ela O'Farril için


Evet, Ela
mutluluk öküzler gibidir
mutluluk öküz gibi dolanır
yolda rastlarsınız ona ara sıra
ve onun beynini ya da gizemini açacak olan
ölümü aramaktadır
ve kuşku yok ki bulacaktır.

Ve bir gün
tek bir gün
-yalnızca bir gün yeterli
geçecektir, yalnız ve pis
sırtını göstererek
sevgili Ela
bir an duraksamadan
geri dönmeden.


Nancy Morejon
Çeviren: Ali Cengizkan

Kadersiz Bir Kadın

Bir şiiri yaşama adıyorum
Komşulara, fırıncıya, kasaba
Bakkala
Geniş Zaman Bildirim Kipinin
Birinci, ikinci ve üçüncü tekil şahıslarına

Nerede yaşar? Kadın nerededir, kocası nerede?
Yerini başkalarından öğrendim. Kolay olmadı.

Annesi ona bir koca bulmuştu, mutluluk satın almıştı ona
Bir dergi alır gibi köşedeki büfeden. O
Çalışma olanağıdır ve yaşlıdır kadın. Sonra
mutsuzluğu seçer. Şimdi suskundur. Zavallı!

Oradaki! Kırılmış olmak nedir, bilir misin?
Hayır mı? Ona sor
Kocası beceriksizin biriydi. Oturma odasının
Eşyasına bir yazı koydular ve ağır ağır ve güvenle
O yalnızlaştı orada: o ve yalnızlığı,
O ve yalnız tek bir dolap
O ve saç tokaları, o ve kağıttan bir çiçek
O ve kapı, o ve tavandaki örümcekler
O ve saçlarının güzelim kıvrımları,
O, mahvolmuş ve sabırdan bir maske yüzünde.

Onun mahallesinde oturdum.
Öyküsünü biliyorum, isyan ve sonunda
Boşanma.
kesinlikle haklıydı kadın.

Ben bir kadının yanında yatabileyim diye
püro, kurşun kalem, uçak, sevgilim diyebileyim,
olanaklı her şeyi yapabileyim
Marisol'un oğlu fırdöndü topaç alabilsin diye
ve böylece -başka seçenek kalmadığında- 
sorun çıkartmadan bir gün ölebileyim.
Burada olmamın nedeni bu işte.

Bunun için
düşünüyorum da
vazgeçmeliyiz
aptallıklarımızdan.


Guillermo Rodriguez
Çeviren: Ali Cengizkan

Seni Unutmadım

Albay Luis Turcios Lima'ya


Havana'nın gözü yaşlı bugün.
Bir kasırga balıkları
yutmakla korkutur mürekkep kuyusunda.
Ne bulut var, ne ses, ne de toz
pencerede.
Geceye alışılmış olur
derinliklerin evinde.

Gövden sonsuz değin yitmiş olsa bile
ve mahmuzların dinlense de horozla birlikte
ellerin gürlemese de tabancanla
ve sırtın çıplak kemiğe dönüşse de:
ölüme alışkınım, bütün akrabalarına da.
Fakat ismini sessiz selamlamayı reddediyorum
reddediyorum onların bir haç dikmelerini sana
sürekli bir uyanıklıkla.
çünkü böyle unutturmaya başlayacaklar seni
basın organlarında.


Belkis Cusa Male
Çeviren: Ali Cengizkan

5 Aralık 2017 Salı

Akademik

Gel şöyle atım; kolan vurayım sana
istemiyorlar bilge içgüdüsüne uyup yaşamın
Koşasın doğal çalımınla savaş alanında.
Adımların koşu pistine uymalı
Kırbacın dilini öğrenmeliymişsin
Ve bir eğer vurulmalıymış görkemli sırtına.
Gel şöyle atım, yürek için gerçek olan
Ne varsa onlara yalan gelir
Ve toprağın yumuşak mantosunu yırtarak
Binlerce sedef damlalar halinde saçılan
Berrak bir kaynağın suyu gibi
Yakıcı ve ruhun derinliklerinden fışkıran
Dizeler, onlara kalırsa söylenmemelidir
Cüppeli ukalaların vaz'ettiği
Küçük, zararsız kalıplar önerir onlar
Ve özgür bir adam görmesinler kapısında tapınaklarının
"Hırsız var" diye koparırlar velveleyi.
Gel şöyle atım, taze ot ve çayır çiçeği kokan
Işık saçan toynaklarınla
Çiğne geç kolanları; ve züppelerin
Eski yapraklar, roma gülleriyle
Ve donuk ışıklı yunan mücevherleriyle
Bezenmiş şatafatlı gömleğini
Kuru, iyiliksever bir kütüğün üstüne fırlat ki
Güneş can versin yeniden ısıtıp da.
Ve dünyaya açılan aydınlık şafakta
Fırla yeni dünyaya doğru dörtnala.


Jose Marti
Çeviren: A. Behramoğlu - Aysel Özakın

İki Yurt

İki yurdum var benim: Küba ve gece.
İkisi de bir sayılır aslında. Yiterken
Güneşin görkemi, Küba
Üzgün bir dul gibidir
Uzun örtüleri içinde, suskun, elinde karanfil
Bilirim ne olduğunu elinde ürperen
Bu kanlı karanfilin! Bomboş
Göğüs kafesim, bomboş, paramparça
İçinde yüreğimin çırpındığı. Vaktidir
Ölüme gitmenin. Uygundur gece
Elvedalara. Işık engeller bizi.
Sözler de. Evren
İnsandan daha ustadır konuşmada.
Bayrak gibi
Kavgaya çağıran bir bayrak gibi
Işıldıyor kızıl alevi mumun, açıyorum
Pencereleri. Daralıyor yüreğim
Küba, dul Küba, göğü karartan
Bir bulut gibi sessizce geçiyor
Kopararak yapraklarını karanfilin...


Jose Marti
Çeviren: A. Behramoğlu - Aysel Özakın

Kabaran Bir Dalga Gördüğünde Sen

Kabaran bir dalga gördüğünde sen
Şiirimi görüyorsun demektir
Yükselir göğe, fakat bazen
O hafif ve uykulu bir yelpazedir.

Öyle bir hançerdir ki şiirim
Çiçeklenir elde kabzesi
Şiirim bir çağlayandır
Suyu berrak, kristal gibi.

O fışkıran bir yeşilliktir
Pırıl pırıl ve alev kızıllığında.
Şiirim yaralı bir geyiktir
Bir sığınak arayan ormanda

Şiirim kardeştir cesarete
Yalın, içten ve özlüdür
O, kendisinden kılıç yapılan
Çelikle aynı örste döğülmüştür.


Jose Marti
Çeviren: Ataol Behramoğlu

4 Aralık 2017 Pazartesi

Yaşıyor Pablo Neruda

Guatemala' da yıkıntılar Ekim'i,
muz ordusunun ihaneti,
göğün tadı kurumuştu ağızlarda,
yüzler
bir tuz yağmuruyla sırılsıklamdı,
geldi acılı halk,
senin yüreğine bıraktı acısını.

Sen, acılara kulak veren şair,
o Haziran ayında anladın,
elli dördünde yüzyılın -
tohumlar, kırlangıç ayında -
anladın tropiklerin yiğitliğini
muz damarları kesildiği zaman.

Çizmeler altında yatıyor şimdi
Şili'de, Şili halkının üstünlüğü de
yıkıntılar içinde, kan içinde.
Tek yüreğin damarlarıdır onlar:
Ailende: atardamar,
Neruda: toplardamar,
ayıramaz onları hiçbir şey,
Ne yaptılarsa ortada işte -
yas yok yas üstüne
yengi var yengi üstüne.
Amerikalıların yüceliğiydi Şili
daha da yücelecek zamanla.
Ve Neruda'nın şiirleri,
köpükler üstünde martılar gibi
binlerce yıl ses verecek
sonsuzluğun ötesinde.

Çatışma sürüyor şimdi kanda.
Bir kıvılcım oldu sonun,
ışıl ışıl tutuşturdu bizi,
senin o ateşten şiirlerin
yakacak zalimleri, hainleri, uşakları.
Kimse öldü demesin sana,
dirisin sen, yaşıyorsun!
Söylüyorum işte bir daha, bir daha:
okunduğu zaman yoklamada Şili'nin adı,
sen bağıracaksın: BURADA!


Miguel Angel Asturias
Çeviren: Ülkü Tamer

Hayvanat Bahçesi

Güneş,
renklerin sayım defteri.

Dünyayı okumayı öğrenmiş atlar
gözlerinin sırça yemişleriyle.
Beyaz mercanların çıplak topluluğu.
Zürafaların çikolata vinci.
Claude Debussy
farelerin gramofon iğnesi.
Boa yılanlarının elektrikli trenleri.
Denizci pantolonları fillerin.
Stranvinsky, dolunayda damlarda gezen kedilerin ergenliği.
Kuş mermilerinin madeni.
İguananın bakır rafı.
Develer gibi hangi tepe yükselebilir?
Hangi gemi balinalar gibi suları yarabilir?
Coğrafya, salyangozun sezgisi.
Marx'ın bilgeliği, karıncalar topluluğudur.
Göğün kara gömlekleridir penguenler.
Charlie Chaplin ceylanların sıçrayışı üstüne yaptı doktorasını.
Kimse yılan X'in cebir denklemini çözemeyecek.
Hangi İngiliz hemşire daha iyi olabilir kangurudan?
Freud libidoyu onda öğrenmişti.

İstiridyelerin saatçi dükkanı.
Hangi kadın kışları vizon gibi giyinebilir?
Zebraların pazar giysisi.

Hızlı devekuşları tüyden otomobillerdir.
Örümcek, billur iskelenin kuklası.
Bütün bunlar, yarasa gecenin şemsiyesini açsın diyedir.


Gonzalo Escudero
Çeviren: Ülkü Tamer

Saat

Saat:
taş yontucusu zamanın.

Gecenin en sert duvarına vuruyor
inatçı çekiç, sarkaç.

Menekşe rengi, uyanık,
koku notaları yazıyor dolapta.

İşlerine bakarak saatin
dilsiz terliklerle yürüyor sessizlik


Jorge Carrera Andrade
Çeviren: Ülkü Tamer

Sierra

Çatı kirişlerinden sarkıyor mısırlar
Sarı kanatlarıyla.

Ufacık Hint domuzları
şaşkına çeviriyor
okuma yazması olmayan sessizliği
Serçe ötüşleriyle, kumru ötüşleriyle.

Dilsiz bir yarış başlıyor kulübede
kapıyı itince rüzgar.

Öfkeli dağ
kara şemsiyesini açıyor hemen;
kumaşı bulutlarda dokunmuş,
telleri şimşeklerden yapılmış.

Francisco, Martin, Juan,
tepedeki çiftlikte çalışırken
fırtınaya yakalanmışlardır şimdi

Bir kuş sağnağı
cıvıltıyla iniyor ekinlerin üstüne.


Jorge Carrera Andrade
Çeviren: Ülkü Tamer

2 Aralık 2017 Cumartesi

Pazar

Manavlar manavı kilise
hayatın bir köşesine çökmüş:
pencereleri billur portakallardan.
Orgu şeker kamışlarından.

Melekler:
Meryem Ana'nın civcivleri.

Mavi gözlü küçük çan
yalınayak seyirtiyor
çayırlara, çimenlere.

Güneş saati:
kutsal bir sıpanın minik erkekliği;
yakışıklı Pazar yeli
haberler getiriyor tepeden;
başlarında sebze senetleriyle
yerli kadınlar geçiyor.

Yalınayak küçük çan
zıplaya zıplaya çıkınca kiliseden
gözlerini katlıyor gökyüzü


Jorge Carrera Andrade
Çeviren: Ülkü Tamer

Kuşların Kullanması İçin Yaşamöyküsü

Gülün ölüm yüzyılında doğdum
makine, melekleri çoktan kovalamıştı.
Son altı arabanın geçişine bakıyordu Quito,
arabayla birlikte ağaçların geçişine,
çalılıkların geçişine,
yeni evler geliyordu onların yerine,
yüzyılın eşiğindeydik,
sessizliğin gevişini getiriyordu inekler
rüzgar, atları mahmuzluyordu.

Annem, akşamüstünün güneşini giyinmiş,
derin bir gitarın içine koymuştu gençliğini,
bazı geceler müziğe, ışığa, sözcüklere bürünüp
çocuklarına göstermekle yetiniyordu onu.
Yağmurun suyazısını severdim,
elma ağacının sarı sineklerini,
kurbağaları da severdim,
tahta çanlar çalan kurbağaları.

Durmadan şişerdi havanın büyük yelkeni.
Göğün kıyısıydı sıradağlar.
Fırtına patlardı ansızın, davulunu çalınca
saldırıya geçerdi ıslanmış tümenleri;
sonra sabah, altın devriyeleriyle
tarlalara o saydam sessizliği getirirdi yine.

Arpa avuçlayan adamlara bakardım,
göğe gömülen atlılara,
ve mango kokulu kıyılara giden
böğüren ineklerle dolu vagonlara bakardım.
Vadi oradaydı işte, çiftlikleriyle,
horozlardan süzülürdü alacakaranlık,
batıda usul usul dalgalanırdı
şekerkamışının sancağı ve kakao
bir sandıkta saklardı gizli definesini,
kokulu kabuğuna sarınırdı ananas,
çıplak muz ipekliler giyerdi.

Hepsi gitti şimdi, dalgalarla,
köpüğün anlamsız simgeleri gibi,
yıllar örtünmüş gidiyor işte,
bellek, bir su zambağı,
boğulmuş yüzünü gösteriyor
ürkekçe su üstünde.
Gitar, şarkıların tabutu sadece,
başı yaralı horoz ağıt yakıyor.
Bütün melekleri göç etti yeryüzünün,
kakao ağacının kara meleği bile.


Jorge Carrera Andrade
Çeviren: Ülkü Tamer

İnsan Yasası

Carlos Heitor Cony için


Madde I.

Bu yasaya göre
önemli olan gerçektir bundan böyle
önemli olan yaşamdır
el ele verip
gerçek yaşam için çalışılacaktır.

Madde II.

Bu yasaya göre iş günlerinin
bulutlu Salıların bile
bir Pazar sabahı olmaya hakları vardır.

Madde III.

Bu yasaya göre
günebakanlar olacaktır her pencerede
günebakanlara da tanınmıştır
gölgede açma hakkı;
pencereler bütün gün açık tutulacaktır
umudun boy attığı yeşilliğe.

Madde IV.

Bu yasaya göre
insan, insana kuşku duymayacaktır.
İnsan, insana güvenecektir artık
rüzgara güvenen ağaç gibi
havaya güvenen rüzgar gibi
göğün mavi tarlasına güvenen hava gibi.

Paragraf I.

İnsan, insana güvenecektir
çocuğa güvenen çocuk gibi.

Madde V.

Bu yasaya göre kurtulmuştur insanlar
yalanların boyunduruğundan.
Kimse kuşanmak zorunda değildir artık
sessizliğin zırhını,
sözcüklerin silahını.
Sofradaki insana
tatlıdan önce gerçek verilecektir.

Madde VI.

Bu yasaya göre
gerçekleşecektir peygamberin düşü:
kurt, kuzuyla otlayacaktır
ne tat aldılarsa yediklerinden
aynı tadı alacaklardır yine.

Madde VII.

Bu yasaya göre
doğruluk ve aydınlık hüküm sürecek
ve insanların içinde dalgalanan
cömert bir bayrak olacaktır mutluluk.

Madde VIII.

Bu yasaya göre en büyük acı
bitkide çiçek mucizesi yaratan şeyin
su olduğunu bilip de
sevgi verememek olmuştur ve olacaktır
sevgi arayan kimseye.

Madde IX.

Bu yasaya göre
alınteri taşıyacaktır ekmek.
Ama her şeyin üstünde, her şeyden önce
sevginin ılık tadını taşıyacaktır.

Madde X.

Bu yasaya göre herkes
ne zaman dilerse giyebilecektir
bayram giysilerini.

Madde XI.

Bu yasaya göre
seven hayvandır insan
güzeldir,
seher yıldızından bile güzeldir.

Madde XII.

Bu yasaya göre
buyruk yoktur artık, yasak yoktur.
Her şeye izin verilmiştir,
gergedanlarla bile oynayabilir insan
ve ikindi üstü yürüyüş yapabilir
elinde kocaman bir begonyayla.

Paragraf I.

Bir tek şey yasaklanmıştır:
sevip de sevgi duyamamak.

Madde XIII.

Bu yasaya göre artık
satın alamayacaktır kimse
doğacak güneşleri.
Korkunun sandığından çıkarılacak
ve bir dostluk kılıcı olacaktır para,
gelecek günleri kutlama hakkını,
şarkı söyleme hakkını savunacaktır.

Son Madde.

Bu yasaya göre
yasaklanmıştır özgürlük sözcüğünü kullanmak,
ağzın aldatıcı pisliğinden
ve sözlüklerden kaldırılacaktır.
Bu yasanın yürürlüğe girmesiyle birlikte
diri ve saydam bir şey olacaktır özgürlük
ateş gibi ırmak gibi
bir buğday tanesi gibi
ve insan yüreğine yerleşecektir.


Thiago de Mello
Çeviren: Ülkü Tamer

Yedi Yüzlü Şiir

Doğduğumda, karanlıklarda yaşayan
bir kambur şeytan dedi ki:
"Carlos! sakar biri olacaksın hayatta."

Kadınların ardında koşan
adamları bekliyor evler,
akşam sakin olacak
istekler dolaşmazsa çevrede.

Ayaklarla dolu geçiyor tramvay:
Kara ayaklar, sarı ayaklar.
Niçin yüreğimi ister bu ayaklar Tanrım,
neden gözlerim
hiçbir şey istemez.

Bıyığının arkasında adam
ciddi, basit ve kuvvetli.
Gevezelik etmiyor artık.
Birkaç da dostu var,
gözlüklerinin ve bıyıklarının ardında adam.

Tanrım, niçin bıraktın beni?
Biliyorsun ki Tanrı değilim,
biliyorsun ki zayıfım.

Dünya, dünya, koca dünya,
belki de Raymonde idi adım,
bu bir uyak olur, ama hal çaresi olmaz.
Dünya, dünya, koca dünya
boyutlara sığmıyor yüreğim.

Söyleyeceğim söyleyeceğimi
fakat bu ay
fakat bu konyak
şeytanca heyecanlandırıyor seni.


C. Drummon de Andrade
Çeviren: M. Uyguner

1 Aralık 2017 Cuma

Benim Şairlik Yeteneğim

Benim şairlik yeteneğim bürününce öz diline
Bunu bir sınav beller kendine
Hiçbir dil tutunamaz güzel söz alanında
Ben hücuma kalkınca atlıların başına geçip de
Varsın kaba bulsunlar, kullanmasınlar onu
Adam olan erişir ondaki inceliğe


Nali
Çeviren: Ataol Behramoğlu

Meclisin Emiri

Meclisin emiri gülmüyorsa, mutripler ne yapsın?
Gülümseyen bir gonca yoksa, sevdalı bülbüller ne yapsın?
Öğrencinin öğrenmekte, yetişmekte gözü yoksa
Bilgenin dağarcığındaki bilgiler ne yapsın?
Hani'nin şiirleri birer incidir, birer uyarıdır ama
Memlekette okuyucu yoksa, şairler ne yapsın?


Ahmet Hani
Çeviren: Ataol Behramoğlu

Küçük Muniyi Köyü

Küçük Muniyi köyünde gördüm
Yüreğimde, tir tir,
Görmedik, bilmedik bir yol
Kavuşacakmışçasına
Yollara tür tür.
Ölüm ister ki bu evren
Kendi gibi yaslı olsun.
Kuru bir sesle çağırsam
Kulak asmaz:
Yolların bittiği o yerde egemen soğuk.

Ah yaşam köyler kurar:
Onlar ölüm yoğurur.
Kar yağar
Kar yağar ...
Kavuşturunca kemikli kollarımı
Yakın gelir bana çok
Uzak dağlar.

Ey Muniyi'nin karı
Daha ne örteceksin
Ölümü örttükten sonra ..?

Küçük Muniyi köyünde kışın
Ölümü gördüm bir ölüyü canlı gibi ağırlayan.
Duymazlıktan gelip sesimi
Sonunda dönüp de bana bakan.
Kar yağar durmaksızın
Gerçeğin küçük bu evren üstüne.
Ey Muniyi'nin karı
Daha ne örteceksin
Ölümü örttükten sonra?


Ko İn
Çeviren: Melih Ercin

30 Kasım 2017 Perşembe

Deniz Kıyısı

Kuzey illerinin deniz kıyısında
Lapa lapa yağan kan görüyorum hastanenin kafesli
penceresinden

Külrengi bir deniz
Sessiz bir öğle sonu denizi
Sürdürüyor sonsuz bekleyişi

(Ah, ne kadar güç bu)

Uzun dalgakıranın ucunda
Kara gözleri, eskisi gibi
Yanıp sönen bir fener.


Cho Pyong - Hwa
Çeviren: Muzaffer Uyguner

Eizan Irmağı

Koreli kadıncıklar giysi yur
Sabahtan akşama kadar
Bugün de aynı nakarat işte.
Tokmaklar vururlar giysileri
Batırırlar çıkarırlar
Gözyaşlarına
Irmağın kıyısında.
Giysiler
Süngülenmiş, vurulmuş
Kocalarının ceketi, gömleği.
Yürek yanmazdı
Yabancı düşmanlar edeydi bunu
Ama bunu
Kore'li kardeşleri yapmış.
Giysiler
Kore'yi yaşanacak
Daha iyi bir ülke
Yapmak istediler diye
Yakalanıp yakalanıp deliğe tıkılan
Oğullarının pantolonları.
Giysiler yırtık pırtık
Dilleri olsa neler anlatırlardı.
Katmerli
Yoksulluktan mutsuzluktan
Renkleri atmış giysiler.
Ah bu bahtsız kadıncıkların
Aydınlıksız yaşamlarında
Gönüllerine su serpen tek varlık,
Tek arkadaşı bu giysiler işte,
Soylarını - saplarını yur
Kore'li kadıncıklar
Tuzlu tarihlerini yur
Kore'li kadıncıklar
Irmağın kıyılarında.


Nam Gi Ho
Çeviren: L. Sami Akalın

Ters Orantı

Senin sesin Sessizlik mi
Şarkı söylediğin zamanlar
Şimdi derinden duyuyorum onu
Senin sesin Sessizlik

Senin yüzün Karanlık mı
Kapayınca gözlerimi
Pırıl pırıl gördüm onu
Senin yüzün Karanlık

Senin gölgen Aydınlık mı
Kara pencereler üstünde
Parlar öylece gölgen
Senin yüzün Karanlık

Senin gölgen Aydınlık mı
Kara pencereler üstünde
Parlar öylece gölgen
Senin gölgen Aydınlık


Han Yong - Un
Çeviren: Coşkun Zengin

29 Kasım 2017 Çarşamba

Kardeşim Hasan

Kardeşim Hasan,
bu harup ağacı kollarını açmıştı
bizi zorba temmuz güneşinden korumak için
bardağın elde ve tabaktaki demet umudun
bulunduğu bir zamanda
(kim ağlarsa-dedin-kendi gömütünü kazar)

Yuvamız oldu o
ve erincimiz vardı
ve sürdürmek istedik bunu.

Dün gece yastık diye bir toprak tümseğinde uyurken ben
bombaların güneşi kararttığını gördüm yine
ve sayamadım ölüleri
kattım senin oğlunu da
kattım benim oğlumu da
daha dün
orak makinesini kullanmayı öğrettiğimiz
ve birlikte tarla kuşu avladığımız.
Dün gece sen uyumadın kardeşim Hasan
yerim sertti deme bana
karpuz tarlalarındayken toprakta bile uyurduk biz.

Köyümüzü anımsamış olmayasın
Senin topların ve benim kurşunlarım
yeryüzünden silip attı
senin camini
ve benin kilisemi
anayurt ve din için savaştığımızı söylemelerine karşın.

Senin yuvan
benim yuvam
bizim tarlalarımız,
senin oğlan
benim oğlan
hangi anayurt, kardeşim Hasan?
Senin yuvan
benim yuvam
senin oğlan
benim oğlan
ve yaşadık biz
hasat zamanı elini uzattın bana
zeytinlerin toplanmasında beni çağırdın yardıma
Beşparmak ve Trodos dağları bekliyorlar
ve anayurtlar arıyoruz biz
ve silahların gölgesinde yaşıyoruz geceleri.
Yaktığın ormanlar
"birlikte yaşamanın olanaksızlığına" inandırmak için bizi
yasadışı silahlarla bezendi şimdi
-Amerikan özgürlüğü işte-

Annen karşılaşsa annemle
"komşu" deyip seslenirler birbirlerine
ve biz de bir şeyler bulabiliriz aslında
-Bu topraklar ve sevgimiz onlara-
ya çocuklarımız, kardeşim,
nasıl unutabilirler silahlı askerleri
ne nefretlerini sulayan kandökümünü?
Düşünmedik mi çocuklarımızı
bu dağların doruklarının
bu vadilerin
bu denizin sahiplerini.

Çocuklarımız, kardeş
nereye ekecekler tohumu
-toprak çok küçük
ve o kadar çok parçaladık ki onu -

Analarımız,
ve bizler, kardeş
nasıl unutabildik ki
çocuklarımızı?
Güneşin ellerimizden gitmesine
izin verecek miyiz
güneşin bizden alınmasına
izin verecek miyiz
Hasan, kardeşim?


Kostas Grekos
Çeviren: Neşe Yaşın

Sevmek

Sevmek,
Duyunca bu kelimeyi insan
bir şeyler kıpındanır içinde
usulca
ağırdan.
Dalar kimisi
kimisi kurar hayalini
yaldızlı sarı saçları okşamanın
Belkide kimisi hatırlar.
eskiden avucunun içinde tuttuğu
yumuşacık kaymak tenli eli
Oysa
oysa sevmek birtanem
acıyı yüreklerden
umutsuzluğu gözlerden silmektir
kurtarmaktır karanlığından umudu
kapkara gecenin.
Dinle sevgilim
verebiliyorsan eğer
kan damlayan yüreklere
minnacık da olsa o sevincini
yaşamanın
ve eğer verebiliyorsan kapkara gözlere
parlaklığını kavganın
-yitirdiklerimizden sonra -
sevmek o'dur işte.


Zeki Cemal

Gel Gör Ki Sıralamışlar Çocukları

kamyon kamyon insan ölüsü geliyor
kamyon kamyon ölü adayı gidiyor ...
bozuk plak gibi çalıyor kafamızdaki acı
niye bu savaş
niye bu... konuş ...

dolu dolu olur gözlerimiz
tank iskeletlerini gördüğümüzde
yol kenarlarında yanmış ...

çiçek demetlerinin en güzelini
aldılar ellerinden çocukların ...
elleri soğuk demirlere kenetli
soğuk demirler
öldürücü ...

daha söyleyemediğimiz nice şarkılar var
sevdalar var
dünyalar var görmediğimiz ...

dizi dizi sıralamışlar çocukları
gözleri faltaşı olmuş babaların ...
gel gör ki sıralamışlar çocukları
kızı erkeği
silahlanmış ...

bozuk plak gibi çalıyor kafamızdaki acı
niye bu savaş
niye bu... konuş ...

kamyon kamyon insan ölüsü geliyor
kamyon kamyon ölü adayı gidiyor ...


M. C. Azizoğlu
15 Mayıs 1978

28 Kasım 2017 Salı

Kış Bülteni

Baş tacı ettin beni Toronto
Televizyon ekranlarında güldün yüzüme
Rivayetler çıkardığımda kendime dair
Montreal'i çekiştirdiğimde
Sahte Ölüm Belgesi hazırladığım gece
Hani gerekir diye ortadan kaybolmak
Beni kınamayan tek sendin Toronto
Bir madrabazla çene çalmıştım ayak üstü
Dünyaya gelmeyi mutlulukla eş kılan
Uyumuştum güneş gözlüğümün ardında
İlk kez boş vermiştim ergenlik sivilcelerime
Issız düşler kurmuştum insansız düşler
Kurduğum tuzaklara yöneltmiştim kendimi
Tek dostum sen kalmıştın Toronto
Görüşler öne sürmüştüm saçmanın saçması
Tutup ocak soğuğuyla dalga geçmiştim
Kahramanlık aşkına buzullar üzerinde
Her eyleminde o eski amaçsızlık
Tutup geleceği düşünmüştüm Toronto
Neden daha az tanıdığımı hayvanları
Gelecek bir zencinin kaderi gibiydi
Kişisel kusurlarımca kötümser
Şu kopya kağıdının günler boyu yansıttığı


Leonard Cohen
Çeviren: Engin Aşkın

Müzik, Yenilgimdi Bir Gece

Hatırlattım işin gerçeğini sorarsanız
Hatırlattım sayın Müdüriyete
İçkilere su katıldığını anlattım
Vestiyerdeki kızın frengi taşıdığını
Eski SS Subaylarıyla doluydu orkestra
Bir eski cellattı davulcusu söyledim
Hatırlattım işin gerçeğini sorarsanız
Ama Yılbaşı gecesiydi dostlar
Bir de o yıllanmış beyin sarsıntısı
O cıvıl cıvıl kahkahalar
Müziğin güzelim patırtısı
Tutup geçirdim kağıttan şapkamı dostlar
Kayboldum müziğin en yavaş bölümünde


Leonard Cohen
Çeviren: Engin Askın

Sisleri İz Bırakmaz

Duydun mu sislerin iz bıraktığını
Yeşilli boyutların gönendiği tepede
Tıpkı ellerim gibi sevdalarca yavaş
O yüce çıplaklığın gümüşsü yüzeyinde

Kartallarla rüzgar ne zaman yüz yüzedir
Ne kalmış geriye bir tutam anı mı
Ve sen belirirsin bir düş penceresinden
Duyarız direncin her yönde dağıldığını

Düşün geceler nasıl da dayanır
Yıldızlarla ayın kaybolduğu zaman
Zorlamak gücümüzü belki de öylesine
Giz olmak gecede sonsuza uzanan


Leonard Cohen
Çeviren: Engin Aşkın

27 Kasım 2017 Pazartesi

Türkü

Bir çiçek çekip çıkardı
yosunlar arasından
sonra askerleri yardı
çarmıha çakmak istiyordu da ondan.

Elindeki çiçeği
bastırdı bir yaraya;
umudu; çiçek büyür de
bir bahçe çıkar ortaya.

Çarmıhta adam ürperdi
çiçek onu uyarınca,
yumuşak dokunuşuyla
etini yarınca

Ve işitmedikleri
bir sesle dedi ki:
"Çiçeğin yaprakları, kökleri
"bulacak mı kanayan yaralarımda?"

"Kopmuş bir dilden
"Türküler öğrenecek mi ozanlar?
"Derimdeki yarıklardan
"Şifa bulacak mı hasta yatanlar?"

Oradaki insanlar
sezdi ki konuşmuştu sanki bir tanrı
korkuyla seyretti onlar
çaktıkları mıhları.

Kapandılar adamın üstüne,
mızrak ve bıçak tutuyordu hepsi,
bir kurbanla onurlandırmak için
adamdan gelen sesi.

Çarmıhtaki adam
kalabalığa konuştu
ama hem yorgundu hem de
dualar yaygara olmuştu.

Adalar geçti aklından
denizin en ıssız yeri
ve denizden gelen sularla
yıkandı ağaçların kara kökleri;

gelgit dalgaları
karaya doğru şahlandı
ve bu çarmıhlara
şu karşı dağlara, bu adama abandı.

Kentler geçti
buğday tarlaları geçti aklından,
insanlar geçti ve bu adama
tek bir söz çıkamadı ağzından.

Ah sakladılar o iki cesedi
bir kayanın arkasına
gece günü izledi
kalabalık döndü evine barkına.

Ve Golgota halkı diyor ki bana
"Bugün bile, inan,
"bahçıvanlar boşuna
"o toprağa döküyor kan."


Leonard Cohen
Çeviren: Talat Sait Halman

Kanada - Pasifik Demiryolu

Gece treni
çayırlar arasında
küçük köylerden geçip
korulara gidiyor
Deşiyor yolda karları
sonra görünmez oluyor
Yüzlerce mil ötelerde
karlar bembeyaz.


George Browering
Çeviren: Muzaffer Uyguner

Dalgalar

Dalgalar kabarıp yükseliyor
Geniş ufkunda okyanusların
Fakat eninde sonunda
Dinecektir çalkantısı suların

İnsan denizi dalgalanıyor
Mutsuzlukla, savaşla, kıtlık-kıranla
Fakat dinecektir er geç
Bu çalkantı da

Kabarıyor yüreği sürgünün
Memleket özlemiyle
Fakat o da yatışacaktır
Sılaya dönünce

Yatışır dağ nehirleri de
Sadece aşkın çalkantısıdır
Yürekte sonsuzca kıpırdayan
Taşırsın onu ömrünce


Saken Seyfulin
Çeviren: Ataol Behramoğlu

Liman

Düşümde gördüm, bir limandan
Denize karşı boylu boyunca.
Düşümde, yerim yurdum olan limandın sen,
Saldıran dalgalara mağrur göğüs geriyordun.

Düşümde, demir atmak istedim sana, limanım,
Dedim ki vazgeçeyim upuzak kıyılardan
Boşuna seraplardan,
Boğulup gideyim senin bağrında.

Koştum, koştum sana doğru -
Ölesiye koştum o gece!
Sonunda ulaştım limana, yüreğim duracakmışçasına,
Hala dudaklarımda titriyordu soluğum,

Bir de baktım, bembeyaz bir yelken
Gözden kayboluyor uzaklarda...


Louise Gareau Des Bois
Çeviren: T. S. Halman

25 Kasım 2017 Cumartesi

İhtiyar Adamın Biri

Şu izbe köşelerden birinde
Ufacık bir kulübe var
İçinde kemik yüzlü batık gözlü
İhtiyar adamcağızın biri yaşar.

Kıpırdadığı yok, hep öyle yarı uykulu
Ne gecesi kalmış artık ne gündüzü
Ve öyle bitkin öyle bitkin ki
Böğürtüye benzeyen öksürüğü ...

Yüzünde soğuk bir gülümseme
Arada bir mırıldanır durur
Çiğner de çiğner bir kemik parçasını
Takır da takır - tukur

Çiğnediği beyaz bir kemik parçası
Ya... bir takırtı, kuru tukurtu...
Gönlünde yıllarca önce ölen
İlk sevgilisinin kemiği bu.

Sonra bakarsın bir şeyler sayıyor
O titrek parmaklarıyla
Hani sonradan kuyusunu kazan
Dostlarının sayısı mı bu?.. Yoksa

Sevip sevip de bir el sıkarak
Ayrıldıklarının sayısı mı?
Yoksa uzak düştüğü yuvasının
Buraya kaç günlük yol ettiği mi?

Ve gün olur bana der ki
Şu göğe bak da ne var ne yok söyle
Hiiç, derim; ne olacak, bir şey yok.
Tamam der; boş, yüzünde bir gülümseme


Kitahara Hakushu
Çeviren: L. Sami Akalın

Dua

Gökyüzünden
Bir olta sarkıyor
Aşağı doğru
Yalnızlığın verdiği
Sıkıntıdan doğma
Umacı umacı
Kırmızı balıklar
Oltayı yutuyorlar...


Yamamura Bocho
Çeviren: L. Sami Akalın

Bekleyiş

I.

Gelebildin nihayet,
Bıraktım canavar sineklerini
Ki tutup hapsetmiştim
Avucumun içine
Bu son bahar sabahı.


II.

Sayısız adımlar
Kalbimi dövmede
Durun bakalım:
Buraya tırmananlar
İki-üç kişidir belki de.


Yosano Akiko
Çeviren: Güngör Küçükersan

Zaman

Uçuyorsun ta yükseklerde
üstünden uçtuğun ülke
öyle ufak ki
katlayıp koyabilirsin
avucunun içine

Ama yaklaştın mıydı
büyür de
sana doğru
o seni tutar avucunun içinde

Zaman böyledir işte

Biran
küçücük durur ilerde
göremezsin ki onu

Ama yaklaştın mıydı
büyür de
sana doğru
o seni tutar avucunun içinde

Alabildiğine büyüktür
senin tüm varlığının çevresinde


Njördur P. Njardvik
Türkçesi: Talat Sait Halman

24 Kasım 2017 Cuma

Bangladeş

İki kez seller
gelip ezdi bizi

Önce umman geldi
örttü ülkemizi
açlıkla

Sonra kardeşlerimiz geldi
batıdan
ezdi geçti bizi
ölümle

İşte kaldık ıpıssız
viran kıyıda
dünyamızı kuracağız şimdi
açlıkla ölümün yakıntısından


Njördur P. Njardvik
Çeviren: Talat Sait Halman

İçebakış

I.

Aydınlığın orta yerinde
karanlık
karanlığın orta yerinde
aydınlık
aydınlığın ortasında
Ben


II.

Kapının önünde
gözlerim dört dönüyor
içe bakıyor
durmuşum eşiğinde
dış yüzeyin
işte genişliyorum
gözlerimin önünde
çinili bir zemin gibi
erdemler duruyor dimdik
sütunlar gibi
duvarlar boyunca
ve ben adım atıyorum
kendi karanlığıma
içebakışın genişliğinde
dış yüzeyin kapıları
kapanıyor ardımdan


III.

Sivri uçlu bir sancı
çekiyor beni kendine
göğsümden
görünmeyen bir engel gibi
ilerde hiçbir şey yok
yürüyorum el yordamıyla
akıl ve duyu arasında
çıplak
ürkek
körelmişim
kötü bakan karanlıktan


IV.

Sonra bir şey değiyor
bana gizliden usulca
uzanıyor da
o dost eli
yumuşak sıcacık dokunuşuyla
kavrıyor beni
çekip götürüyor
yanmasında
ileriye, bir yere
gidiyorum peşinden
istekli
uysal
kör bir çocuk gibi
üstümdeki karanlık kabuğu
yalım olup fışkıracak
karanlığımın derinliklerinden.


Njördur P. Njardvik
Çeviren: Talat Sait Halman

Hayret

Şaşılacak şey tertemiz taptaze
başlayan güne uyanmak

kupkuru toprak şimdi ıslak yumuşak burcu burcu
kemiklerinde ölüm taşıyarak gezdiğin yerlerde avlaklar var 

- şaşılacak şey böyle uyanmak:
mutlu görmek, saydam ve taze görmek başlayan günü,

yeryüzündeki tüm gençlere gülümsediğini görmek
ve kendi çocuklarının otlara daldığını seyretmek...


Thorsteinn Fra Hamri
Çeviren: Talat Sait Halman

23 Kasım 2017 Perşembe

Bir Heykel Olmaktan Bıktım

Bıktım artık bir heykel olmaktan
Kimsenin göremeyeceği bir hiç olmak istiyorum
Gövdeme bakan hayran hayran
İnsanlardan da bezdim artık
Hani açık ağızları, dilsiz gözleriyle
Taştan ayaklarıma sürünenlerden.
Ve adi düşünceleriyle aynalarda
İliklerime değin beni üşütenlerden.
Yüz yıllardır dinledim
Zaman denen kanlı oku,
Öldüren, öldüren, salt öldüren.
İnsanların gizlerini, kuşların gizlerini,
Mevsimlerin gizlerini durmadan dinledim.
Gizler, gizler sonu gelmeyen gizler,
Tekrarlana tekrarlana içi boşalan gizler.
Bıktım artık bir heykel olmaktan
Taş yüreğim, tulu, perişan
Hiçbir küreğin kazmakla varamayacağı
Yerin altına girip yitmek istiyorum,
Toprakla birlikte şarkı söylemek istiyorum,
Toprak yemek istiyorum,
Toprak olmak istiyorum.


Maria Wine
Çeviren: Lütfü Özkök

Yakınlarda Bir Telefon Olsaydı...

Yakınlarda bir telefon olsaydı
Hastaneye haber verirdik
Ya yetkisiz birinden öğüt ister
Ya da artık elinden bir şey gelmeyen
Bir doktora baş vururduk.
El altında bir sedyemiz olsaydı.
Belki yola çıkar otomobil beklerdik.
-Benzini bombardıman uçaklarına gitmemişse-
Ya da bir köylü arabası
-Atlarına ordu el koymamışsa-
Ya da yedek bir sedye
-Kaputtan ve değnekten-
Bir kilimcik olsun birkaç dal parçasıyla;
Gene de bir şeyler yapmak mümkündü o zaman
Ama içimizde kimsenin ne kaputu kalmış ne de kilimi

Diyelim ki sedyemizle kaputumuz var,
Tedavimiz de işe yaramış olsun.
O zaman yaralıyı yarasız yerinden tutup
-Yarasız yeri kalmışsa-
Altına ottan bir döşek yapar,
Sırtından doğrultmaya çalışırdık.
Ama madem ki yaralı sırtından ve ensesinden vurulmuş,
O zaman yan üstü yatırmaya uğraşır,
Yarasına dokunmadan taşımaya çalışırdık,
Ama mademki göğsünden de vurulmuş,
O zaman yarı yanlamasına yatırırdık,
Ama madem ki hem genişliğine hem uzunluğuna vurulmuş,

Tek çare: Bacaklarını kalçalarına dek bükmek
Ve incitmeden yavaşça taşıyabilmek,
Başı dik, bacaklar yukarda,
Tüzük gereğince,
Zaman uygun düşmese de
Durum böyle istiyordu.

Ama gel gelelim ne sedyemiz var
Ne görünürlerde bir yol
Ne otomobil, ne araba.
Ne doktora bir telefon
Ne de hastaneye.
Gaz bezleri tükenmiş
Pansumandan haberimiz yok.
Üstelik durum yüzde yüz umutsuz
Kan kaybı hesapsız
Acısı yürekler paralayıcı
Buna rağmen gene de yardıma kalksak
Mitralyözler bizi de biçecek
Parasını versek bile
Yok morfin can çekişene

Çarpış babam çarpış bir ceset uğruna
Ve gömme hukuku adına
Çürümüş organlarını
Batı kültürünün.


Karl Vennenberg
Çeviren: Lütfü Özkök

Faun

Bir hayvan ruhu var bende
O gözlerle bakarım sana.
Şunu bil
Ölümle ilişiğim
Salt güzellik uğrunadır.
Fazla duygum yoksa da
Gene onunla görürüm işlerimi.
İğrenmek elimden gelmez
Ama havlamayla melemeyi beceririm.
Eğer görürseniz tiksindiğimi bir şeyden
Bu, gövdenin kapsadığı anlamdandır.
Ya da bir istek,
O da aynı hesaba gelir.
Sakın ruhumu gövdemde arama.
O, tedirginlikle kendini gösterir.
Gizli düşüncelerim var sanma,
Onlar sana özgüdür, ey insan!
Zıt uçlarda bulunmaz,
Aralarda görünür
En çok üstüne titrediğin değer:
Ruhun koşulu tedirginlik ...


Gunnar Ekelöf
Çeviren: Lütfü Özkök